Sudan’daki Savaşta Orta Doğu Monarşileri: Çıkarlarını Ne Yönlendiriyor?
Nisan 2023’te patlak veren Sudan iç savaşı, birçok dış aktörün müdahil olduğu bir çatışmaya dönüştü. Savaş, siyasi ve ekonomik güç elde etme mücadelesinde Sudan Silahlı Kuvvetleri ile paramiliter Hızlı Destek Güçleri’ni karşı karşıya getirdi. Bu durum, dünyanın en ciddi insani krizlerinden birine yol açtı. Birçok yabancı devlet, taraflardan birini destekleme yoluna gitti. Bu devletler arasında Çad, Mısır, İran, Libya, Katar, Rusya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) bulunuyor.
Suudi Arabistan ve BAE, iddiaları reddetmelerine rağmen savaşan taraflara mali ve askeri destek sağlıyor. Sudan’daki bu Körfez monarşilerinin etkisini araştıran siyaset bilimci Federico Donelli, müdahalelerinin doğurduğu sonuçları analiz ediyor.
BAE ve Suudi Arabistan Sudan’a Nasıl Dahil Oldu?
Sudan’daki iç savaşın patlak vermesinde birincil tetikleyiciler yerel faktörlerdi. Sudan’daki çatışmayı vekâlet savaşı olarak nitelendirmek, ülkenin iç dinamiklerini küçümsemek veya göz ardı etmekle eşdeğer olabilir.
Ancak diğer devletlerin dolaylı müdahalesini de göz önünde bulundurmak önemlidir. Afrika Boynuzu bölgesinde Sudan, son yirmi yılda en fazla Orta Doğu devletleriyle etkileşime girdi. Bu devletler arasında iki Körfez monarşisi—Suudi Arabistan ve BAE—öne çıkıyor.
Suudi Arabistan ile Sudan arasındaki siyasi ilişkiler, Sudan’ın 1956’da bağımsızlığını kazanmasına kadar uzanıyor. Ayrıca, iki ülke arasındaki halklar arası bağlar yüzyıllardır gelişmeye devam etti. Bunun başlıca nedeni, Sudan’ın Suudi Arabistan’a ve İslam dünyasının iki kutsal şehri Mekke ile Medine’ye coğrafi olarak yakın olmasıdır.
BAE’nin durumu ise farklıdır. 2000’li yılların başından itibaren BAE, liman lojistiği gibi özel sektörlere yatırım yaparak Afrika’daki ekonomik ve finansal etkisini genişletti. 2010’lu yılların sonlarında Arap ayaklanmalarının öncesi ve sonrasında bölgesel dengelerin değişmesiyle birlikte Sudan, BAE için stratejik açıdan önemli bir ülke haline geldi.
2014 ve 2015 yılları arasında, Suudi Arabistan ve BAE’nin Sudan siyasetindeki etkisi, Devlet Başkanı Ömer el-Beşir döneminde arttı. Her iki monarşi de İran’ın Kızıldeniz ve Yemen’de güç kazanmasını engellemek istiyordu. 2015 yılında Sudan, İran ile diplomatik ilişkilerini kestikten sonra, Yemen’deki Husi isyancılara karşı Suudi Arabistan öncülüğünde düzenlenen askeri operasyona 10.000 askerle katkıda bulundu. Hem Sudan ordusu hem de paramiliter güçler operasyona katıldı ve bu süreçte kişisel bağlantılar kuruldu.
2019’da başlayan Beşir sonrası dönemde, bu doğrudan bağlantılar sayesinde Suudi Arabistan ve BAE’nin Sudan’daki etkisi artmaya devam etti.
Genel olarak, her iki monarşi de uluslararası alanda statü arayışında. Değişen küresel dengeler içinde Sudan, onların siyasi süreçleri etkileme ve gelecekteki siyasi düzenlemeleri şekillendirme yeteneklerini test ettikleri bir alan konumunda.
2019 sonrası geçiş sürecini Sudan’ın bölgesel konumunu etkilemek için bir fırsat olarak gören iki monarşi, Sudan güvenlik aygıtı içindeki farklı grupları desteklemeyi seçti. Bu dış destek, iç rekabeti daha da körükledi.
Riyad, Mısır ile birlikte ordu lideri Abdülfettah el-Burhan ile yakın ilişkilerini sürdürdü. Abu Dabi ise Hızlı Destek Güçleri’nin lideri Muhammed Hamdan Dagalo, yani Hemedti ile ittifak kurdu.
2019’dan bu yana, BAE ve Suudi Arabistan arasındaki ilişki değişti. Özellikle bölgesel konular üzerinde on yılı aşkın süredir devam eden stratejik yakınlaşmanın ardından, iki Körfez monarşisi siyasal İslam gibi konularda farklılaşmaya başladı. Bu ayrışma, Sudan da dahil olmak üzere çeşitli kriz senaryolarında kendini gösterdi.
Her iki ülke de Beşir’in devrilmesinin ardından Sudan’daki geçiş sürecini başlangıçta ortaklaşa desteklemiş olsa da, Hemedti ile el-Burhan arasındaki ilişkilerin bozulması, iki monarşi arasında bir hesaplaşma için uygun koşulları yarattı.
Ancak Sudan’daki çatışma, BAE ve Suudi Arabistan arasındaki anlaşmazlık nedeniyle patlak vermedi. Bununla birlikte, Sudan’daki yerel aktörler dış desteğin farkındaydı ve bu destekten güç alarak savaşa girebileceklerini hissettiler. Çatışma başladıktan sonra ise her iki monarşi de bölgesel rakipleri karşısında zayıf görünmemek için yerel desteğini çekmekte tereddüt etti.
Sudan Bu Ülkeler İçin Neden Önemli?
Siyaset bilimci Abigail Kabandula ile yaptığım son çalışma, BAE ve Suudi Arabistan’ın 2011 Arap ayaklanmalarının ardından Sudan’daki varlıklarını kademeli olarak artırdığını gösteriyor. Mısır gibi bazı rejimlerin çöküşü, bu iki Körfez monarşisinin istikrarsızlığın kendilerine de sıçrayabileceği endişesine kapılmasına yol açtı.
Analizimiz, Sudan’ın Suudi Arabistan ve BAE için stratejik önemini belirleyen iki temel faktörü ortaya koyuyor:
• Bölgesel güç dengelerindeki değişimler
• Afrika Boynuzu’nun jeopolitik önemi
ABD’nin Asya’ya yönelmesi – Orta Doğu’daki kaynaklarını Pasifik’e kaydırması – ve Arap Baharı protestoları, Körfez ülkeleri arasında belirsizliği artırdı. Bu durum, bölgesel güç dinamiklerinin yeniden şekillenmesine ve rakip blokların oluşmasına yol açtı. Sonuç olarak, BAE ve Suudi Arabistan Afrika ülkeleriyle daha yakın ilişkiler kurmaya yöneldi. Sudan’da ise bu ilişki hem askeri hem de siyasi angajman yoluyla gelişti.
Analizimiz, 2012 ile 2020 yılları arasında her iki ülkenin de Sudan’a olan ilgisinin arttığını gösteriyor. Bununla birlikte, araştırmamız büyüyen etkileri arasındaki bazı temel farklılıkları da ortaya koyuyor.
Arap ayaklanmalarının hemen ardından, BAE’nin Sudan’daki etkisi hızla arttı. Bunun en büyük sebebi, protestoların yayılma ihtimali konusundaki endişelerdi. Sudan’ın Mısır’a coğrafi olarak yakınlığı göz önüne alındığında, bu durum özellikle önemli hale geliyordu.
Suudi Arabistan ise 2010’dan 2020’ye kadar Sudan’daki etkisini daha istikrarlı bir seviyede sürdürdü. Riyad da başlangıçta protestoların yayılmasından endişe duymasına rağmen, etkisini BAE’ye kıyasla daha dengeli bir şekilde korudu.
Her iki Körfez ülkesi de Ömer el-Beşir’in Türkiye ve Katar ile artan bağlarından rahatsızdı. Bu ilişkilerin, bölgede İslamcı eğilimli bir bloğun güçlenmesine yol açacağından korkuyorlardı. Ancak Beşir’in 2019’da devrilmesinin ardından, Suudi Arabistan ve BAE’nin Sudan’a yönelik yaklaşımları farklılaşmaya başladı.
İki Körfez monarşisi, Sudan’ı coğrafi konumu nedeniyle kilit bir ülke olarak görüyor.
Sudan, istikrarsızlık ve çatışmaların hâkim olduğu iki stratejik bölge olan Sahel ve Kızıldeniz’in kesişim noktasında yer alıyor. Bu bölgeler, siyasi istikrarsızlık, yoksulluk, gıda güvensizliği, iç ve dış savaşlar gibi birbiriyle bağlantılı sorunlarla karşı karşıya. Ayrıca, nüfus hareketleri, sınır ötesi suçlar ve cihatçı grupların tehdidi bu bölgelerde ciddi güvenlik riskleri yaratıyor.
Bunun yanı sıra Sudan, Akdeniz ile Sahra Altı Afrika arasında kritik bir bağlantı noktası konumunda. Ülke, bölgedeki mevcut ve gelecekteki jeostratejik dinamikleri etkileyen stratejik bir kavşak niteliğinde.
Katar da dahil olmak üzere Körfez monarşileri, Sudan’ın tarım-gıda sektörüne önemli yatırımlar yaptı. Bu yatırımların toplam değeri 1,5 ila 2 milyar ABD doları arasında değişiyor ve bu sektör, Körfez ülkelerinin gıda güvenliği açısından büyük önem taşıyor. Sudan, bol su kaynakları ve geniş verimli tarım arazileriyle Körfez şirketleri için cazip bir yatırım alanı oluşturuyor.
Bundan Sonra Ne Beklenmeli?
Ukrayna, Orta Doğu ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki krizlere benzer şekilde, Sudan’daki çatışmanın da müzakereler yoluyla çözülmesi zor görünüyor. Bu zorluğa katkıda bulunan iki temel faktör var.
Birincisi, her iki taraf da zaferin yalnızca karşı tarafın kesin yenilgisiyle mümkün olduğuna inanıyor. Bu mantık, karşılıklı kazanç sağlayacak bir çözüme yer bırakmıyor.
İkincisi, mevcut uluslararası bağlam, çatışmaların devam etmesine olanak tanıyor. Küresel güç dengesindeki değişimler, savaşan taraflara dış destek sağlama fırsatı sunuyor. Bu durum, barışçıl bir çözüm bulunmasını daha da karmaşık hale getiriyor.
Sudan’da şu anda iki ayrı yönetim ve güç odağı bulunuyor. Bu bölünmenin daha da derinleşmesi bekleniyor.
* “Federico Donelli, Trieste Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler alanında Yardımcı Doçent olarak görev yapmaktadır. Ayrıca Milano’daki Uluslararası Siyaset Çalışmaları Enstitüsü’nde (ISPI) Kıdemli Araştırma Görevlisi ve Washington DC’deki Orion Politika Enstitüsü’nde (OPI) Misafir Araştırmacıdır.”