Trump’ın Alaska’daki Gizli Hedefi Çin-Rusya Eksenini Kırmaktı
Başkan Trump ile Rus mevkidaşı Vladimir Putin arasında Alaska’da gerçekleşen zirve, Ukrayna savaşı üzerine yüksek riskli bir görüşmeden fazlasıydı. Bu zirve, Amerika’nın kendi hatalarının Rusya’yı Çin’e yaklaştırarak, Soğuk Savaş’tan bu yana ABD’nin küresel üstünlüğüne yönelik en ciddi tehdidi oluşturan fiili bir ittifakı beslediğini kabul ettiğinin bir işaretiydi.
Washington’ın yanlış hesapları, bugün en çok korktuğu Çin-Rusya ortaklığının inşasına katkı sağladı.
ABD, Çin ve Rusya’nın üç büyük güç olarak öne çıktığı bir dünyada, Alaska zirvesi Trump’ın büyük güçler üçgenini Amerika aleyhine katılaşmadan önce yeniden çizme girişimini gözler önüne serdi.
Başkanın Alaska’daki “sıfırlama” hamlesi, iki doğal rakibi yakın stratejik iş birlikçilerine dönüştüren politikayı tersine çevirerek, ABD-Rusya ilişkilerinin iyileştirilmesini öncelik haline getirmeyi amaçlıyor.
Trump’ın verdiği mesaj son derece netti. Zirvenin hemen ardından Fox News’e verdiği bir röportajda selefini sert şekilde eleştirdi. “O [Biden] düşünülemez bir şey yaptı,” dedi Trump. “Çin ve Rusya’yı birbirine yakınlaştırdı. Bu hiç iyi değil. Tarih konusunda en ufak bir bilgiye sahip biri bile, yapılmaması gereken tek şeyin bu olduğunu bilir.”
Bu sözler, Amerika’nın içinde bulunduğu açmazın özünü yansıtıyordu. Biri geniş topraklara ve zengin kaynaklara sahip, diğeri kalabalık nüfuslu ve yayılmacı olan iki tarihi rakip, Washington’ın cezalandırıcı stratejileri sayesinde birbirinin kucağına itildi.
On yıllar boyunca, Amerikan büyük stratejisinin temel dayanağı Moskova ile Pekin’i birbirinden uzak tutmak olmuştu. Başkan Richard Nixon’ın 1972 yılında Pekin’e açılımı, Mao Zedong’un acımasız rejimiyle yakınlaşmak için değil; Çin-Sovyet ayrılığını fırsata çevirerek Çin’i, Sovyet nüfuzunu sınırlamaya ve geriletmeye yönelik gayriresmî bir ittifaka dahil etmek içindi.
Bu strateji, Batı’nın Soğuk Savaş’ı askeri değil, jeopolitik düzlemde kazanmasına yardımcı oldu.
Ancak 2022’den bu yana Washington bu mantığı tersine çevirdi. Putin’in Ukrayna’yı işgaline karşılık olarak ABD, Rusya’yı ekonomik olarak çökertmeyi amaçlayan eşi benzeri görülmemiş yaptırımlar uyguladı. Ne var ki bu yaptırımlar, Kremlin’i Pekin’e daha da yakınlaştırdı ve Putin’in iktidar üzerindeki hâkimiyetini sağlamlaştırdı. Daha önce rahatsız edici bir ortaklık olarak görülen ilişki, şimdi ortak bir düşmana — yani ABD’ye — karşı stratejik bir iş birliğine dönüştü.
Amerika, iki tarafı birbirine karşı oynatmak yerine, kendini ikiye birlik bir denklemle karşı karşıya buldu; bu denklemde esas kazanan ise Çin oldu. Batı’nın yaptırımları, kaynak zengini Rusya’yı fiilen kaynak açlığı çeken Çin’e teslim etti. Pekin ayrıca Orta Asya’daki Rus etkisini de aşındırarak eski Sovyet cumhuriyetlerini kendi etki alanına çekti.
Bu arada, Ukrayna’daki yıpratıcı savaşa rağmen Rusya hâlâ göz ardı edilemeyecek bir güç olmayı sürdürüyor. Küresel erişimi, askeri kapasitesi ve yaptırımlara karşı gösterdiği direnç, Batı’nın Rusya’yı tecrit ederek etkisizleştirme umutlarını boşa çıkardı.
Savaş alanında stratejik inisiyatif Rusya’nın elinde; bu durum, Putin’in pazarlık gücünü artırıyor ve büyük ölçüde kendi şartlarına dayanmayan herhangi bir ateşkesi kabul etme motivasyonunu azaltıyor. Washington açısından rahatsız edici gerçek şu ki, büyük kaynaklar aktardığı bir vekalet savaşını kaybetme riskiyle karşı karşıya.
Mirasını önemseyen Trump bu durumun farkında. Savaşı müzakere yoluyla sona erdirme yönündeki çabası, bir geri çekilme değil; kayıpları sınırlama ve ABD’nin stratejisini, ortaya çıkan yeni küresel düzeni şekillendirecek olan Çin’le yürütülen daha büyük mücadeleye yeniden odaklama girişimidir.
Büyük güçler arasında, yalnızca Çin hem ABD’nin yerini almaya yönelik bir hırsa hem de bu hedefi destekleyecek maddi altyapıya sahip. Çin’in ekonomisi, askeri harcamaları ve teknolojik kapasitesi, Rusya’nınkini gölgede bırakıyor. Yine de, Amerika’nın Moskova’ya karşı izlediği sert politikanın başlıca yararlanıcısı Pekin olmaya devam ediyor.
Gerçekte, yaptırımlar ve Batı’nın uluslararası finans sistemini bir silaha dönüştürmesi, Çin’i Rusya’nın finansal can simidi haline getirdi. Rusya’nın ihracat gelirlerinin büyük bölümü artık Çin bankalarında tutuluyor ve bu durum fiilen Pekin’e bu gelirlerden pay veriyor. Çin ayrıca Rusya’dan indirimli, uzun vadeli enerji tedarikini güvence altına aldı. Düşman güçlerce kesilemeyecek bu güvenli kara yolu akışları, Çin’in enerji güvenliğini deniz ticaretinin asla sağlayamayacağı şekilde güçlendiriyor — Tayvan’a göz diken Çin için bu, hayati bir koruma mekanizması. ABD’nin politikası Pekin’i zayıflatmak bir yana, onu daha da güçlendirmiş durumda.
Çin ile Rusya arasında kurulacak resmî bir ittifak, Avrasya’nın muazzam kaynaklarını ve gücünü birleştirecektir — bu da Amerika’nın en büyük kâbusudur, çünkü göreli gerilemesini hızlandıracaktır. Ukrayna savaşı, Çin’in 21. yüzyıl jeopolitiğinin asıl sahnesi olan Hint-Pasifik’teki etkisini artırırken, ABD’nin odağını tüketti.
İşte bu nedenle Alaska zirvesi önemliydi. Trump ve Putin, ilişkilerin iyileştirilmesinin küresel güç dengelerini yeniden şekillendirebileceğini fark etmiş görünüyorlardı. Trump için hedef netti: Amerika’nın yaptığı hatayı tersine çevirmek, Moskova’yı Pekin’den ayırmak ve gücü, Çin’in oluşturduğu sistemik tehdide yeniden odaklamak.
Eleştirmenler bunu bir “yatıştırma politikası” olarak nitelendiriyor; ancak bu yaklaşım, Nixon’ın Mao’ya uzattığı eli andırıyor: ABD’nin küresel üstünlüğünü korumak için jeopolitik rekabetlerden faydalanmak.
Washington’ın bugün de benzer bir netliğe ihtiyacı var. Başarısız bir vekalet savaşına daha fazla yatırım yapmak yerine, gerçekten küresel çıkarların söz konusu olduğu Hint-Pasifik’te caydırıcılığı güçlendirirken, Rusya ile gerilimi azaltması gerekiyor.
Trump’ın önceliği gümrük vergilerine veren yaklaşımı — Hindistan’a karşı cezalandırıcı tutumunda da görüldüğü gibi — halihazırda önemli ortaklıklara zarar vermiş durumda. Yine de, ABD-Çin-Rusya üçgenine ilişkin içgüdüsü dönüştürücü olabilir. Eğer Moskova’yı Pekin’den uzaklaştırmaya başlayabilirse — ya da en azından kalıcı bir Çin-Rusya ittifakını engelleyecek kadar güvensizlik tohumları ekebilirse — dünya siyasetinin gidişatını değiştirmiş olur.
Amerika’nın Rusya ile dost olması gerekmez — yalnızca Rusya’nın, Çin’in ABD karşıtı koalisyonunda ikinci bir ortak haline gelmesini engellemesi yeterlidir. Bunun için Ukrayna savaşını sona erdirmek ve jeopolitik bir sıfırlama için alan açmak gerekir.
Alaska zirvesi yalnızca ilk adımdı. Ancak, Amerikan politika yapıcılarının kabul etmekte direndiği bir gerçeği ortaya koydu: Mevcut rotada devam etmek, Çin’i daha da güçlendirecek ve Amerika’nın dezavantajlarını kalıcı hale getirecektir. Strateji değişikliği bir zayıflık değil; büyük stratejinin özü, eski yaklaşımların artık işlevini yitirdiğini fark etmektir.
Trump, büyük güçler üçgeninin stratejik geometrisini yeniden şekillendirebilirse, Amerika’nın küresel düzenin zirvesindeki yerini korumuş olacaktır.
* Brahma Chellaney, ödüllü “Water: Asia’s New Battleground” (Su: Asya’nın Yeni Savaş Alanı) dâhil olmak üzere dokuz kitabın yazarıdır.