Trump, İsrail’in İran’ı bombalamasına izin vererek, Tahran’ı nükleer güç olmaya zorluyor
ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail’e İran’a saldırma izni vermesi, bir ABD başkanının George W. Bush’un Irak’ı işgalinden bu yana yaptığı en büyük hesap hatasıdır.
Bush’un kararı, Irak’ta, The Lancet’e göre en az 655.000 kişinin ölümüyle sonuçlanan, DAEŞ’in içerisinde aşırılık yanlısı tekfirci militanlardan oluşan bir grubun ortaya çıkmasına neden olan, 14 yılın ardından hala toparlanamayan büyük bir devleti çöküşün eşiğine getiren sekiz yıllık bir çatışmayı başlattı.
Trump’ın kararı ise doğurabileceği sonuçları itibariyle, kararını daha da kötü bir karar haline getirebilir.
ABD elçileri Tahran ile müzakereler gerçekleştirirken İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun İran’a saldırmasına izni vermek, ABD başkanlığını Al Capone ya da Joaquin “El Chapo” Guzman kadar güvenilebilir bir seviyeye indirgiyor.
Eğer küresel bir güç değil de bir uyuşturucu kartelinin başındaysanız ancak böyle davranabilirsiniz.
Artık kim ABD’nin sözüne güvenebilir? Er ya da geç, ABD gibi gerileyen bir güç başkalarının güvenine ihtiyaç duyacaktır.
Beklendiği gibi, Trump ve yandaşları yaptıkları şeyden habersiz gibi. Gerçekleştirdikleri aldatmacanın övünç kaynağı olduğunu düşünüyorlar, İranlı diplomatları kandırırken İsrail ordusuna yüzlerce Hellfire füzesi gönderip onlara gerçek zamanlı istihbarat sağladıklarını anlatıyorlar.
İsrail’in insansız hava araçları, hedeflerini ya evlerinde yataklarında yakalıyor ya da karargahlarına çekerek orada yok ediyorlardı. Bu durum Tel Aviv ve Washington’da bir hükümet darbe olarak görülüyor. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Washington’un İsrail’e “mükemmel istihbarat” sağladığını söyledi.
Aldatma eylemleriyle övündükten sonra Trump, İranlılara ya müzakere masasına dönmelerini ya da daha kötü sonuçlarla yüzleşmelerini öğütledi. “İran, her şeyin yok olmaması için bir anlaşma yapmalı ve bir zamanlar İran İmparatorluğu olarak bilinen ülkeyi kurtarmalıdır. Artık ölüm yok, yıkım yok, SADECE YAPIN, ÇOK GEÇ OLMADAN. Tanrı hepinizi korusun!” diye yazdı Trump Truth Social’da.
Bu, 92 milyonluk, binlerce yıllık tarihi olan bir millete söylenebilecek en aptalca şeydir.
Dün Saddam, bugün Netanyahu
İran’ın, Batı’nın desteklediği Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in sekiz yıl süren saldırılarına maruz kaldığını düşününce bu söylem daha da saçma hale geliyor.
İran’ın dış politikasını şekillendiren şey, sadece İslam Cumhuriyeti’nin ideolojisi değil, bu acı tecrübedir. İran’ın nükleer zenginleştirme programı ve füze cephaneliği, İran-Irak savaşının yangınında oluştu.
Netanyahu gibi, Iraklı diktatör Saddam da komşusunun en savunmasız anında olduğunu düşünerek savaşı başlatmıştı.
22 Eylül 1980’de o dönem İran’ın lideri olan Ayetullah Ruhullah Humeyni, devrim sonrası kaosla mücadele ediyordu. Ordusu yoktu; Şah devrildiğinde ordunun büyük kısmı lağvedilmişti.
İran, düzenli kuvvetler ve yeni kurulan, denenmemiş olan Devrim Muhafızları’nın bir kombinasyonundan oluşan bir kuvvet yapısına sahipti, ancak silahlar o kadar azdı ki, cephede dalgalar halinde yere düşen askerlerin ellerindeki silahlar ayakta kalan diğerlerine aktarılıyordu.
Saddam’ın güçleri başlangıçta hızlı ilerlemeler kaydetti, ancak İran kuvvetlerince verilen ağır can kaybı pahasına geri püskürtüldüler. Bugünkü Netanyahu gibi Saddam da o gün ABD ve Avrupa tarafından destekleniyordu.
Kimyasal silahları üretme imkânını, hardal gazı, sarin, tabun ve diğer kimyasal maddelerin üretimi için gerekli teknoloji ve öncü kimyasalları sağlayan Alman şirketlerinden aldı.
Batı’nın Saddam’a verdiği destek Halepçe’deki Kürtlerin kimyasal gazlarla saldırıya uğramalarından sonra bile devam etti.
Merhum ve çok özlediğim meslektaşım The Times gazetesinden Richard Beeston, iki İngiliz diplomatın kendisini orada aslında hiçbir şey olmadığına ikna etmeye çalıştığını anlattı.
Savaşın üçüncü yılında, dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan, genç yeteneklerinden Donald Rumsfeld’i Saddam’la tokalaşmak üzere gönderdi.
26 Kasım 1983 tarihli Ulusal Güvenlik Karar Direktifi (NSDD) 114, ABD’nin amacını şöyle vurguladı. Sadece Körfez’deki askeri güçlerini ve petrol kaynaklarını korumak istiyordu. Saddam’ın kimyasal silahları Rumsfeld veya Reagan için bir endişe kaynağı değildi.
Ama İran’ın bütün bir nesli, gazilerin bugün bile acı çektiği o gaz saldırılarını asla unutamayacak.
Derin Savunma Stratejisi
Ve İran’ın sonunda kazandığı bu kanlı ve vahşi savaş, Tahran’ın Akdeniz’den sınırlarına kadar silahlı gruplardan oluşan bir ağ kurma ve eğitme kararlılığını şekillendirdi; bu da bir tür derin savunma stratejisidir.
Açıkça görülüyor ki, İran’ın “direniş ekseni” bugün iki yıl öncesine kıyasla daha zayıf olabilir. Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ın üst düzey kadroları, evleri ve aileleriyle birlikte, 7 Ekim’deki Hamas saldırısından çok önce Mossad tarafından haritalandırıldı ve hedeflemek için seçildi.
Bunun bir kısmı, Hizbullah’ın saflarının İsrail adına çalışan ajanlara açıldığı Suriye’de gerçekleşti; bu ajanlar Suriye ve Rus askeri istihbaratının içindeydi.
Ama hepsi bu kadar değildi.
Bugün Hizbullah’ın, ana geminin en karanlık saatlerinde İran’a yardım edememesi, İsrail karşısında aldığı yenilginin en açık göstergesidir.
Sınırdaki birlikleri cesurca savaştı ve İsrail’in seçkin Golani Tugayı gibi komando birliklerini birkaç kilometrelik sınır hattına hapsetti. Yine de geçen yıl Kasım ayında imzaladığı ateşkes, bugüne kadar yaşadığı hiçbir yenilgiye benzemeyen bir mağlubiyetin işaretiydi.
Fakat aynı şekilde, bugün Lübnan’da Hizbullah ve İran’ın stratejik hataları olarak görülen şey -İsrail’in saldırılarına daha erken ve daha güçlü bir şekilde yanıt vermemek veya Hizbullah’ın İsrail ile bir tür güç dengesi sağlayabileceği inancını sürdürmek- aynı şekilde şimdi stratejik kısıtlama olarak da okunabilir.
Ne İran ne de Hizbullah liderliği, Hamas saldırısından sonra İsrail’le tam ölçekli bir savaşa girmek istemedi ve bunu açıkça dile getirdiler.
Ilımlılıkları Netanyahu tarafından zayıflık olarak yorumlandı. İran’ın ağır bir yanıt vermemesi, can damarına basmaya teşvik olarak okundu.
Şu anda ise tamda o noktadayız.
Uzun Bir Savaş mı?
1980’de Saddam ya da 2003’te Bush’un planladığı gibi Netanyahu da tüm kozlarını kısa sürede kazanılacak bir savaşa ve İran’ın erken teslimiyetine yatırıyor.
Ancak, İsrail’in 1973’ten bu yana yaptığı savaşların hiçbirine benzemeyen bir şekilde, bu sefer İsrail savaş uçakları gerçek bir orduya ve gerçek bir devlete saldırıyor.
İran’ın stratejik derinliği var. Beş tesisinden bazılarında zenginleştirme santrifüjleri yerin yarım mil altında gömülü. Aynı zamanda küresel petrol likitinin yüzde 21’inin geçtiği Hürmüz Boğazı’nı göz açıp kapayıncaya kadar kapatabilir. Ayrıca Rusya ve Çin’de güçlü müttefikleri var.
Ukraynalılar, Şubat 2022’de savaş başladığından bu yana Rusya’nın 8.000’den fazla İran yapımı Şahid dronu kullandığını söylüyor.
Özellikle İsrail ordusunun, İran’ın batı semalarında jetlerinin serbestçe hareket edebildiğine dair açıklamalarının ardından, İran yönetiminin Rusya’dan S-400 hava savunma bataryaları tedarik ederek yaptığı iyiliğin karşılığını vermesini isteyeceği zaman her an gelebilir.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Trump’la olan ilişkisine rağmen Batı ile savaşta olduğuna ve Ukrayna’nın Rus uzun menzilli bombardıman uçaklarına düzenlediği saldırıdan MI6’nın sorumlu olduğuna inanıyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da hemen hemen aynı şeyi söyledi.
Putin’in, Netanyahu ile bir zamanlar İsrail’in İran’a Rus hava savunma sistemleri sevkiyatını durdurmasına neden olacak kadar yakın olan ilişkisi paramparça oldu.
Kaynaklarım bana, Hamas’tan bir heyetin 7 Ekim saldırılarından sonra Moskova’ya vardığında Putin’in bu “doğum günü hediyesi” için bir teşekkür mesajı ilettiğini söyledi. Putin, 1952’de aynı gün doğmuştu.
ABD destekli İsrail’in, Suriye’de Beşar Esad’ın kaybından sonra İran’ı da devirmesine Rusya izin verir mi?
Netanyahu ve Trump’ın düşünmesi gereken soru budur. Trump hafta sonu Putin ile 50 dakikalık bir görüşme gerçekleştirdi.
Netanyahu ayrıca savaşın iki haftadan fazla sürmesi ve İran’ın beyaz bayrak çekmemesi durumunda ne yapacağını da düşünmeli.
Yemen’de Ensarullah (Husiler) hareketine saldırmaktan ABD’yi caydırdıklarını zanneden, Trump’ın ceplerine 4.5 trilyon dolar dolduran Körfez ülkeleri de aynısını yapmalı.
Savaş ne kadar uzarsa, Körfez’in son derece hassas petrol ve gaz tesislerine sıçrama riski o kadar artar.
İsrail kısa süre önce İran’ın Buşehr eyaletindeki Fecr Jam Gaz Rafinerisi ve Güney Pars gaz sahasındaki tesislerine saldırdı. İran, Hayfa çevresindeki petrol rafinerilerine saldırarak karşılık verdi.
ABD’yi Savaşa Çekmek
İsrail içinde, İran’ın askeri ve nükleer liderliğinin yok edilmesiyle oluşan coşku, İran’ın, İsrail’in merkezi bazı bölgelerine Gazze ve Lübnan’da yaşanan yıkımı yaşatmasıyla hızla dağıldı.
İsrailliler, üst üste ikinci gece komşularına yaşattıkları korkuyu bizzat yaşadı. Doğuştan sahip olduklarını düşündükleri cezasızlığın artık geçerli olmadığını hızla anlıyorlar.
Eğer İsrail her gece İran füzeleriyle vurulmaya devam ederse Netanyahu, ABD’yi doğrudan savaşa nasıl dahil edebileceğini giderek daha fazla düşünecektir.
Irak’taki bir ABD üssüne sahte bayraklı bir drone saldırısı Netanyahu için cazip bir seçenek olurdu ve şüphesiz ki bunu zaten düşünmüştür. Trump şimdiye kadar onun elinde oyuncak oldu.
İran’ın nükleer zenginleştirme programının geleceği açısından bakıldığında, Netanyahu ve Trump’ın tek taraflı saldırısı başarılı olursa, İran’ın mümkün olan en kısa sürede işlevsel bir bomba elde etmesi için en büyük teşviği sağlanmış olacak.
Tahran’ın konvansiyonel silahlarının göreceli zayıflığı ve F-35’lere karşı savunmasızlığı, Ukrayna savaşının bir aşamasında Kırım’ı kaybetmenin eşiğinde olduğunu düşünen Putin’e olduğu gibi, hırpalanmış bir İran’a da aynı mantığı sunacaktır. O zaman Putin taktik nükleer füze kullanma tehdidinde bulunmuştu ve Joe Biden’ın ekibi bu tehdidi ciddiye almıştı.
Trump ve Netanyahu, İran’ı konvansiyonel savunma araçlarını yok ederek bombadan caydırdıklarını sanıyorlarsa, büyük bir hata içindeler.
Bu senaryoları savaş oyunlarına dönüştürmüş herhangi bir nükleer stratejist size, konvansiyonel kuvvetler ne kadar zayıf ve güvenilmez olursa, nükleer gücün nükleer bombalara o kadar bağımlı olacağını ve bunları ilk başvurulacak silah olarak kullanmaya o kadar hazır olacağını söyleyecektir.
İran’ın dini liderinin ya da hükümetin şu an bu şekilde düşündüğüne dair bir işaret yok; ancak kamuoyu – saldırıdan önce bile – bombaya sahip olma yönünde açık bir çoğunluğa doğru kaymaktaydı.
Trump, Körfez’de bir Kuzey Kore’ye tahammül etmeyeceklerini söyledi, ancak İsrail’in İran’ı bombalamasına izin vererek tam olarak bunu başarmış olabilir.
Bu savaş dursa bile, barışın bedeli ve İran’ın nükleer zenginleştirme programının istikrara kavuşması artık çok daha yüksek bir maliyetle mümkün olacaktır.
*David Hearst, Middle East Eye’ın kurucu ortağı ve genel yayın yönetmenidir. Bölgeye ilişkin yorumcu, konuşmacı ve bir Suudi Arabistan analizcisidir. The Guardian’da dış politika yazarlığı ile Rusya, Avrupa ve Belfast muhabirliği yapmıştır. The Guardin’a, stajyer muhabirlik yaptığı The Scotsman’dan katılmıştır.
Kaynak: https://www.middleeasteye.net/opinion/allowing-israel-bomb-iran-trump-pushing-tehran-go-nuclear