“Sünni Ozan” Geleneğini Kentte Yeniden Üreten İsim
Türk sağı ve modern müzik ilişkisi açısından önemli bir yerde durup, ortaya koyduğu çalışmalarla estetik ve tematik bir eşiği temsil eden Hasan Sağındık’ın ilk ürünlerini vermeye başladığı 1980’lerin sonu, 12 Eylül darbesinin toplum üzerindeki etkilerinin devam ettiği zamanlara denk düşmektedir. İçerisinden sıyrılıp geldiği toplumsal katman ve düşünce ekolünün (ülkücü hareket) darbeyle almış olduğu yaranın derin izlerini taşıyan “Yusuf Yüzlüler” (Günalp Müzik, 1989) isimli albümünün bu yüzden sadece müzikal değil, tarihsel nitelik taşıdığını iddia etmek mümkün. Uçları 70’li yılların sokağa taşan politik şiddetinden izler barındıran acılarla örülü bir kuşağın 1980 sonrası yaşamış olduğu hayal kırıklığı ve travmalarını anlatan öykülerle yoğrulmuş bu ilk albüm için dolayısıyla “baştan sona bir ağıt”tı diyebiliriz.
Türkiye’nin önemli kültürel, sosyolojik ve siyasal dönüşümler yaşadığı 1980’li yılların sona erip 90’ların dünyasının başladığı zaman aralığında çıkan “Yusuf Yüzlüler” hem bir dönemi kapatmış hem de acıları romanlara, şiirlere, filmlere aktarılmakta yetersiz kalınan bir kuşağın geciken epiğini anlatmak gibi zor bir görevi yerini getirmiştir. Hatta bu kuşağın, öznesi olduğu tarih ile yapamadığı hesaplaşmasını Sağındık’ın şarkılar üzerinden zamana not düşerek, ülkenin arkadan gelecek yeni kuşaklarına anlamlı bir eleştirel miras bıraktığını da ekleyelim.
Hasan Sağındık müziğinin en belirgin özelliğinin, başından itibaren insanı, toplumu ve ait olduğu medeniyetin modernleşme sancılarını (kentleşmeden, çevre sorunlarına kadar) yaşamış Türkiye’yi de içine alan moral haritasına dair bakış açısı üzerinden çağa tanıklık ederek biçimlendiğini söyleyebiliriz. Bu moral haritası hiç kuşkusuz dini, dili, milliyeti ne olursa olsun “mazlum”dan yana durmak merkezli bir vicdani zemindir. Ki bu yüzden 1996’da yayınladığı 6.albümü “Siyah Ağıt”ta Batılı adamın sömürdüğü Afrika’nın öyküsünden bahsederek kolektif vicdana seslenir. İnsandan ve adaletten yana konumlanan bu öykü Sağındık’ın bütün albümlerinde dinleyicisine büyük bir anlam haritası sunar.
Bu haritada kimi zaman “Ağla Karanfil” ile (Ağla Karanfil, Günalp Müzik, 1990) Bakü’nün 1990 yılında işgaline tanıklık ederiz, kimi zaman Sabri Karger’den alıp okuduğu “Anayurt” ile (Beni Yaşarken Anla, Günalp Müzik, 1991) 70 yıllık ağır Sovyet esaretinden sonra bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetlerinin kimlik arayışlarına kapı aralarız. Ya da “Erzincan” ile (Dosta Doğu/Irgalanış, Günalp Müzik, 1992) hem 1939 hem de 1992’de yinelenen depremin yıkımına uğrayan Erzincan halkının acılarına ortak oluruz. Sözü ve müziği bana ait “Kurşun Kurşun Üstüne” şarkısı ise (Zindan Şehirler, Günalp Müzik, 1993) 90’ların başında modern dünyanın gözleri önünde, -hatta Avrupa’nın ortasında- gerçekleşmiş soykırım olarak hatırlamamız gereken Bosna trajedisine dahil eder bizi.
28 Şubat darbesine şarkısıyla karşı durdu
20.yüzyılın bitmeyen bir dramı olarak Filistin’de sürüp gelen acıları gündemde tuttuğu “Selam Söyle”den (Siyah Ağıt, Günalp Müzik, 1996), post-modern zamanların Türkiye’sinde statükoyu temsil eden yerleşik kurumların, toplumun bir kesimine yönelik ortaklaşa düzenledikleri 28 Şubat askeri darbesine eleştiriler getiren eseri “Adamlar”a (Adamlar, Günalp Müzik, 1997) ve hatta ülkedeki adalet sisteminin işleyişindeki sorunları ön çıkartan “Kıyas”a (Bitsin Seninle, Sera Yapım, 2001) kadar söylediği şarkıları ile hem kendi tanıklığını hem içerisinde yer aldığı toplumu bu tanıklığa şahit kılarak farkındalığımızı çoğaltır. Bu arada “Adamlar”ın, 28 Şubat darbesi günlerinde maruz kalınan askeri müdahaleye karşı yapılmış tek ve en cesur şarkı olduğunu da hatırlatmak isterim. O yıllarda iktidardaki “İslamcılara” yönelik gerçekleştirilen askeri darbeye, ülkücü gelenekten gelen bir sanatçının karşı durması ise tarihsel nitelik taşımaktadır.
Şarkılarının sözlerinin çok önemli bir kısmının klasik ve modern Türk şiirinin örneklerinden seçilmiş olması da dikkate değerdir. Yunus Emre, Arif Nihat Asya, Orhan Şaik Gökyay, Yavuz Bülent Bakiler, Ali Akbaş, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Sadettin Kaplan, Ahmet Efe, Mehmet Aycı, Süleyman Ağa Baydili, Celalettin Kurt, Alişan Satılmış, İbrahim Sadri, Abdullah Çevik, Alper İslam Evsen, Mehmet Karanfil, Aşık Şefkati, Cumali Balıkçıoğlu, Necati Çelikkol, Süleyman Kalaycı, Yusuf Erbay, Serdar Tuncer’in şiirlerini eserlerinde kullanmıştır. Dolayısıyla eserlerine yansıyan tematik derinliğin sırrını burada, Türk şiirinde aramak gerekli. Ki yine önemli bir kısmı serbest formda yazılmış bu şiirlerin Sağındık tarafından bestelenip o formun uzantısı olarak şekil bulan geniş armonik yapılı eserlere dönüşmesi onun özgünlüğünü besleyen bir başka olgu (Ağıt, Yusuf Yüzlüler, Beni Bu Şehirden Al Götür Anne, Beni Yaşarken Anla, Zindan Şehirler, Dokuz Şafak, Siyah Ağıt…). Bestelerinin temasına uygun olarak zaman zaman şarkılarının içerisinde şiirler yorumlaması (Dilaver Cebeci, Bülent Akyürek, Lütfi Kireçci ve Remzi Çayır’ın şiirleri ve şiirsel metinleri) Sağındık’ın Türk şiirinin değişik boylamlarını düzenli biçimde takip ettiğinin ispatı bence. Türk şiiri ile kurduğu bu organik ilişkinin onu diğer müzisyenlerden ayırdığını görmemek mümkün değil.
Ancak özellikle 2. albümü “Ağla Karanfil”den itibaren Sağındık, “geleneksel halk şiirimizi kente taşıyarak tematik dönüşümünü sağlayan ozan” biçiminde değerlendirebileceğimiz Abdurrahim Karakoç ve poetik yolculuğunun ikinci döneminde yazdıklarıyla modern Türk şiirine metafizik bir bilinç üzerinden derinlik katan Bahaettin Karakoç metinlerini bestelemeyi önceleyip adeta bu isimlerle özdeşleşti. Abdurrahim Karakoç’un hicivden, romantizme akan dörtlükleri ve Bahaettin Karakoç’un modern dünyanın açmazlarına metafizik merkezli bir koridor aralayan sistematik bakış açısı Sağındık’ın müzikal poetikasıyla bütünleşerek unutulmaz şarkılara dönüştü.
Kendi bestelerinin yanı sıra kimi albümlerinde farklı sanatçıların eserlerini yorumlaması ise onun müzikal çizgisinin içe kapalı bir süreç izlemediğini göstermektedir. Ali Ufki Bey, Özbekistanlı sanatçı Dedehan Hasan ve Sabir Karger, Gündoğar, Kaya Kuzucu, Zafer İşleyen, Bahtiyar, Ertan Erden, Celalettin Kurt ve Selçuk Küpçük’ün bestelerini yorumlayan sanatçıya Hilmi Şahballı ve Aykut Kuşkaya da sesleri ile eşlik etmişlerdir.
Asyalı olmayı Batı karşısında bir duruş olarak ele alıp müziğine taşıdı
“Asyalı” olmayı Batı karşısında kimliğini korumaya dair bir direniş şeklinde ele alan Sağındık’ın, müziğini de bu geniş coğrafyanın öyküsünden beslenerek kurguladığını iddia edebiliriz. Beste aranjelerinde ortaya çıkan bu sentez anlayışı onu Türkiye’deki verili müzik üretiminin hem uzağında tutmuş, hem de ortaya koyduğu albümlerle piyasa dışı çalışmalara yönelmek isteyen başka müzisyenlere ilham vermiştir. Yerleşik ve kendisini tekrar eden müzikal üretim yerine her yeni albümünde farklı ses ve zenginlik arayışlarının peşinde koşarak dinleyicisini belli bir estetik eşiğin farkındalığına çağıran Sağındık bu müzikal yolculuğunda kimi vakit Asya’nın uçsuz bucaksız steplerini hatırlatan pentatonik besteler de yaptı, kimi vakit caz’dan rock formuna uzayan yapılara da yöneldi.
Müziksel türlerin iç içe geçtiği, enstrüman icralarının çeşitlendiği ve dünya müziğinin birbirinden bağımsız gibi görünen ses birikimlerinin ortak bir sounda dönüştüğü zaman aralığında Türkiye’nin saygın aranjörlerinden başta Gündoğar olmak üzere Erkan Oban, Mete Artun ve Fatih Ihlamur ile çalışarak özgün üretimler ortaya koyan Hasan Sağındık’ın bütün bu müzikal teknik arayışlarına rağmen ruh kökünün, mesele edindiği temalara bakılarak yerli kalmak gibi bir zemine oturduğu tartışma götürmez.
Şahballı’nın kente ulaştırdığı milliyetçi-muhafazakar duyarlılığı
devralıp kendi özgün türkülerini söyledi
Yaşadığı çağın sosyal, kültürel, politik sorunlarına “meselesi” olan bir “kent ozanı” bilinci üzerinden, elinde tuttuğu bağlamasıyla eklemlenen ve ilk albümü “Yusuf Yüzlüler”den günümüze kadar aslında tek bir türküyü söyleyen, söylediği türküde Anadolu’dan başlayıp Balkanlar’dan, Afrika’ya, Ortadoğu’dan Asya’ya ortak duygu ve vicdan coğrafyasının resmini çizen Hasan Sağındık için bütün bu müzikal yolculuğu boyunca istikrarını ve sanata yönelik ahlaki duruşunu koruyarak bir medeniyetin modern zamanlara ulaşan avazını yüksek sesle dillendirmiştir değerlendirmesinde bulunmak pekala mümkün. Ayrıca 1960’ların ikinci yarısından itibaren ozan kimliğinin politikleşip “alevi ozan”ların TİP,”sünni ozan”ların CKMP-MHP çevresinde toplandıkları tarihsel hattın uzantısı olarak Sağındık bu formu kente taşımış ve dönüştürmüştür.
Dolayısı ile Aşık Mahzuni’nin kente getirdiği türküleri modern müziğin imkanlarına taşıyan Cem Karaca gibi isimlerin 1970’lerde yaptığı estetik müdahaleyi Sağındık gecikerek 80’lerin sonunda ortaya koymuştur. Bir anlamda Ozan Hilmi Şahballı’nın kente ulaştırdığı milliyetçi-muhafazakar duyarlılığı devralarak kendi özgün türkülerini söylemiştir. Bu ayrımın -yani ozan geleneğini sürdürmesi ve türkülerden gelen bir hattı takip etmesi- onu İslamcı mahfilde müzik üretenlerden belirgin biçimde ayrıştırdığı ortada.