Srebrenitsa Katliamına İsrail Desteği yargılanıyor

Boşnaklar için Netanyahu’nun soykırımı Srebrenitsa travmasını tetikliyor

ÇEVİRİ ve TAKDİM: Cengiz Sözübek

her şeyi öğrenmenin geldi zamanı

kelime kelime, harf harf

otur oğlum, senin evin burası

istanbul ve viyana uzak,
şimdi bir kavşakta duruyorsun.

herkes akıllı, herkes bir şey fısıldıyor
sen kimseye güvenme, inanma.

başın dik yürü, yolun tam ortasında.

allah seni koruyor, sen de insanları koru
ne olacaksa zaten olacak.

90’larda çocuk olmaktan vazgeçirmiş, büyütmüştü bizi Bosna. Sadece o günlerde çocuk olanlar değil; takribi seksen yaşına doğru adeta yuvarlanarak giden ve psikolojisiyle/refleksleriyle 18 yaşında olan “yeni devletimiz” de 90’larda çocukluğu bırakması gerektiğini anlamaya başlamıştı Bosna’yla.

Boşnak sanatçı Dino Merlin’in “Â’raf” şarkısında yazdığı gibi “şimdi bir kavşakta duruyorduk” ve bize de bir adım ötemizdeki Bosna çok uzaktı.  Evimizin penceresinden baktığımız bahçemize evladımızın mezarı kazılıyor, biz uzaktan kısık seslerimizle sitem ediyorduk.

90’larda 17 yaşında olan Boşnak Nidzara Ahmetaseviç de tüm Bosna gibi hem bizi büyütmüş, hem de bizimle birlikte büyümüştü. Bugün yetişkin bir gazeteci olan o genç kız, Gazze’yle yeniden çocukluğuna dönüyor, bizi ve aslında tüm insanlığı yeniden büyüten Gazze’ye selâm duruyor:

Gazze’de gördüğümüz gibi, Bosna Hersek’ten alınan dersler yeterli olmamıştır: ‘Bir daha asla‘ yine yaşandı. Toplama kamplarının, savaş suçlarının, insanlığa karşı işlenen suçların ve soykırımın sadece tarih kitaplarında kaldığı bir dünya inşa etmeye başlamanın zamanı geldi. Aksi takdirde, hiç umut yok.

Nidzara Ahmetaseviç’in “Boşnaklar için Netanyahu’nun soykırımı Srebrenitsa travmasını tetikliyor” başlıklı makalesinin tedai ettirdiği ruh halini 90’lardan günümüze derin bir muhasebeyle birlikte müstakil bir yazıda ele almak da gerekiyor.

Makaleden önce Srebrenitsa soykırımında İsrail’in aktif müdahalesinden ve nihai rotası Lahey olacak olan Likudnik İsrail’in Srebrenitsa için söylediği “soykırım değil, sadece katliam” alçaklığından bahsetmek faydalı olabilir.

Mayıs’2024’te İsrail’in Sırbistan büyükelçisi Yahel Vilan Rusya devlet medyası Sputnik’e yaptığı ve İsrail’in muhalif haber portallarından The Times of Israel’ın “Diplomasi için utanç” olarak manşetine taşıdığı açıklamada “İsrail de Gazze’de işlediği iddia edilen soykırım nedeniyle Lahey’e davet edildi. Bana göre 1995 Srebrenitsa katliamı soykırım olarak adlandırılmamalı: soykırım olarak adlandırmak bu terimin önemini azaltır”

Siyonist militan Vilan’ın bu sözleri sadece Netenyahu’nun Lahey’deki yargı sürecine müdahil olmayla ilgili değil. 2016 yılında İsrailli bir akademisyen “John Brown” takma adıyla yazdığı makalede , İsrail’in Bosna soykırımı sırasında Sırp ordusuna yaptığı silah ihracatının ayrıntılarının açıklanmasını talep eden dilekçenin İsrail Yüksek Mahkemesi’nde reddedildiğini analiz etmişti.

İsrail’in silah ihracatının BM Güvenlik Konseyi ambargosunun Eylül 1991’de yürürlüğe girmesinden çok sonra gerçekleştiğine dair kanıtlar sunuluyordu:

1992 yılında Sırp Savunma Bakanlığı’nın eski bir üst düzey yetkilisi, ambargodan yaklaşık bir ay sonra İsrail ile Sırbistan arasında imzalanan silah anlaşması hakkında yazdığı Sırp Ordusu adlı bir kitap yayınladı:“En büyük anlaşmalardan biri Ekim 1991’de yapıldı. Bilinen nedenlerden dolayı, Yahudilerle yapılan anlaşma o zaman kamuoyuna açıklanmadı.”

O dönemde Bosna’da bir insani yardım kuruluşunda gönüllü olarak çalışan bir İsrailli, 1994 yılında bir BM görevlisinin kendisinden Saraybosna havaalanının iniş pistinde patlayan ve üzerinde İbranice yazılar bulunan 120 mm’lik top mermisinin kalıntılarına bakmasını istediğini ifade etti. Ayrıca Bosna’da İsrail yapımı Uzi silahlarıyla dolaşan Sırplar gördüğünü de ifade etmiştir.

1995 yılında İsrailli silah tüccarlarının Fransızlarla işbirliği yaparak Sırbistan’a LAW füzeleri tedarik etmek üzere bir anlaşma yaptıkları bildirilmiştir. 1992’deki raporlara göre, İsrail Savunma Bakanlığı’ndan bir heyet Belgrad’a geldi ve mermi tedariki için bir anlaşma imzaladı.

Ayrıca, Sırp kasap Mladiç’in günlüğünde bu silah sevkiyatlarına dair notlar olduğuna işaret ediliyordu: “İsrail’den İslamcı aşırılık yanlılarına karşı ortak mücadele önerdiler. Adamlarımızı Yunanistan’da eğitmeyi ve bedava keskin nişancı tüfeği vermeyi teklif ettiler

İsrailli “John Brown”, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin savaş suçlarına yaptığı hizmetleri şöyle açıklamıştı:

Devletin dilekçeye verdiği cevapla ilgili Yüksek Mahkeme oturumu ex parte olarak yapıldı, yani dilekçe sahiplerinin dinlenmesine izin verilmedi. Yargıçlar Danziger, Mazouz ve Fogelman dilekçeyi reddetti ve devletin, soykırım sırasında İsrail’in Sırbistan’a yaptığı savunma ihracatının ayrıntılarının açıklanmasının İsrail’in dış ilişkilerine ve güvenliğine zarar vereceği ve bu potansiyel zararın halkın olanları açığa çıkarma konusundaki çıkarını aştığı yönündeki görüşünü kabul etti.

Bu yılın başlarında aynı Yüksek Mahkeme, Ruanda soykırımı sırasında savunma ihracatına ilişkin benzer bir iddiayı reddetmiş, ancak bir ay sonra devletin kendisi, ölümler başladıktan altı gün sonra ihracatın durdurulduğunu açıklamıştı. Eğer devlet bile Ruanda’ya ilişkin bu bilginin -en azından kısmen- açıklanmasında bir sakınca görmüyorsa, neden bir ay önce bu konuda kapsamlı bir yasaklama getirilmiştir?

Bu dilekçeleri reddetmek devletin çıkarına olsa bile, Yüksek Mahkeme bu suçların gizlenmesine yardımcı olmaktan vazgeçmelidir – geçmişteki zulümlerin faillerini yargılamak için değilse bile, en azından günümüzde bu suçları durdurmak için..

 

Boşnaklar için Netanyahu’nun soykırımı Srebrenitsa travmasını tetikliyor

Nidzara Ahmetaseviç – “newarab.com”

Sırp Cumhuriyeti Ordusu (VRS) Drina Kolordusu Komutan Yardımcısı ve eski Sırp General Radoslav Krstić, mahkumiyetinden yirmi yıl ve savaş suçu işledikten neredeyse otuz yıl sonra hapishane müdürüne Srebrenitsa soykırımındaki rolünden dolayı duyduğu suçluluğu ifade eden bir mektup yazdığında şiirsel bir adalet duygusu hissettim.

Zamanlama da aynı derecede şiirseldi. Neredeyse aynı zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında “insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları” nedeniyle tutuklama emri çıkardı.

Gazze’de bir yılı aşkın süredir hızlanan soykırımın ardından, duvarlar bir kez olsun İsrailli yerleşimcilerin sömürgeci girişiminin üzerine çöküyor gibi hissettirdi.

Bosnalılar olarak adalete giden yolun uzun ve zorluklarla dolu olduğunun farkındayız. Ben de savaştan sağ kurtulanlardan biriyim; savaş başladığında 17 yaşındaydım ve bacağımdan yaralanmıştım. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca büyük zorluklara katlanarak adaletin nihayet tecelli etmesini bekledim. Krstić savaş suçlarını kabul etmiş olsa da, diğer pek çok kişi cezadan kaçmayı başardı ve sayısız kişi eylemlerinden sorumlu tutulamaz durumda. Hem örtük hem de açık bir şekilde, toplumun kendisi bu suçların işlenmesine izin verdi.

İsrail’deki duruma ve İsrail toplumunun mevcut durumuna ilişkin bir deja vu hissine kapılmaktan kendimi alamıyorum. Krstić, Netanyahu ve Gallant buzdağının sadece görünen kısmı. Sırbistan’da olduğu gibi, İsrail’in savaş mekanizmasının ve siyaset kurumunun her bir dişlisi toplumların şeytanlaştırılmasını ve yok edilmesini alkışladı.

Tutuklama kararları umut ışığı olsa da korkular devam ediyor. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY) gibi UCM’nin de tutuklama kararlarını infaz edecek gücü yoktur ve devletlerin uluslararası hukuka karşı yükümlülüklerini yerine getirmelerine güvenmek zorundadır.

Bosna Hersek örneğinde, tutuklama emirlerini uygulama yetkisine sahip olan yerel mahkemeler savaş suçlarının kovuşturulmasını devraldıktan sonra bile hâlâ bekliyoruz. Gerçek adalet – ve günah keçisi yerine uzlaşmacı bir toplum – zaman alır.

Yirmi yıl önce hakimler Krstić’in cezasını verdiklerinde, Srebrenica’nın ders kitabı niteliğinde bir soykırım vakası olduğu sonucuna varmışlardı.

Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar otobüslerin arkasına bindirilerek uçuruma doğru götürüldü. Bazı erkekler kaçabildikleri için şanslıydı, diğerleri ise ayrıldı, soyuldu ve katledildi. Birçoğu bir daha hiç görülmedi, diğerleri ise toplu mezarlara yığıldı, cesetleri bağlandı ve gözleri kör edildi, insan olmanın ne olduğu paramparça edildi.

Yargıçlar Krstić’in “kötülüğü bilinçli olarak kabul ettiği” sonucuna vardı. VRS’nin başı Ratko Mladic, savaş zamanı Sırp Cumhuriyeti’nin siyasi lideri Radovan Karadziç ve hüküm giymeden önce ölen Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç sonsuza dek savaş suçluları olarak hatırlanacaktır. Hem bir Bosnalı hem de Filistin davasının bir destekçisi olarak, aynı inancın Netanyahu, Gallant ve diğerlerini de beklediğini umuyorum.

Krstić gibiNetanyahu da bir savaş suçlusu olarak hatırlanacak

Srebrenitsa gibi Gazze de yeryüzünde bir cehenneme dönüştürüldü. Bir gün yargıçların onları kınadığını duyacağız. Gazze’deki vahşetin tüm detaylarını görecek, duyacak ve okuyacağız: başı kesilen bebekler, toplu tecavüzler, hukuksuz gözaltılar, işkence, açlık ve tüm ailelerin, doktorların, gazetecilerin ve akademisyenlerin öldürülmesi.

Peki Netanyahu ve Gallant pişman olacak mı? Bu pek olası değil.

Krstić ise mektubunu, sözlerinin başkalarını, işlenmesine yardım ettiği korkunç suçlar ve aynı zamanda “on yıllardır yaşadığım derin, acı verici ama gecikmiş pişmanlık” hakkında düşünmeye teşvik edeceği umuduyla bitirdi.

Af dilemiyorum,” diye yazdı, ”aklanma arayışında değilim. Anlayış aramıyorum çünkü anlayış görmeyeceğimi ve göremeyeceğimi biliyorum. Her gün her an Srebrenitsa’daki soykırımın kurbanlarını düşünüyorum. Onların yasını tutuyor ve ruhları için dua ediyorum.

Srebrenitsa’dan sağ kurtulanlar mektubu kabul ederek, yazdıklarını hissediyorsa, diğer faillerin isimlerini vermesi ve hâlâ kayıp olan 1000’den fazla kişinin toplu mezar yerlerini açıklaması gerektiği konusunda ısrar ettiler. Şu ana kadar bunu yapmadı. Netanyahu ve müttefiklerinin Krstić’inkine benzer bir mektup yazacakları günün geleceğine de inanmıyorum. Karadžić ya da Mladić gibi onlar da muhtemelen suçluluk duygusunu hissedemeyeceklerdir.

Hukuk uzmanlarının, politikacıların ve diğerlerinin masumiyeti kanıtlanana kadar kimsenin suçlu olmadığını ve tutuklamaları, duruşmaları ve kararları beklememiz gerektiğini savunacaklarını biliyorum.

O zamana kadar – ve muhtemelen sonrasında da – İsrailli yetkililer ve onların hem İsrail içindeki hem de yurtdışındaki destekçileri kamuoyunu manipüle etmek için her şeyi yapacaktır.

Her iki durumda da korku ve nefreti körüklemek üzere tasarlanmış yalan ve efsaneleri yayan devasa bir propaganda makinesi iş başındadır. Bu tür propagandanın nihai amacı, Bosna’daki savaştan alınan bir ders olarak, faillerin suçlarını meşrulaştırmaktır. Ancak bu çabalara rağmen propagandacılar başarısız oldular ve artık onları gerçekte ne oldukları ile tanıyoruz: savaş suçluları ve suç ortakları.

Toplum bu suçları tanımaya hazır değilse, mahkeme kararları tek başına suçları önleyemez. Siyasi liderler bu tanıma için gerekli koşulları yaratmalıdır, ancak bugünün dünyası bunu yapacak siyasi iradenin eksikliğini göstermektedir. Bununla birlikte, Filistin’le dayanışma amacıyla düzenlenen kitlesel küresel protestolar, pek çok siyasetçinin aksine, insanların kötülüğe tahammül etmek istemediğini göstermektedir. Tutuklama kararları ek bir katalizör görevi görerek halkı savaşa, cezasızlığa ve savaş suçlarının önlenmesine son verilmesini talep etmeye devam etmeye teşvik etmektedir.

Yazar Hakkında:

Nidžara Ahmetašević ; Saraybosnalı bir gazeteci, editör ve yazardır. Medyada 20 yılı aşkın süredir çalışmaktadır. Çalışmaları Balkanlar’daki çeşitli medya kuruluşlarının yanı sıra The New Yorker, Al Jazeera English online, The Observer, The Independent on Sunday, International Justice Tribune, The Guardian vb. yayınlarda yer almıştır. Aynı zamanda The Media as a Tool of International Interventionadlı kitabın da yazarıdır : Routledge tarafından yayınlanan House of Cards adlı kitabın da yazarıdır.

Nidžara ayrıca Avusturya’daki Graz Üniversitesi’nden doktora derecesine sahiptir. İlgi alanları çatışma sonrası toplumlarda demokratikleşme ve medyanın gelişimi, nefret söylemi, geçiş dönemi adaleti, medya ve siyasi propaganda, insan hakları ve göçlerdir.

For Bosnians, Netanyahu’s genocide triggers trauma of Srebrenica