Paris’ten Gazze’ye Napolyon’dan Trump’a

Trump Gazze halkının kültürel kimliğini ve onu inşa eden siyasal bilincini yok etmek için Gazze kentini yeniden dizayn etmek istediği gibi halkların zihinlerinde de Filistinlileri terörün ve kaosun kaynağı olarak yeniden şekillendirmek istiyor. Netenyahu’nun ABD meclisinde yaptığı konuşmadaki “radikalizm” vurgusu bu planın bir parçası olarak okunabilir. Filistin’i uzun yıllardır istenen “barışçıl Ortadoğu”nun uyumsuz (terörist) öğesi olarak konumlandırma çabası ne kadar başarılı oldu hep birlikte göreceğiz. Lakin Trump’ın planı üzerine ortaya çıkan derin sessizlik ve tepkisizlik bir rıza üretim sürecinin işlediğini ortaya koyuyor.
Nisan 12, 2025
image_print

7 Ekim’de Gazze halkının seçimle gelen temsilcisi Hamas’ın askeri kanadının operasyonu sadece Ortadoğu’da değil tüm dünyada derin bir etki yarattı. İsrail “Aksa Tufanı” operasyonunu gerekçe göstererek zaten 80 yıldır yaptığı katliamları sistematik bir soykırım politikasına dönüştürdü. Bu soykırıma sadece Filistin halkının can kaybı olarak bakmak oldukça hatalı sonuçlar doğuracaktır. Bu süreç dünya tarihinde çeşitli deneyimlerle üretilmiş ve insanlığın ortak değerleri olma kabiliyeti kazanmış birçok kavram ve olgunun da sadece bazı insanları referans aldığını ortaya koymuş oldu. İnsan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi olguların hitap ettiği ‘modern birey’ kimliğinin çerçevesine Filistin halkının dahil olmadığı gelişmiş dünya devletlerinin politik ve ahlaki tutarsızlığı ile ispatlanmış oldu. Diğer taraftan Gazze halkı ile dini kimlik veya soybağı ortaklığı ya da ortak coğrafi kader birliği taşıyan devletlerin de cılız sesi dünyanın gözü önünde bu soykırımın devamına neden oluyor.

ABD başkanı Trump seçildikten hemen sonra Gazze ile alakalı bir projeyi dünyaya duyurdu ve tartışmayı başka bir noktaya çekti. Gazze’nin tahliye edilerek yeni bir kent inşasının yapılması üzerinde duran ABD yönetimine göre bu proje Filistin halkının da sorunlarını çözebilir. Bir görsel ile Gazze’yi Dubai benzeri modern bir Ortadoğu kentine dönüştürmek istediklerini açıkladıklarında bunun basit bir kentsel dönüşüm projesi olmadığı gerçeğini de dile getirmiş oldular. Zira plana göre Gazze halkı Mısır başta olmak üzere belirli ülkelere tahliye edilecekti. Uzun yıllardır sürgün hayatı yaşayan Filistin halkının yeni bir tehcir planına razı olmayacaklarını tahmin etmek güç değil. Gazze’nin mekansal dönüşümü altında yapılmak istenen tehcirin ve yapılaşmanın, kültürel ve sosyal yapıyı ortadan kaldırmayı amaçladığı aşikar. Çünkü Arap kimliğinin binlerce yılın aksine son yıllarda kültürel ve siyasal dokusunu yaratan Levant bölgesinden daha ziyade tüketim odaklı Körfeze doğru kaydığına şahit oluyoruz. Dünyanın birçok yerinde Arap kimliğinin alışkanlık biçimi olarak ilkelliğini de kaybetmemiş ama modern ahlakı olan tüketime odaklı bir dönüşüme içkin olduğunu söyleyebiliriz. Filistin halkının direnme biçimi ve Suriye halkının özgürleşme mücadelesi yaratılmak istenen bu yapay kimliğin karşısında hem mekansal hem de kültürel bir direnme potansiyeli taşımakta. Bu iki halkın kentleri de sosyal ve kültürel kimliğin inşasında oldukça kritik bir hafızaya ev sahipliği yapmakta. Mekan ile kültürel hafıza arasındaki bu doğal bağ Filistin halkının uzun yıllardır süregelen mücadelesinin sembolik araçlarını da yaratma potansiyeline sahip. Gazze, Dımeşk, Halep, Amman, Bağdat, Kudüs, Diyarbakır, İstanbul vs. gibi kentler kimlik inşasının ve sömürgeye direnişin kodlarını taşıyan birer merkez olma iddiasını taşıyor. Öte yandan Körfez ülkelerinin yapay kentleri hem eşyayı hem de değerleri tüketmeye odaklı yeni Arap kimliğinin merkezi olma özelliğine sahip. Bu iki mekansal odak özgürlük/kölelik ya da ev/hapishane gibi olguları da inşa etme bağlamına sahip denilebilir.

Kadim Ortadoğu şehirlerinin yüzyıla yakındır yaşadığı savaş ve yıkımların yarattığı kaosla merkezilik iddiasını tarihsel kökü ve kültürel dokusu olmayan körfezdeki bazı kasabaların zenginleşen bireylerin yaşam alanı olarak sembolleşen kentlere devretmesi bugünü ve yarını etkileyecek önemli bir sorun olarak önümüzde duruyor. Bu Ortadoğu için yeni bir durum olsa da dünya çeşitli zamanlarda benzeri örnekler yaşadı.

Napolyon Paris kentinde iktidarını sağlamlaştırmak ve diğer dengeleri koruyacak şekilde inşa etmesi için Hausmann’ı vali olarak görevlendirir. Haussmann 1853-1870 yılları arasında kentsel sorunları ortadan kaldırmak, Paris’i modern bir kent görünümüne kavuşturmak için devasa ölçekte bir kent yenileme projesi başlatır. Bu projelerle kentte yeni bulvarlar, banliyöler, meydanlar, parklar inşa edilerek kent yeniden yaratılır.[1] Paris sakinlerinin evi olmak yerine modern yıkıcılığın çatışmacı mekanı haline getirilir. Ev ile mekan arasındaki sonsuz ilişki biçimi özgürlük ve direnme arasındaki denklemi çağrıştırır. Berman[2], modernizmi bir ev paradigması içinde tasarlayıp insanın bu dünyada varlığını hissetmek için giriştiği bir çaba olarak kurgular. Ama bununla beraber onun tanımlayıcı olmasının başka bir düzlemde yepyeni bir problemi evimize taşıdığını söyler: insanın kendine her yanı kabus olan bir hapishane inşa etmesi! Paris yoksulların ve diğer kentlilerin evi iken kısa zamanda çatışan sınıfların hapishanesi haline gelmiştir. Berman’ın çizdiği perspektifte kültürel dokuyu inşa eden merkezler ev kimlik dahil olguları yok eden mekanlar ise hapis özelliği taşır. O, bölünme yerine bütünlükten, parçalama (fragman) yerine devamlılıktan yanadır. İşte bu devamlılık mekânda kendini göstermeye başlar. Şehir modernleştikçe içindekinin ruhlarının modernleşmesini de sağlar. Sakinleri şehrin içindedir ama aynı zamanda kent de onların içindedir. Kamusal özgürlükler ancak kentin kamuya ait açık alanlarında özgürce dile getirilir. Haussmann Paris’i bir anlamıyla yıktığında her ne kadar toplumsal hafıza ile oynasa da aynı zamanda belki de istemeden şehri tüm sakinlerinin şeffaf geçişlerine uygun hale getirdi. Berman, Haussmann’ın bulvarlar üzerinden inşa ettiği bu yeni mekanda modernitenin tezatlıklarını görür. Ona göre kent sakinleri yani yeni yoksullar yüzyıllardır oturdukları mahalleler yıkıldığında kenti terk etmediler aksine görünür kılındılar.

Gazze halkı yıkılmak istenen mekanın fert fert ruhunu sembolize eder. Yok edilmek istenen kültürel ve mekansal yapı diasporada Filistin kültürünün yeniden inşası ile sokaklarda ruhunu dolaştırabilir. Gazze’de görünmez kılınmak istenen o kimlik başka sokaklara taşınır ve Filistin’i orada yeniden inşa edebilir. İşte bunun için Gazze halkının tehciri kimlikten arındırılıp yapılmak isteniyor. Müslüman dünyanın ve kadim doğunun bir parçası olma özgünlüğünden Filistin’i koparma gayesi özellikle “terör” kavramının çerçevesinde yapılmak isteniyor. Son 30 yıllık Selefilik tecrübesinin ve yarattığı kaosun merkezi yerlerinden biri olarak gösterilmek istenen Gazze bu anlamıyla üzerine biçilen bu gömlekle de mücadele halinde.

Napolyon’un ve haliyle Haussmann’ın Paris’te yapmaya çalıştığı şeyi bugün ABD batılıların Ortadoğu dediği tarihi şekillendiren kültürün merkezi kentlerinde yapmak istiyor. Gazze’liler görünmez kılınmak istendikçe mekânın kamusallığına sinen direnme ruhu dünyanın başka kentlerinin protestolarına ve sisteme olan güvensizlik olarak yaşamın farklı katmanlarına sıçrıyor.  Haussmann Paris’i dönüştürürken yeni yumuşak zemine sahip yolları hümanist bir refleksle yapmadı, ama Napolyon’un siyasal çehresi hem halkı memnun etmeliydi hem de yeni Paris imajında fakirleri daha az görünür olmasa da zenginlerin masasında oturma isteğinden vazgeçirme hırsı taşımalıydı. Daha geniş bulvarlar 1845 olaylarında isyancıların önünü kesmek için tasarlansa da aslında devletin yeni ve hızlı bir iletişim ağı kurduğuna da işaretti. Bugün ABD ve İsrail’in kapatma rejiminin sonucu olarak Filistinlilerin yeni lokalizasyon biçimleri ve sosyal dünyalarının daralması belirgin sonuçlar olarak önümüzde duruyor.[3] Tıpkı Haussmann gibi Trump Gazze’yi İsrail’in güvenli iletişim ve hayatta kalma ağının parçası haline getirmeye çalışıyor. Böylece Körfez’e kayan yeni tüketici Arap kimliği ve kültürünün kuzeye doğru genişlemesi sağlanabilecek.

Elbette öncelikle inşadan önce Gazze halkı sarsıcı bir soykırıma, derin bir yoksulluğa ve sonucunda göçe mahkûm edilmek isteniyor. Bu dinamik bir siyasal kültürün de sürgünü anlamına geliyor. Berman’ın Paris’in arka sokaklarında tanımladığı evleri yıkılan fakirleri ile Sennett’in[4] Venedik içinde bir getto hayatı süren Yahudileri Gazze bağlamında mekân ile kimlik arasındaki bağ için kıyaslanabilir. Tarih boyunca fakirlik ve salgın hastalıklar arasında kurulan bağ biraz da mekânsal bir bağdır. Salgın hastalıklar kentin varoşlarında yer edinir. Venedik o tarihte eşitsizliğin ürettiği kaos içinde boğulur. Hastalıklar şehrin her tarafını kuşatsa da asıl sorunlu gettoya sıkışan Yahudilerdir. Frengi’nin sadece cinsel yolla değil bununla birlikte Yahudilere dokunarak geçtiğine de inanır halk. Şehrin bedenleşen yönünün çürüyen kısmı olan buralar hızla kopmayı ve dokunmaktan korkmayı doğurur. Filistin halkı tıpkı o günün Venedik Yahudileri gibi kendi soydaşları ve çevrelerindeki ülkeler tarafından yardım edilmeye yahut dokunulmaya korkulan bir toplum imajına büründürülmek isteniyor.

Trump Gazze halkının kültürel kimliğini ve onu inşa eden siyasal bilincini yok etmek için Gazze kentini yeniden dizayn etmek istediği gibi halkların zihinlerinde de Filistinlileri terörün ve kaosun kaynağı olarak yeniden şekillendirmek istiyor. Netenyahu’nun ABD meclisinde yaptığı konuşmadaki “radikalizm” vurgusu bu planın bir parçası olarak okunabilir. Filistin’i uzun yıllardır istenen “barışçıl Ortadoğu”nun uyumsuz (terörist) öğesi olarak konumlandırma çabası ne kadar başarılı oldu hep birlikte göreceğiz. Lakin Trump’ın planı üzerine ortaya çıkan derin sessizlik ve tepkisizlik bir rıza üretim sürecinin işlediğini ortaya koyuyor. Gazzelileri ‘veba’lı bir toplum veya Gazze’yi ölüm kokan bir şehir haline getirme çabasının aktörleri Venedik’in Frengi’yi yaydığına inanılan Yahudiler ve “ulusal çıkar” zehrini damarlarına zerk etmiş bazı devletler için Trump çözüm sunan bir vaiz imajına sahip. Ama Gazze’nin direnme ruhunun yeni bir dünyanın arifesinde halklar için bir değişim dinamiği sunabileceği de belirginleşiyor.

 

[1] İdeolojilerde İktidar Mekan İlişkisi, Nusret Altundağ, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

[2] Berman, M. (2024). Katı Olan Her şey Buharlaşıyor. Çev. Ümit Altuğ & Bülent Peker. İletişim Yayınları

[3] Taraki, Lisa. Enclave Mıcropolıs: The Paradoxıcal Case Of Ramallah/Al-Bıreh. Journal of Palestine Studies Vol. XXXVII, No. 4 (Summer 2008), Sf. 6–20.

[4] Sennett, R. (2008). Ten ve Taş; Batı Uygarlığında Beden ve Şehir. Çev. Tuncay Birkan. Metis Yayınları

M. Mücahid Sağman

Sosyoloji Doktora öğrencisidir. Çeşitli Sivil Toplum Kuruluşlarında aktif görevlerde bulundu. Bir süre editörlük görevi yürüttü. Evli ve 2 çocuk babasıdır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA