Libya, Suriye, Gazze
veya
Tarihin Coğrafi Kalbi Olarak Doğu Akdeniz
Hamas’ın başlattığı 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu ile başlayan ve yakın tarihin en önemli soykırımına dönüşen Gazze Savaşı, Trump’un İsrail’e yaptığı baskıyla imzalanan geçici ateşkes anlaşması ile birlikte şimdilik sona erdi. Bu sayfayı, Trump’un, sonu gelmeyen savaşları bitiren Başkan olmak iddiasıyla Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini hedefleyen Ukrayna Savaşını da ateşkes anlaşması ile sona erdirmesinin takip edeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Bu tabloya, Suriye’de Esed hanedanı ve Baas Partisi rejiminin yıkılmasını da eklediğimizde, yukarıdan aşağıya bir hat oluşturan Ukrayna, Suriye ve Filistin hattında yaşanan sıcak çatışmanın geçici bir soğuk ateşkes ile dondurulmasıyla Napolyon’un 1798 Mısır seferi ile başlayan modern Ortadoğu tarihinde önemli bir sayfanın açıldığını söylemek mümkün.
Uluslararası meselelerin anlaşılması, değerlendirilmesi ve öngörülmesinde en iyi öğretmen ve yol gösterici, tarih ve jeopolitik; en iyi yöntem, teorik temellere bağlı kalarak olaylara bütüncül bakmaktır. Bu açıdan bakıldığında, Avrasya ana blokunda Çin’in kuşak ve yol girişimi hattı üzerinde ABD’nin Avrasya kara jeopolitiğine hâkim olan güçlerin denizlere çıkışını engellemek üzere geliştirdiği Kenar Kuşak (Rimland) hattında yaşanan sıcak çatışmaların temel amacı, diğer vesile ve sebepler her ne olursa olsun, ABD öncülüğünde batı blokunun, Çin başta olmak üzere Doğu ve Yükselen Güney’i sınırlama ve kontrol etmektir. ABD’nin bu amacı gerçekleştirmek için 11 Eylül sonrası dönemde Avrasya’da küresel üstünlüğünü devam ettirmek için izlediği, büyük Ortadoğu veya Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika olarak adlandırılan projelerin ana hedefi ise I. Dünya Savaşında İttihatçılar sayesinde Osmanlı’nın sergilediği sert direniş nedeniyle başarılamayan Osmanlı Düzeni’ni ve onun yerine İngilizler ve Fransızlarca ikame edilmeye çalışılan düzenin tasfiyesiyle yerine bu bölgede bir Amerikan düzeni, Amerikan Ortadoğusu yaratma çabasıdır.
Putin’in, Rusya, Belarus, Ukrayna ve Kazakistan’dan müteşekkil yeni bir mini Sovyet imparatorluğu kurma hülyasının yol açtığı Ukrayna savaşını, Rusya’nın işgal niyetini başarılı istihbarat ile erkenden öğrenen Anglo Sakson blokun Avrasya’nın kalbinde Pasifikten Kuzey Buz denizine kadar olan coğrafyada ucuz Rus doğalgazı ile pişen Çin, Rusya ve Almanya üçlüsünün kurduğu örtülü ekonomik paktı ve Almanya’nın fiili bağımsızlığını elde etme çabasını baltaladığı uzun soluklu bir yıpratma savaşına dönüştürmesi, birincinin güzel bir örneğidir. Böylece Anglosaksonlar, Almanya’nın ucuz Rusya gazı ve Çin pazarı ile kurduğu ekonomik refah modelini dağıtırken bir yandan Çin’in Hamburg limanı ile demiryolu ve karayolu bağlantısı kurma, diğer yandan da Rusya’nın Ukrayna’yı yutarak Akdeniz’e (Suriye Tartus, Libya ve Mersin Akkuyu) ulaşmak suretiyle yeniden emperyal güce ulaşma çabası,aynı 1853-1856 Kırım Savaşı’nda olduğu gibi önemli ölçüde başarısızlığa uğrattı. Buna karşılık, Amerika’nın Osmanlı Ortadoğusu ile İngiliz ve Fransızlarca I. Dünya Savaşından sonra kurulan Ortadoğu’nun bir birleşimi olan günümüz Ortadoğusu yerine kendi Ortadoğusunu yaratma çabasının ortaya çıkardığı çatışmalara ise Türkiye ile ilgili yakın dönemli olaylardan Barzani’nin Kerkük Referandumu, Kaddafi’nin devrilmesi ve Türkiye’nin Libya’ya müdahalesi örnek verilebilir. Gazze ve Suriye İç Savaşının ise her ikisine de örnek verilebileceği açıktır.
Batı’nın Amerikan’nın İngiliz krallığından bağımsızlığını kazanmasıyla Hindistan’ın “Tacın İncisi” haline gelmesi ve Napolyon’un Mısır seferi ile başlatılabilecek modern dönem Levant politikalarının entelektüel temeli, Annales okulunun kurucusu olan Fransız kökenli Belçikalı tarihçi Henri Pirenne’nin Muhammed ve Şarlman, Ortaçağ’da Kentler gibi kitaplarında işlediği ana tezi olan, Avrupa’da Ortaçağ’ı yaratan şeyin Müslüman fetihlerinin Avrupalıları, Roma’nın Mare Nostrum (Bizim Deniz) dediği Akdeniz ticaretinden soyutlanmasının yarattığı ekonomik çöküş olduğu fikrine dayanır. Avrupa, oldukça verimsiz bir yarımada olan Avrupa karasına mahkûm edilme halini, Normanların (Kuzey adamları, Vikingler) ve Macarların (Turan kökenli batılı olmayan bir halk) Hristiyanlaşmasıyla Katolik kilisesinin elde ettiği askeri güçle sonra erdirebilmiştir. O dönem Batı’nın egemen siyasi gücü olan Papalık, bu mahkumiyet halini, söz konusu askeri güçle önce Arapların Sicilya’da kurduğu devleti yok ederek sonra İspanya’da Endülüs’e ve Kudüs’e yönelik haçlı seferleriyle aşmıştır. Nitekim 10. yüzyılın erken Rönesans olması, Avrupa’da Üniversite gibi kurumların bu dönemde ortaya çıkması, anılan durumun sonucudur.
O tarihte Avrupa’nın bu gelişimini akim bırakan, Selçuklu ve Memluklu Türklerinin tarih sahnesine çıkışı olmuştu. Selçukluların bir aşiret olarak mucizevi denebilecek bir biçimde İran’a yerleşmesi ve akabinde Çağrı beyin askeri dehasıyla Gaznelileri yenmesiyle başlayan süreç, tamamen Şii Arap olan ve Mısırdaki Şii Arap Fatımi hilafetinin kontrolünde olan İngilizlerin adlandırması ile bugün Ortadoğu olarak anılan bölgeyi Sünnileştirmesiyle sonuçlanmış ve yakın döneme kadar bölgede geçerli olan düzeni yaratmıştır. Bu bakımdan Ortadoğu’daki egemen düzen, birçoklarınca sanılanın aksine, Osmanlı değil, Selçuklu tarafından kurulmuştur.
Selçukluların, Tuğrul Bey ve Sultan Alparslan, Nizâmülmülk ve Gazali isimleri ile simgeleşen Ortadoğu’da kurduğu Sünni düzenin Doğu Akdeniz’e hâkim olmasını mümkün kılan, Suriye Selçukluları olarak nitelendirilebilecek Nureddin Mahmud Zengi’nin Suriye’ye hâkim olduktan sonra Şii Fatımi hilafetine son vererek Mısır’ı elde etmesi ve Eyyubilerin Kudüs’ü fethiyle Doğu Akdeniz’de yeniden başat güç olarak ortaya çıkması oldu. Memlukluların hem Moğolları durdurması hem de Levant’taki Haçlı kontluklarını tamamen ortadan kaldırması, Doğu Akdeniz’de hâkim güç halinin çok uzun süre sürdürülmesini mümkün kıldı. Osmanlı’nın 16. yüzyılda Akdeniz’de kurduğu üstünlük, hâkim güç olma halinin neredeyse bütün Akdeniz’e yayılmasını sağladı. Buna karşın söz konusu hakimiyetin XVII. Yüzyıldan itibaren gerilemesiyle İmparatorluk da geriledi. Nitekim bir kara gücü olan Roma’yı imparatorluk yapan uzun bir mücadele sonunda eski Fenike kolonisi olan Kartaca’yı(Yenişehir) yenip Akdeniz’e, Akdeniz’deki Fenike ticaret hatlarına hâkim olmasıydı. Buna karşı, Suriye ve Mısır’ın tarih sahnesine bir başat güç adayı olarak çıkan Müslüman Araplar tarafından fethi Arapları ve İslamiyeti bir dünya gücü haline getirirken, Konstantinapol’ün en zengin eyaletleri olan Mısır ve Suriye’nin bulunduğu Levant üzerindeki hakimiyetini kaybetmesi, Roma İmparatorluğunu yıkıma götürdü.
Osmanlı’nın Akdeniz’den yalıtılması için izlenen stratejinin jeopolitik ayakları, Mısır’ın ve Kıbrıs’ın İngilizlerce doğrudan kontrol edilmesi, Bizans’ın Yunanistan olarak yeniden yaratılması ve Kudüs Haçlı Krallığının bir Yahudi devleti olarak yeniden yaratılması olmuştur. Napolyon’un Mısır seferinde başarısız olması, 1827’de İngiliz, Fransız ve Rus donanmalarının birlikte Yunan isyanını bastırmaya çalışan Osmanlı ve Mısır donanmasını yok etmesi sonucunda Yunanistan’ın kurulmasıyla sonuçlandı. Bu durum, her ne kadar Masonluk gibi Avrupa şehrinin burjuva kardeşlik teşkilatlarından Pisagorcu yapıda doğmuş yapılar kendisini antik Mısır ile temellendirse de Mısır’da başarısız olan Avrupa’nın kendini medeniyet olarak artık Osmanlı’dan bağımsızlaşmış Yunanistan ile temellendirmesine yol açtı. İsrail ise II. Dünya Savaşının Akdeniz’deki en önemli jeopolitik sonucu olarak ortaya çıktı ve bir yandan Batı’nın bölgedeki varlığı olurken diğer yandan da Arap yarımadası ve Hicaz bölgesinin kuzey kenar kuşağını denetleyerek Akdeniz bağlantısını kontrol etmeyi mümkün hale getirdi. Zira Avrupalılara göre Kudüs Haçı krallığı başta olmak üzere Urfa Haçlı kontluğu, Antakya Haçlı Prinkepsliği, Trablusşam Kontluğu gibi Haçlı devletçiklerinin yok olmasının temel sebebi, özünde Avrupalı olan bu yapıların demografik olarak sürdürülememesiydi. Tarihi topraklarında yeniden iskân edilerek Avrupa’daki Yahudi sorununu da çözecek olan İsrail’in İngiltere, Fransa ve Sovyetlerin ve Amerika’nın garantörlüğünde kuruluşu, bu bakımdan Yahudilerin Müslüman coğrafyasına yeniden iskanı ile birden fazla sorunu çözen, demografik olarak sürdürülebilir bir jeostratejik proje olarak ortaya çıktı.
Tarih, açık denizlere ulaşım imkânı olmayan bir gücün, küresel bir orta seviye güç olmasının mümkün olmadığını göstermektedir. Gazze (Filistin) ve Suriye’de yaşananlar, jeopolitik açıdan İngilizlerce uydurulan “Ortadoğu” ile ilgili olmaktan önce, aynı Kıbrıs ve Libya gibi, bir Doğu Akdeniz meselesidir. Meseleyi bu bağlamda ele almak, yaklaşmak, politika üretmek gerekir. 2011’den beri Libya, Suriye ve Ukrayna’da yaşananlar, aynı deniz jeopolitiği çatışmasının farklı cepheleriydi. Çatışmaların temel hedefi, öncelikle Batılı olmayan Türkiye, Rusya, Çin gibi kara jeopolitiğinde güçlü ülkelerin denize erişimini engellemek, bunları karaya kilitli (landlocked) ülkeler haline gelmesini sağlamaktır. Bunun için Ortadoğu’nun birbiri ile mezhep ve etnisite temelinde çatışan irili ufaklı ülkelere bölünmesiyle kolayca kontrol edilebilecek bir Amerikan Ortadoğusu yaratılması, tabir caizse tüm bölgenin Lübnanlaştırılması amaçlanmıştır.
Dönemin muhaliflerinin Halep’e yönelik başlattığı anlaşılan operasyonun Esed rejiminin içten çöktüğünün anlaşılmasıyla başlangıçta öngörülmeyen bir sonuca evrilerek Rejimin devrilmesiyle sonuçlanması, henüz pek fark edilmese de bölgede Berlin duvarının yıkılması ve Soğuk Savaşın bitmesi sonucunu doğuracaktır. Dolayısıyla Esed Rejiminin devrilmesi ve Gazze’deki ateşkes, Ortadoğu ölçeğinde bundan sonra yaşanılacakları büyük ölçüde belirleyecek bir “Sıfır Saati” etkisine sahiptir. Tarihin coğrafi kalbi olan Doğu Akdeniz için mücadele yeni bir safhaya giriyor.