Sam Amca: Dinsel Bir Haçlı mı?
Nijerya’daki dinsel zulüm bir suçtur, savaş gerekçesi değil.
Amerika için, Başkan Donald Trump’ın başka bir ülke hakkında bilgi edinmesinden daha tehlikeli bir şey olmayabilir. Bir zamanlar Nobel Barış Ödülü için kampanya yürüten başkan, Amerika’yı orada başka bir aptalca savaşa sürükleyebilir.
Mesela Nijerya’da. Batı Afrika ülkesi, kıtanın en büyük nüfusuna ve ekonomisine sahiptir. Ülke, önemli bir petrol üreticisidir ve iç savaş ile askeri diktatörlükten sağ çıkmıştır. Ancak uzun süredir yolsuzluk, istikrarsızlık ve şiddetle boğuşmaktadır. Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında neredeyse eşit şekilde bölünmüş olan Nijerya, şiddetli İslamcı terörist hareketlere ev sahipliği yapmaktadır ve mezhepçi tonlar taşıyan acımasız bir kırsal/kabile çatışmasından muzdariptir. Bazı Müslüman çoğunluklu eyaletler şeriat kanunlarını uygulamaktadır.
Dinsel çatışma hayaleti giderek büyüyor. Haziran ayında, büyük ölçüde Hristiyanlardan oluşan bir köye düzenlenen saldırıda yaklaşık 200 kişi öldürüldü. Christian Solidarity Worldwide–Nigeria örgütünün başkanı Yunusa Nmadu, “Nijeryalı sivillerin maruz kaldığı artan şiddet ve istikrarsızlık düzeyi ulusal bir acil duruma işaret ediyor” uyarısında bulundu. Şiddet yalnızca Nijerya’nın sınırlarında kalmayabilir. Nmadu endişeyle “Uçurumun eşiğindeyiz,” dedi. “Eğer Nijerya iç savaşa girerse, tüm Batı Afrika yok olur.”
Trump kısa süre önce Nijerya’nın içinde bulunduğu kötü durumu fark etti ve Truth Social’da şu açıklamayı yaptı:
Eğer Nijerya Hükûmeti Hristiyanların öldürülmesine izin vermeye devam ederse, ABD Nijerya’ya yaptığı tüm yardımı ve desteği derhal durduracak ve bu utanca bulanmış ülkeye, ‘silahlar patlarken’ girmeyi ve bu korkunç vahşetleri işleyen İslamcı teröristleri tamamen yok etmeyi düşünebilir. Bu vesileyle Savaş Bakanlığı’na olası bir harekât için hazırlık yapmasını talimat veriyorum. Saldırırsak, bu tıpkı terörist eşkıyaların ÇOK SEVDİĞİMİZ Hristiyanlarımıza saldırdığı gibi hızlı, acımasız ve “tatlı” bir saldırı olacak! UYARI: NİJERYA HÜKÜMETİ DERHAL HAREKETE GEÇSİN!
Kendisine kara birlikleri gönderip göndermeyeceği sorulduğunda, “Olabilir,” yanıtını verdi.
Köşe yazarı Walter Russell Mead, Trump’ın eyleme geçmek için sofistike bir gerekçesi olduğu yönünde hayallere kapılarak, onun “çok sayıda Sahra Altı Afrikalı Hristiyanı Amerika’nın safına çekmeyi”, “birçok Amerikalı Hristiyanın Afrikalı inanç kardeşlerine duyduğu doğal sempatiyi kullanmayı” ve “İsrail’e verdiği destek nedeniyle groyper sağından gelen saldırıların bir kısmını hafifletmeyi” umduğunu yazdı. Oysa Trump, görünüşe göre Fox News’teki bir haberden etkilenmişti ve bu haber onu “derhal” öfkelendirmişti. Yeni bir savaş başlatmanın sonuçları üzerine pek düşünmediği açık.
Savunma Bakanı Pete Hegseth, X üzerinden şu yanıtı verdi:
Nijerya’da —ve her nerede olursa olsun— masum Hristiyanların öldürülmesi derhal sona ermelidir. Savaş Bakanlığı harekete geçmeye hazırlanıyor. Ya Nijerya Hükûmeti Hristiyanları korur ya da biz, bu korkunç vahşetleri işleyen İslamcı teröristleri öldürürüz.
Bu açıklamayı kelimesi kelimesine ele alırsak, bu durum, ABD’nin önemli üsleri ve müttefiklerinin bulunmadığı başka bir kıtada, istikrarsız ve egemen bir devlete karşı saldırgan bir savaş yürütmesini gerektirir. Ne ters gidebilir ki?
Nijerya’da ciddi bir zulüm sorunu var ve bu mesele uzun süredir beni endişelendiriyor. Çatışma, Hristiyanlar ve Müslümanların bir arada yaşadığı sözde Orta Kuşak’ta özellikle şiddetlidir. Tüm inanç toplulukları acı çekmektedir. Temmuz ayında ABD Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu (USCIRF) şu raporu yayımladı:
Dini topluluklar, inançlarını özgürce yaşama haklarının süregiden, sistematik ve feci ihlalleriyle karşı karşıya. Nijerya hükûmetinin küfür yasalarını uygulaması ve dini toplulukları hedef alan devlet dışı aktörlerin saldırılarında artış yaşanması, din veya inanç özgürlüğü (FoRB) üzerinde ciddi sınırlamalara yol açmaktadır. Nijerya’daki on iki eyalet hükûmeti ve federal hükûmet, küfür yasalarını uygulayarak, dine hakaret ettiği düşünülen kişileri yargılayıp hapse atmaktadır. Hedef alınanlar arasında Hristiyanlar, Müslümanlar, geleneksel inanç sahipleri ve hümanistler bulunmaktadır. Ayrıca, devlet dışı aktörlerin şiddetini azaltma çabalarına rağmen, hükûmet genellikle bu tür şiddetli saldırılara yavaş yanıt vermektedir … Bu şiddet, Nijerya’nın birçok eyaletinde Hristiyanlar, Müslümanlar ve geleneksel dini toplulukların dini ibadet ve uygulamalarını ciddi şekilde kısıtlamaktadır.
Bu siciliyle Nijerya, başkanın “Özel İlgi Gerektiren Ülke” (Country of Particular Concern) statüsü verdiği ülkeler arasında yer almayı hak etmektedir. Bu statü, bir ülkenin inanç sahiplerini etkileyen politika ve uygulamalarının daha sıkı denetlenmesini sağlar. Ancak savaş, Amerikalılar ve diğer herkes için maliyetleri ve riskleri göz ardı edilerek asla ilk çare olmamalıdır. Nijerya’yı kasıp kavuran şiddet her ne kadar korkunç olsa da, ABD’nin askerî müdahalesini haklı çıkarmaz.
Yaklaşık 230 milyon nüfusa sahip ve dini açıdan neredeyse eşit şekilde bölünmüş bir ülkede, her yıl din kaynaklı şiddet nedeniyle öldürülen Hristiyanların sayısının 4.000 ila 8.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir; 2009’dan bu yana yaklaşık 50.000 Hristiyan öldürülmüştür. Ancak, çoğunluğu cihatçı aşırılık yanlıları tarafından hedef alınan ılımlı Müslümanlardan daha fazlasının öldürüldüğüne yaygın olarak inanılmaktadır; gerçi bazı analistler, resmi kayıp rakamlarının sayıyı olduğundan düşük gösterdiği ve ölümlerin niteliğini yanlış yansıttığı konusunda şüphe duymaktadır. Anlaşılır bir şekilde, bazı zor durumdaki Hristiyanlar ABD’nin müdahalesinden yana tavır almaktadır. Yerel bir lider Wall Street Journal’a şöyle demiştir: “Halkımızın hayatını kurtarmak için doğaüstü bir müdahale için dua ediyoruz. Başkan Trump gecikmemeli ve bu askerî müdahaleyi hayata geçirmeli.”
Ancak Nijerya’da bir soykırım, hele ki Hristiyanlara yönelik bir soykırım yok. Bu yıl şu ana dek öldürüldüğü tahmin edilen 8.000 Nijeryalı fazlasıyla yüksek bir sayı olsa da, hiçbir halkı ya da inancı ortadan kaldırma tehdidi taşımamaktadır. Şiddetin pek çok nedeni vardır ve belli bir topluluğun yok edilmesine yönelik değildir. Dış İlişkiler Konseyi’ne göre, toplumsal şiddet nedeniyle öldürülenler arasında “teröristler, çobanlar, gönüllü milisler, ormanlarda faaliyet gösteren kaçırma çeteleri, kıyıdaki korsanlar ve Nijerya’nın aşırı yük altındaki kendi ordusu tarafından öldürülen Müslümanlar, Hristiyanlar, askerler, siviller ve hükûmet yetkilileri” bulunmaktadır.
Dahası, eğer Trump yönetimi dünyadaki adaletsizlikleri düzeltmeye başlamayı planlıyorsa, Amerikalılar çok sayıda savaşta savaşmak zorunda kalacaklar. Üstelik o durumda bile, başlanacak ülke Nijerya olmamalıdır. Nijerya’daki bilanço her ne kadar korkunç olsa da, Yemen ve Gazze’de —ikisi de ne yazık ki Washington’un desteğiyle ABD müttefikleri tarafından gerçekleştirilen— yakın zamanlı insan kıyımlarıyla veya Sudan’daki korkunç iç savaşla kıyaslandığında sönük kalmaktadır. Myanmar’da acımasız çatışmalar sürmekte ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde bitmek bilmeyen şiddet yeniden alevlenmiştir. Bu sonuncu yangın 1998’de başladı ve 2000’li yıllara kadar sürdü; tahmini olarak 5,4 milyon insanın hayatına mal oldu. Uluslararası Kurtarma Komitesi Başkanı George Rupp şöyle demiştir: “Bu çatışma ve onun sonuçları, ölüm sayısı açısından İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan tüm diğer çatışmaları geride bırakıyor.”
Peki Washington, Nijerya’nın iç çatışmalarını nasıl sona erdirebilir? Ülkedeki aralıklı zulüm ve yaygın şiddet, başkanın “silahlar patlarken” ifadesiyle sunduğundan çok daha karmaşıktır; Armed Conflict Location and Event Data (Silahlı Çatışma Konumu ve Olay Verisi) projesinden Miriam Adah’ın ifadesiyle bu durum, “isyancılar, haydutlar, etnik çatışmalar ve toprak anlaşmazlıkları”nı kapsamaktadır. En büyük tehdit, Boko Haram ve benzeri isyancı örgütlerden gelmektedir; ancak bu gruplar Hristiyanlarla birlikte ılımlı Müslümanları da hedef almaktadır. Ayrıca bu isyanların sadece dinsel aşırılıkla açıklanamayacağını savunan Nijeryalı yazar Kola Tubosun’a göre, bu hareketler “bölgedeki yoksulluk, okuma yazma bilmeme, yasadışı madencilik fırsatlarına erişim, merkezi hükûmete güvensizlik ve daha büyük cihatçı ağlarla bağlantılar” üzerinden beslenmektedir.
Bundan ayrı ve giderek büyüyen bir başka sorun ise, büyük ölçüde Fulani çobanlar tarafından, çoğunluğu Hristiyan olan çiftçilere yönelik yürütülen şiddettir; yalnızca bu yıl yüzlerce çiftçi öldürülmüştür. Dini farklar mevcut düşmanlıkları körüklemektedir ve USCIRF’e göre, “Bu rekabet genellikle Hristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki dini ayrımlar boyunca ortaya çıkar” ve özellikle Hristiyanlar üzerinde belirgin bir etki yaratır. Ancak Fulani’ler, Müslüman komşularını da hedef almaktadır. Bu çatışma karmaşıktır; ne kendiliğinden patlak veren bir kırsal anlaşmazlıktır ne de örgütlü bir Müslüman cihadıdır.
Bu ve benzeri siyasi ve dinsel mücadelelerin hepsine çare olacak bir çözüm bulunmamaktadır; başarısızlıkları iyi belgelenmiş olan ulusal hükûmetin bu sorunlara çözüm getiremediği ortadadır. Siyasetteki geleneksel dini denge dahi artık bozulmuştur. Bununla birlikte, dış baskı ve uluslararası müdahil oluş, Abuja’nın daha duyarlı hale gelmesini sağlamıştır. İnsan hakları aktivisti ve eski senatör Shehu Sani, 2023’te seçilen Cumhurbaşkanı Bola Ahmed Tinubu’nun şiddetle mücadelede seleflerinden daha fazla çaba gösterdiğini söylemektedir. USCIRF, Tinubu yönetiminin “daha fazla hesap verebilirlik sağlamak için bazı adımlar attığı”, “ülkenin güvenlik durumunu daha açık biçimde tartışmaya istekli olduğu” ve şiddetli saldırılara yanıt verme konusunda daha büyük başarılar elde ettiği sonucuna varmıştır.
Sonuç hâlâ hayal kırıklığı yaratabilir, ancak Amerikan askerî müdahalesi, çözebileceğinden çok daha fazla sorun yaratacaktır. Özellikle rejim değişikliği tehditleri, Abuja hükûmetiyle anlamlı bir iş birliğini sekteye uğratacaktır. Tubosun’a göre, “Nijerya’nın maden rezervleri ve Çin’in nadir toprak elementlerini ABD’ye karşı kullanma stratejisi göz önüne alındığında, komplo teorileri her yerde dolaşıyor.” Bazı Nijeryalılar, Trump’ın son açıklamalarını, yönetimin yasadışı göçle mücadele kapsamında sınır dışı edilenleri kabul etmeyi reddeden Nijerya’ya yönelik bir misilleme olarak görmektedir. Diğerleri ise bunun, Tinubu hükûmetinin “ekonomik bağımsızlığı” teşvik etme yönündeki son çabalarına karşı yürütülen örtük bir muhalefet olduğunu düşünmektedir.
Daha da kötüsü, Nijerya’nın otoritesini hiçe saymak, ülkenin ordusuna meydan okumak ve/veya Nijerya vatandaşlarını öldürmek, ülkenin iç bölünmelerini derinleterek zaten onu parçalamış olan çatışmaları körükleyecektir. Kaliforniya Üniversitesi, San Diego’dan Darren Kerr şu uyarıda bulundu: “Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm ağırlığını yalnızca Hristiyan tarafına vermesi ve meseleyi Müslüman-Hristiyan ekseninde çerçevelemesi, Nijerya’daki hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar için büyük olasılıkla son derece yararsız olacaktır.” Sani, “dini ve etnik bir krizin” patlak vermesinden korkuyor. Zaten Nijerya’nın güneydoğusunda, büyük ölçüde Hristiyan olan ve Abuja’ya karşı ciddi şikayetleri bulunan İgbo halkı, 1967’de başarısız olan Biafra’nın ayrılma girişimini andıran bir ayrılıkçı kampanya yürütüyor. ABD’nin Hristiyanlar adına bir haçlı seferi düzenlemek üzere müdahale etmesi, mezhep kavgalarıyla zaten parçalanmış bir kıtada şiddeti daha da yaygınlaştırması muhtemel bir adımdır.
Her halükarda, Amerikalı politika yapıcıların çok az bilgi sahibi olduğu karmaşık anlaşmazlıklara müdahale etmek genellikle kötü sonuçlar doğurur. Sembolik bir müdahale pek az şey başarır; ABD’yi başarısız bir girişime bulaştırır ve sonuçtan dolayı kamuoyu önünde Washington’u sorumlu kılar. Rehine kurtarma gibi asgari hedeflere sahip sınırlı operasyonlar Washington’un kapasitesi dâhilinde olabilir, ancak kimseyi tatmin etmeyecektir. Başkanın talep ettiği şey ise, onun da belirttiği gibi “tatlı” olmayacak olan gerçek bir savaş gerektirir.
Böylesi bir harekât —özellikle Abuja’nın iradesine karşı yürütülecekse— örgütlü isyancıları, İslamcı teröristleri, etnik düşmanlıkları olan grupları, kırsal savaşçıları ve daha fazlasını kapsayacaktır. Özellikle Orta Kuşak’ta ve petrol zengini Nijer Deltası’nda savaş cepheleri muğlak olacaktır. Etnik ve dinsel güçleri birbirinden ayırmak hiç de kolay bir iş olmayacaktır. Amerika’nın Afrika, Asya, Orta Doğu ve Avrupa’daki geçmiş askerî maceraları çok sayıda insanın ölümüne yol açmıştır. Yazar ve insan hakları avukatı Ayo Sogunro’nun da haklı olarak endişelendiği gibi, Amerikalıların “uçaklarla gelip, teröristlerin saklandığı belirlenen her yeri —masumla suçluyu, Hristiyanla Müslümanı ayırt etmeden— sürekli bombalayacaklarından” korkulmaktadır.
Son olarak, Sam Amca’yı dinsel bir intikamcıya dönüştürmek, Washington’un kendi halkına —özellikle öldürme ve ölme görevini üstlenecek üniformalı yurttaşlarına— karşı sorumluluğunu ihlal edecektir. İnsani müdahale, anlaşılır bir duygusal çekicilik taşır. Ancak dünya olağanüstü karmaşıktır ve Amerika’nın kontrolünün ötesindedir.
Her halükarda, ABD hükûmeti, vatandaşlarının hayatlarını ve geleceklerini, onlar için önemli —hatta hayati— bir şey söz konusu olmaksızın riske atmamalıdır. Başkalarının yaşamları da ahlaki açıdan eşit değerdedir. Ancak bu, onların Amerika adına göreve çağrılanlar kadar sorumluluğunu taşıdığı anlamına gelmez. ABD ordusunun temel işlevi küresel hayırseverlik değil, ulusal savunmadır.
Nijerya’da yaşananlar korkunçtur ve Washington’un dikkatini hak etmektedir. ABD, diğer temel insan haklarıyla birlikte din özgürlüğünü ve vicdan özgürlüğünü teşvik etmelidir. Ancak Washington’daki yetkililer, dünyanın öbür ucunda değişimi zorlamaya yönelik kapasitelerinin sınırlı olduğunu kabul etmelidir. Dahası, ABD başka ülkelerin çalkantılı siyasetine ve çatışmalarına karışmaktan kaçınmalıdır. Amerika’yı Nijerya’da haksız ve gereksiz bir savaşa sürüklemek, en kötü yol olur; hastalıktan daha beter bir çare olur. Daha kısıtlı bir politika tatmin edici görünmese de, Washington’un sorumlulukları ve Amerika’nın çıkarlarıyla en uyumlu olan en iyi yoldur. Egemenliğinin ihlal edilmesini reddederken ABD’nin yardımını memnuniyetle karşılayan Nijerya hükûmetiyle çalışmak daha iyidir. Yönetim, Başkan Tinubu’ya ülkesinin iç sorunlarını daha etkili bir şekilde ele alması için baskı yapmalı ve mümkünse bu amaçla iş birliği kurmalı, ancak Amerikalılar ile Nijeryalıların barış ve kalkınmayı teşvik etmek için birlikte çalışmasını da engellememelidir. Aslında Beyaz Saray, dünyanın diğer ülkeleriyle de aynı yaklaşımı benimsemelidir.
* Doug Bandow, Cato Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacıdır. Ronald Reagan’ın eski özel danışmanı olan Bandow, Foreign Follies: America’s New Global Empire (Dış Politika Saçmalıkları: Amerika’nın Yeni Küresel İmparatorluğu) adlı kitabın yazarıdır.
Kaynak: https://www.theamericanconservative.com/uncle-sam-as-religious-crusader/