Soy Yahudilik- Toy Yahudilik
Aşağıdaki makale, 2004 yılında Yarın dergisinde ve daha sonra 208 yılında haber10.com sitesinde yayınlanan Yahudilik nedir başlıklı makaleden güncellenerek alınmıştır.
————————————————————————————————–
Yahudilik Nedir?
Yahudiliğe dair tarih boyunca ve bugün bir çok tanım, tarif, anlatı yapıldı. Olumlu ve olumsuz yorumlar, analizler, efsaneler, komplo teorileri anlatıldı. Bizde kendi anlatımızı yapalım:
1-Yahudilik, Musevilik Değildir!
Tarihte Yahudi denilen toplulukların M.Ö. 530’lardaki Pers istilası sonrasında Hint-İran havzasından toplanıp bölgeye getirilerek Perslere hizmet sunma karşılığında bölgedeki ticari imtiyaz elde etmeleriyle sahneye çıktığını ileri sürmüştük*. Bu topluluk köken olarak muhtemelen Aryan istilasıyla Hind’den Afganistan, İran ve Mezopotamya’ya kaçmış dağınık dalit/çingene kabilelerinin parçasıdır. Kuran’da AD kavmi olarak geçen ve bir çok ayette Hadu olarak isimlendirilen Sümer sonrası kurulmuş uygarlığın zamanında bölgeye gelmiş topluluklarla, daha sonra Asur ve Fenike dönemlerinde aynı bölgeden gelen topluluklar melezlenerek uzun süre bölgede köle, hizmetçi, çiftçi olarak ayak işleri ile uğraşmışlar dır.Daha sonra M.Ö. 500’lerde Perslerin bölgeye girişiyle birlikte Asur tüccarlarının tasfiyesi sonucu ortaya çıkan boşluk sırasında Persler, tekrar aynı bölgeden nüfus getirmiş ve yerlilerle birleştirerek kral Kyrus’un temsilcisi Ezra liderliğinde bu topluluğu örgütlemiş, bölgedeki ticari imtiyazları Persler adına bunlara vermiştir. Pers ordusunun desteğiyle güçlenen bu topluluklar, tamamen yabancı oldukları bölgedeki Asuri/Musevi kabilelere savaş açmış, onları katletmiş, yerlerinden sürmüş ve kendilerine tabi toplulukları yerleştirmişlerdir. Zaman içinde bölgede yabancılıktan kurtulup tutunmanın yolu olarak Musevi ve Babil kültürlerini benimseyip, kendilerine meşruiyet sağlayacak bir dinsel-kültürel temel geliştirmeye koyulmuşlardır. Yani Hint-İran kökenli AD kavmi ile Pers destekli Hint çingenelerin melezi olan bu topluluklara eski çağlarda Hadu, Asur sonrası çağlarda ise Yehud-jehud-jwis-Yahudi denmiştir. Kuran, Hz. Musa ve İsa dönemlerini anlatırken hadu, Hz. Muhammed dönemi için de yehud ifadesini kullanır.
Tevrat diye bilinen kitap, işte bu sürecin ürünüdür ve M.Ö. 500’lerden M.Ö. 100’lü yıllara kadar parça parça ve bir çok değişikliğe uğrayarak kayda geçmiş bölgesel hikaye ve söylencelerden ibarettir.
Tevrat’ın içeriğinden çok dili ve ona bağlılık, Yahudi topluluklarının ortak bir asabiye yaratmasını sağlamış ve bölgede yerleşerek tarihte var olmalarını sağlamıştır. Bir çok araştırmacı, uygarlık tarihinde uygarlık yaratan, kentler kuran, bilim, sanat ve felsefe geliştiren daha büyük ve uzun süre etkin olmuş toplulukların kendi adı ve dilleriyle ortadan kaybolmasına rağmen, bu özelliklerin hiç birine sahip olmayan Yahudiliğin sanki tüm Antik birikimin mucidiymiş gibi kendini sunmasının nedeni olarak, işte bu Tevrat eksenli asabiyenin inatla korunmuş olmasını gösterir. Diğer bir çok uygar topluluğun ortaya çıkardığı birikim dahi Yahudilerce sahiplenilmektedir.
Yahudiliğin bu özet geçmişi ve karakteristik var oluş tarzı, esas olarak Museviliği sahiplenme üzerine kurulmuştur. Musevilik, M.Ö. 1500-1200 yılları arasına tarihlenen Asurlu Musa’nın (Sargon-Ramses) İran istilası sonrası Eran kralı Feridun'(firavn)dan Asur halkını (beni Asur) kaçırmış, Suriye çölünden geçirerek Filistin’e gelişi ve oradan Mısır’a götürerek yeni bir düzen kurmuştur. Mısır’da Ramses-Ra mose (rabbin oğlu-Abdullah) ismiyle bilinen Musa, ordusunu toparlayarak tekrar İrani güçlere saldırıp onları bölgeden atmıştır. Homeros’un İlyada-Odessa destanı ve arkeolojinin Kadeş savaşı olarak kaydettiği bu büyük savaş sonrası bölgede kalan Hint-İran artığı nüfus, işte bugünkü yahudiliğin kökenidir.
M.Ö. 1000’li yıllarda Asur-Mısır kralları Davut (thothmusa) ve Süleyman(salmanasur) isimli devamcılarının kurduğu yeni Asur devleti zamanında bu defa bu devlete hizmet eden hadu’lar, Perslerin bölgeye gelişi ve kendilerine akraba benzer toplulukları da getirişi ile beraber Pers ordusuna hizmet etmiş ve İskender zamanına kadar perlser adına bölgede imtiyazlı bir nüfus olarak pers ajanları gibi her şehirde ticaretin ve istihbarat ağının yöneticisi olmuşlardır. Arzı mevud, pers kralı Kyrus ve ardılı Darius’un bu topluluğa vaadettiği Asur mirasında hükümranlık demektir. yahudiler rabb dedikleri Kyrus adına kolonizatör topluluk misyonunu büyük İskender zamanına kadar sürdürmüştür.
Musevilik bu anlamda Asur tevhid dinidir ve Ezra nesliyle, Yahudilerle hiçbir alakası yoktur. Hatta tevratta ve talmudda musevi nebi-resullerle dalga geçilir, iftira atılır, aşağılayıcı hikayeler anlatılır.
Musa’nın Yahudilikle ve Yahudilerle hiçbir alakası yoktur. Aynı şekilde Yusuf, Yakup, İsmail, Zekeriya ve ataları İbrahim’in de Yahudilikle alakası yoktur. Bu resullerin yaşadığı dönemde yeryüzünde Yahudi diye bir topluluk bile yoktur. Yahudi denilen topluluk, M.Ö. 530’lardan önce hiçbir tarihsel kayıtta yer almamaktadır. Bazı Yahudi araştırmacılar, Tevrat’ı doğrulamak amacıyla uzun süre Mısır metinlerini incelemiş, ama Yahudilerden bahseden hiçbir kayıt bulamamıştır. Bazı kaynaklara göre, M.Ö. 1200’lere tarihlenen bir Mısır metninde, Apirulardan bahsedilmekte, bunların Mısır’dan sürülen bozguncular oldukları belirtilmektedir. Yahudi bilimciler, Apiru’nun Habiru-Hebrew-İbrani demek olduğunu ileri sürerek, kendilerince Yahudilerin Mısır ve Musa ile bağına tarihsel bir delil bulduklarını sanır. Bu çaba bile yeteri kadar kuşku içerir. (Kaldı ki, Apiru, İbrani demek olsa bile, Yahudiler İbrani değildir. Bizce, Haburu, habrew, eski Irak’ı ifade eder, Ab-su (fırat-dicle), Ur-şehir, Habur; sulak şehir- demektir, yani habru ve İbran, Ur’lu, Uruklu (yani eski Iraklı) demektir.)
Orijinal Musevi topluluklar, halen bölgede çok az kalmış olan Samaritanlardır. Yine Musevi inançları sürdüren Eseniler ve kısmen Keldani-Nasturi-Süryani-Arami topluluklar, sayılabilir. Yahudiler, bölgeye Pers istilasıyla geldiklerinde işte bu orijinal Musevi toplulukları katletmişlerdir. Zira bu topluluklar, Perslerin siyasal rakibi olan Asurlular ve Mısırlıların müttefikleridir. Birçok tarihsel kayıt yanında bizatihi Tevrat’ta Yahudilerin Kenanlıları, Amorileri, Yebusileri, Samaryalıları vb. nasıl katlettikleri, neden katletmeleri gerektiği anlatılır. Çünkü Yahudiler bölgeye ancak onları yok ederek yerleşebilirdi. Zaman içinde bölgedeki güçlü Musevi kültür karşısında Yahudiler bu kültürü sahipleniyormuş gibi yapmış, Yahudi bankerler, haham olarak ticari düzenlemelerin yanında sosyal ve siyasi düzenlemeler yaparak Musevi söylence ve adetleri kendi kabilelerine zorla kabul ettirmişlerdir. Tevrat, Ezra bölümünde, Ezra’nın, yabancılarla evlenme yasağını anlatır. Bunun nedeni, Yahudi topluluğun karışmasını önlemek ve iç disiplini sağlayarak Yahudi elitlerin Perslerle olan anlaşmalarına sadık bir topluluk ortaya çıkarmaktır.
Bugün elde bulunan Tevrat, bilinen manada Allah’ın vahyettiği kitap değildir. Kuranda Musa’ya kitap verdik der, Tevrat değil. Allah’ın Musa’ya vahyettiği kitap, Müslümanların elindeki Kuran gibi bir kitap değil, 10 Emir olarak bilinen ama aslında hristiyanlık, İslam, hatta bir çok diğer din ve ahlaki öğretinin de temel insani değerler olarak kabul ettiği insanı Ademleştiren kadim emirlerdir. (Allahtan baş hiçbir şeye tapmamak, haksız yere cinayet işlememek, yalan söylememek, Cinsel ahlaksızlık -zina, fuhuş, homoseksüellik, oğlancılık, pedofili, ensest-yapmamak, Hırsızlık-yolsuzluk-sömürü yapmamak, Adil bir yargı sistemi oluşturmak ve uyulmasını sağlamak, leş, kan, domuz eti, içki, kumar yasağı.)
İbrahimi inancın özü, Musa’ya da vahyedilmiştir ve bu emirler, Musevi din adamlarının şerhleriyle kayda geçirilip yaşatılmıştır. Yahudilerin Tevrat’ı, işte bu Musevi toplulukların elindeki şerhlerin de karışık olarak kayda geçirildiği, bunun yanında Pers, Babil ve Filistin halklarının efsane ve söylencelerinin de yer aldığı, ama özünde Yahudi topluluklarının iç disiplinini sağlayacak kuralların olduğu bir kitaptır. Yani Yahudi Tevratı, Tevrat değildir.
Yahudiler, İbrahimi de değildir. İbrahim, Yahudi değildir. İbrahim Akadlıdır. Muhtemelen Hammurabi’dir. Yaşadığı dönem (tahminen M.Ö. 1300-1200), Akad-Babil Devleti’nin Sümer’in yıkılış sonrası yeniden kurulduğu dönemdir. Bir tür anarşi devridir ve bölgede İran, Anadolu, Mısır boyunca yaygın olan Hind-Mısır güneş ve ay kültü egemendir. Putperestlik olarak tanımlanan bu kült, esasta dağılmış ve iç savaşa tutuşmuş bir çok kabilenin asabiyesini ifade eden farklı tanrılarla sembolize edilen bir tür oligarşik politeizmdir. Tıpkı Hz. Muhammed’in dönemi gibi, bölgede birbiriyle savaşan kabilelerin önde gelenleri, kendi iç asabiyelerini farklı tanrı adlarıyla korumaya çalışmaktadır. Akad-Babil, işte bu savaşa son vererek kurulmuş ve bir çok farklı kabileyi ve tanrısını birleştirerek yan yana yaşatmıştır. Bu çok tanrıcılık, İbrahim’in isyanına neden olmuş ve oligarşik elitlerin koalisyonunu ifade eden pagan teolojiye karşı, sıradan halkın özgürleşmesini ifade eden Tevhid inancı egemen kılınmıştır.
İbrahim’in Tevhid Devrimi, Akad’ın politik yayılma sürecine paralel olarak İran, Filistin ve Mısır’a da yayılmıştır. Durum İslam’ın doğuş ve yayılış tarihine benzer. İbrahimi Devrim, uzun süre bölgenin başat kültürü olmuş ve uygarlığın yaratılmasını sağlamıştır. (Hammurabi Kanunları, İbrahimi Devrim’in ürünüdür.) Çünkü tevhid telakkisi, insanın özgürleşmesi, sosyalleşmesi, barış ve düzen içinde yaşaması ve aklını kullanarak batıl itikatlardan uzaklaşmasını sağlamıştır. Buna uygarlık denmektedir. Sümer, ne kadar Nuh ve İdris peygamberlerin eseriyse, Akad-Babil ve Mısır da İbrahim ve devamı olan peygamberlerin ve liderlerin eseridir. Bozulma, paganizme dönüş ve anarşi dönemleri ise, zulmün egemen olduğu, insanın köleleştirildiği, zorba liderlerin başa geçtiği dönemlerdir. Mezopotamya-Akdeniz tarihi, göçebe-yerleşik, istilacı-yerli, yöneten-yönetilen, zalim-mazlum, iyi-kötü, bezirgan-köylü gibi farklı ekonomi-politik biçimlerde beliren savaş ve çatışmaların teolojik dille tevhid-şirk olarak ifade edilmesinin tarihidir. Bu iç savaşlar, sonraki tüm tarih boyunca sürmüştür.
Yahudiler, bu tarihin içinde yoktur. Perslerin işbirlikçisi olarak bölgeye zorla yerleşmelerinden sonra dönüp kendilerine bir tarih uydurmuşlardır. Tevrat’ı bu bakış açısıyla okuyanlar, çok açık ve net olarak bölgeye ne kadar yabancı olduklarını, tevhid inancına ve Museviliğe çok uzak olduklarını görecektir. Tevrat’ta Elohim ve Yahve olarak geçen tanrı adları bile tek başına bunu göstermeye yeter. Elohim, ‘ilahlar’ demektir ve Yahve yahya demektir.
Her iki isim de İbrahimi tek tanrıyı ifade etmez. Peygamberleri sahiplenmelerinin nedeni ise, bölge halklarına olan yabancılıklarını bertaraf etmek içindir. Tüccar-tefeci alışkanlıkları nedeniyle yazıyı kullanmaları, bu söylenceleri kayda geçmelerine neden olmuştur. Bölgede zorbalıkla hakim olup geri kalan tüm Musevileri sürüp-katledip ellerindeki kutsal yazıtları kendi tarihleri gibi karışık bir şekilde yazmış olmaları, aradan yüzlerce yıl geçince Yahudiliğin Musevilik ve İbrahimilik olarak bilinmesine neden olmuştur. Bu inançların asıl sahipleri ise küçük topluluklar halinde dağ başlarında ve sürekli katliam tehdidiyle yaşamak zorunda kalmıştır. İsa, bir Musevi olarak işte bu Yahudi çarpıtmalarına cevap olarak ortaya çıkmıştır. İsa’dan önce Vaftizci Yahya olarak bilinen Musevi liderin taraftarları da Yahudilerce katledilmiştir. Eseni-Nasıri İsa, işte bu çatışmanın devamıdır. Ve o da Yahudilerce düşmanlıkla karşılanmıştır. Çünkü onların gerçek yüzlerini deşifre etmiş, siz babanız iblisin çocuklarısınız, mammına tapıyorsunuz, Allahın evini tefecilik için kullanıyorsunuz, demiştir.
Yahudilik, sadece Yahudiliktir. Musevilikle de İbrahimilikle de Ehli kitap’la da alakası olmayan bu topluluğun Tevrat olarak sunduğu kitap, tamamen hahamların eseridir ve içinde Musevi inanç kırıntıları dışında İbrahimi mesaja dair hemen hiçbir şey yoktur. Tarihsel bilgi olarak da Tevrat’ta yazılı her şey ya yalan ya uydurma ya da çarpıtmadır. Allah’ın vahyettiği Tevrat’ın esasları, orijinal Musevilerin ilahilerinde ve Kuran’da kayıtlıdır.
2- Yahudilik, Tefeciliğin Kullanım ve Değişim Değeridir!
Yahudilik nedir? sorusuna verilebilecek ilk cevap, ‘Bu soruyu bize sorduran nedenlerdir?’, olabilir. Nedir bu nedenler? Güncel olarak süper güç ABD’nin müttefiki, küresel finans-kapitalin önemli bir kısmını yöneten ve kendisini sürekli mağdur ve zalim halinde yeniden üreten bir Yahudi topluluğunun varlığı. Yahudilik, kendisini doğuran ilk saiki, yani yükselen bir politik imperium’a (Perslere) kahyalık karşılığında var olma şansı yakalama yeteneğinin sürdürülülebiliyor oluşudur. Yahudilik, kısaca, bir topluluğun kendisini var olmak için adadığı ‘kullanım ve değişim’ değeridir.
Tarihte, insan topluluklarının var kalmak için kan bağına (aşiret, kabile) ya da bir toprağa tutunduğu, ancak varlığını sürekli kılma çabası yerine ‘öteki’ ile karışarak insanlık ailesinin parçası haline dönüştüğünü biliyoruz. Şu veya bu şekilde en ücra coğrafyalarda dahi yaşayan bir topluluk, bir şekilde yüz yüze geldiği başka bir toplulukla ilişkiye geçerek sentezlenir, dönüşür, yenilenir. Bunun iki istisnası vardır. Çingeneler ve Yahudiler. Çingeneler, Hind kökenli oldukları iddia edilen ve kendi halinde yaşamaktan başka bir iddiaları olmayan, çoğu zaman da kenarda da olsa yaşadıkları toplumla uyum içinde bütünleşebilen topluluklardır. Çingene, ekip biçmez, yerleşmez, üretmez, zanaat, askerlik, siyaset sevmez. Sadece üretenlerden yaşayacak kadar ister.
Yahudileri, akraba oldukları çingenelerden ayıran husus, aynı çingene karakterine sahip olmakla birlikte, isteklerini, dışardan baktıkları insan topluluklarının birbiriyle ilişkisinin bir biçimi olan alışverişte aracılık yaparak, yani üretmeden en kârlı çıkılan pozisyonda durarak elde etmeyi öğrenmiş olmalarıdır. Yaşadıkları topluma, hatta insanlık ailesine karışma, bütünleşme ya da bir toprağa aidiyet gibi çabalardan ısrarla uzak durmaları, aksine inatla kendilerine ait bu yabancılık asabiyesini korumaya çalışmaları, işte bu aracılık sırrını sihirli bir var olma yolu, yani fazla çabalamadan başkalarının emeğinden faydalanma tekniğine dönüştürmüş olma hazzından kaynaklanır… Bu yabanilik, ‘seçilmiş kavim’ inancıyla ikame edilir, ancak sorun daha farklı bir yerdedir. Seçilmiş kavim inancı da dahil, Yahudiliği var eden temel saik, bu topluluğun ileri gelenlerinin özenle koruduğu ‘Torah (Tevrat-Töre) ve Talmud gibi dinsel karizma referansları sayesinde içe dönük kapalı kabile asabiyesini sürdürme ve bu asabiyeyi tarihin her döneminde yükselen güçlere kullanım ve değişim değeri olarak kiralama kabiliyetidir.
M.Ö.400’lü yıllarda Persler sayesinde dönemin zenginlik merkezi Kudüs ve civarının tefecilik tekelini alan Yahudi tüccarlar, bu misyon ve rolü tarih boyunca yükselen her güce kiralamıştır. Fenike, Sur, Samarya, Kudüs… Akdeniz, Nil, Kızıldeniz, Basra körfezi, Fırat/Dicle kavşağıdır. Yani Hindistan, İran, Yemen, Mısır, Anadolu ve Yunanistanki -Antik çağın dünyasının merkezi buralardır- tüm ticaret, alışveriş, yolculuk, bilimsel, teknolojik ve kültürel üretim, bu kavşakta gerçekleşmekte, değiş tokuş edilmektedir. Yahudi hahamlar ve tapınakları, bugünkü manada birer bankadır ve Yahudilik, Persler çağında yaşadığı altın yılları hep özlemle anmış, Kudüs’ü ve Süleyman Tapınağı’nı da bu özlemin sembolü yapmıştır. O dönemde tatlı kârlar elde eden ve üretmeden kazanmanın yollarını öğrenen sonradan görme bu topluluklar, Yahudilik kimliği icat ederek kendilerine bir asabiye bulmuştur. Yani Yahudilik ilk başlarda bir etnos, bir ırk hatta bir din değildir. Yahudilik bir ortak asabiyenin süreklileştirilmesiyle oluşmuş bir tefeci asabiyesidir. Bu asabiye, işte bu tatlı kazanç yollarının süreklileştirilmesi, kalıcılaştırılması için gereklidir. Tarihte var olmuş bir çok önemli kavmin, topluluğun uygarlıklar yarattıktan sonra bile yok olmasına rağmen, Yahudiliğin hala yaşıyor oluşu, bu dinselleştirilmiş asabiye olgusundan kaynaklanır. Buradan Yahudiliğin bir diğer tanımına ulaşırız.
3-Yahudilik, Yahudi Üst Kastın Dinsel Milliyetçiliğidir!
Yahudi inançları ve gelenekleri, sanıldığının aksine, herhangi bir toplumunki gibi dinsel inanç ve ibadet biçimleri değildir. Yahudilik dini, tamamen psiko-sosyal bir grup davranışı kurallarıdır. Bu inancın içeriği, grup davranışını disiplinize etme ve güncel hedeflere sevk etme amacına matuftur. Yahudilik, esasen Yahudi ileri gelenlerini ifade eder. Hahamlar ve hamanlar (Zengin Yahudiler). Aslında Yahudiler bunlardır. Yoksul Yahudi kitleler, bu Yahudi kastın bendeleridir. Tarih boyunca Yahudi ileri gelenleri, bütün Yahudiler adına güç sahipleriyle pazarlık etmiş, yoksul Yahudileri denetleyerek elde ettikleri temsil makamını onların sırtından güce ve servete dönüştürmüşlerdir.
Yahudiliği, bir kullanım ve değişim değeri haline getiren şey, din değil, ekonomi-politik kurnazlıktır. Perslere ticaret ve tefecilik misyonu kiralayan Yahudi haham ve hamanlar, daha sonra Roma’ya, Fatımilere, Selçukluya, Endülüs’e, Osmanlı’ya, Almanya’ya, Rusya’ya, Fransa’ya ve şimdi de İngiltere ve Amerika’ya kiralamıştır. Yahudi inançları, -seçilmiş- lik inancı, üstünlük duygusu- esasen dışa dönük olmaktan çok içe dönük, Yahudi topluluk ve bireyleri disiplinize etmeye dönüktür. İsrailli muhalif gazeteci İsrael Shahak, ‘Yahudi Tarihi Yahudi Dini’ (Anka yay, 2002) adlı kitabında, Ezra’dan başlayarak, modern döneme kadar Yahudi ileri gelenlerinin güç sahipleri karşısında itaatkar, kendi tebalarına karşı ise zalimane tutumlarını örnekleriyle anlatır. Kralların ve beylerin Yahudi doktorlar, danışmanlar tercih edişini bu güçlüye aşırı bağlılık yeteneğine bağlar. Aynı şekilde yoksul Yahudileri istedikleri gibi ezme, vergi alma, cezalandırma yetkisi ya da ayrıcalığı elde etmelerini de Yahudi elitlerin güç sahiplerine kahyalık yeteneği ile ilişkilendirir.
Bu bağlamda, Yahudi inançlarını bir dini anlamak için değil, bu tarihsel kullanım misyonunda inançların rolünü kavramak için irdelemek gerekir. (Bu inançları tek tek ele alıp irdelemenin yeri burası değil. İlgilenenler için, Yahudi kökenli mason üstadı Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik (Remzi yay.) kitabında, Tevrat’ın yazılış dönemlerini, her dönemdeki zamanın etkisini ve kullanılan malzemenin hangi kaynaklardan alındığını ayrıntılarıyla anlatır.) Sadece bir örnek vermek gerekirse, Tevrat’ın tanrısı Yahve (tarihi kayıtlarda Güney Filistin’de bir volkan cininin adı olarak yorumlanır. (Bizce Farsça kökenli bir ifadedir. ‘Ya huve’- Yahya-Yüce Tanrı -O-demektir ,) hayrın ve şerrin kaynağıdır. Yani Zerdüşti düalizm, Yahve’de birleşmiştir. Pers etkisiyle ortaya çıkan Yunan tanrısı Janus gibi, Yahve hem iyilik tanrısıdır hem de şeytandır. İnsana benzer, insanla güreş tutar, şeytan gibi kötülük ve zulüm işler. Yahudiler, başlarına gelen belaları da Yahve’den bilir. Nazi katliamı sırasında toplama kamplarında, Yahve’nin kendilerini cezalandırdığını ama bir gün tekrar vazgeçip kurtaracağına inanan Yahudilerin bu iç gerilimi bir çok felsefi tartışmanın konusu olmuştur. Özellikle teodise -tanrı ve kötülük ilişkisi- konusunda hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine inananlar ile hayrın Allah’tan, şerrin Allah’ın da güç yetiremediği bir karşıt güçten -şeytan- dan- geldiğine inananların tartışması meşhurdur. Yahudilerin Yahve’si, sadece Yahudilere özgü bir tanrı olarak, Yahudilerin başına bela getirdiğinde onunla kavga edilen, küsülen, kızılan, inkar edilen bir tanrıdır. Ateist Yahudi filozofların tanrı düşmanlığı, bu yahve teolojisiyle çarpık ilişkinin tipik örneğidir. Yahudi’nin tanrısı ile ilişkisi, Gentile (Yahudi olmayan) ile ilişkisi gibi, menfaat temellidir.
Yahudi ileri gelenleri, Yahudiliğin tanımı ve kapsamını belirler. Yani ‘Yahudiler’ esasta Yahudi ileri gelenleridir. Geri kalan alt sınıftan, yoksul Yahudiler, ileri gelenlerinin sözlerine itaatin sonuçlarına katlanmak dışında bir öneme sahip değildir. Yani ne Yahudi siyaseti ne de Yahudilere atfedilen güç ve etkide yoksul Yahudi kitleler pay sahibi değildir. Bu nedenle, Yahudilik ve Yahudiler deyince, aslında bu sıradan Yahudi inançlı kitleler değil, Yahudi ileri gelenler kastedilir. Sıradan Yahudiler, Yahudilik adına işlenen suçların ortağıdır, ama Yahudilik sayesinde kazanılan maddi ve manevi imkanların ortağı değildir. Alt sınıf Yahudiler, Hint kast sistemindeki gibi, kökenlerini muhafaza eden ama önderlerine itaate alışmış köleler-dalitlerdir. Bu manada, ‘Yahudilik nedir?’ sorusuna, ‘Yahudilik, Hint kastlarınını taklid ederek kendi içinde sınıflaşmış Yahudi Brahman, Kşatriya ve Vaişyaların yani Yahudi üst kast sınıfların suç ortaklığı örgütüdür, diyebiliriz. Bu bağlamda, Yahudilik kendisini bir dinsel milliyetçilik biçiminde geliştirmiştir.
Yahve, çoğu zaman alt sınıf Yahudilerin suçlarının cezası olarak Yahudilere bela sarar. Üst kast, kendi suçlarını her zaman alt sınıfa yükler ve sonra da Yahudi kitleleri yeni bir egemenliğin kahyalığı için işe koşar. İsrail devleti, işte bu tür bir yeni işe koşma hadisesidir ve bu kez Yahudi yoksul dindarlara, Filistinlilere zulmetme, öldürme ve bu kirli savaş için ölme işi yüklenmiştir. İsrail ordusu, çoğu Yahudi olmayan sağdan soldan kökleri Yahudi’ymiş yalanıyla toplanmış unsurlar ya da yoksul Rus, Doğu Avrupa Yahudilerinden müteşekkildir. Gerçek Yahudiler, yani ABD, İngiltere, Rusya ve diğer ülkelerde hiçbir risk almadan zenginleşmiş tefeci-tüccar elitlerin bir amaç uğruna savaştığı, bedel ödediği, risk aldığı veya öldüğü görülmemiştir. Onlar, sadece savaşları finanse ederler.
4-Yahudilik Dinciliktir!
Din, gerçeğin metafizik dille ifadesidir. ‘Her olayın bir nedeni var’, ‘her varlığın bir var edeni var’, ‘hayatın, dünyanın, evrenin varlığının bir amacı var.’ Din, kısaca işte bu ve benzeri ‘mana’ların idrakidir. Somut gerçek, bu manalar eşliğinde algılanır ve insan, varlığının şuuruna ulaşır. Din, somut gerçeğin diliyle değil, ona paralel bir metafizik dille konuşur. Somut gerçeğin ‘doğa, madde ve hareket’ dediğine din, ‘Tanrı’, melek der. Tanrı; doğa, madde ve hareketin özü, nedeni ve var edenidir. İnsan, işte bu tanrı idrakiyle, yani gerçeğin ötesini görme çabası sayesinde beşerlikten insanlığa yükselmiştir. Akletmek, insanlaştırır. İnsanlaşmak, hayvanlıktan çıkmak, yani ‘öldürmemek, çalmamak, sosyalleşmek, medenileşmektir’. İnsan, ancak tanrı şuuru ile insanlaşır. İnsanlaşmak, ebedi hayat hakkı kazanmaktır.
Yahudi teolojisinin kaynağı Neo-Platonizm’dir. Pers istilası döneminde Hind-İran metafiziğini Yunan pratiğine uyarlayan Platon, Babil rahiplerini taklit ederek Sparta için mutlak ideal düzen fikrini geliştirmiştir. Talmud’a dayalı Klasik Yahudilik, Makkabiler Döneminde (M.Ö. 140) geliştirilen Neo-Platon’cu etkiyle oluşmuştur. Platoncu siyasal sistemin en önemli özelliği, “insan davranışının her evresinin bir idareci tarafından ustalıkla yönetilen yaptırımlara boyun eğmesi”dir. Yahudilik, buradaki ‘bir idareci’ yerine ‘haham’ın olmasıdır. (Haham, modern dönemde para ile satın alınmış makam ve servetlerin sahibi olmuştur. )
Yahudilik, insan davranışlarının her evresinin hahamlar yani din adamları ve dinsel kurallar tarafından dizayn edilmesi, kontrol edilmesi ve aksi durumda cezalandırılmasıdır. İşte buna dincilik diyoruz.
Platoncu idealar fikrinin kaynağı, Babil Sabiiliğinin de teolojisi olan ve Hind-İran’dan Mısır’a ve oradan Yunan’a kadar etkili olan ‘Işık-nur’ teolojisidir. Tanrı, mutlak aydınlıktır. En üsttedir. Altta tin-ruh ve en altta madde vardır. Işık, kaynaktan uzaklaştıkça sönükleşir. En alt, yani madde, karanlık yerdir ve kötülüktür. İnsan da maddeden yani bedenden ve dünyadan uzaklaşarak vecd halinde ışığa yükselmeli, ışığa karışarak tanrıyla özdeşleşmelidir. Bu teolojide din, insanı maddi olandan koruyup, ışığa ulaşmasını sağlayan yol demektir. Ve Platon, ideal düzeninde, insan hayatının her evresini kontrol eden bir devlet tasarlayarak, aşağıda olanı, yani somut olarak insan sayılmayan köleleri-en alttakileri ve temsil ettikleri kötülüğü(!) dışlayan bir ışık ülkesi tasarlamıştır.
Bu teoloji, Mısır kökenli hermetik tezlerle karışarak, Yahudilik’te Kabalacılığa, İslam’da Batıniliğe, Hristiyanlık’ta Sofizme kaynaklık etmiştir. Sapkın Batıni tarikatların hepsinin özünde, tanrıya ulaşmak, tanrıyla özdeşleşmek, tanrılaşmak şeklinde sunulan ama aslında pagan mitra-marduk ve yardımcılarından oluşan ışık tanrıları ve karanlık çatışmasını ifade eden paganizm vardır. Hepsinin “sır” dediği, bu kadim ve örtük paganizm inançlarıyla olan bağlarıdır. Bu dinsel akımlar, sadece sınıfsal-ekonomi-politik kast düzenini manevi-metafizik bir hiyarerarşi olarak yeniden yorumlamışlardır.
İşte insan davranışlarının tümünün her ayrıntısına kadar düzenlenmesi fikri, insanın kendi başına bir kötülük olduğu, bedeninin ve maddi yaşamının kötülük ürettiği, bu nedenle bir yol gösterici tarafından kötülüğünün engellenmesi gerektiği fikrinden beslenir. Bu teoloji, insana güvenmez, insanı tanrının karşısına koyar. Ancak insan özelliklerinden arındıkça ve tanrıyı taklit ettikçe tanrıya yaklaşılır. Bu inanç, kuran’da İblis’in insana itirazı olarak anlatılan metaforu çağrıştırır. İblis, tanrı adına insana itiraz eder, insanı aşağılar, ve insanın düşkün-aşağı bir yaratık olduğu iddiasını ispat etmek için tanrıdan mühlet ister. İşte neopagan bütün inançlardaki çarpıtılmış aydınlık-karanlık çatışması yorumu ve insanı olduğu haliyle beğenmeyip güya tanrısallaştırarak yüceltme iddiası içeren bütün kurtuluş teolojileri, kuran’da kovulan kibirli İblis metaforuyla eleştirilir.
Yahudilik, bu teoloji ile tanrının özel-seçilmiş ve öz çocukları inancını birleştirerek, Yahudileri tanrısal varlıklar, geri kalanları sıradan kötülüklerin kaynağı -gentile/barbar-insanlar olarak görmektir. Hint kıtasında yüzlerce yıl kendilerine yapılan muameleyi içgüdüsel olarak kendileri dışındaki herkese yapma ve böylece insanlıktan rövanş alma davranışıdır.
Her tür ırkçılık, ayrımcılık, milliyetçilik, üstünlük iddiası, kaynağını bir şekilde işte bu teolojik çerçeveden almıştır.
Dincilik, yani insanı her yönüyle belirleme, kuşatma ve bir özel fanusa hapsederek tanrısal olduğu varsayılan kurallara boyun eğmeye zorlama, özünde bu teolojiye yaslanır.
Bu teoloji, Hind kast sistemi ve Hindu mitolojisinde doruğa çıkmıştır. Üst kastlar tanrı Brahma Varunamithra’ya (kutsal ışık-ateş) en yakın olanlardır. Aşağı inildikçe, tanrısal ışık sönükleşir. En altta, yani halkta ise sönmüştür. Hindu zaman çevrimi de, bu sisteme uygundur. İlk başlangıçta Brahmanların mutlak iyi düzeni vardır. İkinci dönem, kahramanlar çağıdır. Üçüncü zamanda tüccarlar ve çiftçiler egemendir. Son zaman, kıyamet zamanı, dalitlerin, yani sıradan halkın, ayaktakımının çağıdır. Bu çağ, kaos ve kötülük dönemidir. Ve tekrar en üstün olanların çağı başlayacaktır.*
(Kısa bir parantez açalım: 21. yüzyıl başında gündeme sokulan küreselci elitlerin, ‘altın bir milyar nüfus’a dayalı Yeni Dünya Düzeni teorileri, Dünya Krallığı, Evrensel Dünya Devleti vb. hedefleri, bütün insanlığa mutlak üstünlük kurma çabaları ve kıyamet zamanının yani kaosun daha da derinleştirilmesi projelerini, bu heretik inançlarla birlikte ele almak gerekmektedir. Yahudiliğin ‘dünyayı yönetme’ hevesini de akraba olduğu bu teolojik çerçevenin tabii sonucu olarak okumak mümkündür. Onların dünya görüşünün nihai noktası, üstün ve seçkin insanlar olarak ‘kendilerinin çağını’ başlatmak için ayaktakımının-insan çöplüğünün- çağı olan bugünkü kaosa son vermek, yani mutlak evrensel bir seçkinler imparatorluğu kurmaktır. Bu bağlamda insan nüfusunun artışı, yönetimde halkın söz sahibi olması, ekonomi-politik süreçlerin serbestleşmesi, adalet ve hukuk inancını taşıyan inanç ve kültürler, yok edilmesi, etkisizleştirilmesi gereken hedeflerdir. Bu amaçla insan çoğunluğunu şehvet, kumar, alışveriş ve eğlence kültürü içinde kötürümleştirmeye çalışan çok yönlü bir operasyon yürütmektedirler. Ne var ki söylemleri tam tersidir. Demokrasi, insan hakları, serbest piyasa… Oysa bu şeytani elitler, Mammon’la birlikte ‘küresel aristokrasi, seçkinlerin asabiyesi ve tekelci düzene’ inanmaktadırlar.)
İnsanı, önceden vazedilmiş, sorgulanamayan, değiştirilemeyen, itiraz dahi edilemeyen sözde tanrısal kuralların edilgin kurbanı haline dönüştürmek Yahudiliktir. Bu dincilik tarzı, Müslümanlara da, Hıristiyanlara da sirayet etmiştir. İnsanları dinlerin zulmünden kurtarmaya gelen İslam’ın, bu heretik, sapkın teolojik tarikatlarla ve Yahudivari Talmudcu-hahamlı, din adamı sınıfı eliyle deforme edildiği zamanlar olmuştur. Çağımızda da bu bozulmanın emareleri görülmektedir. Her şeyin başına din, İslam, Allah, Kuran, Peygamber ekleyerek insanları kendi istedikleri kılığa zorla sokmaya çalışan grup ve cemaatler türemiştir. Yahudiliğin dinsel yönü, tam da budur işte. Yahudi şeriatçılığı, yani klasik Ortodoks -rabbi-Yahudilik, en ince ayrıntısına kadar insanları bazı kurallara zorlamanın en iyi örgütlenmiş biçimidir. Kökeninde, Yahudi elitlerin Yahudileri disiplinize etme ve onlara böylece kumanda etme çabasının olduğu bu aşırı dincilik biçimini Kuran-ı Kerim, “Onlar hahamları ve rahipleri kendilerine rabler edindiler” (Tevbe 31) diyerek eleştirir. Bu ayeti okuyan Hz. Peygamber’e sahabiler sorar; “Hahamlar ve rahipler nasıl rabb edinilir?” Hz. Peygamber cevap verir; “Onların haram dediğine haram, helal dediğine helal demiyorlar mı? İşte rabb edinmek budur!”
Din adamlarını ya da yöneticileri Rabb edinmek, İslam’ın kökten reddettiği bir şeydir. İnsanı akletmeyen bir duruma mahkum edip sonra en basit gerçekleri bile sözde dinsel otoritelere onaylatarak yaşama çukuruna düşürmek, hahamları, rahipleri, hocaları, şeyhleri, üstatları, uluları, Rabb edinmekle mümkündür. Dinsel sömürü tezgahları bu sayede kurulur. Bu dincilik tezgahlarının laik olanında ise, CEO’lar, brokerlar, kutsal liderler, şefler, ulu önderler, başbuğlar, starlar, anchormanlar vb. vardır. Hepsi de Kuran-ı Kerim mesajındaki gibi, insanı insana kul etmenin çeşitli görünümlerini temsil eder. Hepsini ayrım yapmadan reddedenler, insanlaşır; Müslümanlaşır. İslam, dinciliği yok etmek için gelmiştir. Ama tarih içinde İslam adı altında bir çok dincilik biçimi peydah olmuştur. İnsanı beşerilikten (yarı hayvanlıktan) arındırıp ‘insanlaştırma’-Adem yapma- çabası yerine, insanı tanrıya yaklaştırma (en iyi kul yapma!) adı altında köleleştirme çabası, İslam’a da bulaşmıştır.
Öte yanda, sapkın, heretik akımların insanı tanrılaştırma iddiası vardır. Bu iddia ise, laik dinciliğin örgütlü biçimi olan ve yine Hint kökenli Mısır heretizminden beslenen masonik teşekküllerin teolojik hedefidir. Bu teşekküller, çağdaş bilimci pozitivist meşreplerdir. Bunların teolojik amacı, doğanın ve insanın sırlarını bilim yoluyla çözerek tanrısallaşma çabasıdır. İnsanı tanrısal ışıkla buluşturma, heretik Hıristiyan ya da Müslüman tarikatların hedefidir. Laik bilimci tarikatlar doğanın maddi sırlarını, dinci tarikatlar ise tanrının manevi sırlarını bildiklerini iddia ederek insanları kandırırlar.
Sadece Yahudi’yi yani üstün-seçilmiş insan(!)ları tanrısal ışığa boğma, yani evrensel egemenliği sağlayarak kötülüklerin kaynağı olan sıradan insanları kontrol altına alma inancı ise Yahudiliktir. Burada, Yahudi kelimesinin yerine Aryan, Anglo-Sakson, Arap, Fars, Türk, Kürt, Bulgar, Sırp, Rus, Çinli, Japon vb. koyarsanız, buna çağımızda kibarca Milliyetçilik denir. Yani üstün, ayrıcalıklı, özel bir topluluğun, diğerlerinden kendini özenle ayırma çabası, Yahudiliktir. Milliyetçiliğin her türü, işte bu Yahudi dinciliğinin seküler ifadesinden başka bir şey değildir. Modern milliyetçiliklerin bir çoğunun önde gelen teorisyenlerinin Yahudiler olması tesadüf değildir. Hem bulundukları toplumun elitlerine bağlılıklarını ifade etmek, hem de Yahudice bakış açısıyla insanlar ve toplumlar arasında “ben ve öteki” ayrımı yapmak, Yahudiliğe özgü bir karakterdir.
Dincilik, özünde tanrı, (ya da seküler dilde tanrı yerine koyulan akıl, bilim, devlet vb. bir ‘kutsal’) adına insanları kul etme çabasıdır. Yahudilik, dinsel biçimiyle işte bu dincilik tarzının ideal örneğidir. Yahudiliğe ve Yahudi dincilere bakarak ne yapılmaması gerektiği, nasıl dindar olunmaması gerektiği ve din adına nasıl yaşanmaması gerektiği çıkarılabilir. Bundan laik dincilik biçimlerinin de (milliyetçilik, pozitivizm) bu Yahudice inancın birer taklidi olduğu unutulmamalıdır.
Yahudilik, tanrısını ve dinini, kendi varlığının koşulu yapmaktır. Tanrı, peygamberler ve Tevrat, Yahudi için vardır. Tanrı, sadece Yahudi’yi sever, onu düşünür, her şeyi onun için planlar, olaylara onun adına müdahale eder. Yahudilerin katledilmeleri ya da sürülmeleri, Tanrı’nın Yahudilere kızmasından dolayıdır. Yani her şey Yahudilerle tanrıları arasında olup biter. Diğer insanlar diye bir şey zaten yoktur. Yahudilerin başlarına gelen belalar bile Yahudilerin hatalarının ürünüdür. (Bu egoist ve narsist dünya algısıdır ki, II. Dünya Savaşı’nda ölen 50 milyon ‘insanı’ herkes unutmuştur ama ‘6 milyon Yahudi katledildi’ efsanesini 50 senedir herkese ezberletmişlerdir. Sadece onların ki candır!)
5-Yahudilik, Mammon’a -paraya-Tapmaktır!
Mammon antik çağların kötülük tanrısıdır. Altınla özdeşleşmiştir. Aslında şeytanın bir başka adıdır. Bugün tam karşılığı Para’dır.
Yahudiliğin para, alışveriş, tefecilikle özdeşleşmiş bir imajları olduğu doğrudur. Bunda tarih boyunca yaşadıkları ortamlardan her an sürülme korkusuyla gayrimenkul yerine menkul ticaretiyle uğraşıp uzmanlaşmalarının rolü vardır. Kısmi istisnalar olmakla birlikte, Yahudi topluluklarının önde gelenlerinin üretmeden kazanmanın yol ve yöntemlerinde uzman olduk- ları söylenebilir.
Yahudiliğin parayla ilişkisini en iyi Marks tarif etmiştir: “Yahudiliğin tanrısı para değil, para aşkıdır.”
Bu tarif, Yahudilerle ilgili yargıların en önemlisi olan paragözlülüğe önemli bir düzeltme yapar. Para değil, para aşkı!.. Yani bizatihi kazanma ve biriktirme şehveti, kazanılandan daha önemlidir. Bugün insanlığı saran kazanma, başarma, öne geçme, üste çıkma, biriktirme, çoğaltma hırsı bir Yahudi özelliğidir. Yahudilik, inanç ve ibadet biçimleriyle kapalı ve özel bir kabile dinidir ama sosyal ve bireysel karakteristik özellikleri itibariyle dünyanın en yaygın ve hızla yayılan dinidir.
Yahudiliğin Yahve’si, yani aynı zamanda kötülük de yapabilen tanrısının kötülük tarafının adı Mammon’dur. Kim ki Mammon’a tapar, yani parayı, altını, biriktirmeyi, kazanma hırsını her şeyden üstün tutar, o Yahudi’dir.
Soy Yahudilik – Toy Yahudilik
Yahudiliğin bu dört özelliği, her kimde varsa, hangi birey ve toplulukta yoğunlaşmışsa, o da Yahudi’dir. Yahudiliği bu bağlamda Soy Yahudilik ve Toy Yahudilik olarak ikiye ayırabiliriz.
Soy Yahudilik, Yahudi denilen bir kavme mensup olduğunu kabul eden, bu topluluğun dinsel, siyasal, sosyal ve bireysel özelliklerini taşıyan, paylaşan, benimseyen ve savunan kişi ve toplulukların adıdır. Bu Yahudilik soyla geçen, dışardan dahil olunamayan bir ırk dinciliğidir.
Toy Yahudilik ise, soy olarak Yahudi olmayan ama Yahudi karakteristik özelliklerini taşıyan, soy Yahudiliğe düşman görünse bile, özellikleri itibariyle bir Yahudi taklidi olarak yaşayan birey ve toplulukların adıdır. Toy Yahudi, acemi Yahudi taklidçisidir ve soy Yahuıdiden daha çoktur.
Toy yahudilik, Hint üst kastlarını yani Aryanları taklit eden yahudilerin ikinci elden taklididir. Ve bu iblis soyu, hi,zmetçisi olan yahudilere güç aktarıp vitrine koyarak geri kalan ademoğullarına rol modeli yapmış, yani doğrudan değil dolaylı olarak kendilerine hizmet eden insan sürüleri yaratmaya çalışmıştır. (Modern kapitalist çağlarda bu tezgahı sezen karl marks’ın belki bilinçli belki içgüdüsel olarak burjuvazi diye kodladığı bu aryan faşistlerine açtığı savaş ve alt sınıfları uyarıp bu şeytani düzeni deşifre etmesi, insanlık adına tarihsel bir çabadır.)
Yahudiliği bir günah keçisi olarak küçük bir toplulukla özdeşleştirmek, Yahudice bir bakıştır. Yani olumsuz manada bile olsa, Yahudi’yi geri kalan insanlıktan ayırmak, onu ötekileştirmek, özel bir topluluk kimliği olarak algılamak yanlıştır. Siyonizm tam da bu Yahudi anlayışı gereği Yahudiler ayrışsın ve bir devlet sahibi olsun diye Alman Nazilerinin Yahudileri ayırıp hedef almasına destek vermiş, başka bir çok ülkenin milliyetçiliklerini de olumlamıştır. Çünkü Yahudi’yi ayırmak, Yahudiliği Yahudi ırkı-kavmine has kılmak tam da Yahudi özelliğidir. Oysa Yahudiliğin saydığımız esas önemli karakteristik özellikleri, tarih boyunca her yerde ve her din mensubunda ortaya çıkmış, başka kültür ve grupların mensupları içinde de yaygın olarak görülebilmiştir. Çünkü bu özellikler insana ait, evrensel özelliklerdir. Yahudiliğin bu manada özelliği, bu karakteri tarih boyunca inat ve ısrarla ve bir özel dinsel kimlik içine saklayarak ve bu asabiye sayesinde süreklileştirerek insanlığa ayna tutacak bir biçimde taşıyor olmalarıdır. Bu manada Yahudiliği Yahudi kavminin dışında da aramak, onun ana özelliklerini tespit ederek Yahudilikten arınma çabasını ‘insanlaşma’ çabasının bir parçası olarak görmek gerekmektedir.
Bugün kapitalizm denilen Yahudi karakterinin ekonomi-politik sistemi sayesinde Yahudilik en evrensel bir din haline gelmiştir. Hatta yer yer Yahudi kavminden olmayanların Toy Yahudiliği, Soy Yahudiliğin önüne geçmiştir. Özellikle Anglo-Sakson burjuvazi yani Aryan ırkının elitleri, Toy Yahudiliğin en bariz örneği olarak analiz edilebilir. İnsanların soy ve kültürlerini temel alan milliyetçi bakış açısından sıyrılıp, insanlık düzeyinde ortak karakter özellikleri açısından bakılınca, bizatihi Yahudi düşmanlığının bir tür Yahudice ırkçılık olduğu görülecektir. Bu nedenle Yahudiliğe düşmanlık, soy ya da dinsel temelden değil, özdeşleştiği ve yansıttığı bu evrensel karakter özellikleri temelinde anlamlı olabilir. İnsanların nerede ve hangi kültür içinde doğacaklarını seçme şansları yoktur. Soy Yahudi bir insanın Yahudilikten arınma imkanı ve fırsatı diğer her insan kadar vardır ve bu çabayı göstererek Yahudilikten arınıp insanlaşma yoluna giren bir çok örnek vardır. Bu nedenle, önemli olan soy olarak Yahudilik değil, davranış ve yaşam tarzı olarak Yahudiliktir.
Kısacası, saydığımız karakter özellikleri olarak Yahudi topluluğunun önde gelenlerinin güç sahiplerine yeteneklerini kullanım değeri olarak pazarlaması, dinsel milliyetçiliği (Siyonizm), dinciliği ve Mammon’a tapışı manasındaki Yahudiliktir bizim sorunumuz. Soy Yahudilerin sıradan ve kendi halindeki topluluklarının, bahsi geçen Yahudiliğin suç ortaklığını yapmadığı sürece, suçlanması, taşlanması, eziyet, dışlanma ve ayrımcılığa tabi tutulması, diğer her hangi bir insan topluluğuna yapıldığı kadar suçtur ve ayıptır. Yahudiler bu konuda da özel bir hakka sahip olmadığı gibi, belirtilen şartlara riayet etmeleri kaydıyla özel olarak zikredilmeleri bile bir tür ayrımcılıktır. Batılı toplumların anti-semitizmi, tersinden bir Yahudilik olarak insanlık suçudur. (Filistinde yürüttükleri soykırım, suçtur. Yahudilik soykırımın motivasyonudur. Ama misal Avrupa’nın Afrika ve Latin Amerikada, rusya’nın orta Asya ve Kafkasya’da, İran’ın Irak, Suriye ve Afganistan’da, Suud’un Yemen’de yaptığı katliamlar, işledikleri suçlar, Yahudilerden farklı değildir. Yani bu insanlık suçlarının kaynağı, işleyen suçluların ırkını veya dinini-mezhebini de suçlu yapmaz. Katiller, katil olduğu için suçlanmalıdır, etnik-dini kökenleri için değil. Bu, zulme karşı çıkmanın ahlaki çerçevesini belirleyen ölçüdür. Kuran, ‘bir kavme olan düşmanlığınız sizi adaletsizliğe sevk etmesin’ diyerek müminlere bu ölçüyü hatırlatır.
Yahudiliğe dönük özel yasaların çıkarılması da başka bir Yahudilik biçimidir. Sıradan Yahudiliği gerçekten sıradanlaştırmak, diğer herhangi bir topluluğun sahip olduğu her tür hak ve hukuka, söylem ve kavram çerçevesi içine alarak eritmek, Yahudiliği insanlıktan olumlu ya da olumsuz olarak ayıran her tür dil, üslup ve davranışa son vermek gerekir. Bu tarihsel Yahudi sorununun tek kalıcı çözümüdür. Binlerce halkın zaman içinde yok olması, değişmesi, başkalaşması, karışıp melezlenerek yeni halkların ortaya çıkması gibi, yahudiliğin de artık aynı doğal insani eliminasyona tabi olması gerekir. Asurlular, Hititler, Romalılar, Frigler, Hurriler, Lidyalılar vb. gibi.
Bunun için Yahudiliğin tanımını sıradan Yahudilerden ayırarak, onu özel bir davranışlar ve karakteristik özellikler bütünü olarak okumak gerekir. Soy olarak Yahudi olup da bu manada Yahudi olmayan bir çok insan olabildiği gibi, soy olarak Yahudi olmayan ama her şeyiyle Yahudi olan bir çok insan da vardır. Bizim sorunumuz, daha doğrusu irdelediğimiz Yahudi kavramı, bu sıradan Yahudi insanları değil, Yahudiliği Yahudilik haline getiren saydığımız özelliklerini ifade etmektedir. Bu ayrımı yapmayan bir zihnin meseleyi Batı’ya ait ırkçı ve ayrımcı bir bağlama sokup dinsel ya da etnikçi milliyetçilikle vulgarize etmesi mümkündür. Nitekim, İsrail katliam yaptıkça, “Bütün Yahudileri asmalı-kesmeli” türünden gelişen Yahudice yaklaşımların nedeni budur. Bu tepki tarzı, ne kadar haklı nedenlere dayanırsa dayansın, sorunun özünü ıskalamayı ve Yahudiliği Yahudice bir mantıkla yani ırkçı gözle kavramayı ifade eder. Bizce bütün Yahudileri Yahudilikten arındıracak insanlık etiğini geliştirmek, esas çözümdür. En önemlisi her yere yayılan “Yahudi olmayan Yahudiliği”, yani Toy Yahudiliğin izini sürüp deşifre etmektir.
İnsanların soy-soplarını araştıran ırkçı ve faşist kafaların bu meseleyi başka projelerin-asıl insanlık düşmanı aryan faşizminin- altyapısını döşemek için kullanmaya çalıştığı bir dönemde, bu ince ayrımları dikkatlice yapmak ve Yahudiliği teo-politik bir bağlamda analiz etmek daha tutarlı bir yoldur. Böylece, Yahudiliği doğru anlamak, abartmamak ve arkasındaki esas güçleri gösteren bir işaret fişeği olarak okumak daha uygun olacaktır.
Meşhur sözdür, “Yahudi’yi arıyorsan parayı takip et!” Biz de diyoruz ki, insanlığa musallat olan zorbaları, eşkıyaları, zalimleri, gerçek güç sahibi firavunları arıyorsan ve ne yapmaya çalıştıklarını merak ediyorsan soy veya toy Yahudi’yi takip et, mutlaka onun yani asıl iblisin eteğinin altındadır ve kendisine tevdi edilmiş bir görevi yapıyordur.
Çünkü güç Yahudi’de değil, onu kullanandadır. Yahudiler binlerce yıldır hint üst kastı aryanların paryası olarak hem kullanılmış hem aşağılanmıştır. 20. Yüzyılda aşağılayıp, katlettikleri yahudileri şimdi İsrail isimli garnizonda toplayıp Müslümanlara saldırtarak kullanmaları, arkalarındaki bu asıl iblis soyunu perdelemek içindir. Yahudiler buna alışkındır ama müminler, katil Yahudilerle savaşırken, bu şeytani perdeyi kaldırıp, arkasındaki mammon tapıcı iblis kullarıyla ve aralarındaki toy Yahudilerle mücadeleyi de asla unutmamalıdır.
Kaynak: Teolojinin Jeopolitiği-Allah, vatan, Özgürlük, Yarın yay. 2005
*https://kritikbakis.com/wp-admin/post.php?post=20464&action=edit
**Hint kast sistemi için bkz.https://www.thenotsoinnocentsabroad.com/blog/the-indian-caste-system-explained