Savaş Önümüzde
Dünya düzenindeki değişim genellikle savaşla gerçekleşir. Küresel gücü elinde tutanlar, bu gücü gönüllü olarak bırakmaya son derece nadiren razı olurlar. Son ana kadar direnirler; yok edilip harabeye dönene dek vazgeçmezler. Bugün de durum hiç kuşkusuz aynıdır.
Tarihte elbette çeşitli dönemeçler yaşanır. Bu nedenle Batılı liderlerin hegemonyalarını gönüllü olarak terk etmelerini ancak varsayım düzeyinde bekleyebilir, umut edebilir ya da en azından dileyebiliriz. Fakat içimde bir ses bunun pek olası olmadığını söylüyor. Ve eğer bu gerçekleşmezse, savaş kaçınılmazdır. Bu savaş zaten başlamış durumda: Ukrayna’daki savaş, Orta Doğu’daki savaşlar. Ancak henüz tüm şiddetiyle sürmüyor. Şu ana dek, bugün sınırları çizilmekte olan güçler arasında gerçek egemenliğin yeniden dağıtımı uğruna verilecek büyük ve temel savaşın yalnızca bir habercisi niteliğinde.
Günümüzde sık sık şöyle deniyor: Bakın, çok kutuplu dünya geldi; dünya artık tek kutuplu değil, BRICS var, “büyük insanlık” var, vesaire. Ancak görüyoruz ki, tek kutuplu sistemin hegemonyası hâlâ güçlü. Bu durum, sistemin aslında gerilemekte olmasına ve Batı toplumunun —bir patlamadan ziyade içten içe çöküş anlamına gelen— devasa bir kriz sürecine açıkça sürüklenmesine rağmen geçerliliğini koruyor. Yani, bu düşüş eğilimine rağmen, Batı hegemonyası hâlâ çok kutupluluktan daha baskın durumda.
Açık konuşalım: Batı, örneğin Sovyet sonrası coğrafyada durumu ve güç dengesini yeniden şekillendirme yeteneğine hâlâ sahip. Küreselcilerin Ukrayna, Moldova, Güney Kafkasya ve Orta Asya’da otuz yılı aşkın süredir faaliyet gösterdiğini biliyoruz. Ama onların bunu yapmasına biz izin verdik. Ve şimdi, Batı iki ya da hatta üç farklı güce bölünmüş durumda — küreselciler, Avrupa Birliği, Trump ve MAGA — olmasına rağmen, yine de Romanya’daki seçimleri baskı yoluyla yönlendirmeyi başardılar; küreselciler için uygun olmayan adayları değiştirdiler, Almanya için Alternatif (AfD) partisinden birkaç düzine adayı öldürdüler, bunu “kaza” olarak gösterip örtbas ettiler ve nihayetinde Moldova’daki seçimleri de zorla yönlendirmeyi başardılar. Aynı zamanda Ukrayna’daki savaş da sürüyor. Batı geri adım atmıyor ve bizim için kesin bir zafer elde etmek son derece zor.
Batı’nın tek kutuplu dünyasının artık var olmadığını söylemek için henüz çok erken. Varlığını sürdürüyor, ancak can çekişerek.
Ve elbette, eğer tek kutuplu dünya yakın zamanda kendiliğinden çökmezse, bütün bu süreçlerin büyük bir savaşa evrilmesi oldukça olasıdır.
Bu savaşın nerede gerçekleşeceğinden emin değilim — Pasifik Okyanusu’nda Çin’e karşı mı, Hindistan’a karşı mı, Orta Doğu’da mı olacak, yoksa doğrudan bizi mi içine alacak? Tam da bizimle başlaması pekâlâ mümkündür. Dolayısıyla, Ukrayna’da yaşananlar, daha büyük ve sarsıcı bir savaşın başlangıcı olabilir.
Nükleer silahlarımız, topraklarımız, tarihsel kimliğimiz ve dünya süreçlerini kavramsallaştırma yeteneğimizle Rusya, Çin’in birkaç adım önündedir. Çin, ancak şimdi gerçek bir küresel güç hâline gelmektedir. Bu, onun için yeni bir nitelik, yeni bir durumdur. Çin’in bunu başarıyla yönetebileceğine dair hiçbir garanti yok. Biz, 20. yüzyılda (iki büyük güçten biri olarak) ve 19. yüzyılda (birkaç büyük güçten biri olarak) zaten büyük bir dünya gücüydük. Çin’in büyüklüğü ise antik çağa aittir. Hiç şüphe yok ki Çin bugün dünyayı yöneten iki ya da üç ülkeden biri olan, en önemli birinci dereceden devletlerden biridir. Ancak bu, çağdaş Çin için yeni bir deneyimdir. Bu role hazırlanması hâlâ gereklidir ve burada pek çok hata yapılabilir. Bizim bu konuda çok canlı bir deneyimimiz var; işte bu yüzden, Rusya küreselciler için başlıca engel ve başlıca düşmandır. Bu nedenle, bu savaşın asli katılımcısı biziz, başkası değil; dünya tarihinin parlak ışığını taşıyan ana aktörler biziz. Çok kutuplu dünyayı inşa eden biziz.
Bu koşullarda üçüncü bir dünya savaşının önlenip önlenemeyeceği büyük bir soru. Şu an için savaşın önlenmesine dair öne sürülen tek seçenek, bizim teslim olmamızdır — yani savaş daha başlamadan beyaz bayrağı çekip, galiplerin merhametine sığınarak çatışmayı isteyerek sona erdirmemiz. Ancak yenilgiyi bilerek kabul etmek, savaşın sona erdiği anlamına gelmez. Hâlâ irade ve güç doluyuz; biz yenilgiye değil, zafere doğru ilerliyoruz. Dolayısıyla, büyük bir savaş sadece yenilgiyle önlenebilecekse, bu bizim durumumuz değildir — ve bu durumda savaş kaçınılmazdır. Ne var ki, savaşın çıkıp çıkmayacağı bize bağlı değil. Bu, tek kutuplu dünyayı yönetenlerin yeni bir tırmanma seviyesini tercih edip etmeyeceklerine bağlıdır.
Genel olarak, büyük bir dünya savaşının kaçınılmaz olduğu yönündeki analize katılıyorum. Böyle bir savaş, Çin’i içine çekecek, büyük olasılıkla Hindistan’ı da kapsayacak; tüm Orta Doğu’yu, İslam dünyasını içine alacaktır. Aynı zamanda, elbette, Afrika ve Latin Amerika’da da yankı bulacaktır — burada da iki koalisyon oluşmakta: tek kutupluluğu savunanlar ve çok kutupluluğun yanında duranlar.
İnsanlığı önünde dehşet verici sınavlar bekliyor. Aslında bu sınavlar çoktan başladı; biz zaten onların içindeyiz. Bugün yaşadıklarımız, önümüzde olanlarla karşılaştırıldığında çocuk oyuncağı gibi kalacak. Elbette, her sağduyulu insan gibi, bundan ne sevinç duyuyorum ne de mutlu oluyorum. Ama savaşlar neredeyse her zaman, insanlar savaş istemediklerini söylediklerinde çıkar. Savaşların olup olmaması insanların onları isteyip istememesine bağlı değildir. Tarihin neredeyse kaçınılmaz olan bir mantığı vardır — ve bundan kaçmak neredeyse imkânsızdır.