Türkiye’ye Söylenmiş Bir “Çağdaş Türkü”

Türkiye’de “grup müziği” üzerine yazdığı kitabında (Türkiye’de Grup Müziği:1980’ler, 2007) Münir Tireli “Çağdaş Türkü” grubunu “Yeni Şarkı Mantığını Benimseyen Gruplar” başlığı altında inceler. Bilindiği üzere “Yeni Şarkı” ya da “Yeni Türkü” Güney Amerika merkezli, 1960’lardan itibaren Amerikan emperyalizmine yönelik biçimlenen direniş hareketlerinin “müzikteki kolu” olarak ortaya çıkan bir akım (Orhan Kahyaoğlu, And Dağları’ndan Anadolu’ya Sıyrılıp Gelen-Grup Yorum, 2003: 19). Güney Amerika’nın yerel müzikal ve folklorik birikiminden ilhamla modern dünyaya politik cevaplar üretmeye yönelen bu akımın doğal olarak enternasyonal ağ içerisinde dünyanın farklı mevzilerinde uzantıları olduğunu görürüz. Yunanistan’da Teodorakis gibi mesela.  Türkiye’de ise 1980 sonrası dönüşen siyasal hayata üstü örtülü anlatım biçimleri ve hatta metaforlarla çevrelenmiş sözler üzerinden şarkılar söylemeye çalışan Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü ve Çağdaş Türk grubu bu bahsettiğimiz “Yeni Şarkı” akımının müzik konteksi içerisinde ele alınabilecek topluluklardır.

Çağdaş Türkü Grubu

Nurdan Gürbilek’e göre 80’lerin ilk yarısı darbenin, baskının, şiddetin, ikinci yarısı ise “görece özgürleşmenin”, daha modern ve daha sivil iktidarın yılları idi. Ancak bu iki strateji hiç birbirinin yerine geçmedi. Etkili olabilmek için birbirini çağıran, meşruluklarını birbirlerine borçlu olarak sürdüren bir pozisyonda kaldılar  (Vitrinde Yaşamak-1980’lerin Kültürel İklimi, 1993:7). “Çağdaş Türkü” grubu bu “görece özgürleşmenin” başladığı zaman dilimi içerisinde, yani 1986 yılında ilk albümü olan “Bekle Beni”yi çıkardı. Aynı yıl Türk sinema tarihi açısından da, politik gönderileri olan ama bunu propagandist bir dille değil, 12 Eylül’ün siyasal bir mağduru olarak hapisten çıktıktan sonra yaşadığı hayal kırıklıklarıyla anlatan bir söylemle kurgulayan, bu anlamda  yeni bir dilin arayışını takip edebileceğimiz ilk örneği şeklinde ele alabileceğimiz “Sen Türkülerini Söyle” filmi vizyona girer.

Yönetmeni Şerif Gören olan bu filmde, askerî darbe sonucu 7 yıl hapis yatan ve içeride ağır işkenceler gören bir siyasal mahkumun infaz yasasından faydalanarak dışarı çıkışı sonrası yaşadığı öyküyü buluruz. 1980 sonrasının değiş(tiril)en Türkiye’sinin yeni konformist, sentetik  şartlarına uyum sağlamada sıkıntı yaşayan filmin kahramanı, kendisine sunulan bu yeni dünyanın şartlarını kabul edemediği için bir başka şehre sürgün gider. Bu yeni dünyada artık ona yer yoktur. Grubun solisti olan Tolga Çandar, Çağdaş Türkü’nün ilk albümü “Bekle Beni” şarkısının, (Şarkının sözlerini oluşturan şiir Ahmet Telli’ye aittir) Şerif Gören’in bu filmi ile beraber ardı ardına çekilen toplam üç filmin ortaya çıkışını belirlediğini söylüyor. Hatta “Sen Türkülerini Söyle”nin senaryosunun bu şarkının sözlerinden hareket edilerek yazıldığını, daha sonra Orhan Oğuz’un yönettiği “Bir Irmağa Yolculuk” ve “Ben Anadolu” filmlerinin konusunun yine bu albümün içeriğiyle birlikte şekillendiğini ekliyor söyleşisinde (ODTÜ’LÜ Dergisi, Sayı 15, 1997: 22).

Çağdaş Türkü grubunun ilk albümü, 1986

Çağdaş Türkü’nün 1986 yılında çıkan albümünün kartonetinde yayınladıkları kısa bir metin var. Bu kısa metin aslında grubun müzikal poetikasını belirleyen temel yaklaşım biçiminde değerlendirilebilir. Orada şu cümleler mevcut: “Topluluk olarak amacımız Türk müziğine güncel bir soluk, değişik bir kimlik getirebilmek, yeni bir anlayış ve yorum katabilmek. Tümü özgün bestelerden oluşan ilk uzunçalarımız Bekle Beni’de Türk müziği ritm, motif ve çalgılarından olduğu kadar günümüz batı müziği çokseslilik tekniği ve çalgılarından da yararlandık. Şarkılarımızın sözlerini genç kuşak Türk ozanlarının şiirleri oluşturuyor. Kısaca, çağdaş bir bireşime ulaşmaya çalışıyoruz. Bugünden yarına uzanan yepyeni şarkılarımız, türkülerimiz olmalı diyoruz”.

Bütünüyle estetik ve teknik kaygıların öncelendiği gayet açık olan bu kısa metin aynı zamanda Türk solunun, müzik ve politika ilişkisi bağlamında gelip oturduğu zemini göstermesi bakımından da önemli. Kıyas için mesela 1970’lerin politikleşen müzik ve sol ilişkisine dair genel bir değerlendirme için, 1977 yılında yayınlanan “1 Mayıs” marşının plağının kapağında eserin söz yazarı ve bestecisi olan Sarper Özsan’ın “Devrimci Müzik Nedir?” başlıklı sorusuna değinebiliriz. Orada Özsan, “Devrimci müziğin” toplumun hayat ve mücadelesinin devrimci bir gözle yansıması olduğunu, aynı zamanda bu tür müziğin devrimci hareketin gelişimine yardım ettiğini belirtikten sonra şöyle devam eder: “Çünkü proletaryanın devrimci ideolojisini ve siyasetlerini benimsemiştir. Devrimci müzik, bugün muhtevada emperyalizme, faşizme, feodalizme ve revizyonizme karşıdır. Bu devrimci muhteva ise bugün esas olarak halk müziğinin ezgi yapısı ve biçimleri içinde ya da bu temel üzerinde geliştirilecek yeni biçimler içinde sunulmalıdır. Özetlersek en genel anlamda devrimci müzik muhtevada devrimci biçimde ise milli olan müziktir”(Yılmaz Aysan, Afişe Çıkmak-1963-1980:Solun Görsel Serüveni, 2013: 445).

Görüleceği gibi sol ideolojik düşünce içinde kendisini ifade eden, biri 70’lerde, diğeri 80’lerde çıkmış iki müzik ürününün kartonetine yansıyan poetik yaklaşım arasında bariz bir fark söz konusu. Özsan’ın, 1977 yılında yayınlanan “1 Mayıs” isimli (ki plakta bu marşı Cem Karaca seslendirmiştir) plağın kapağındaki cümleler, müziğin teknik ve tematik içeriğinden çok ideolojik zeminini önceleyen bir yaklaşım sunarken, 1986’da Çağdaş Türkü’nün “Bekle Beni” albümünde önceliğin teknik çözümleme olduğunu görürüz. Grup öncelikle Türk müziğine yeni bir müzikal anlayış, dil getirmeyi amaçladığını belirterek bütünüyle estetik bir alanda tanımlıyor kendisini. Bununla da yetinilmeyip kastedilen yeniliğin nasıl olacağına ilişkin teknik bilgiler veriliyor ve “tümü özgün bestelerden oluşan” albümdeki şarkı sözlerinin modern Türk şiirinin genç kuşak şairlerinin ürünlerinden seçildiği ifade ediliyor. O yılların bu genç kuşak şairleri Ahmet Erhan, Yaşar Miraç, Haydar Ergülen, Ahmet Telli ve Murat Yetkin’dir. 1987 yılında yayınlanan “Delikanlıya” isimli albümde, şiiri bestelenen şairler arasına Adnan Yücel ve Behçet Aysan da katılır.

Çağdaş Türkü grubunun ikinci albümü, 1987

 

Bir anlamda Çağdaş Türkü ve Yeni Türkü gibi gruplar için, kendilerinden önceki müzikal deneyimin tıkanma yaşaması karşısında, sosyalist bilinçten hareket ederek Güney Amerika’da doğup dünyaya yayılan “Yeni Şarkı/Yeni Türkü” akımının verdiği ilham ile modern Türk müziğine yeni bir kanal bulma arayışı taşıdıklarını iddia etmek mümkün. Ancak şunu not düşmek gerekiyor ki, Çağdaş Türkü ve Yeni Türkü’nün 1980 sonrası müziğimiz içerisinde kendilerine özgün ve adından sıkça tekrar edilen gruplar olarak yer aralamasının bir yanında, modern Türk şiiri ile kurdukları ilişkiden de söz edilebilir. Naim Dilmener, Yeni Türkü üzerine bir yazısında grubun 12 Eylül sonrası yaptığı albümü değerlendirirken kastettiğimiz bu, “şiir-müzik” ilişkisini “…hem söz hem de müzik açısından daha kapalı, daha örtük bir dil geliştirebileceğini düşünmüş, düşünmekle kalmayıp çalışmalara başlamış ve bunu başarmıştı”(Radikal İki eki, 13.2.2005) sözleriyle açıklar.

Çağdaş Türkü de her iki çalışmasında modern Türk şiirinin günümüz örneklerini besteleyerek 80 sonrası yazılan şiirimiz ile organik bir şekilde ilişki kurmuştur. Her ne kadar Tolga Çandar “Delikanlıya” albümündeki şarkı sözlerinin şiir olmayıp, bizatihi bestelenmek amacıyla yazıldığını söylese de (Halim Şafak, Sesin Dili-Tolga Çandar, 2015:67) tarihinde yaptığı söyleşi) ortada şiirsel niteliği bulunan metinler okuruz. Bu şiirlerin önemli bir kısmının 1980 sonrası bireyinin ruh halini, suskusunun içine gömülmüş umudunu (tıpkı kendisine yer bulamadığı şehirden ayrılan ve ayrılırken de bir çocuğa/umuda gülümseyerek el sallayan “Sen Türkülerini Söyle” filmindeki kahraman gibi) taşır. Bu isimlerin hemen hepsinin, ilk ürünlerini 70’lerdeki edebiyat dergilerinde yayınladığı, 80 sonrası ise yazdıkları ile şiirsel tarihlerinde kendilerine özel önem atfedilen isimler olduğu söylenebilir. Grubun müzisyenlerinin bu isimler ile ve daha doğrusu 80 sonrası yazılan şiir ile ilişki içerisinde bulunmaları, dönem ruhunu kavramaları açısından da önemlidir.

Çağdaş Türk grubu, 1985.

 

Ankara’da kurulan ve ilk albümünü 1979 yılında yayınlayan Yeni Türkü grubunun 1984’te İstanbul’a taşınma kararı sonrası gruptan Eftal Küçük’ün Ankara’da kalmayı tercih etmesi ile doğmuş olan Çağdaş Türkü, Tolga Çandar, Erkan Oban (Dede), Bahadır Suda’dan meydana geliyordu. Müzik sektörü açısından Ankara’da olmanın kuşkusuz bazı farklılıkları söz konusu. İstanbul, müziğin ticarileşmiş, metalaşmış endüstriyel alanına eğilimini temsil eder. Dolayısıyla Ankara’da olmak bir anlamda müziğin ticari değil, etik, estetik yanı üzerinden kurulan bir ilişkiyi karşılar daha çok. Belki Yeni Türkü ile Çağdaş Türkü arasında tartışmaya açılabilecek temel farklılıkların başında bu mesele gelmekte. Hatta Yeni Türkü grubundan Derya Köroğlu’nun bu, Ankara süreci üzerine sorulan bir soruya verdiği cevap konunun tartışılabilir olduğunu gösterir. Köroğlu 1979’da çıkardıkları “Buğdayın Türküsü”nü, yani grubun ilk dönemini anlatırken “Ve burada Ankaralı olmak yönü var. Ticari ufkumuz yok” der (Milliyet Sanat,  Mart 2003, Sayı 528: 59-Derginin bu sayısında Nazan Özcan’ın Derya Köroğlu ile yaptığı söyleşiden). “Müzik ve Ankara” ilişkisine dair yine Yeni Türkü grubundan Selim Atakan’ın yıllar sonra yaptığı şu değerlendirme de tartışmamıza katkı sunabilir: “Ankara küçüktü ve merkez tekti. İstanbul’da o dönem değil bir fikir etrafında bir araya gelmek, aynı merkezde bile toplanamazdınız.  Hâlâ öyle.”(Radikal Gzt. Pazar eki, 15.12.2013-Gazetenin bu sayısında Murat Meriç’in Selim Atakan ile yaptığı söyleşiden).

1987 yılında çıkardıkları “Delikanlıya” isimli ikinci albümleri ardından dağılan Çağdaş Türkü grubu ile benim karşılaşmam ise Ankara’da öğrencilik yıllarıma denk düşmekte. 90’ların ortalarında kurulan Maltepe Pazarı’ndaki bir tezgahın üzerindeki kaset kapağı ile ilk önce dikkatimi çeken Çağdaş Türkü’nün müziği sadece beni değil, muhatap olan çoğu kişi ya da ardılı kimi grupları ürettiği ses evreni ile etkilemiştir. Münir Tireli, yazının başında bahsettiğim kitabında grubun oluşumu, albümlerinin içeriği ve dağılışı hakkında yeterli bilgiyi veriyor. Çağdaş Türkü grubundan bugün hayatta sadece -grubun hem solistliğini yapan hem grupta bağlama çalan- Tolga Çandar kaldı ne yazık ki.

Grup eğer dağılmasa idi nasıl bir dönüşüm geçirecekti, kuşkusuz bilmek mümkün değil, ancak dünya ve Türkiye’de hızla farklılaşan toplumsal, siyasal ve kültürel talepler karşısında aynı mevziden seslenmenin ne kadar yeterli olabileceği de ayrı bir tartışma konusu. Bunu özellikle Çağdaş Türkü’nün bestelerine ses, ruh ve kimlik katan Tolga Çandar’ın Halim Şafak’ın sorduğu sorulara verdiği cevaplarda geçen bazı ifadelerine bakıp yeniden değerlendirmek gerekli. Söyleşide Şafak’ın “Bizim baştan beri politik tarafımız var. Müzikte de, edebiyatta da gittiğimiz yolda o politikliğin etkisi var” değerlendirmesine karşı Çandar’ın “Ama şimdiki geldiğimiz noktada doğrusunun o olmadığını gördük. Biz işi tanrısallaştırmışız. Yani toplumu tanrısallaştırıyorsun, sanatı tanrısallaştırıyorsun… Biz orada kendimizi kandırmışız” (Sesin Dili-Tolga Çandar, 2016:70) cevabı zaten Çağdaş Türkü için de eğer yolculuğu devam etse idi, muhtemel bir değişimin kaçınılmaz olduğunu işaret etmekte.