Türkleri bölgede kim istemiyor?
Not: Bu yazı aljazeera.net’te yayınlanmıştır.
Okurlarımın çoğunun Arap olduğunu biliyorum. Konuşmak istediğim bir konuyu samimi bir biçimde kardeşlerim Arap okurlarıma anlatmak istiyorum. Ön yargısız ve tamamen meseleyi anlamaya yönelik bir çaba benimkisi.
Gazze’de görevlendirilecek Uluslararası İstikrar Gücü’nde Türklerin olmaması için İsrail yoğun bir çaba içinde. Türkiye ise “Trump Anlaşması”nın bir parçası olarak istikrar gücünde Türk askerinin de olması gerektiğini Amerika’ya anlatıp duruyor.
Mesele henüz çözülmüş değil.
Bu konuları konuşurken uzun yıllardır bölgede karşılaştığım konuyu tartışmak istedim sizlerle.
Soruyu şöyle sorduğumda konunun nezaketini siz de hemen anlayacaksınız: Türkleri bölgede başka kim istemiyor?
ARAP ÜLKELERİNDE KARŞILAŞTIĞIM ŞAŞIRTICI SORULAR
Bu konuyu yaşadığım olaylar dizisiyle anlatırsam meramımı daha iyi ifade etmiş olacağım.
Türk Devletinin resmi yayın organı Anadolu Ajansı olarak Arapça yayınlara 2012 yılında başlamıştık. Ben de ajansın başkanı olarak Arapça yayınlarımızı tanıtmak ve abone bulmak için Arap ülkelerine bir dizi seyahat planlamıştım.
2013 yılı başlarıydı. Fas’tan Lübnan’a kadar tüm ülkeleri dolaşacak, oradaki Arap medyasını ziyaret edecek, toplantılar düzenleyecek ve sonra yayınlarımızı tanıtarak abone olmalarını isteyecektik. Planladığımız gibi başladık ve ilk Fas’ta toplantı düzenledik.
Konuşmamın sonunda sorusu olanlar varsa cevaplamak isterim, dedim. Genç sayılabilecek bir gazeteci şunu sordu: “Siz tam Arap baharının yaşandığı dönemde neden şimdi Arapça yayınlara başladınız? Yeni Osmanlıcılık mı yapıyorsunuz? Ayrıca siz devlet ajansısınız; doğru haber vereceğinize nasıl güveneceğiz?”
Doğrusu biraz şaşırdım ama yine de cevap verdim. “Yeni Osmanlıcılık yapmıyorduk ve rakibimiz olan Reuters, AFP (Agence France-Presse) ve AP (Associated Press) gibi bölgede güçlü olmak için Arapça yayın yapmamız gerekiyor. İngilizce, Fransızca, Rusça, Boşnakça, Kürtçe yayınlar da yapıyorduk. Diğer devletlerin de ajansları var; en az onlar kadar doğru haber vereceğiz tabii ki,” dedim.
Fas’ta özel bir televizyon kanalında röportaj verirken aynı soruyla yeniden karşılaştım. Yine aynı cevapları verdim.
Fas’tan sonra Tunus’a geçtik. Aynı tür etkinlik düzenledik ve ilginçtir aynı soru orada da gazeteciler tarafından soruldu bana. Bu kez daha çok şaşırdım. Tunuslu olan editörümüz dedi ki, “Bu kişiler AFP tarafında Fransa’da eğitilmiş ve o kurumda çalışan gazeteciler. Biz bunlara AFP ekolü deriz.”
Aslında Anadolu Ajansı agresif bir büyüme politikasıyla Afrika ve Ortadoğu’da etkin oluyordu ve en önemli rakibi de bölgede AFP’ydi. AFP çalışanlarına bu soruları sorduruyor olabilirdi. Fakat aynı sorulara Cezayir, Mısır ve Lübnan’da muhatap oldum.
Sonunda bu soruyu soran gazetecilere nerede çalıştığını ve eğitimi nerede aldığını soruyordum. AFP ekolünden gelenlere şunu dedim: “AFP 1969 yılında Arapça yayına başladı. O günden bugüne hiç ‘Fransa bizi yeniden sömürmek mi istiyor, neden Arapça yayın yapıyor’ diye sordunuz mu? Onlara da devlet ajansı; hiç onlara da Fransa devletinin aleyhine yayın yapabilir misiniz diye sordunuz mu peki?”
Bu sorulara cevap alamadım çünkü hiç biri bunları AFP’ye sormamışlardı.
NEDEN BATILI ÜLKELER DEĞİL DE TÜRKİYE’YE BİR İTİRAZ VAR?
Şaşırdığım şey AFP ya da Reuters’in bize bu soruları sordurması değildi aslında. Çünkü onlar bizim rakibimizdi ve güçlenmemizi istemiyorlardı. Ben bu soruları soran Arap gazetecilerin Fransa ya da Amerika ajanslarının ülkesinde yayın yapmasını normal karşılarken, Türkiye’nin yayın yapmasını “şüpheli” bulmasına şaşırıyordum.
“Yeni Osmanlıcılık” söylemi o tarihlerde çok sıkça dile getiriliyordu. Fakat neden Fas, Cezayir, Tunus’ta sömürgeci olarak ülkeleri işgal eden Fransa’ya, Libya’da İtalyanlara, Mısır’da İngilizlere ya da Lübnan’da Amerikalı ajanslara aynı şüphe ile bakılmıyordu? Neredeyse 50 yıldır Arapça yayınlar yapan BBC, AFP, AP, Reuters sanırım hiç bu sorularla karşılaşmadı.
İşte bunun sorgulanmaması beni şaşırtmış ve tabii üzmüştü.
Türkiye’nin bölgedeki çoğu ülkelerle 400 yıla varan tarihi ilişkileri oldu. Sömürgeci bir devlet mi, yoksa aynı dinden olan başka bir kardeş devlet yönetimiyiz Arap kardeşlerimizin gözünde?
Doğrusu bu çok uzun ve derin bir tartışma konusu biliyorum; bu nedenle girmeyeceğim.
Fakat Türkiye’nin bölgede varlığına itiraz edenlerin bazılarının yoğun bir Batı etkisinde kaldığını biliyorum. Çünkü Türkiye’nin Araplarla yakınlaşmasına itiraz edenler de aynı şekilde Batılı devletlerin propagandasından etkilenmişti.
TÜRKİYE DOSTU HALKLAR VE KARŞI ÇIKAN ELİTLER
22 Arap ülkesinde ofisler açmıştık. Burada çalışanlarımızın çoğu o ülkenin insanlarıydı. Ve şunu gururla söylemeliyim ki, Anadolu Ajansı’nı kendi ajansları gibi sahiplenmiş, canla başla çalışmışlardı bu Arap arkadaşlarımız. Çünkü biz bu ajansı Müslümanların ortak ajansı olarak görüyor ve Batılı ajanslarla rekabet etmek gerektiğine inanıyorduk.
Ofis açtığımız her ülkede sokaktaki vatandaşlardan büyük bir sevgi görüyorduk. Bize kardeşleri olarak bakıyorlardı ve her işimizde yardımcı oluyorlardı. Biz de onları bir Türk’ten ayırmıyor ve aynı davranıyorduk.
Fakat batıda eğitim görmüş, aşırı milliyetçi, rejimleri daha otoriter olan ülkelerde benzer sorularla karşılaşıyor ve işlerimiz zorlaştırılıyordu.
YENİ BİR BAŞLANGIÇA İHTİYACIMIZ VAR
Bölgemiz ateş yurduna çevrildi. 6 kardeş ülkemiz İsrail tarafından vuruldu. 3 ülkenin topraklarının bir kısmı işgal edildi. Ve bu saldırganlık, bu işgal durmayacak. Şimdi böyle bir ortamda hepimizin birbirine ihtiyacı yok mu sizce? Hepimiz dayanışmak, ABD destekli İsrail’i bölgede durdurmak zorunda değil miyiz? Yoksa bir süre sonra sıra ülkelerimize gelecek.
Böyle bir ortamda bile Türk ordusunun Suriye’de, Gazze’de, Libya’da olmasına itiraz edenler var ve maalesef bunlar Müslüman kardeşlerimiz. Ve aynı kardeşlerimiz Libya’da İtalyanların, Suriye’de Rusların, Gazze’de Amerikalıların varlığına bu kadar itiraz etmediler. Elbette her ülkenin kendi çıkarları vardır; onları gözetmek herkesin hakkıdır. Fakat söyler misiniz Gazze’de, Suriye’de Türk askerinin olması en çok hangi ülkenin zararına, hangi ülkelerin faydasına? İsrail bu kadar feryat ettiğine göre hepimiz cevabı biliyoruz.
Tarihi değiştiremeyiz. Orada hepimizi üzen olaylar yaşanmış olabilir. Fakat yeni bir jeopolitik deprem yaşanıyor bölgede ve bu haritaları değiştirecek. İsrail yaşadığımız toprakları cehenneme çevirdi ve herkesi yakmaktan da çekinmeyecek kadar gözü dönmüş durumda. Bu jeopolitik değişimin Müslüman ülkelerin lehine olmasını istiyorsak, ilişkilerimizde yeni bir başlangıç yapmamız gerekiyor.
Halklarımız birbirini seviyor. Devletlerimizin, elitlerimizin, medyamızın, ekonomik aktörlerinin, aydınların da birbirini anlaması, sevmesi ve dayanışma içinde olması gerekiyor. İşin gerçeği hepimiz birbirimize muhtacız. Başka türlü ayakta kalamayız.