Rusya-Çin’in İran’a Taahhüdünün Realpolitik Analizi

“Büyük İsrail Projesi”nin İran aşamasının ne kadar ileri gideceği hâlâ belirsiz. Çin ve Rusya’nın, ABD-İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını kınayan ortak açıklamalarını takdir ediyorum, ancak eylemler sözlerden her zaman daha ağır basar. Eğer ABD sadece ayağını sokmakla yetinmeyip İran havuzuna bodoslama dalarsa, bu çatışmanın boyutları çok büyük olacaktır. Bu yalnızca sözde “Direniş Ekseni”nin veya İran’ın bir ulus-devlet olarak varlığının değil; BRICS’in, Kuşak-Yol Girişimi’nin çok kutuplu dünya düzeni ve Rusya ile Çin’in güvenlik ve istikrarının da geleceği açısından belirleyici olacaktır. Aynı risk ve fırsatlar, küresel hegemon rolündeki ve bir imparatorluk olarak varlığını sürdüren ABD Anglo-Siyonist İmparatorluğu ve petrodolar sistemi için de geçerlidir.

Siyonist-Amerikan saldırısı, çılgınca bir ABD-İsrail pazarlık taktiği ya da sahnelenmiş bir kaosla dikkatleri dağıtma stratejisi olabilir. Küresel finans, kaosu kâr getiren, iyi yağlanmış bir makineye dönüştürdü; bu yüzden dışarıdan çılgınca görünen şeyler çoğu zaman aslında piyasa manipülasyonudur. Tüm bu olup bitenler, Wall Street/Tel Aviv merkezli içeriden bilgiye dayalı bir borsa oyunu olabilir — dalgalanmaları önceden bilen ve bunun yanı sıra İran’a zarar veren bir düzenek. “Ucuzken al, pahalıyken sat” derler ya, işte öyle. Ya da kısaca: “Paranın izini sür.” 11 Eylül’den hemen önce Wall Street’teki Siyonist içeriden bilgicilerin satış yaptığını hatırlıyor musunuz? Trump’ın ilk büyük “süper steroid” gümrük vergisi konuşmasından hemen önce satış yapıp, kamuoyu önünde geri adım atmadan bir gün önce alış yapanlar, büyük vurgunlar elde ettiler.

Öte yandan, bu noktaya gelmeden önce gerçekleşen bir dizi İsrail eylemine de göz atmamız gerekiyor:

7 Ekim 2023: İsraillilerin önceden haberdar olduğu bir Hamas saldırısının ardından, Siyonistler Gazze soykırımını başlattı.
19 Mayıs 2024: Makul bir kesinlikle inanıyorum ki, İsrailliler (ABD’nin yardımıyla) İran Cumhurbaşkanı Raisi ve yakın çevresini sabotaja uğratılmış bir helikopter kazasında ortadan kaldırdı. Raisi’nin yerine, Batı’ya çok daha dostane bir cumhurbaşkanı ve kabine getirildi.
31 Temmuz 2024: Hamas lideri İsmail Haniye, Tahran’da Mossad tarafından suikasta uğradı.
17 Eylül 2024: Mossad, Hizbullah’ın subay kadrosuna ağır zarar veren bir patlayıcı çağrı cihazı saldırısı gerçekleştirdi.
27 Eylül 2024: Mossad, Hizbullah lideri Hassan Nasrallah ve yakın çevresine suikast düzenledi.
16 Ekim 2024: Mossad ve İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Hamas lideri Yahya Sinwar ve ekibini öldürdü.
8 Aralık 2024: ABD-Siyonist kuvvetler Suriye’yi ele geçirdi, Başkan Esad Rusya’ya kaçtı. Yerine, eski CIA-Mossad bağlantılı bir cihatçı lider olan al-Sharaa Alsah getirildi. 1960’larda Suriye hükümetine derinlemesine sızan Mossad ajanı Eli Cohen’i hatırlatan bu durum için, mevcut Suriye Cumhurbaşkanı’nın Yahudi kökenli bir İsrailli Mossad ajanı olduğuna da makul bir kesinlikle inanıyorum.

13 Haziran 2025: İsrailliler, İran’ı bombalayarak hava savunma sistemlerini, siyasi ve askeri liderleri ile bilim insanlarını hedef alır. Açıkça söylemek gerekirse, İran’ın ciddi bir Mossad sızması problemi var gibi görünüyor.
22 Haziran 2025: Başkan Trump, İran’ın nükleer zenginleştirme tesislerinin bombalanmasını “emreder.”

Yukarıda özetlenen yoğunlukta olaylar ve bunların gerçekleştiği kısa zaman dilimi göz önüne alındığında, “Büyük İsrail Projesi”nin son süratle ilerlediği görülüyor. İsrailliler bu konuda fazlasıyla ciddi görünüyor.

Ancak, tüm bu hazırlıklara rağmen, İsrail’in ABD desteği olmadan İran’ı yenmesi mümkün değil. ABD’nin savaşa kesin olarak dâhil olacağına dair güçlü bir teminat olmaksızın, İsrail böyle yüksek riskli bir hamleye kalkışır mı? ABD İsrail’i ortada bırakırsa, İsrailliler delice ve acınası bir duruma düşerler — tabii İran’a karşı önleyici bir nükleer saldırı düzenleyip bu işten sıyrılabileceklerini düşünmüyorlarsa. Ancak, İsrail’in sınırlı da olsa gerçekleştireceği bir nükleer saldırı, küresel ölçekte büyük bir anti-Siyonist tepkiyi tetikler. Öte yandan dünya, Gazze soykırımını canlı yayında izledi ve hiçbir şey yapmadı. Bu durumda halkla ilişkiler açısından doğacak sonuçların İsrail için katlanılamaz olacağından emin değilim.

  1. Günün manşeti: “İsrail İran’a nükleer saldırı düzenledi.”
  2. Günün manşeti: “Kardashian ailesi, Caitlyn Jenner ve Ye ile yeni sezonu duyurdu.”
    (Belki biraz abarttım ama ne demek istediğimi anladınız.)

Belki 2-3 istisna dışında, Mossad’ın ABD’deki tüm önemli politikacıları şantaj ve rüşvetle kontrol altında tuttuğu düşünülürse, herhangi bir Siyonist savaşın ABD tarafından hızla onaylanması kaçınılmaz görünür.

Ancak işleri biraz daha karıştırmak gerekirse; oligarşi, Derin Devlet ve Pentagon’un tüm unsurlarının, ABD’nin ilk hamlede İran’a saldırmasına tam destek verdiğinden emin değilim. Trump ve aşırı Siyonist fraksiyon İran’a karşı oldukça istekli olabilir, fakat diğer kesimler enerjilerini Çin’le bir yüzleşmeye saklamak istiyor olabilir. Rusya’yı “esas ödül” olarak görenler ise, Ukrayna’ya olan ilginin azalmasından endişe duyuyor.

“Yöneten sınıfın fikir ayrılığı” teorisini destekleyen önemli bir gösterge, kurumsal medyanın İran hakkında nasıl haber yaptığına dikkat etmektir. ABD, bir ülkeyi işgal etmeden önce halkı psikolojik olarak hazırlar; bunu da hedef ülke liderini “X=Hitler” formülüyle şeytanlaştırarak yapar. Burada “X” hedef alınan ülkenin lideridir. Fakat şu ana kadar ana akım medyada çok fazla “Ayetullah=Hitler” propagandası duymadım. Eğer ABD yönetimi İran konusunda fikir birliği içinde olsaydı, bu tür X=Hitler haberlerinin sayısı çok daha fazla olurdu.

Mossad, Amerikan topraklarında “İran yaptı” temasına sahip bir sahte bayrak operasyonu düzenlerse, bu ABD’nin İran’a tam kapsamlı bir saldırıya hazırlandığının güçlü bir göstergesi olurdu. Ancak, Siyonistler ve neoconlar muhtemelen ABD halkının artık bu tür oyunlara kapalı, ilgisiz, aptallaştırılmış ya da sadece faturalarını ödemeye odaklanmış olduğunu düşündüklerinden, böyle sahte bayraklara gerek kalmadığını düşünüyor olabilirler. Yani, halkın kitlesel desteğini almak için artık böyle manipülasyonlara ihtiyaç duymuyor olabilirler.

Son yaşanan olaylara bakıldığında, ABD’nin “Önce İsrail” diyen İran karşıtı şahinleri geminin dümenini ellerinde tutuyor gibi görünüyor. Bu şahinler, aynı zamanda “yıkılmış bir İran, Çin’in enerji tedarikini baltalar ve gelecekteki bir işgal için sıçrama tahtası sağlar” düşüncesini, ABD içindeki “Çin’le savaş” yanlısı gruplar için uzlaştırıcı bir gerekçe olarak sunuyor olabilir.

Durumu daha da karmaşıklaştırmak gerekirse; İran’a ait bazı füzelerin Katar’daki bir ABD askeri üssünü vurmasının ardından, Başkan Trump 23 Haziran 2025’te İran ile İsrail güçleri arasında ateşkes ilan etti. Bu, daha önce gümrük vergileriyle ilgili yaptığı keskin salınımlı açıklamaların bir benzeriydi. Trump’ın söyledikleri anlamsız – bir anlam taşımıyor. Bir kez daha sormak gerekiyor: Acaba tüm bunlar, Askerî-Endüstriyel Kompleks (MIC), Wall Street ve Tel Aviv ekseninde yürütülen bir içeriden bilgiye dayalı ticaret planının parçası mı?

Siz bu satırları okuduğunuzda, Trump sarkacı tam zıttına, yarıya, üçte bire veya başka bir noktaya çevirmiş olabilir. Bu, delilerin tiyatrosu – ya da delicesine açgözlülerin.

Bana göre bu tutarsızlıkların bir kısmı, oligarşi, Derin Devlet ve Pentagon içindeki uyumsuzluktan kaynaklanıyor. Mevcut çılgınlık durumu, petrodolar sisteminin Ponzi düzenine benzer şekilde ancak kaosla sürdürülebilmesi sayesinde işliyor. Eğer “kontrollü kaos” oyunun adıysa, o zaman her deli işi hareket mantıklı hâle gelir.

Eğer olup biteni bu “kontrollü kaos” perspektifiyle değerlendirirsek ve gerçekten bir ABD-Siyonist-İran savaşı başlarsa, bu nasıl bir tablo ortaya koyar?

Bence Irak tarzı geniş çaplı bir kara işgali yaşanmaz. Bunun yerine, ABD-İsrail güçleri Libya-Suriye-Gazze senaryolarından alınma stratejileri uygulayacaktır: Toplumun işleyişi için gerekli tüm altyapıyı — okullar, hastaneler, enerji şebekeleri, su ve atık arıtma tesisleri, gıda üretimi, tedarik zincirleri ve fabrikalar — yoğun bombardıman ve füze saldırılarıyla yok ederek kaos yaratmak. Ayrıca silah sistemleri, uranyum zenginleştirme tesisleri ve askerî unsurlar da hedef alınacaktır. Petrol ve gaz kuyuları ise ya “savaş ganimeti” olarak ya da piyasa manipülasyonunun bir parçası olarak saldırıya uğrayabilir. Pentagon’un, bombalama ve füze/insansız hava aracı ağırlıklı operasyonları, Amerikan askerlerinin ölüm oranlarını sınırlayarak kamuoyundaki olumsuz algıyı azaltmayı da hedefler — gerçi bu artık çok da önemseniyor görünmüyor.

ABD ayrıca vekil ordular da kullanacaktır. İran örneğinde bu, CIA-Mossad destekli “kiralık cihatçıların” İran’a ithal edilmesi ve İran’ın Azerbaycan Türkleri, Kürtler ve diğer azınlık bölgelerinde isyan çıkarılması anlamına gelir. Amaç, İran’ı Irak ve eski Yugoslavya’da olduğu gibi etnik hatlar üzerinden parçalamaktır.

İran’daki en büyük azınlığı Türkler oluşturduğundan, Türkiye İsrail-ABD güçlerine karşı İran’a yönelik bir operasyonda destek verir; çünkü bu durum Türkiye’ye hem toprak hem de “dost” bir nüfus kazandırma potansiyeli taşır. Türkiye’nin siyasi stratejisi, iki tarafla da oynamak ve sonra ortada kalan parçaları toplamaktır. Ayrıca Türkiye bir NATO üyesidir ve bu durum değişmediği sürece, nihai aşamada tıpkı Suriye’de olduğu gibi, her zaman İsrail ve Amerika’nın tarafında yer alacaktır. Türkiye’nin bu işbirliğinin karşılığını ise, ABD-Siyonist İmparatorluğu’nun bir gün Kürtleri kullanarak Türkiye’yi parçalamaya çalışmasıyla alacağı öngörülebilir. Bu arada, İran’ın şu anki cumhurbaşkanının da Türk kökenli olduğunu not edelim.

ABD’nin İran’ı işgal etmesine gerek yok. Sadece İran’ı başarısız, harap bir ulus devlete dönüştürmesi yeterli. Zaten 11 Eylül sonrası işgal stratejisi de bu yönde ilerledi.

Peki İran, İsrail ve Amerikan güçlerine nasıl zarar verebilir? Anti-emperyalist analizcilerden milyon kez duyduğunuz şeyleri tekrar etmeyeyim, kısaca geçeyim.

Irak, Şii çoğunluğa sahip bir “ülke” olarak Ortadoğu’daki Amerikan askeri üslerine geniş çaplı füze saldırıları düzenleyebilir.

Husiler, ABD ve Batı’ya ait ticari ve askeri gemilere saldırabilir.

İran, Hürmüz Boğazı’nı kapatarak küresel enerji arzını felce uğratabilir ki bu, ciddi bir ekonomik felaketi tetikleyebilir.

İran füze saldırılarıyla İsrail şehirlerini ve limanlarını hedef alabilir. Amerikan savaş gemileri ve askeri üsleri de bu saldırılardan nasibini alabilir.

Uzun sürecek bir İran bataklığı, Amerikan-Siyonist imparatorluğu için bir yıpratma savaşına dönüşerek “imparatorlukların mezarlığı” deyimini haklı çıkarabilir. (Bu deyim hem Afganistan hem İran için kullanılıyor; dolayısıyla ABD bu kehanet alanında büyük riskler alıyor.)

İran’ın doğrudan ABD ana karasına saldıracağını sanmıyorum. Böyle bir hamle, Amerikan kamuoyunu tamamen İran’a karşı birleştirir. ABD topraklarında bir saldırı yaşanırsa, büyük olasılıkla Mossad-Derin Devlet kaynaklı olur.

Ancak mesele sadece İran ile ABD-Anglo-Siyonist imparatorluğu arasındaki bir mücadele değil. Sözde “Direniş Ekseni”ni hatırlayın. Hesaba Rusya ve Çin’i de katmamız gerekiyor.

Rusya ve Çin, İran’a sıfırdan zayıf desteğe ya da orta-yoğunlukta desteğe kadar uzanan bir yelpazede destek sunabilirler.

Rusya’nın İran’a sıfır ila zayıf destek verme olasılığına dair bazı gerekçeler:

  • Rusya, Ukrayna’da zaten fazlasıyla meşgul.
  • Rusya’nın müdahil olmadığı bir İran bataklığı, ABD-Anglo-Siyonist imparatorluğunun çöküşünü hızlandırır ve Rusya için büyük bir varoluşsal tehdidi ortadan kaldırır ya da azaltır.
  • Hürmüz Boğazı kapanırsa, büyük bir enerji ihracatçısı olan Rusya muazzam kazançlar elde eder.
  • ABD-İsrail güçleri İran’ı yenerse, sıradaki hedef Çin olur, bu da Rusya’ya uzun süreli bir nefes alma şansı verir.
  • Rusya, İran’a karışmazsa Ukrayna konusunda avantajlı bir anlaşma elde edebilir.
  • ABD kadar olmasa da, Rusya’da da çifte vatandaşlığa sahip çok sayıda Siyonist oligark bulunmaktadır.
  • “Siyonist yapı” içinde 1,3 milyon Rus Yahudisi yaşamaktadır. (Burada kastettiğim ABD değil, İsrail.)

Rusya’nın İran’a orta-yoğunlukta destek verme olasılığına dair bazı gerekçeler:

  • Rusya’nın destek verdiği bir İran bataklığı, ABD-Anglo-Siyonist imparatorluğunun çöküşünü hızlandırarak, Rusya için büyük bir varoluşsal tehdidi ortadan kaldırır.
  • Hürmüz Boğazı kapanırsa, büyük bir enerji üreticisi olan Rusya çok büyük gelirler elde eder.
  • Afganistan’daki kayıplar, Sovyet sonrası dönemde Wall Street’in yağma operasyonları ve Ukrayna nedeniyle bir tür intikam hissi.
  • BRICS’i kurtarmak.
  • Bugün İran, yarın Çin, ertesi gün Rusya.

Çin’in İran’a sıfırdan zayıf düzeye kadar destek verme ihtimaline dair bazı nedenler:

  • Çin’in tarihsel ve kültürel geleneğinde yabancı savaşlara karışmama ilkesi güçlü bir şekilde yer almaktadır.
  • Çin’in desteği olmadan gelişecek bir İran bataklığı, ABD-Anglo-Siyonist imparatorluğunun çöküşünü hızlandırır ya da onu ciddi ölçüde zayıflatır; bu da Çin için büyük bir varoluşsal tehdidin ortadan kalkması anlamına gelir.
  • Kuşak-Yol Girişimi (BRI) kapsamında tedarik zincirlerinin ve ticari faaliyetlerin Mossad ya da CIA sabotajı korkusu olmaksızın sürmesini sağlamak.
  • CIA/Mossad kaynaklı terör saldırılarının ve renkli devrim girişimlerinin Çin topraklarında yaşanmasını engellemek.
  • Çin, son dönemdeki İran-Hindistan liman anlaşmasını (ki bu anlaşma Çin’in müttefiki Pakistan’ı da rahatsız etti) ve Mossad’ın İran’ın siyasi ve askerî liderliğini kolaylıkla ortadan kaldırabilmesini analiz ettiğinde, İran’daki Mossad sızmasının düzeyini aşırı yüksek ve riskli bulmuş olabilir.
  • ABD’nin ticaret savaşını hafifletmeyi kabul etmesi.
  • ABD-Anglo-Siyonist yapıyı kısa vadede yatıştırmak ve gelecekteki muhtemel bir ABD ile karşı karşıya geliş için zaman kazanmak.

Çin’in İran’a orta-yoğunlukta destek verme ihtimaline dair bazı nedenler:

  • Çin desteğiyle gelişen bir İran bataklığı, ABD-Anglo-Siyonist imparatorluğunun çöküşünü hızlandırır ya da ciddi ölçüde zayıflatır.
  • İran, Çin’e büyük miktarda enerji tedarik etmektedir. İran’ın enerji arzının düşmesi, ABD-Anglo-Siyonist cephesine bir sonraki aşama için taktik üstünlük kazandırır.
  • Bugün İran, yarın Çin.
  • BRICS’i korumak. İran’ın düşüşü, bu yapının geleceği için ciddi bir güven kaybı yaratır.
  • Kuşak-Yol Girişimi’ni (BRI) korumak. İran çökerse, Çin merkezli iş ortaklıklarına olan güven de ciddi şekilde sarsılır.

Mevcut değişkenleri ve olasılıkları — ABD’nin stratejik bir aptallık yapma ihtimali dahil — ve Çin ile Rusya’nın Suriye’nin çöküşüne nasıl tepki verdiğine dair mevcut örneği göz önünde bulundurursak, Çin-Rusya desteği İran’a karşı uzun sürecek sıcak bir ABD-Siyonist savaşında şu parametrelerde şekillenecektir:

A- Eğer ABD-İsrail bu savaşı büyük ölçüde bombalama/füze ve “ulus-devlet tahribatı” stratejisi ile yürütür; CIA-Mossad bağlantılı cihatçılar ve etno-renkli devrimlerle desteklerse, Çin-Rusya’nın İran’a olan desteği zayıf ila zayıf-orta düzeyde olur.

B- ABD kara birliklerini sahaya sürerse, Çin-Rusya’nın İran’a desteği zayıf-orta ila orta seviyesine yükselebilir. Bu desteğin orta-güçlü ila tam güçte bir seviyeye ulaşabilmesi için, ABD-Siyonist eylemlerinin Çin ve Rusya’yı ciddi önlemler almaya zorlayacak zincirleme bir reaksiyona yol açması gerekir.

Çin ve Rusya Üçüncü Dünya Savaşı istemiyor — gerçi bu savaş zaten fiilen başladı. Gözlemlerime göre, bu iki ülkenin temel stratejisi, “Şeytani İmparatorluk”la doğrudan çatışmaya girmekten kaçınmak ve imparatorluğun kendi içinde yozlaşma ve küresel aşırılıkla içten çökmesini beklemek. Bu süreçte İran’ın feda edilmesi gerekiyorsa, öyle olsun.

Bu stratejinin bazı mantıklı yönleri olsa da, ben bu yaklaşımı doğru bulmuyorum — tabii gerçekten böyle bir strateji varsa.

Daha fazla açıklamaya geçmeden önce, modern jeopolitiği iki damıtılmış seçeneğe indirgemem gerekiyor:

1- Küresel çapta zengin, küçük ve ulusüstü bir kabal tarafından yönetilen bir “tek dünya hükümeti” çoktan var oldu ve savaşlar, sahte devletler, soykırımlar, yoksulluk ve pandemiler gibi araçlarla bir tür kabuki tiyatrosu sahneliyor.
a) Bu sistemle George Orwell’in 1984’ündeki Doğu Asya–Avrasya–Okyanusya modelini inşa etmek,
b) Küresel nüfusu aşamalı olarak azaltmak,
c) Veya başka bir distopik kâbus yaratmak amaçlanıyor olabilir.

2- Bağımsız ulus-devletler hâlâ var ve bunların en güçlü kalanları Rusya, Çin ve İran. Dolayısıyla bu ülkeler, uluslararası bankacılar tarafından kontrol edilen ABD-Anglo-Siyonist İmparatorluğu’nun hedef listesinde yer alıyor.

Ben ikinci kapıyı seçiyorum. Birinci seçeneğin de mümkün olabileceğini kabul ediyorum, ama ikinci kapıyı açık tutmamı sağlayacak yeterince emare görüyorum.

Hitler’in uluslararası düzeydeki ilk büyük savaş şoklarından biri Ren bölgesinin yeniden askerîleştirilmesiydi. Not düşmek gerekirse, ben Hitler’in bu hamlesinde haklı olduğunu düşünüyorum; çünkü Versailles Antlaşması meşru değildi. Hitler müthiş bir kumarbazdı ve bu strateji, işlemediği ana kadar işledi. O dönemde Fransız ordusu daha güçlüydü; eğer Fransızlar Ren’e giren Alman askerlerine saldırmış olsaydı, Hitler’in ilk büyük askerî başarısı durdurulmuş olurdu ve muhtemelen ardı ardına gelen Alman zaferlerinin zinciri de başlamadan kesilirdi. Alman askerlerinin Ren’e girmesinden sadece dört yıl sonra, Champs-Élysées boyunca yürüyüş yaptıklarını hatırlayalım.

Eğer Çin ve Rusya İran’ı terk ederse, sözde “Direniş Ekseni” (Axis of Resistance) sona erer. Aslında ben hiçbir zaman bu ismi sevmedim; çünkü “Eksen güçleri” İkinci Dünya Savaşı’nı kaybetti ve popüler kültürde bu eksen, kötülerin koalisyonu olarak görülür — her ne kadar bu algı Gazze soykırımı sonrası kısmen değişiyor gibi görünse de. Ama en baştan “kaybetmeye ayarlanmış” bir zihinsel kodlama niye yapılsın? Bu ismin Mossad bağlantılı bir pazarlama firmasından çıkmış olabileceğinden şüpheleniyorum. Bu noktadan itibaren ben bu yapıya “Üçlü İttifak” (Triad Alliance) diyeceğim.

ABD-Anglo İmparatorluğu ile makul bir şekilde anlaşmak mümkün değil; çünkü 11 Eylül sonrası savaşlar, “Büyük İsrail Projesi”nden çok daha büyük bir amaca hizmet ediyor. Mesele, petrodolar hegemonyası ve uluslararası teknoloji-finans seçkinlerinin iktidarının güvenliği ve devamlılığıdır. Eğer İran yok edilirse, BRICS çöküşe geçer ve alternatif para sistemleri geliştirmek çok daha zorlaşır. Bankacılar, Çin’i 1913 tarihli Federal Reserve Yasası’nın bir benzerini kabul etmeye zorlayana kadar bu kaosun sürmesini istiyor.

Eğer “Üçlü İttifak” çökerse, ortaklar arasındaki güven de çözülür ve her bir üye, ABD-Anglo-Siyonist İmparatorluğuna karşı sırayla ve yalnız başına mücadele etmek zorunda kalır. O yüzden birlik halinde durmak daha iyidir. Bu ittifak bir kez dağılırsa, yeniden toparlanması neredeyse imkânsız olur.

İttifak üyeleri bölünür ve tekil hareket ederse, o zaman umut, ABD-Siyonist imparatorluğunun İran’da kan kaybetmesine bağlanır — bu mümkündür ama garanti değildir.

Sürekli savaş, toplumsal yıkım, soykırım, silahlaştırılmış kitlesel göç, yoksulluk ve kaosa dayalı bir iş modeli, son derece tehlikeli bir kasırga yaratır. “Üçlü İttifak”ın savunma duvarlarını sökmek, kırılgan iç yapıları bu kasırganın amansız etkilerine açık hale getirir.

*Richard Solomon’dan daha fazla bilgi ve ücretsiz e-kitap “Şeytani Matriste Yol Almak için Tao Rehberi” için TaoisNow.org adresini ziyaret edebilirsiniz.

Kaynak: https://www.unz.com/article/realpolitik-analysis-of-the-russia-china-commitment-to-iran/