Trump-Putin Ekseni ve Küresel Siyasete Etkisi
Donald Trump’ın, Ukrayna’nın kendi kaderini tayin etme mücadelesini hiçe sayarak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile siyasi bir ittifak kurması tamamen beklenmedik olmasa da, bu sürecin hızı ve kapsamı dünya siyasetinde dramatik bir dönüşümü temsil ediyor.
Bu dönüşümü, 28 Şubat’ta Trump ve J.D. Vance’in Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelenskiy’ye yönelik kamuoyu önündeki sert çıkışından daha net ve kaba bir şekilde gözler önüne seren hiçbir şey olamaz. Aslında bu oturum, savaşın sona erdirilmesi için yapılacak özel bir toplantı öncesinde, basının sorularını yanıtlamak amacıyla düzenlenmiş kısa bir görüşme olmalıydı. Ancak Trump ve Vance, nefes kesici bir emperyal kibirle bu oturumu bir bağırış çağırışa dönüştürdü; yalnızca gerçeği dile getiren Zelenskiy’yi—yani Putin’e güvenilemeyeceğini ve herhangi bir barış anlaşmasının Ukrayna için güvenlik garantileri içermesi gerektiğini söylediği için—hakaretler ve tehditlerle susturmaya çalıştılar. Ardından Trump, Zelenskiy ile yapılacak tüm görüşmeleri iptal etti ve ona derhal ülkeyi terk etmesini emretti.
Demokratik yollarla seçilmiş bir devlet başkanının, ABD’nin direktiflerine tam anlamıyla boyun eğmediği için bu denli küstahça hedef alınması ve aşağılanması daha önce eşi benzeri görülmemiş bir durumdur. Bu olay, beş hafta önce Trump’ın başkanlık koltuğuna oturması kadar endişe vericidir. Ukrayna, tıpkı Filistin’in Netanyahu’nun varlığını yok etmeye yönelik faşist girişimi karşısında yalnız bırakıldığı gibi, Putin’in ölüm saçan savaş makinesinin tüm gazabını tek başına hissetmek zorunda kalacaktır
Bu, büyük bir emperyalist gücün uzun süredir düşman olarak gördüğü bir aktörle ani bir ittifak kurduğu ilk olay değil. Örneğin, savaş suçlusu Richard Nixon’ın 1970’lerin başında Çin’e yönelik ani açılımı hatırlanabilir. Bu yakınlaşma, Vietnam Savaşı’nın birkaç yıl daha uzamasına neden olmuştu (Mao, ABD’nin gözüne girmek için Kuzey Vietnam’a sağladığı yardımı azalttı ve Nixon da bu durumu Hanoi’den daha fazla taviz koparmak için kullandı). Ancak bundan bile daha çarpıcı bir örnek, 1939 tarihli Hitler-Stalin Paktı’dır.
Bu kıyaslama abartılı gelebilir—sonuçta faşist Almanya ile Stalinist Rusya arasındaki ittifak, İkinci Dünya Savaşı’na yeşil ışık yakmıştı ve kimse üçüncü bir dünya savaşının eşiğinde olduğumuzu iddia etmiyor. Ancak bu risklerin her zaman var olduğu da inkâr edilemez. Yine de 1939 Paktı’nı hatırlamak önemlidir; çünkü bu anlaşma, dünya siyasetinde ideolojik açıdan büyük yankılar uyandıran bir değişime yol açmıştı. Pek çok solcu, Batı emperyalizmine karşı durma adına bu paktı desteklerken, diğerleri bunu sosyalist ilkelerin ihaneti olarak görmüştü. Bugünün ABD-Putin ittifakı da benzer şekilde derin ideolojik sonuçlar doğuruyor. Ukrayna’nın kendi kaderini tayin hakkına karşı çıkan solcuların MAGA Cumhuriyetçileri ile aynı çizgide buluşması bu durumun çarpıcı bir örneğidir. Öte yandan, soldaki diğer kesimler, Gazze’den Ukrayna’ya kadar her türlü işgal ve sömürgeciliğe karşı devrimci bir çıkış yolu aramaktadır.
Ukrayna’ya İhanet
Trump-Putin ittifakı, 18 Şubat’ta Suudi Arabistan’da ABD ve Rus emperyalizminin temsilcilerinin gerçekleştirdiği doğrudan görüşmelerle şekillendi. Bu toplantıya ne Ukraynalılar ne de ABD’nin Avrupalı müttefikleri davet edildi; hatta bazıları bundan önceden haberdar bile edilmemişti. Bu görüşmeler müzakere niteliği taşımıyordu: Trump, Putin’den en ufak bir taviz bile talep etmeksizin Kremlin’in söylemlerinin neredeyse tamamını benimsedi. Rus heyeti, Trump’ın kendilerine sıfır maliyetle sunduğu bu ödünler karşısında şaşkınlıklarını ve sevinçlerini gizleyemediler.
24 Şubat’ta, Suudi Arabistan’daki görüşmelerin ardından Trump yönetimi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı işgalini kınayan karar tasarısına karşı oy kullandı. Bu, ABD’nin ilk kez böyle bir tutum sergilemesiydi ve böylece kendisini Rusya, Çin, Belarus, Kuzey Kore ve İsrail’in yanı sıra Moskova yanlısı 12 ülkenin safında konumlandırmış oldu (93 ülke lehte, 65 ülke ise çekimser oy kullandı). Trump, savaşın Rusya tarafından değil, Ukrayna tarafından başlatıldığı yalanını savunarak ABD’yi açıkça Putin’in müttefiki haline getirdi.
Bu karara, Kongre’deki tek bir Cumhuriyetçi üyeden bile itiraz gelmedi—oysa birçoğu yıllarca Rusya’yı sert bir şekilde eleştirmiş ve Ukrayna’ya yardım için oy kullanmıştı. Demokratların çoğu öfkesini dile getirdi ancak bir sonraki adımda ne yapacaklarını bilemez bir tavır sergilediler. ABD yönetici sınıfının Ukrayna’yı destekleme konusunda çıkarı olduğu iddiası işte bu noktada anlamını yitirdi!
Trump, Ukrayna’nın 2014 ve 2022’den beri Rusya’nın işgal ettiği ülkenin yüzde yirmisini asla geri alamayacağını ve büyük ölçüde Rusya’nın şartlarına göre uygulanacak bir ateşkesi denetlemek için ABD askerlerinin kesinlikle kullanılmayacağını vurguluyor. Ayrıca, Ukrayna’nın şimdiye kadar ABD ve Batı Avrupa’nın emperyalist ittifakı olan NATO’ya da katılamayacağını belirtiyor.
En dikkat çekici nokta ise Trump’ın, Ukrayna hükümetinden ABD’ye 500 milyar dolar geri ödeme yapmasını talep etmesi. Bu miktar, Biden yönetimi döneminde Ukrayna’ya sağlanan tüm askeri ve ekonomik yardımların en az dört katı kadar. Trump, bu ödemenin, Ukrayna’nın madenler, petrol, doğal gaz gibi ulusal kaynaklarının satışından ve liman ücretlerinden elde edilen gelirlerin % 50’sinin ABD’ye devredilmesi yoluyla yapılmasını şart koşuyor. Üstelik Ukrayna’nın, gelecekte alacağı herhangi bir ABD yardımının değerinin iki katını geri ödemesi bekleniyor (bu ödemenin askeri yardımları içerip içermeyeceği belirtilmiyor). Bu, bir “kredi”nin ana parasının üzerine % 100 faiz eklenmesi anlamına geliyor. Bütünüyle ele alındığında, bu plan Ukrayna’nın GSYİH’sinin, I. Dünya Savaşı’ndan sonra mağlup Almanya’dan talep edilen tazminatlardan bile daha büyük bir kısmının ABD’ye devredilmesini gerektirecektir.
Bu planın hayata geçirilmesi, Ukrayna’nın geriye kalan kısmını (Putin şu anda kontrol etmediği bölgelerin ilhakını talep ediyor) doğrudan ABD emperyalizminin ekonomik sömürgesi haline getirmek anlamına gelecektir. Yanlış adlandırılmış bu “barış planı” ilerlerse, ABD Ukrayna’nın sırtından kâr elde ederken, Rusya da topraklarının bir kısmını ele geçirmeyi güvence altına alacak ve ciddi kayıplar nedeniyle tükenme noktasına gelen askeri gücünü (özellikle asker, tank ve topçu gibi ağır silahlardaki kayıplar) yeniden inşa ederek birkaç yıl içinde yeni bir saldırıya hazırlanabilecektir.
Beklendiği gibi, Zelenskiy başlangıçta Trump’ın taleplerine direndi ve ABD’ye verilecek her türlü tavizin, hükümetin devrilmesini veya savaşın yeniden başlamasını önleyebilecek güvenlik garantilerini içermesi gerektiğinde ısrar etti. Avrupa’nın bu garantileri sağlayıp sağlamayacağı ise belirsizliğini koruyor. Onlar da son gelişmeler karşısında şaşkına dönmüş durumda ve nasıl bir tepki vereceklerini kestiremiyorlar; zira Avrupa’daki pek çok lider, o kadar uzun süredir ABD’nin koruyucu şemsiyesi altında yaşadı ki, başka bir şekilde nasıl var olabileceklerini hayal bile edemiyorlar.
Zelenskiy, ABD’nin taleplerine boyun eğmesi için büyük bir baskı altında. 26 Şubat’ta Trump ve Zelenskiy arasında geçici bir anlaşma açıklandı. Bu anlaşma, ABD’nin Ukrayna’nın doğal kaynaklarının satışından elde edeceği payı bir nebze azaltan daha az ağır koşullar içeriyordu. Zelenskiy, Ukrayna’ya hiçbir güvenlik garantisi sağlamayan bu teklifi isteksizce kabul etti. Trump, ABD’nin barış gücü göndermeyi reddettiğini ve bu sorumluluğun Avrupalılara düştüğünü söyledi—ki Rusya, bu tür bir barış gücü konuşlandırılmasını kesinlikle kabul etmeyeceğini açıkça belirtti. Nitekim 26 Şubat’ta Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bu tür bir barış gücü konuşlandırılmasını “boş laf” olarak nitelendirdi.
Trump, ABD şirketlerinin Ukrayna’daki maden kaynaklarını çıkarmak için sahada bulunmasının “otomatik güvenlik sağlayacağını” iddia etti (Ukrayna şu anda maden zenginliğinin yalnızca küçük bir kısmını çıkartma kapasitesine sahip). Ancak Ukrayna’daki pek çok kişi, ABD şirketlerinin doğu Ukrayna’daki varlığının, Putin’in o bölgeleri işgal etmesini hiçbir şekilde engellemediğine dikkat çekiyor. Dahası, Ukrayna’nın maden rezervlerinin yarısından fazlası, şu anda Rusya’nın kontrolü altında bulunan doğu bölgelerinde yer alıyor. Trump’ın bu kaynaklara da göz diktiği kesin; Putin ise Ukrayna ciddi şekilde zayıflatılıp askeri gücünden arındırıldığı sürece bu kaynakları Trump’a sunmaya hazır olacaktır.
Bu arada, NATO’nun Avrupalı üyeleri arasında Ukrayna’ya yönelik askeri yardımı artırma yönündeki tartışmalar pek de güven verici değil. Avrupa’nın, ABD’nin sağladığı askeri yardımı telafi etmesi yıllar alabilir. Örneğin, şu anda Britanya ordusunun elinde, 1990’larda bir tugayın sahip olduğundan daha az topçu silahı bulunuyor. Rusya birkaç yıl (ya da daha kısa bir süre) dinlenip güç toplayarak, Ukrayna’nın tamamını ele geçirme yönündeki uzun vadeli hedefini yeniden canlandırabilir.
Gerçekleri Ortaya Koymak
Trump-Putin ittifakının ideolojik sonuçları, Putin’in Ukrayna hakkındaki yanlış iddialarının nasıl normalleştirildiğinden açıkça görülebilir—ve bunu yapan yalnızca Trump değil.
Bu iddiaların başında, Ukrayna’nın doğu Ukrayna’daki Rusça konuşanları baskı altına alarak ve NATO’ya katılma isteğiyle Rusya’yı kışkırtarak savaşı başlattığı yalanı geliyor. Oysa bu, savaşın gerçekte 2014 yılında başladığı gerçeğini göz ardı etmektedir. Rusya, o yıl Kiev’deki kitlesel demokratik hareket sonucunda Moskova yanlısı lider Viktor Yanukoviç’indevrilmesine karşılık olarak doğu Ukrayna ve Kırım’ı işgal etti. Daha önce Güney Osetya, Abhazya ve başka bölgelerde yaptığı gibi, Putin bu kez de bölge halkı kılığında birlikler göndererek ayrılıkçı hareketleri körükledi.
ABD ve NATO’nun o dönemde verdiği tepki son derece zayıftı: Rusya’ya sınırlı yaptırımlar uyguladılar ama başka bir adım atmadılar. Rusya, Şubat 2022’de geniş çaplı işgalini başlattığında ise ABD başlangıçta Zelenskiy’ye ülkeyi terk etmesini tavsiye etti, çünkü Rus ordusunu durdurma şansı olmadığını düşünüyordu. Ancak Ukraynalılar, hem ABD’yi hem de Putin’i şoke eden bir direniş sergileyerek işgali durdurmayı başardılar. İşte ancak o zaman, ABD/NATO’dan Ukrayna’ya yönelik askeri ve ekonomik yardım akışı başladı.
Rusya’nın 2022’deki işgali sırasında da belirttiğim gibi, ABD/NATO’nun Rusya ile savaşmak için can attığı ve Putin işgal ettiğinde bu fırsata balıklama atladığı iddiası tamamen hatalıdır. Emperyalist güçler arasındaki çatışmalar genellikle ekonomik faktörlerden kaynaklanır; yani rakiplerin zararına sürekli genişleyen bir sermaye birikimi arayışı bu tür savaşları tetikler. Ancak bu durum, ABD ve Rusya arasındaki çatışmaya uygulanamaz, çünkü Rusya’nın ekonomisi ABD’nin ekonomik üstünlüğüne tehdit oluşturamayacak kadar zayıftır.
Rus sosyolog İlya Matveev’in de ifade ettiği gibi, “Sovyet sonrası Rusya’nın ekonomik gücü, Küresel Kuzey’deki sermaye birikim merkezlerini tehdit etmek için her zaman çok sınırlı olmuştur… Aslında Kremlin’in 2014 ve 2022’deki kararları, Rusya’nın kırılganlıklarını aşırı vurgulayan ve ‘en iyi savunma saldırıdır’ sloganı altında önleyici askeri eylem çağrısı yapan belirli bir ideolojik vizyonun sonucuydu. Rusya’nın Batı ile olan çatışması, ABD-Çin rekabetinden farklı olarak, yapısal, özellikle ekonomik nedenlerden ziyade ideolojik (yanlış) algılara dayanmaktadır.”
Bu, ABD ve NATO’nun Ukrayna’ya, Rusya’yı püskürtmesini sağlayacak kadar değil, yalnızca onu durduracak kadar destek vermesinin nedenini açıklıyor. Temmuz 2024’te şunları yazmıştım: “ABD’nin Rusya ile olan çatışmasının küresel sermaye birikiminin dinamiklerine yapısal olarak bağlı olmaması onu daha az tehlikeli yapmaz. Ancak önümüzdeki aylarda ABD’de yaşanacak bir hükümet değişikliğinin Batı emperyalizmi ile Putin’in Rusya’sı arasında kolayca bir yakınlaşmaya yol açabileceğini gösteriyor.” Ve şu an tam da bu gerçekleşti; Trump, Ukrayna’nın savaşı başlatan taraf olduğunu iddia ederek bu süreci tamamlamış oldu.
Putin ayrıca, Zelenskiy’nin “Nazilerle dolu” gayrimeşru bir rejimin lideri olduğunu öne sürdü. Oysa Zelenskiy, demokratik bir seçimle oyların % 70’inden fazlasını alarak göreve gelmişti. Aşırı sağcı neo-faşist hareket ise—ki böyle bir hareket Ukrayna’da olduğu gibi hemen her Avrupa ülkesinde ve ABD’de de mevcut—sadece % 2 oy alabilmişti. Trump ise, Ukrayna’nın geleceğine dair müzakerelerden dışlanmasına yönelik Zelenskiy’nin itirazına, onu yalnızca %4’lük bir halk desteğine sahip bir “diktatör” olarak suçlayarak yanıt verdi. Oysa 2024 sonu itibarıyla Zelenskiy’nin desteği % 52 seviyesindeydi. Ancak Trump’ın ABD politikasını Rusya lehine çevirmesinin ardından bu oran % 63’e yükseldi.
Zelenskiy’nin en önde gelen eleştirmenlerinden biri olan, bir yıl önce kendisi tarafından görevden alınan eski Genelkurmay Başkanı Valeriy Zalujnıy gibi isimler bile, savaş sona erdiğinde ona oy vermeyi planladıklarını ifade ediyorlar (Ukrayna Anayasası, savaş sırasında seçim yapılmasını yasaklıyor).
Bu sırada, Batı ittifakını parçalamayı uzun zamandır hedefleyen Putin’in çabaları, Trump tarafından resmileştiriliyor. Trump, NATO müttefiklerine yalnızca Avrupa’nın güvenliğini ABD’nin sırtından atmak amacıyla askeri harcamalarını artırmaları için baskı yapmak dışında bir önem atfetmiyor. ABD’nin Avrupalı müttefikleri, Trump’ın Ukrayna’ya yönelik askeri yardımı kesme ve Rusya’ya uygulanan yaptırımları kaldırma tehdidi karşısında tam anlamıyla şaşkına dönmüş durumda. Neoliberal düşünce yapıları, onları böylesine köklü bir dönüşüme hazırlamamıştı; kendilerini tamamen yeni bir dünyaya fırlatılmış gibi hissediyorlar.
Siyasi Haritanın Yeniden Çizilmesi
Bugün tanık olduğumuz şey, siyasi haritanın yeniden çizilmesidir. ABD, onlarca yıldır “demokrasiyi destekleme” iddiası altında sürdürdüğü küresel egemenlik arayışından, artık ulusal ve bölgesel çıkarlar peşinde koşan gerici ve neo-faşist güçlerden oluşan birleşik bir cephe kurma aşamasına geçiş yapıyor.
Bu bir izolasyonculuk değil—ne Trump, ne Putin ne de Xi Jinping bu kategoriye giriyor. Aksine, ABD’nin tek başına dünya hakimiyetini sağlama konusundaki başarısızlığına (Irak ve Afganistan’daki yenilgilerden de görüldüğü üzere) yanıt olarak, yirmi birinci yüzyılın ilhakçı toprak emperyalizmi modeline dönüş yapma girişimidir. Bu, Putin’in 2014 ve 2022’de Ukrayna’yı emperyalist işgaliyle başlattığı süreçtir ve şimdi Trump tarafından da benimsenmiştir. Trump, Grönland, Panama, Kanada ve hatta Gazze’yi ilhak etmekle tehdit ederken, İsrail’in Filistin halkının tamamını sürme girişimini desteklemektedir.
İşte Trump’ın Putin ile bu kadar ortak nokta bulmasının nedeni budur: Her ikisi de uluslararası hukukun ve normların bir kenara atılması gerektiğine inanan benzer bir dünya görüşünü paylaşmaktadır. Bu durumu sadece Trump’ın kişiliğinin bir cilvesi olarak görmek ya da sadece ticari çıkarlarına indirgemek büyük bir hata olur (her ikisi de elbette önemli bir rol oynasa da). Aslında bu, dünyanın giderek çıplak ulusal çıkarlara dayalı bölgesel güç bloklarına bölünmesinin bir yansımasıdır.
Peter McLaren’in de belirttiği gibi, “Trump ve Putin barış peşinde değiller, bir anlaşma peşindeler. Rusya’nın saldırganlığını meşru, Ukrayna’nın egemenliğini ise harcanabilir kılan bir anlaşma. Sadece Ukrayna’nın değil, ulusların emperyal efendilerin iradesi dışında var olma hakkına sahip olduğu fikrinin de altını oyan bir anlaşma.”
Elbette, Trump’ı Putin’e bağlayan tek şey dış politika değil—en azından şimdilik (neo-faşistler hakkında bilinen bir şey varsa, o da müttefikleriyle bile kolay geçinemedikleridir). Asıl bağlayıcı unsur, her ikisinin de son on yıllarda kadınlar, işçiler, ulusal azınlıklar ve LGBTQ bireyler tarafından elde edilen kazanımlara duyduğu derin küçümsemedir. Aşırı sağ, Putin’de hayranlık duydukları beyaz-ırkçı demokrasi saldırısının bir örneğini görüyor. Nitekim Putin’in birkaç yıl önce dile getirdiği şu sözler bunu açıkça ortaya koyuyor: “ABD giderek daha fazla göçmen almaya devam ediyor ve, anladığım kadarıyla, beyaz, Hristiyan nüfus artık sayıca azınlıkta… Dünyada önemli bir merkez olarak kalabilmek için [beyaz Hristiyanları] korumalıyız.”
İşte bu yüzden, Trump’ın Ukrayna konusundaki söylemine en ufak bir şekilde destek verenler büyük bir hata yapıyor. Çünkü bu söylemin, Trump’ın ABD’de göçmenlere, kadınlara, işçilere ve beyaz olmayan insanlara yönelik saldırılarından ya da İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü soykırıma verdiği sarsılmaz destekten ayrı tutulabileceğini düşünmek saflıktır.
Buna bir örnek, Code Pink hareketinden Medea Benjamin’in “Trump Ukrayna’da Barışa Şans Veriyor” başlıklı makalesidir. Benjamin, “Atlantik’in her iki yakasında da Trump’ın [Ukrayna konusundaki] girişimi oyunun kurallarını değiştiriyor. Ukrayna’da barış görmek isteyen bizler Trump’ın bu girişimini alkışlamalıyız… Eğer Trump Ukrayna’daki üç yıllık savaşı körükleyen siyasi argümanları reddedebiliyor ve bu savaşı sona erdirmek için merhamet ve sağduyu uygulayabiliyorsa, aynı şeyi Orta Doğu’da da yapabilir,” diye yazdı.
Ancak Trump’ı Ukrayna (ya da başka herhangi bir yer) konusunda harekete geçiren son şey merhamet ve sağduyudur. İşte tam da bu nedenle, ondan “Orta Doğu’da da aynısını yapmasını” beklemek, etnik temizlik ve soykırıma davetiye çıkarmaktır. Ukraynalılar onun umurunda bile değil, hatta “barış” kavramı daha da az ilgisini çekiyor. Onun asıl derdi, otoriter rejimlerle birleşerek geriye kalan demokratik normları ve kurumları ezmek için mümkün olan en fazla kaynağı, en fazla bölgeden sömürmektir.
İşte bu nedenle Ukrayna, küresel siyasetin mihenk taşı olmaya devam ediyor. Eğer Trump ve Putin, Ukrayna’nın kendi kaderini tayin mücadelesini bastırmayı başarırsa, dünyanın diğer bölgelerindeki özgürlük mücadelelerini ilerletmek çok daha zor hale gelecektir. Bu gerçeği ifade etmek, Zelenskiy’yi ya da açıkça neoliberal bir gündemle yönetilen mevcut Ukrayna hükümetini desteklemeyi gerektirmez; tıpkı uzun süredir varlığına karşı çıktığımız NATO’yu desteklemeyi gerektirmediği gibi. Ancak Troçki’nin faşizm üzerine yazılarında belirttiği gibi, gerçek somuttur: ve somut gerçek, işgal ve sömürgeci tahakküm karşısında tarafsız kalmanın, onun suç ortağı olmak anlamına geldiğidir.
Oleg Shein bu durumu şöyle özetliyor: “Putin başkan olduğu sürece—ve yaşadığı sürece başkan olacak—bu savaş devam edecek. Bunun nedeni Rusya’nın kendi iç dinamiklerinde yatıyor: Putin’in ülke için olumlu bir programı yok. Dış çatışma, onun iktidarını sürdürmesinin temel dayanağıdır. Elitleri bir araya getirmenin ve halkı yönetmenin bir yoludur. Belki Ukrayna’ya karşı yürütülen savaş bir süre sonra düşük yoğunluklu bir aşamaya geçecektir. Ancak Putin Rusya’yı yönettiği sürece, dış çatışmaların tarihi de devam edecektir.”
Ukrayna ile Dayanışma – ve Daha Büyük Mücadele
Ukrayna zor bir durumla karşı karşıya. Kara savaşı son bir yıldır iyi gitmiyor ve ABD’den gelecek yardımın kesilmesi, durumu daha da kötüleştirecektir. Şu ana kadar silah ve yardımın yarısını Avrupa Birliği’nden aldı ve Fransa ile Polonya gibi bazı ülkeler daha fazla katkıda bulunma sözü verdi. Bunun ne kadar etkili olacağı ise belirsizliğini koruyor.
Ancak inkâr edilemez bir gerçek var: Ukraynalılar son derece dirençli. Son altı ayda Rusya bazı ilerlemeler kaydetse de, ele geçirdiği toprak miktarı, çoğu analistin beklediğinden çok daha az oldu. Zelenskiy, sürekli olarak çürümüş bir uzlaşmayı kabul etmesi yönünde baskı altında olacak. Ancak Ukrayna halkı barışı ne kadar umutsuzca istese de, büyük çoğunluk, ulus ve kültür olarak var olma haklarını reddeden, kendilerinin “mezar barışı” diye adlandırdıkları bir çözümü kabul etmeyecek.
Bu nedenle, büyük güçler arkalarından onursuz bir “barış” dayatsa bile, mücadelenin—belki de gerilla savaşı şeklinde—devam etmesi muhtemeldir.
Bu durum da bazı riskler barındırıyor: Ukrayna’daki koşullar ne kadar umutsuz hale gelirse, aşırı sağın güçlenme ihtimali o kadar artabilir. Ukraynalı Marksist yazar Hanna Perekhoda, bu konuyu şu sözlerle ele alıyor:
“Ukrayna’daki aşırı sağın varlığının, ülkeye silah gönderilmesini reddetmeyi haklı çıkardığı argümanı, oldukça bariz bir mantık hatasına dayanıyor… Fransa ve Almanya’da, Ukrayna’dakinden çok daha etkili aşırı sağ hareketler var; ancak kimse, bir saldırı durumunda bu ülkelerin meşru müdafaa hakkına itiraz etmiyor… Dahası, bu argüman, soldaki aynı seslerin çoğunun, sorunlu aktörler içeren direniş hareketlerini desteklemekten çekinmediği göz önüne alındığında, daha da ikiyüzlü bir hal alıyor. Neden Ukrayna’dan, başka hiçbir toplumun kendini savunmak zorunda kaldığında göstermesi gerekmeyen bir saflık talep ediliyor? Kesin olan bir şey var: On yılı aşkın süredir devam eden bu savaş, daha önce marjinal olan milliyetçi sembollerin ve söylemlerin güçlenmesine ve sıradanlaşmasına katkıda bulundu. Savaşlar hiçbir toplumu daha iyi hale getirmez. Ancak, Ukrayna’ya silah sevkiyatı ile ülkedeki aşırı sağın güçlenmesi arasındaki ilişki ters orantılıdır. Ukrayna’ya gönderilen silahlar her şeyden önce işgalci bir orduya karşı toplumu bir bütün olarak savunmak için kullanılıyor. Ukrayna’nın zaferi, vatandaşların geleceklerini özgürce ve demokratik bir şekilde seçebildikleri bir devletin varlığını garanti altına alacaktır. Tersine, hiçbir şey aşırı sağcı hareketleri ya da terör örgütlerini, askeri işgal ve beraberinde gelen sistematik baskıdan daha fazla güçlendiremez.”
Şu an, Ukrayna ile dayanışmaktan geri durmanın zamanı değil—aksine, her zamankinden daha önemli. Bu yalnızca onların geleceği için değil, bizim için de hayati bir mesele. ABD’de faşizan baskının giderek daha fazla hissedildiği ve bu baskının boyutlarının henüz tam olarak görünür hale gelmediği bir dönemde, Ukrayna’nın mücadelesi küresel bir anlam taşıyor.
Kaynak: https://newpol.org/the-trump-putin-axis-and-its-impact-on-global-politics/