Üniversitelerin Bir Türlü Gelmeyen Sonu
Dijital devrimle mümkün hale gelen ve COVID19 kapanmalarıyla ortaya çıkan zaruretle önündeki psikolojik bariyerler yıkılan çevrimiçi olanaklar klasik üniversite eğitimini önemli ölçüde aşındırdı. Son on yılda sık sık üniversitelerin sonuna dair kehanetler yazılıp çizilmeye başlandı. Linkedin’de beyaz yaka guruları üniversite diplomalarının lüzumsuzlaştığına dair iddialar ortaya atmaya başladı. Gerçekten durum böyle mi?
Üniversitelerin sonu perspektifinin birkaç argümanı var. Birincisi bilgiye erişim için artık bir yere gitmenin veya bir kuruma kaydolmanın gereksizleşmesi, çevrimiçi eğitim içeriklerinin çeşitlenmesi ve yaygınlaşması. İkincisi ise üniversitelerdeki bölüm mantığının ve ders programlarının çağın ihtiyaçlarını artık karşılayamadığı, yapay zeka ile birlikte birçok mesleğin de öldüğü şeklinde. Bir diğer argüman ise üniversite eğitiminin yaratıcılığı öldürmesi, üniversite eğitimini yarıda bırakıp kurdukları teknoloji şirketleriyle dolar milyarderi olan örnekler…
Üniversite kavramının Avrupa-merkezci tanımını esnetirsek ilk örneklerine Fas, Hindistan, Harran ve İtalya’da rastlanan bin yılı aşkın bir kurumlar tarihine ulaşırız. Bunlardan önceki dönemlerde ileri seviye bilginin hoca-öğrenci usta-çırak modeliyle aktarıldığı ve kurumsallaşmanın daha düşük seviyede olduğu varsayılabilir. Aslında tarihi 150 yıldan daha geriye uzatılması pek de mümkün görünmeyen günümüzdeki anlamıyla modern üniversite kurgusunda da hoca-öğrenci usta-çırak modeli önemli bir yer tutar. Lisans eğitiminde birçok hocadan ders alınır ancak tek bir hocanın tedrisatında lisansüstü araştırmalar gerçekleştirilir. Usta-çırak, hoca-öğrenci, icazet benzeri ilişkiler insanlık tarihi boyunca vardı, var olmaya devam edecek. Üniversite bu işlevini asla yitirmeyecek. Üniversite sadece bilgiye erişimle ilgili bir yer değil. Şu anda cebinizden birçok bilgiye erişebiliyorsunuz ama böyle bakarsak 50 yıl önce de kitaplara erişebilenler için tüm bilgi erişilebilirdi. Üniversiteler dönüşüyor, dönüşecek. Üniversite diploması istihdam açısından önemini yitiriyor ama sıfıra inmeyecek. Eskiden salt diploma iş garanti edebiliyordu (yersiz bir şekilde) şimdi farklı formasyonlar da etkili. Ama üniversite lüzumsuz değil. Üniversite okumadan kendini yetiştirenler vardı, bundan sonra da olacak ancak bu istatistiksel bir anlamlılık oluşturacak yoğunlukta olmadı, olmayacak. Üniversitelerin ikame edilemeyecek ikinci bir işlevi daha var; “üzüm üzüme baka baka kararır”. Bolca istisnası olsa da her toplumun analitik ve akademik beceriler açısından öyle yada böyle ilk %10’luk diliminde olan gençlerle takılmanın, spor yapmanın, ders çalışmanın, kulüp faaliyetlerinde bulunmanın, bir İsrail protestosuna katılmanın, aynı sıralara oturmanın, hatta boş vakitleri öldürmenin bile dijital platformlarla ikame edilemeyecek bir formasyon kazandırdığını düşünüyorum. Sırf para odaklı düşünmeyelim. Milyarderler gelecek kaygısı olmayan çocuklarını doğrudan işe giriştirirken bir yandan da eğitimleri için boşuna didinmiyor. Sadece bu formasyon bile para ile takas edilmemesi gereken bir değer.
Dijitalleşme tüm hayatımızla birlikte mesleklerin hepsini de hızla dönüştürüyor. Mevcut üniversite yapılarımızın bazen bu hızlı dönüşüme ayak uyduramadığı, yavaş kaldığı ve geriden geldiği muhakkak. Ancak bu durumun üniversiteler çağının kapandığına işaret eden yapısal bir problemden neşet ettiğine katılmıyorum. Üniversiteler – on binlerce özel üniversiteye rağmen – kar odaklı yapılar değil; maddeyi-evreni, hayatı-canlılığı ve insanı-iradeyi çözümlemeyi hedefe koymuş kurumlar. Pratikte toplumdaki algısı meslek okullarına indirgenmiş olsa da, bu bakımdan piyasa odaklı kurumlar olmaları da beklenemez. Dijitalleşme, piyasada yeni bir değer alanı yarattığında şirketlerin paraya taalluk eden refleksleri üniversitelerden önce göstermesi biraz doğal bir durum. Mühendisliğin üniversitelerin odağına oturmasının sanayi devriminin ancak sonlarına doğru mümkün hale gelmiş olması da belki buna benzer dinamikler barındırıyordu. Buharlı motorların mucitlerinin de çoğu üniversite diplomasına sahip değildi. Ancak sonrasında, 20. yy.‘da, hemen tüm icatlar ve keşifler üniversitelerde gerçekleştirildi. Girişimcilik açısından da benzer dinamikler mevcut. Salt ekonomik başarı kriteriyle değerlendirecek olsak bile en iyi üniversitelerdeki eğitimini yarım bırakıp milyar dolarlık şirketler kuran ve üst perdeden üniversite eğitimini tahfif eden birkaç sıra dışı örneğe karşın binlerce doktoralı veya mühendislik üzerine MBA eğitimi almış başarılı girişimci örnek gösterilebilir. Sıra dışı örneklerin bu kadar ilgi görmelerinin sebebi sıra dışı olmaları zaten, sıra dışılık üzerine kural bina edilmez.
Üniversitelerin yaratıcılığı örseleme açısından yol açtığı en önemli dezavantaj Thomas Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabında tartıştığı paradigma içi bilim problemini kurumsallaştırmasıdır. Kuhn’a göre bilim dünyası ürettiği teoriler konusunda muhafazakardır hatta yeniliğe ve aykırı teorilere bir yere kadar karşı olduğu söylenebilir. Bilimsel araştırmaların çoğu bu muhafazakar paradigmalar içinde gerçekleştirilen araştırmalardır ta ki bir bilimsel devrim paradigmayı yıkıp bir sıçrama ile yeni bir paradigma kurana kadar. Üniversitelerin işte bu muhafazakarlığın üretildiği kurumsal yapılar olarak tenkit edebiliriz ancak unutmayalım ki bilimsel devrimler de, kurulacak bir sonraki paradigma da üniversitelerden uzakta gerçekleşmeyecek.
Velhasıl şu argümanları tembelliğinize kılıf yapmayın:
* Üniversite mezunları kendi işini yapmıyor.
* Üniversite mezunu işsiz dolu her yer.
* Üniversiteler geçmişte kaldı.
Nihayetinde babanızın beyaz eşya dükkânında kasaya oturacağınızı bilseniz de iyi bir üniversite diploması kovalayın. Onun yanında yine derslerle yetinmezsiniz, çevrimiçi içeriklerden beslenirsiniz, sadece akademik değil sivil alternatiflerle de kendinize yatırım yaparsınız. Çift diploma gücünde bir birikime talip olursunuz. Üniversiteye yatırım karnınızı doyurmaya yatırım değil.
Binlerce yıllık müktesebatın oluşturduğu kurumlara sırtınızı dönüp istisna hikâyelere dayalı hayaller kurmayın.