Trump Altı Savaşla Karşı Karşıya – Ve Hepsini Kaybediyor
Donald Trump, ikinci yemin töreninde kendisini dünyanın “barış elçisi” ilan etti. Ancak yalnızca üç ay sonra, başkanlığı çatışmalarla kuşatılmış durumda. Önümüzdeki aylar, Trump için bir kriz dönemi olacak—mirasını şekillendirecek ve üç sıcak savaşı, bir soğuk savaşı, bir potansiyel savaşı ve bir ticaret savaşını idare etmek zorunda kalacağı bir dönem.
Ne yazık ki, bu sürece kendi eliyle yarattığı bir zafiyetle giriyor: Aldığı kararlar Amerika’nın ittifaklarını germiş, ekonomik gücünü zayıflatmış ve stratejik yetkinliğini tartışmalı hale getirmiş durumda.
İlk savaş, Trump’ın sona erdirmek konusunda her zaman en kendinden emin göründüğü savaş: Ukrayna’daki yıkıcı çatışma. Trump, barış sağlamanın kolay olacağını düşünüyordu—Rusya’yı yaptırımlarla tehdit etmek ve Ukrayna’yı kaybettiği topraklardan vazgeçmeye zorlamak yeterli olacaktı. Ancak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in maksimalist hedefleri ve savaşı yavaş yavaş kazandığına olan inancı, bir uzlaşmaya varmayı son derece güçleştirdi.
Trump, önümüzdeki haftalarda şu kararlarla karşı karşıya kalacak: Rusya üzerindeki baskıyı gerçekten artıracak mı—daha sert petrol yaptırımları ve diğer ekonomik zorlayıcı tedbirlerle birlikte Ukrayna’ya askeri ve istihbarat desteğini sürdürerek—yoksa geri çekilip savaşın kendi seyrini izlemesine mi izin verecek? İlk seçenek, Moskova’ya sık sık sempati, Kiev’e ise küçümseme gösteren bir başkan için rahatsız edici olacaktır. İkinci seçenek ise, Ukrayna’nın yenilgi riskini artırarak Avrupa’nın güvenliği ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) geleceği açısından felaketle sonuçlanabilir.
İkinci savaş ise Orta Doğu’da yaşanıyor; ABD, Yemen’deki Husilere ağır darbeler indiriyor, ancak henüz onları caydırabilmiş değil. Bu savaş, İsrail’in Hamas’ı nihayet yenilgiye uğratma umuduyla yeniden saldırıya geçmesiyle eşzamanlı olarak süren üçüncü bir savaşla birlikte alevleniyor.
Ancak bu askeri harekâtlar, İran’ın nükleer programı nedeniyle yaşanabilecek daha büyük bir olası savaşın yalnızca habercisi olabilir. Trump, İran’ı sadece nükleer silaha sahip olmanın eşiğinde tutacak, Tahran’ın kabul edebileceği minimalist bir yaklaşım ile İran’ın nükleer programını temelden söküp atmayı hedefleyen, İranlıların çatışma riskini göze alarak dahi reddedebileceği daha iddialı talepler arasında sıkışmış görünüyor.
Zaman daralıyor. Yaz ortasına kadar bir anlaşma sağlanamazsa, Trump İsrail’in, ABD’nin ya da her iki ülkenin ortaklaşa gerçekleştireceği bir askeri saldırıya onay verip vermeyeceğine karar vermek zorunda kalacak. Ayrıca, uzun süredir devam eden iki öncelik arasında bir denge kurması gerekecek: İran’ın nükleer silah sahibi olmasını önlemek ve Orta Doğu’da yeni savaşların patlak vermesini engellemek.
Bir de Çin’le yaşanan yeni bir soğuk savaş var. Başkanın ikinci görev süresi başladığında Pekin, Trump’ın uzun süredir vaat ettiği “büyük anlaşma” beklentisiyle çalkalanıyordu. Ancak şimdi düşmanlıklar sertleşti: Artan ticaret gerilimleri ortamında Çin, sonuna kadar savaşacağını ilan ediyor.
Bu arada, Pekin askeri kuşatmasını giderek sıkılaştırırken Tayvan için tehdit büyüyor. Trump’ın ABD-Çin ilişkilerinde karşı karşıya olduğu tercih, ya ticari anlaşmazlıkta geri adım atarak zayıflık sergilemek ya da tüm yatırımları ve riskleri göze alarak daha yoğun ve kapsamlı bir çatışmaya hazırlıklı olmak arasında.
Son olarak, daha büyük çaplı ticaret savaşını da unutmamak gerekir. Nisan ayına her cephede yürütülen çetin bir ticari çatışma haftasıyla başlayan Trump, Çin hariç neredeyse tüm ülkelere uygulanması planlanan en yüksek ve en yıkıcı gümrük tarifelerini erteledi. Ancak bu adım, küresel ekonomi için sadece 90 günlük geçici bir rahatlama anlamına geliyor olabilir. Önümüzdeki haftalar, Trump’ın bu gerilimi daha kalıcı biçimde düşürecek ticaret anlaşmalarını müzakere edip edemeyeceğini — ya da Hazine Bakanı Scott Bessent’in önerdiği gibi, Pekin’e karşı yürütülecek bir ekonomik rekabet için dost ülkeleri bir araya getirmenin bir yolunu bulup bulamayacağını gösterecek.
Tüm bunların bedeli son derece yüksek. Bu durumlar, Avrasya’daki kilit bölgelerin barış ve istikrarını, dünya ekonomisinin sağlığını ve demokratik toplumların bütünlüğünü doğrudan etkiliyor. Bu, en yetkin bir yönetim için bile göz korkutucu bir tablo olurdu. Ancak Trump bu sınav dönemine, kendi eliyle yarattığı iki büyük zafiyetle giriyor.
İlk olarak, Amerika’nın gücünü oluşturan temel unsurları heba etti. İdeal koşullarda, ABD bu tür çalkantılı bir döneme güçlü bir ekonomi ve sağlam ittifaklarla girmeliydi. Ancak Trump, borsayı çökertti, sermayenin kaçmasına neden oldu ve ülkeyi kesinlikle önlenebilir bir durgunluğun eşiğine sürükledi.
Bu sırada NATO da zor durumda; zira müttefikler, Avrupa’ya karşı kayıtsız — hatta kimi zaman düşmanca — görünen bir liderle karşı karşıya. ABD’nin dostları dünyanın dört bir yanında Trump’ın Amerika’sının ne denli radikal ve pervasız hale geldiğine şaşkınlıkla bakıyor. Belki Husiler’in sert biçimde bastırılması, ABD’nin düşmanlarına bir miktar korku salabilir. Ancak Trump’ın “Amerikan altın çağı” söylemine rağmen, birçok ülke ABD’yi düşüşte olan bir süper güç olarak görüyor.
İkincisi, kriz yönetimi yetkin kişileri bile zorlar; Trump’ın ekibi ise bu tanımdan çok uzak görünüyor. Pentagon, başka hiçbir başkanın kabul edemeyeceği düzeyde bir kargaşanın içinde. Trump’ın gümrük tarifelerini karmaşık biçimde uygulayıp geri çekmesi, başkanın ülkelerin ekonomik kaderiyle ne kadar sorumsuzca oynadığını ortaya koyuyor. Ulusal Güvenlik Konseyi ise, hassas bilgileri Signal üzerinden paylaşmadığı zamanlarda neredeyse hiç işlemiyor gibi görünüyor.
Bu düzensizlik Trump’ı rahatsız etmiyor olabilir; zira tüm kararları kendisinin verdiğini söylüyor. Ancak şu anda başkanlığını belirleyecek ve uluslararası sistemin kaderini şekillendirecek bir döneme girmiş durumda. Eğer hızlıca toparlanmazsa, Amerika ve dünya bunun ağır bedelini ödeyecek.
Kaynak: https://www.aei.org/op-eds/trump-is-facing-six-wars-and-hes-losing-all-of-them/