Rus Avrasyacılığı: A. Dugin’e Açık Mektup/ Ahmet Özcan-Yarın Dergisi 2004
“Yalnızca güçsüzler iyidir. Çünkü kötü olacak kadar güç yoktur onlarda…”
Alexandre Mantochoff, Petrol Milyarderi
Bay Aleksandr Dugin,
Romen filozof Cieron,”İspanyollar tarihten kovulmuş olmanın acısını çekiyor, Ruslar ise tarihte yer alabilmenin acısını..” diyor. Kitabınız*, bir Rus Avrasyacısı olarak sizin şahsınızda Rus bilinçaltının çektiği acıyı net olarak yansıtıyor. Jeopolitik gibi, doğası gereği soğuk, ruhsuz ve duygusuz bir konu ve Rusya’nın yeniden emperyalist bir güce dönüşme projesi etrafında sergilediğiniz ilginç ve önemli yaklaşımlarınız, satır arasına sinmiş bu sızıyı perdelemeye yetmiyor. Kitap boyunca adeta bir feryat yankılanıyor geri planda; ‘Rusya, büyük ülke,bu hallere düşmemeliydin, sen daha büyük ve güçlü olmalısın’. Diyorsunuz.
Doğu’nun sert, hiyerarşik ve kutsal ruhu, din, dil ve devlet olarak tecessüm ederken, bu derin ve tarihsel acının perdelenmesini mi sağlıyor acaba? Doğunun tarihi, insanoğlunun ilk ve erken dönemini, çocukluğunu da içeriyor çünkü.
Bay Dugin,
1990’lı yıllar boyunca yazmış olduğun makalelerden oluşan kitabınız, sadece sizin Rus devlet aygıtına yakın olmanız ve Rusya’nın bir yüzünü yansıtmanız açısından değil, bizim için, Türkiye için öngördüğünüz pozisyon ve değerlendirmeler açısından da bir hayli önemli. Ayrıca Rusya ve Türkiye’nin tarihsel macerasındaki benzerlik nazarından analizleriniz bir tür ayna özelliği taşıyor. Ama en önemlisi şu; Bir küresel tehditle karşı karşıyayız ve Atlantikçi güçlerin nişan tahtasında galiba hepimiz varız. Tüm dünya, bütün milletler, büyük bütünler, dinler, ulus devletler, insanlığı bir arada tutan ne varsa, her şey hedef alınmış durumda. Tek dünya devleti ya da aynı anlamda küresel bir imparatorluk senaryosu, bana göre gerçekleşme şansı olmayan bir hayalden ibaret. Ama tehlikesi de paradoksal olarak zaten gerçekleşmeyecek oluşundan kaynaklanıyor. Küresel finans kapital, ya da askeri endüstriyel kompleks veya şeytanın çocukları, artık nasıl tanımlarsak, bu güç odakları sanırım esas olarak bir düzen kurmaktan çok, bozgunculuğa, istikrarsızlığa yatırım yapıyorlar ve sızdırdıkları sözde hayal ve senaryolar, bir yeni düzen istiyormuş izlenimi vererek hep birlikte cambaza bakmamıza neden oluyor. Eğer her şeyin birbirine karışması ve düzensizlik işinize yarıyorsa, yeni bir düzen kuracağız diyerek varolanı yıkmanız sadece bir tartışma konusu olur. Aksi halde sadece yıkım ve kargaşa çıkarma niyetinize ne destek bulabilir, ne de bugünkü gibi şaşkın seyircilerin maksadınızı çözme uğraşını keyifle izleyemezsiniz. Kitabınızda tamda bu manayı sezgisel olarak çağrıştıran bir yan var.
Ama önce tezlerinizi özetlemem gerekiyor.
Özetle diyorsunuz ki; ‘’Jeopolitik, diğer alanların, ekonomi, din, siyaset ve kültürel olguların temeli, belirleyeni ve görevlendiricisidir. Nasıl bir jeopolitiğiniz varsa, iç ve dış politikanız, devlet ve toplum düzeniniz, yakın ve uzak hedefleriniz ona göre belirlenir. Bu anlamda, İngiliz jeopolitik alimi Mackinder’in ortaya koyduğu gibi, tarihin ana jeopolitik ekseni kara ve deniz güçleri arasındaki çatışmadır. Roma ve Kartaca, Atina ve Sparta, İngiltere ve Almanya, Amerika ve Rusya, Atlantik ve Avrasya… Daima çatışır ve her konuda bir birlerinin antitezidir. Deniz güçleri, ticareti, parayı, zenginliği, bireyciliği, maddiyatı temsil eder. Kara ise, manevi olanı, kutsalı, toplumu, idealleri, ahlakı, mistik olanı içerir. İnsana, tarihe ve geleceğe bakış her iki kanatta farklıdır. Ve modern dönemde deniz güçlerini ABD-İngiltere, Kara güçlerini ise Almanya ve Rusya temsil etmektedir. Bu gün Almanya’yı yendikten sonra SSCB’yi de yıkan Atlantikçiliğin tüm dünyayı istila etme tehdidi ile karşı karşıyayız ve buna karşı Rusya öncülüğünde ve Rus merkezli bir Avrasya imparatorluğu kurmalıyız. Rusya, jeopolitik açıdan bir heartland (merkez kara) bölgesidir. Ve bu merkezin rimland’ı (kıyısal alanları) batıda Almanya, güneyde İran ve doğuda Japonya’dır. Rusya, Atlantikçiliğin de kışkırtmaları ile tarihi boyunca bu doğal müttefikleri ile savaştırılmıştır. Bugün yaklaşan tehlikeyi de göz önüne alarak, hatta birazda abartarak Berlin-Moskova-Tahran-Tokyo ekseni inşa etmeliyiz. Rusya, bu müttefiklerine enerji kaynakları ve nükleer savaş sanayi konusunda yardımcı olmalı, karşılığında ise denizlere açılma imkanı, teknoloji ve sermaye almalıdır. Bu işbirliği alternatif bir dünya imparatorluğu ideasını da içermeli ve temel payda Anti-Atlantikçilik olmalıdır. Batı’da Fransa, güneyde Türkiye ve doğuda Çin, Atlantiğin müttefiğidir ya da olma eğilimlidir. Bu açıdan bu ülkelere karşı hasmane bir tavır geliştirmeli ve etkisizleşmeleri sağlanmalıdır. Katoliklik ve Şii İslam, Almanya ve İran üzerinden Ortodoksluğun müttefiki yapılmalı, bunların dışındaki rolleri ise düşman olarak addedilmelidir. Avrasya ile Atlantik arasında sol Arap rejimleri, Hindistan ve Doğu Avrupa gibi tampon bölgeler vardır, bunlar tarafsızlık ya da Avrasyacılık seçenekleri içinde tutulmalı, Atlantikçiliğe kaymaları engellenmelidir. Avrasya Birliği için, Atlantiğin istikrarsızlık politikasına uyan devletler parçalanmalı, özellikle Rus demografisi bir garantör olarak kritik bölgelerde yaygınlaştırılmalıdır. Bu maksatla nüfusu giderek çoğalan Türk topluluklarının kuzeye, Sibirya’ya doğru göç ettirilmesi, yerlerine ise Rus nüfusun yerleştirilmesi sağlanmalıdır. Avrasya imparatorluğu, dört ana alt-emperyal oluşumun koalisyonu olacaktır: Moskova merkezli Rusya, Berlin merkezli Avrupa, İran merkezli Orta Asya ve Tokyo merkezli Pasifik. Bu oluşumlara Pan-Arap, Pan-Afrika ve Latin Amerika’daki benzer Anti-Atlantikçi yan oluşumlarda destek unsuru ve nüfuz alanı olarak düşünülmelidir. Böylece Atlantiğin Anakonda stratejisi, yani SSCB’yi kıyılardan uzak tutarak karaya hapsetmesi tersine çevrilecek ve Atlantiğin merkezi kuşatılarak dağıtılacaktır.’
Bir çırpıda özetlediğime bakmayın, şüphesiz kitabınızda bu konular etraflıca ve yer yer ayrıntılarıyla ele alınıyor. Ukrayna ve Rusya çelişkileri, Tatarların ve Yakutistan’ın potansiyel ayrılıkçı eğilimleri, Kafkasya’nın ve Hazarın ne pahasına olursa olsun Rus nüfuzunda tutulması, Şii İran, Çin, Türkiye, Suudi vahhabiliği, Doğu Avrupa, Slavofilliğin küçültücü rolü, Balkan siyaseti gibi birçok konudaki yaklaşımlarınız, analiz ve yargılarınız bir hayli ilginç. Bana en ilginç gelen birkaç hususa değinmem gerekiyor. İlk olarak, Avrasyacılığın Rus merkezli olmakla birlikte Slavofil olmaması üzerinde duruyorsunuz. Rusya’nın tarih sahnesine çıktığı Kiev hanedanlığı döneminin Slav karakterli (Molarus) kimliği ile Avrupalı bir küçük devlet olduğunu, sonradan Moskova merkezli, Tatar, Fin-Ugur unsurları da içine alan ve Bizans sonrası Ortodoks ekümeni misyonunu üstlenen büyük bir Rusya’nın (Velikorus) ortaya çıktığını belirtiyorsunuz. Bu çerçevede hem Avrasya imparatorluğunun Slav milliyetçiliğini dışlaması bağlamında hem de Ukrayna’nın Slav-molarus karakteriyle Atlantikçilikle ittifak ve Rusya’dan uzaklaşma siyasetinin tehlikesine dikkat çekiyor ve Ukrayna sorununa hayli önem veriyorsunuz.
Burada bizim Türklük ve Osmanlılık kimlikleri ilişkisi için ilginç ipuçları çıkarmak mümkün. Bizde de üretilmiş bir Türk milliyetçiliği ile henüz adı telaffuz edilmese de tarihsel ve jeopolitik anlamda Osmanlı kimliği arasında giderek netleşen bir ayrışmadan bahsedebiliriz. İlginç bir şekilde esasta minimalist jeopolitiği temsil eden Türkçü eğilimler ideolojik olarak çatıştıkları liberal çevrelerle Atlantikle ittifak temelinde örtüşüyorlar. Türkçülüğün Turancı kanadı, sözde büyük jeopolitik adına Orta Asya’da Antantik güçleriyle ittifakını saklamıyor. İngiltere ve İsrail’le ilişkileri, kızıl elma ittifakına kadar derinleşebiliyor. Maksimalist jeopolitiğin ise henüz teorisi ve tarafları oluşmuş değil. Osmanlı karakterli bu jeopolitiğin anti Atlantik, anti AB ya da anti Rus karakterli olacağını yani bir karşıtlık temelinde kendisini inşa edeceğini sanmıyorum. Ama doğal tarihi ve jeopolitik alanına yaslanan ve jeopolitik çatışma tezlerinden önce adalet, barış ve hukuk gibi temel değerlerden beslenerek gelişeceğini söylemek mümkün. Zira bizim Ruslar gibi tarihte yer almak için Doğu Roma mirası iddiasına, sosyalizm gibi masallara ya da anti Atlantikçi korku yayma çabalarına ihtiyacımız yok. Biz söylememiş yapmışız, iddia etmemiş yapmışız, savunmamış yapmışız. Doğu Roma’yı almış ve bihakkın mirasını geliştirmişiz, dört yüz yıl boyunca barış ve adaletle yönetmişiz, parçalamamış, bütünlemişiz, dağıtmamış toparlamışız, bozmamış dirlik ve düzene kavuşturmuşuz. Ta ki, bunu sağlayan özelliklerimizi terk edene kadar.
Bay Dugin, kusura bakmayın ama, 20. Yüzyıla kadar İngiltere’nin derin siyaseti gereği onunla işbirliği yaparak doğudan Osmanlıya saldırmış, Osmanlının 1838’ den itibaren İngiltere’nin yörüngesine ve parantezine girmesine neden olmuşsunuz. Sovyet devrimi ile bir masal etrafında neredeyse bütün Asya’yı ele geçirmiş, insanlığın adalet, eşitlik ve özgürlük düşlerini adeta istismar ederek tarihte var olmaya çalışmışsınız. Bu masalın sonunu getirememiş ve dağılmışsınız. Siz, Almanya ve Rusya, daima layık olmadığınız şeyin peşindesiniz. Bütün 20.yüzyıl boyunca emperyalist bir güç olmak için ne büyük felaketler ve acılara neden oldunuz. Yetmedi şimdi tekrar yeni bir masal uydurup Avrasya imparatorluğu kuracaksınız öyle mi? Siz daha Sovyet döneminin özeleştirisini bile yapmadınız. Uğrunuza savaşan devletlere, örgütlere, dökülen kanların hesabını bile vermediniz. Sizin önce bütün adalet ve özgürlük inançlılarına bir özür borcunuz yok mu?
Sizi anlıyorum, İngiltere’ye karşı tarihsel bir kompleksiniz var ve bütün kozunuz ‘Anglo-Sakson büyük gücün rakibi büyük güç’ olma iddiasından ibaret. Asya’nın tek sahibi olma isteği, büyük ve kalıcı bir imparatorluk olma isteği, merkez olma ve dünyayı yönetme isteği, bence kaldıramayacağınız bir yük sizin için. Avrasya projesi olarak çizdiğiniz resmin bir yüzünde anti atlantikçi savunma, birlik, farklı medeniyet vizyonu, dayanışma ve kardeşlik var. Ama öteki yüzünde, bu projeye uymayanları atlantikçilikle suçlayıp günah keçisi kılma, halkların özgürlük taleplerini atlantiğin provokasyonu ile tanımlama, nükleer silahlanma, savaş, iç savaş çıkartma, ülkeleri bölme, isyan ve ayaklanmalar organize etme gibi anglofil alışkanlıklar var.
Peki sizin onlardan farkınız nedir? Atlantiğin bir yüzünde de özgürlük, refah ve demokrasi var. Söyler misiniz bölge halkları neden size biat etsinler, neden sizin safınızda toplansınlar? Atlantikçi olmasınlar evet, ama neden Rus Avrasyasının peyki, ya da müttefiği olsunlar? Buna hiçbir mantıklı cevabınız yok. Çünkü siz Ruslar tarihte, Bizans’ı fetheden Osmanlıları, dünyayı sömürgeleştiren İngilizleri ve hızla sanayileşen Almanları kıskanarak ve onlardan rol çalarak yer alma yolundasınız. Rus bilinçaltının sözde sağduyulu ve vicdanlı sesi olarak siz Avrasyacı Rusların geliştirmeye çalıştığı en anlamlı ve dikkate değer Avrasya projesi dahi yer yer bir ahlaksız teklif düzeyinde savunuluyorsa, satır aralarında alabildiğine faşizan ve despotik özellikler barındırıyorsa, öteki Rusya’yı, batıcı ya da milliyetçi Rusya’yı artık düşünmek bile istemiyoruz. Siz İngiliz gibi düşünüp Alman gibi davranma alışkanlığının yeni bir versiyonunu sergiliyorsunuz. Rusluk, yani Moskova Rusluğunun bilinç tarzının özeti bu.
Rus devlet elitlerinin bazı hassasiyetlerine hitap eden aşağıdaki satırlarınız sanırım yeteri kadar açıklayıcı: “Tüm Avrasya içi çelişkiler, Atlantik kışkırtmasına tabiidir. Bu nedenle önce stratejik birlik sağlanmalı, bu birlik ortak düşmana karşı, kimiyle dini, kimiyle ekonomik, kimiyle kültürel-etnik temelde ortak paydalar bulunarak gerçekleştirilmelidir. Birliğin temeli stratejik olmalı, etnik, dini, ekonomik nedenler araç olmalıdır.” “Küresel jeopolitik projeleri uygulamaya koymak, ilk bakışta Rusların dar-etnik hedeflerine ulaşmakla bir ilgisi olmasa da, aslında bahsedilen milli hedeflerinde temin edilmesine yol açacaktır… Zira etnik temelli devleti reddetmekle, halkın birliğini ve büyük imparatorluğu elde ediyoruz.”.. “Avrasya’nın güneyinde çılgınca gelişen demografik artış tehlikelidir… Buna karşı, Rus milliyetçiliği öne çıkarılmalı, halkçılık ve Rus Ortodoksluğuna özel vurgulu etnik-kültürel terminoloji kullanılmalıdır… “Tüm Ruslara, her bir insanın ferdi olarak kendini tanımlamasının, milli benliğini tanımlamadan türemiş ikinci dereceli bir şey olduğunu temel bir ideal olarak vermek gerekir. Ruslar, ilk olarak Ortodoks, ikinci olarak Rus, üçüncü olarak insan olduklarını idrak etmelidirler. Her şeyin fevkinde olan ise, bir kilise olarak Ortodoks kimliğidir… Tüm Ruslar dindarlaştırılmalı, komünist dönemin zararları telafi edilmeli ve kürtaj ve gebeliği önlemenin yasaklanmasını da içeren Ortodoks maneviyatın yaygınlaşması sağlanmalıdır…” “Ben idraki, Ortodoks kimlikten sonra ikinci aşamadır. Rus halkına mensup olma olgusu, bir seçilmişlik, inanılmaz bir yaşam lüksü, yüksek bir antropolojik meziyet olarak yaşanmalıdır.” “ Bir Rus çocuğu dünyaya getirmekle her ailenin, tüm halkın manevi ve ruhi zenginliğini tamamlamak yoluyla milli sırra katıldığı düşüncesini halk arasında yaymak gerekir… Her Rus çocuğu başlangıçta bir Rus, sonra ise bir çocuk olarak idrak edilmelidir.”
Bay Dugin, bu NAZİ taklidi faşist aforizmaları bir yana bırakıyorum. Sadece soğuk jeopolitik ölçülerle baksak bile, emperyalizmini sürdürememiş bir Rusya, bir türlü emperyalist olamamış Almanya ve Japonya ve sadece denizlere inme adına güneyde rol biçtiğiniz İran..Olsa olsa kör topal sağır imparatorluğu çıkar bu resimden.
Türkiye için, “ateist, profan, milliyetçi, Batı’nın Doğu’daki ileri karakolu, Atlantikçi tampon kordonu, ABD’nin ideolojik kolonisi, sömürgeci arayüz gibi ‘iltifatkar’ ifadeleriniz var. Belli ki, İstanbul, boğazlar ve uç doğu vilayetlerimiz gibi meselelerdeki Rus siyaseti tahminimizden de öte derin bir rol oynuyor bize bakışınızda. Türkiye’nin batı ve ABD ile ilişkilerinin samimiyet buhranı düzeyinde tek taraflı bağımlılığa dönüştüğü doğru. Ama bunda bizim egemenlerin en temel jeopolitik gerekçesi kadim Rus tehdidi. Öte yandan bizim batılılaşma serüvenimizin de hem neden olarak -Rus ordusuna yenilen orduyu modernleştirme ve savaşı finanse etmek için, hem de tarz olarak sizinle ilintisi var. Şimdi sizin Türkiye yargınıza bakınca iyice netleşiyor ki, Türkleri ve Müslümanları geldikleri yere geri gönderme anlamında Batılı- Haçlı derin bakış açısını sizde paylaşıyorsunuz. Konstantinopol’e sizde bizi layık görmüyorsunuz. Türkiye’yi sizde geçici ve toplama bir ülke olarak görüyorsunuz. Belki de cumhuriyetin kuruluş sürecindeki geçici desteğinizin de bir hata olduğuna inanıyorsunuzdur. Bütün Avrasyacı-Doğucu söyleminize rağmen, bize bakış açınızın tipik batılı ön yargıları içermesinin bir tek anlamı var: Siz Ruslar, Doğu’nun, Asya’nın, Avrasya’nın merkezi ve toparlayıcı gücü olamazsınız. Siz daha Doğu’nun temel ve asli manası ve ruhundan bile bihabersiniz. Sizin için Rusya’yı Avrasyanın İngiltere’si yapmak ve böylece içinizde ukte kalmış Doğu Roma mirasını elde etmenin narsistik güdüleri, bütün bakış açınızı, projelerinizi, ütopyalarınızı, başka bir şey üretemeyeceğiniz kadar kısırlaştırıcı etkisiyle, belirliyor.
Bay Dugin, İkinci Dünya Savaşı koşullarında Stalin’in emriyle İngiliz Gizli Servisi ve KGB arasında süren gizli görüşmelerden bahsediyorsunuz. Bu ilişkilerin Einstein’ın da yer aldığı bilim adamlarını içine alan boyutları ve nükleer silahlanmaya varan sonuçlarını anlatıyorsunuz. Öte yandan İsrail’in kuruluşunda Rus Yahudilerinin hatırı sayılır rolü ve SSCB’nin İsrail’e verdiği desteği de ‘hatırlatmışsınız’. Yahudiliğin doğu ve batı Yahudiliği olarak iki temel fraksiyon olduğu, Doğu Yahudiliğinin (Hasidik ve Sabataycıların) Avrasyacı olduklarını öne sürüyorsunuz. Bunların doğruluğu-yanlışlığı bir yana, tüm bu anlatılarınızdan İngiltere ile Rusya arasında, Yahudiler ve İsrail üzerinden kurulmuş, oldukça kapalı ve derin bir ilişki ve işbirliği ağı çıkıyor. Siz bütün Hıristiyanlar, Yahudiler söz konusu olduğunda onları imha etmekle, kullanmak arasında her zaman mantıklı tercihler yapıyorsunuz. Anglo-Saksonlardan Yahudileri kullanma taktikleri -taklidi mi demeliyim- öğrendiğiniz anlaşılıyor. Konu Osmanlı ve onun coğrafyasında at oynatmak olduğunda siyasetiniz makro düzeyde nasılda örtüşebiliyor?
Bay Dugin,
Tarih, emperyal güçlerin mezarları ile doludur. Bence Atlantikçilik öcüsüyle kendinize yeni imparatorluk pazarı açmaya çalışmaktan vazgeçin. Batıya karşı doğuda güçlü bir karşı denge unsuru olarak sınırlarını ve haddini bilen bir bölge devleti olmakla iktifa etmeniz hem sizin hem de bütün Avrasya halklarının hayrına olacaktır. Avrasya’nın heartland’ı ise hiçbir zaman Moskova olmadı ve olmayacak. İlla bir heartland arıyorsanız, sizin adınıza üzgünüm, bu eskiden beri İstanbul’dur. İngiliz jeopolitik tezlerini kendinize uyarlamaktan da vazgeçin. Jeopolitiğin ana ekseni kara ve deniz çatışması değil, Doğu ve Batı sentezidir. O Doğu ki, artık içinde dünyanın güneyini de barındırır. Ve o Batı ki, seçtiğiniz role göre, çoğu zaman siz Rusları da içerir. Ve Doğu ve Batı çelişkisi her zaman ve illa ki bir çatışma manasına gelmez. Aksine tarihin akan ırmağı göstermiştir ki, çatışma arızidir, uyum, sentez ve ortak payda arayışları ise esastır. Doğu-Batı çatışması bir Batı tezidir ve illüzyondur. Ama Doğu-Batı sentezi, buluşması, uyumu bir tarihsel ve jeopolitik ideadır ve insanlık tarihinin temelleri işte bu sentez denemeleri dönemlerinde ortaya çıkan uygarlık birikimleri ile atılmıştır. Mezopotamya -Akdeniz havzası uygarlıkları, İskender İmparatorluğu, Kadim Mısır, Roma, Pers, İslam ve Osmanlı deneyimleri işte bu uyum ve sentez arayışının, yani Doğu ve Batı’nın çelişkilerini ikisini de içerecek tarzda aşma çabalarının ifadesidir. Zaten evrensel özellikli başka bir tarihte yoktur.
Demem o ki, Bay Dugin, işte bu tarihsel jeopolitik eksenin merkezinde Rusya değil, Türkiye vardır. Ve Türkiye’nin birileriyle çatışma, yeryüzünde bozgunculuk çıkarma, ıslah ediyoruz diyerek fitneye neden olma, bozgunculara boyun eğme yada karşı çıkıyormuş gibi yapıp el altından dünyayı paylaşma teklifleri yapma gibi ‘Batı’lı yetenekleri yoktur. Türkiye, yani jeopolitik ismiyle ‘Osmanlı’ öyle bir ülkedir ki, Doğu’nun ruhuyla batının aklını sentezler de, bundan kendisinin bile haberi olmaz. Bir gün uyanınca ve siz ihtirasları vicdanlarınızı köreltmiş büyük güçlerin ahlaksız kavgalarından geriye bir miktar dünya kalırsa, ona adalet ve barışla nizam vermesi ve Şeytan’ın çocuklarını alt etmesi, sadece zekatı olacaktır. En iyisi, Avrasya’nın kalbini, beynini ve merkezini yani Türkiye’yi bir kez daha ‘okuduktan’ sonra aceleci olmadan, yeni bir Avrasya Projesi üzerinden düşünün.
Atlantikçilerden gerçekten korkuyorsanız merak etmeyin, onların başarı şansları yok. Bozgunculukları ve yakıp yıktıkları ile kalacaklar. Ama gerçekten uygarlık, insanlık, ahlak, adalet ve hakikat gibi kaygılarınız varsa, önce şu anglofil ve ‘insan’sız jeopolitik bakışı terk edip, içinde insan olan, ruhu olan, canlı, neşeli, hüzünlü, aşk ve ölüm, düğün ve cenaze, umut ve kaygı olan gerçek hayatın etnik, dini, kültürel zenginliklerini içeren yeni bir jeopolitik bakış geliştirin. O zaman sizinle Avrasya’da barış ve işbirliğinin imkânlarını ve ittifak seçeneklerini konuşabiliriz. Aksi halde, kusura bakmayın, Avrasya “biz”e aittir.
Bay Dugin, biz Müslümanız, zalimlerden başkasına düşmanlık etmeyiz ama sağ yanağımıza vuracak olana sol yanağımızı da dönmeyiz.
Hoşçakalın…
* Rus Jeopolitiği, Avrasyacı Yaklaşım. Aleksandr DUGİN,
Küre Yay. İst. 2003