Sudan İç Savaşı’nda Güç Dengesi Nasıl Değişiyor?

Sudan’da Nisan 2023’ten bu yana devam eden çatışmalar, ülkenin son on yıllardaki en kanlı iç savaşlarından birini doğurmuştur. Bu çatışma, Sudan Silahlı Kuvvetleri (Sudan ordusu) ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında patlak veren ve giderek karmaşıklaşan bir iktidar mücadelesi şeklinde tezahür etmiştir. Uzun süredir Sudan sahnesinde güçlü bir aktör olarak varlık gösteren HDK, 2010’lu yıllarda eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir tarafından kurumsallaştırılan, ancak kökeni Darfur’daki Cancavit milislerine dayanan bir paramiliter yapıdır. Son dönemdeki gelişmeler ışığında, Sudan ordusunun sahada ilerleme kaydettiği ve HDK’nın gerilemeye başladığı görülmektedir. Özellikle Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) HDK’ya sağladığı silah, finans ve diplomatik desteğin artık beklenen sonuçları vermekte zorlandığı ve bu desteğin uluslararası zeminde büyük bir sorun hâline geldiği dile getirilmektedir. Hatta Sudan devleti, BAE’yi Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) şikâyet etmiş ve ülkede işlenen suçlara doğrudan ortak olmakla suçlamıştır. Diğer taraftan, Türkiye’nin Sudan hükümetiyle giderek derinleşen ilişkileri, bu çatışmanın seyrinde yeni bir dinamik olarak dikkat çekmektedir. Özellikle Türkiye’nin askeri destek ve drone satışları üzerinden Sudan ordusuna sağladığı katkının, çatışma sahasında ordu lehine bir dönüşüm yarattığı değerlendirilmektedir.

HDK’nın Kökeni ve Darfur’daki Hak İhlalleri

HDK’nın kökenini anlamak, Darfur’dan başlayarak günümüze uzanan ihlaller zincirini daha iyi kavramayı mümkün kılmaktadır. HDK, büyük ölçüde Darfur’da 2003–2005 yılları arasında gerçekleşen ve uluslararası kamuoyunun “Darfur Soykırımı” olarak nitelendirdiği süreçte aktif rol oynayan Cancavit (Janjaweed) milislerinden evrilmiştir. Bu milis güçleri, merkezi hükûmetin kontrolü dışında hareket eden, etnik temizlik ve insan hakları ihlalleriyle gündeme gelen bir yapılanma idi. Ömer el-Beşir yönetimi, Cancavit’i resmi bir güce dönüştürmek için 2013 yılında Hızlı Destek Kuvvetleri (Rapid Support Forces) adı altında bir çatı kurdu.

Darfur’da yaşayan yerel topluluklar özellikle Afrika kökenli kabileler (örneğin Fur, Masalit, Zaghawa) başta olmak üzere sistematik saldırılara, yağmalamalara, cinsel şiddete ve zorla yerinden edilmelere maruz kalmıştır. Uluslararası İnsan Hakları Örgütleri’nin raporlarına göre, HDK’nın sivillere yönelik suçları arasında yaygın tecavüz, infaz, kasıtlı aç bırakma ve köylerin yakılması gibi eylemler ön sırada yer almıştır. Bu miras, HDK’nın 2023’teki iç savaşta da aynı stratejiyi kullanmaya eğilimli olduğunu göstermektedir. Nitekim çatışma başladığından bu yana, Darfur’un El-Fasher, Nyala, El-Geneina ve Zalingei gibi kentlerinde sivillere dönük katliamlar rapor edilmiştir. Etnik kırım boyutuna varan bu şiddet sarmalında binlerce sivilin öldürüldüğü, evlerini terk etmeye zorlandığı ve insani krizlerin tetiklendiği belirtilmektedir.

Hartum ve Gezira’da Süregelen Suçlar

HDK’nın insan hakları ihlalleri yalnızca Darfur ile sınırlı kalmamış, büyük kentlerde de vahim sonuçlara yol açmıştır. Hartum üçlüsü (Hartum, Bahri ve Omdurman) çatışmanın ilk günlerinden itibaren paramiliter saldırıların merkezinde olmuştur. Stratejik binaların, sivil yerleşimlerin ve altyapı tesislerinin yağmalanması ve sivillere yönelik keyfî şiddet hadiseleri bu bölgede sıklıkla rapor edilmiştir.

Son zamanlarda, HDK’nın özellikle Gezira eyaletinde köy baskınları ve toplu katliamlar gerçekleştirdiği yönünde de çok sayıda belge ve tanıklık bulunmaktadır. Alseriha gibi köylerde, HDK’nın sistematik tecavüz, işkence ve yağma eylemlerine giriştiği, yüzlerce insanı katlettiği iddia edilmektedir. Bu saldırılar, HDK’nın bölgede “kolay lokma” gördüğü ve Sudan ordusunun henüz tam kontrol sağlamadığı yerlerde yayılan bir terör stratejisi olarak yorumlanmaktadır. Aynı zamanda, bu şiddet dalgası HDK’nın bir nevi “cezalandırma” refleksi taşıdığını da göstermektedir; zira Gezira eyaletinde HDK bünyesinde üst düzey komutan olan Ebu Akla Kikal’ın Sudan ordusu tarafına geçmesi, HDK’nın intikam amaçlı sivil yerleşimlere yönelmesine sebep olmuştur.

Birleşmiş Milletler raporlarında da HDK’nın cinsel şiddeti bilinçli bir silah olarak kullandığına dair bulgular yer almaktadır. Bu durum, HDK’nın taktiksel açıdan siviller üzerinde korku yaymayı hedefleyen bir politika izlediğini ortaya koyar. Genç kızların ve kadınların toplu tecavüze uğraması, çocukların zorla askere alınması, yaşlıların ve engellilerin insani yardıma erişiminin engellenmesi gibi vaka örnekleri, uluslararası hukukun pek çok normunu ihlal etmektedir.

BAE’nin Müdahalesi ve UAD’ya Taşınan Şikâyet

Son dönemde Sudan ordusu, Birleşik Arap Emirlikleri’nin HDK’ya sağladığı desteğin devamı nedeniyle BAE’yi resmen suçlayarak konuyu Uluslararası Adalet Divanı’na taşımıştır. Sudan devleti, BAE’nin “soykırım ve insanlığa karşı suçlarda doğrudan payının bulunduğunu” öne süren kapsamlı bir dosya hazırlamıştır. Bu dosyada, BAE’den geldiği iddia edilen ağır silahlar, zırhlı araçlar, drone’lar ve lojistik malzemelerin HDK’nın eline nasıl geçtiğine dair kanıtlar sunulduğu söylenmektedir.

BAE, kıyı bölgeleri ve Kızıldeniz üzerinden stratejik etkiye sahip olmak amacıyla Sudan’da uzun süredir aktif rol oynamaktadır. Özellikle darbe sonrası süreçte, yeni oluşan güç boşluğundan yararlanarak paramiliter yapılara yatırım yaptığına dair birçok rapor bulunmaktadır. Mali ve askeri yardımların yanı sıra, BAE’nin diplomasi kanallarını da devreye sokarak HDK üzerindeki uluslararası baskıyı kırmaya çalıştığı öne sürülür. Ancak Darfur’daki son katliamlar ve diğer bölgelerde sivillere yönelmiş sistematik saldırılar, BAE’nin bu desteğini uluslararası zeminde savunulamaz kılmaktadır. ABD başta olmak üzere bazı Batılı devletlerin de BAE’ye, “silah satışlarını kısıtlama” yönünde uyarılarda bulunduğu ancak bunu zorlayacak bir mekanizma kurulmadığı bildirilmektedir.

BAE’nin dış politikasında, Afrika Boynuzu’ndan Libya’ya kadar uzanan coğrafyada paramiliter gruplarla iş birliği yaptığına dair ciddi iddialar mevcuttur. Libya’da Halife Hafter’e sağlanan askeri destek ve Yemen’deki müdahaleleri, bu politikanın farklı örneklerindendir. Sudan’da HDK’ya yönelik destek de aynı stratejik hattın parçası olarak değerlendirilebilir. Ne var ki Hartum yönetimi, BAE’nin bu politikasını “ülkenin egemenliğine açık bir müdahale” olarak tanımlamaktadır.

Sudan Ordusunun İlerleyişi: Savaşın Seyri Değişiyor mu?

2024’ün ortalarından itibaren Sudan ordusu, Hartum ve çevresinde, Darfur’un bazı noktalarında ve ülkenin doğusunda daha etkili askerî operasyonlara girişmiştir. Özellikle Hartum’un merkezinde ve Omdurman bölgesinde, HDK’nın önceki aylardaki hâkimiyetine kıyasla SAF’nin hava ve kara operasyonları sayesinde önemli ölçüde gerileme kaydettiği belirtilir. Aynı şekilde Darfur’un kuzeyinde El-Fasher gibi şehirlerde, SAF’nin etrafını çeviren HDK kuşatmalarına karşın son dönemde stratejik mevziler alındığı ifade edilmektedir.

Öte yandan, Gezira eyaletinde de ordunun kimi yerlerde savunma pozisyonunu güçlendirdiği ve bazı bölgelerde karşı taarruza giriştiği yönünde bilgiler gelmektedir. Türkiye gibi ülkelerden aldığı insansız hava araçları (İHA/ drone) ve diğer teknik desteklerin, orduya ciddi bir üstünlük sağladığı aktarılır. Saha raporlarına yansıyan bilgilere göre, Türkiye yapımı silahlı drone’ların HDK’nın ikmal hatlarına ve cephane depolarına nokta atışı saldırılar düzenleyerek, HDK’nın lojistik kapasitesini önemli ölçüde zayıflattığı öne sürülmektedir.

Bu noktada, ordu ile HDK arasındaki askeri dengenin uzun vadede nasıl şekilleneceği hâlâ belirsizdir. Zira HDK’nın hem BAE hem de başka bazı dış aktörlerden — dolaylı yoldan da olsa — malzeme yardımı alabileceği iddiaları devam etmektedir. Ayrıca paramiliter güçlerin sivil alanlara sızarak yeni cepheler açma kabiliyeti, kentsel çatışma ortamını uzatan bir faktör olarak karşımıza çıkar. Yine de son dönemdeki tablo, ordu lehine bir üstünlüğün belirginleştiğini göstermektedir.

Türkiye’nin Rolü ve Askerî Desteği

Türkiye, Sudan’daki iç savaşın başladığı 2023 baharından bu yana, diplomatik açıdan Sudan hükümetinin yanında yer alan bir görüntü vermiştir. Geçmişte de Türkiye, Sudan’la tarım ve savunma sanayi başta olmak üzere çeşitli alanlarda iş birlikleri yapmış, bu ilişkiler 2019’da Beşir rejiminin düşmesine rağmen korunmuş ve yenilenmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Sudan Cumhurbaşkanı Abdül Fettah el-Burhan arasında gerçekleşen görüşmeler, iki ülke arasındaki savunma iş birliğinin derinleştiğini göstermektedir.

Özellikle Türkiye’nin Sudan’a askerî malzeme ve teknoloji transferi yaptığı, birkaç farklı kaynak tarafından doğrulanmaktadır. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, Türkiye’den gönderilen silahlı insansız hava araçları (SİHA) Sudan ordu kuvvetlerine önemli bir hava desteği sağlamış ve HDK’nın şehir içi manevra kabiliyetini sınırlamıştır. Bunun yanı sıra lojistik ve istihbarat alanlarında da Türkiye’nin Sudan devletine yardımcı olduğu belirtilir. Bu yöndeki destek, Ankara’nın Afrika’daki genişleyici stratejisinin bir uzantısı olarak yorumlanabilir.

Diğer yandan, Türkiye’nin bölgedeki varlığı Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi bölgesel güçlerin dikkatini çeken bir unsurdur. Türkiye, Sudan’daki rolünü “meşru hükümetin davetiyle ve uluslararası hukuka uygun” olarak tanımlıyor olsa da bu durum, özellikle Türkiye’yi rakip olarak gören bazı bölgesel aktörler tarafından nüfuz mücadelesi şeklinde algılanmakta ve uluslararası medyaya bu şekilde servis edilmektedir. Ankara için ise Sudan, hem stratejik Kızıldeniz hattında bir jeopolitik önem taşıması hem de uzun vadeli ekonomik kazanımlar sunması bakımından değerli bir ortak olarak görülmektedir.

Sonuç ve Değerlendirme

Sudan iç savaşında gelinen noktada, HDK’nın ülke geneline yaydığı şiddet ve suçlar hem ulusal hem de uluslararası boyutta ciddi tepki toplamaktadır. Darfur ve Gezira başta olmak üzere, sivillerin toplu katliama, sistematik tecavüze ve zorla yerinden edilmelere maruz kalması, insan hakları örgütlerinin raporlarına “soykırım” niteliğinde yansımıştır. Sudan devleti ise BAE’nin bu süreçte “doğrudan suç ortaklığı” yaptığını iddia ederek meseleyi Uluslararası Adalet Divanı’na taşımıştır. Ancak BAE’nin uluslararası politik ve ekonomik gücü dikkate alındığında, davanın nasıl sonuçlanacağı belirsizdir.

Öte yandan, savaşın seyri yavaş da olsa Sudan ordusunun lehine dönmektedir. ABD ve bazı Batılı ülkeler, mevcut çatışmayı diplomatik yollarla sonlandırma gayreti sergilese de henüz kalıcı bir ateşkes formülü geliştirilememiştir. HDK’nın halk arasındaki meşruiyetini kaybetmesi, paramiliter yapıya olan desteğin azalması ve dış finansman kanallarının sorgulanması, ordu açısından taktik avantajlar doğurmuştur. Bu arada Türkiye, Sudan devletine sağladığı silahlı drone ve istihbarat desteğiyle, orduyu önemli ölçüde güçlendirmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Devlet Başkanı Burhan arasındaki yakın temasların artması da bu savunma iş birliğinin devam edeceğini göstermektedir.

Sonuç itibarıyla, Sudan’daki çatışmalar henüz bitme aşamasına gelmemiştir fakat  HDK’nın özellikle Darfur, Hartum ve Gezira’da işlediği insan hakları ihlallerinin ulusal ve uluslararası alanda yarattığı tepki, paramiliter gücün geleceğine dair karamsar bir tablo çizmektedir. BAE’nin bu oluşuma desteğini çekmek zorunda kalabileceği, ya da en azından bu desteğin ağır politik sonuçlar doğurabileceği dile getirilmektedir. Türkiye’nin ise Sudan ordusu lehine oynadığı rol, sahada dengeleri yavaş ama istikrarlı bir biçimde değiştirmektedir. Bu durum, Sudan iç savaşının gidişatını önümüzdeki dönemde daha net biçimde şekillendirebilir ve ordu kontrolünün yeniden tesisiyle sonuçlanabilir. Ancak bu da esasen uzun vadeli bir süreçtir ve uluslararası toplumun devreye sokacağı barış girişimleri, insani yardımlar ile diplomatik baskılar belirleyici olmaya devam edebilir.