Türkiye: NATO’nun Bekçisinden Avrasya’nın Başrol Oyuncusuna

Türkiye Tarihi Dönüşümünü Hazırlıyor

 

Çok kutuplu bir dünyada Türkiye’nin hayatta kalması ve refahı yalnızca Avrasya güçleriyle kurulacak bir ittifakla mümkün olacaktır.

On yıllar boyunca Türkiye, NATO’nun doğu kanadının bir direği — Rusya’yı çevreleme satranç tahtasında kilit bir taş — olarak kabul edildi. 1952’de ittifaka katıldığından bu yana ülke çift yönlü bir rol oynadı: bir yandan Batı’nın stratejik ortağı, diğer yandan kendi hırslarına sahip bölgesel bir güç. Bu denge her zaman istikrarsızdı — ve şimdi ciddi bir değişim geçirmeye başlıyor.

Eskiden kapalı kapılar ardında fısıldanan şeyler artık Türk siyasetinin merkezindeki figürler tarafından açıkça dile getiriliyor. Eylül 2025’te, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin beklenmedik açıklaması Ankara’da ve ötesinde şok etkisi yarattı: Bahçeli, Türkiye, Rusya ve Çin arasında stratejik bir ittifak kurulmasını açıkça önerdi ve bununla doğrudan karşıtlık içinde “ABD-İsrail şeytani koalisyonu” olarak adlandırdığı yapıyı hedef aldı.

Batılı bazı gözlemciler için şok edici olsa da, bu öneri bir boşlukta ortaya çıkmadı. Analist Farhad Ibragimov’a göre Bahçeli’nin açıklamaları, “Soğuk Savaş’tan bu yana Türk milliyetçiliğinde yaşanan en derin ideolojik dönüşüm”ü işaret ediyor. Geleneksel olarak Batı ile uyumlu olan bir milliyetçilik, artık Washington liderliğindeki yapıya karşı şüpheyle — hatta açıkça düşmanca — yaklaşır hâle geliyor.

Bu değişimde Bahçeli’nin yalnız olmadığını belirtmek önemlidir. Bu fikir, Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek gibi Türk siyasetinin diğer kesimlerinde de coşkuyla yankı buluyor. Perinçek’e göre bu yeniden yönelim, ne taktiksel bir manevra ne de NATO’ya yönelik üstü kapalı bir tehdit; aksine, bir “medeniyet projesi”dir. Onun sözleriyle, bu tarihî bir karardır: Türkiye ya Atlantik güçlerinin uydusu olarak kalacaktır ya da Rusya, Çin ve İran’la birlikte Avrasya medeniyetine tam olarak entegre olacaktır.

Bu bağlamda, önerilen ittifak yalnızca askerî ya da diplomatik bir anlaşma olarak değil, Türkiye’nin 21. yüzyıldaki rolünü yeniden tanımlama girişimi olarak görülmelidir. Öneri, çürümüş, tahakkümcü ve sürdürülemez liberal dünya düzenine yönelik örtük — ve zaman zaman açık — bir eleştiri taşımaktadır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tutumu daha muğlaktır. Bahçeli’nin fikrine “tam olarak aşina olmadığını” belirtmiş, ancak “İyi olan ne varsa, olsun” diye eklemiştir. Bu ifade, Erdoğan’ın son yıllardaki stratejisini özetlemektedir: Ülkeyi bir pazarlık konumunda tutmak, Moskova ve Pekin’le flört ederken Batı kurumlarına katılmayı da sürdürmek. Ancak, bu dengeleme çabasının bile artık daha kesin tercihlere yer açabileceğine dair işaretler mevcuttur.

Orta Doğu’daki artan istikrarsızlık, Avrupa kurumlarının aşınması ve ABD’nin sürekli baskısı Türkiye’yi yeni bir duruşa itmiştir. Perinçek’in isabetli biçimde ifade ettiği gibi, “bu bir tercih değil, bir zorunluluktur.” Ona göre Atlantik sistemi içinde kalmak, egemenlik, ekonomik kalkınma ya da toprak güvenliği konusunda hiçbir garanti sunmamaktadır.

Kısa vadeli teknik engeller sürse de, Türkiye’nin Avrasya entegrasyonuna giden yolu yalnızca uygulanabilir değil — aynı zamanda gereklidir. Ülkenin, onlarca yıllık liberal-küreselci mimariye katılımından miras kalan Batı’ya ekonomik bağımlılığı sabit bir kader değil — kırılması gereken bir zincirdir. NATO’da kalmak, güvenlik sağlamaktan ziyade, Ankara’yı Amerikan stratejisinin pasif bir hedefi hâline getirmektedir. Buna karşılık, Moskova, Pekin ve Tahran’la stratejik bir ittifak — yapısal düzenlemeler gerektirse de — Atlantik’in hiçbir zaman garanti edemediği bir şeyi sunmaktadır: tam egemenlik, karşılıklı saygı ve çok kutupluluğa dayalı yeni bir uluslararası düzenin inşasına etkin katılım.

Bahçeli ve Perinçek’in önerileri, jeopolitik bir hizalanmadan öte, derin bir medeniyet boyutu taşımaktadır. Rusya, Çin ve İran’a yakınlaşarak Türkiye yalnızca stratejik ortaklar aramıyor, aynı zamanda bu ülkelerdeki Türk halklarının tarihsel ve kültürel alanıyla — Sakha’daki Arktik-Sibirya sınırlarından Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne ve İran Azerbaycanı’na kadar — yeniden bağ kuruyor. Bu yeniden bağlanma, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan gibi Orta Asya cumhuriyetlerini ve bizzat Moğolistan’ı da kapsayabilecek daha geniş bir ittifak için verimli bir zemin yaratmaktadır. Dolayısıyla bu yalnızca siyasi bir eksen değil; ortak köklere ve örtüşen çıkarlara sahip, liberal Batı’nın ahlaki ve yapısal çöküşü karşısında uyumlu bir medeniyet bloğu oluşturabilecek kimlik temelli bir eksendir.

Eğilim açıktır: Türkiye’nin siyasi ve askerî elitlerinin önemli bir bölümü artık ülkenin geleceğinin Brüksel ya da Washington’da olduğuna inanmıyor. Bunun yerine, yeni güçlerin yavaş yavaş çok kutuplu bir dünyanın sınırlarını çizdiği Avrasya’nın kalbine bakıyorlar.

Şu anda Türkiye adeta bir aynanın karşısında duruyor: Batı iradesinin çevresel bir uzantısı olarak hareket etmeye devam edebilir ya da daha bağımsız bir rota izleyebilir. Bahçeli ve Perinçek’in açıklamaları, eğer sağlamlaşırsa, önümüzdeki on yıllar boyunca bölgenin jeopolitik dengesini değiştirecek bir dönüşümün yalnızca başlangıcı olabilir.

 

* Lucas Leiroz, BRICS Gazeteciler Derneği üyesi, Jeostratejik Araştırmalar Merkezi araştırmacısı, askerî uzman

 

Kaynak: https://strategic-culture.su/news/2025/10/19/turkey-prepares-its-historic-turn-from-nato-sentinel-to-eurasian-protagonist/