“Palestine 36”, İngiliz Sömürgeciliğine Karşı Yapılan Ayaklanmanın Öyküsü

1930’larda İngiliz Sömürgeciliğine Karşı Yapılan Bir Ayaklanmanın Öyküsü, Bugünkü Gazze’yi Anlamanın Anahtarıdır

 

“Palestine 36”, İsrail’in Gazze’de işlediği ahlaksız savaş suçlarının şablonunun, Filistinlilerin sona erdirmeye çalıştığı ama başaramadığı Britanya İmparatorluğu tarafından çizildiğini güçlü biçimde hatırlatıyor.

İngiliz devleti ve medyasının – ikincisinin güya iktidarı denetleme işlevine rağmen – İsrail’in Gazze’de sivilleri katletmesini neden hâlâ desteklemeye devam ettiğini merak edenler, bu sorunun yanıtını yeni bir filmde bulabilir.

Film, günümüzü değil, yaklaşık 90 yıl öncesine ait bir hikâyeyi anlatıyor.

Olağanüstü Filistinli yönetmen Annemarie Jacir’in imzasını taşıyan Palestine 36, Gazze’de son iki yıldır yaşananları, İngiliz gazetelerinde okuyabileceğiniz ya da BBC’de izleyebileceğiniz her şeyden çok daha net biçimde aydınlatıyor – tabii, Donald Trump Filistinlilerin öldürülmesini ve mülksüzleştirilmesini “ateşkes” olarak yeniden adlandırdığından beri, haberlerde Gazze’ye dair bir şey bulabilirseniz.

Ve Palestine 36, bir Filistin filmi için alışılmadık şekilde, Hollywood’un gişe rekorları kıran yapımlarına yaraşır bir bütçeyle ve Jeremy Irons’tan Liam Cunningham’a kadar Batılı izleyicilere tanıdık gelecek oyuncularla bu işi başarıyor.

Bu, İngiliz sömürge tarihinin büyük bir bölümü – ancak bu kez İngilizlerin değil, kurbanlarının gözünden anlatılıyor.

Filmin adındaki “36” rakamı, Filistinlilerin İngiliz sömürge zulmüne karşı ayaklandıkları 1936 yılına atıfta bulunuyor – ki bu zulüm, daha çok ve aldatıcı bir biçimde, Milletler Cemiyeti tarafından “İngiliz Mandası” adıyla meşrulaştırılmıştı.

Filistinliler için sorun, yalnızca bu otuz yıllık sömürgeci baskının sistematik şiddeti değildi. Asıl sorun, Filistin’in sözde hamisi olan Britanya’nın – yerli Filistinliler ile çoğunluğu Yahudi olan göçmenler arasında “tarafsız hakem” rolü üstlenirken – çok daha sinsi bir projenin örtüsü olarak hareket etmesiydi.

Yahudileri, ırkçı hükümetler tarafından istenmeyen Avrupa’dan – Britanya da dahil – çıkartıp Filistin’e yerleştirenler Britanyalı yetkililerdi. Orada, kurulması öngörülen “Yahudi devleti”nin piyadeleri olarak, Britanya’ya bağımlı olmaları ve imparatorluğun bölgesel çıkarlarını pekiştirmeleri beklentisiyle bilinçli olarak desteklendiler ve örgütlendiler.

Aslında, aşırı genişlemiş Britanya İmparatorluğu, zamanla kendi sömürgeci rolünü “Yahudi” bir kale devlete devretmeyi umuyordu.

Sömürgecilik Karşıtı Mücadele

Britanya’nın öncelikli hedeflerinden biri, Britanya ve Fransa’nın sömürge yönetimine tepki olarak, Levant olarak bilinen Orta Doğu bölgesinde yükselen Arap milliyetçiliğini ezmekti.

Arap milliyetçiliği, sömürge güçlerinin dayattığı keyfi sınırları aşmayı ve yabancı işgale karşı Arap kimliğini güçlendirmeyi amaçlayan seküler, birleştirici bir siyasi ideolojiydi. Derin bir sömürge karşıtlığı taşıdığı için Britanya ve Fransa tarafından böylesine düşmanca karşılandı.

Filistinliler, Arap milliyetçiliği açısından kritik öneme sahipti; çünkü vatanları, kuzeyde Lübnan ve Suriye ile güneyde Mısır’daki Arap milliyetçiliğinin güç merkezleri arasında coğrafi bir köprü oluşturuyordu.

Britanya açısından Filistin’deki özgürlük arzusu her ne pahasına olursa olsun bastırılmalıydı. Ne var ki Britanya’nın giderek artan despotizmi, 1936’ya gelindiğinde Batılıların “üç yıllık Arap İsyanı”, Filistinlilerin ise kendi “Birinci İntifada”ları olarak andıkları bir ayaklanmayı tetikledi.

Daha sonra, 1987’de ve ardından 2000’de, bu kez İsrail’in çok daha baskıcı yerleşimci sömürgeciliğine karşı, yıllarca sürecek büyük çaplı Filistin ayaklanmaları patlak verecekti.

1936-39 Ayaklanması öyle büyüdü ki, Filistinli tarihçi Rashid Khalidi’ye göre, zirve noktasında Britanya, küçücük Filistin’e Hindistan’ın tamamından daha fazla Britanyalı asker yığmıştı.

İşte Palestine 36’nın anlattığı hikâye budur – Britanyalı okul çocuklarının asla öğrenmediği, Britanya medyasının ise, tarihi Filistin’de bugün işlenen suçlara dair asla bağlamsal bilgi olarak sunmadığı bir tarih.

Bu nedenle filmi izleyen Britanyalılar, yalnızca Britanya’nın sömürgeci şiddetinin boyutu ve doğası karşısında dehşete kapılmayacak; aynı zamanda o barbarlıkta, bugün Gazze’de yaşananların ön işaretini de göreceklerdir.

Savaş Suçları Eğitimi

Filistin’le dayanışma hareketinin küçük bir kesimi, İsrail’in Filistinlilere yönelik barbarlığını istisnai; yalnızca İsrail’e ve onun meşrulaştırıcı ideolojisi olan Siyonizm’e özgü bir sapkınlık olarak mahkûm etmeye hazırdır.

Jacir’in filmi, bu yaklaşımın ne kadar akıl dışı olduğunu sarsıcı biçimde ortaya koyuyor.

İsrail’in günümüzdeki sömürgeci şiddeti, neredeyse bir yüzyıl önce Britanya sömürgeciliği tarafından uygulanan yöntemlerin daha sofistike, daha yüksek teknolojili bir versiyonudur. İsrail ordusu bu teknikleri Britanyalılardan öğrendi – kelimenin tam anlamıyla.

Palestine 36’nın ana karakterlerinden biri, Filistinli köylerde gece baskınları düzenleyerek halkı korkutmakla görevli Britanyalı subay Orde Wingate’tir. Wingate, bu baskınları icra etmek üzere Britanya askerleriyle birlikte yeni gelmiş Yahudi milis üyelerinden oluşan ceza birlikleri kurdu.

Yahudi milislere verdiği Britanya tipi sömürgeci askerî strateji ve hibrit savaş eğitimi, daha sonra İsrail ordusunun temel taktik el kitabına dönüştü.

Wingate’in 1944’te Burma’da bir uçak kazasında hayatını kaybetmesi, İsrail’in kurucu lideri David Ben Gurion tarafından büyük bir kayıp olarak görüldü. Ben Gurion, Wingate hayatta kalsaydı İsrail’in ilk genelkurmay başkanı olabileceğini söyledi.

Film, Wingate’in düzenli olarak işlediği savaş suçlarını gözler önüne seriyor: Bir Filistinli çocuğu insan kalkanı olarak kullanmak; kadınları ve çocukları toplayarak açık havada, dikenli tellerle çevrili bir kampa kapatmak ve onları öğle sıcağında susuz bırakmak; Filistinlilerin ekinlerini ateşe vermek; keyfi olarak gözaltına aldığı Filistinli erkekleri taşıyan bir otobüsü havaya uçurmak.

Bu esnada, Britanyalı sömürge polisi Charles Tegart, Hindistan’daki ayaklanmaları bastırmak üzere daha önce geliştirdiği militarize karakol modelini Filistin’e taşıdı.

Bu kaleler, bugün İsrail’in tarihî Filistin’i parçalayan; halkını çelik ve beton duvarlarla, kontrol noktalarıyla çevrili hapishanelere hapseden baskı sisteminin altyapısını oluşturdu.

Palestine 36’yı izlerken, Filistinlilerin itaat etmeleri için Britanyalılar tarafından sistematik olarak aşağılandığı, istismar edildiği ve öldürüldüğü sahneler karşısında, neden her kuşağın daha da radikalleştiğini ve umutsuzlaştığını fark etmemek imkânsız.

Britanya’nın 1936’daki üç yıllık ayaklanmayı bastırmak için uyguladığı acımasız, sömürgeci baskı, sonunda 7 Ekim 2023’te Hamas’ın gerçekleştirdiği bir günlük şiddetli “hapishaneden kaçışa” ve İsrail’in buna verdiği soykırımcı, sömürgeci karşı saldırıya zemin hazırladı.

Ancak İsrail’in bu soykırımı, tıpkı Wingate’in Arap İsyanı’nı ezdiği gibi bu Filistinli nesli pasifleştirmeyecektir. Aksine, sadece yaraları derinleştirecek ve kolektif direniş iradesini daha da pekiştirecektir.

İdeolojik Fanatizm

Özellikle dikkat çekici olan, filmin – her ne kadar dolaylı biçimde olsa da – çoğunlukla İsrail’e atfedilen ideolojik fanatizmin kökeninde Britanya’nın da kayda değer bir payı olduğunu ortaya koymasıdır.

Wingate’in Filistin halkını mutlak bir teslimiyete zorlamaya yönelik fanatik arzusu, onları hayvanlardan biraz daha fazlası olarak görmesi ve Yahudi halkına duyduğu tutkulu bağlılık, Siyonizm ideolojisinin etkisiyle şekillenmişti.

Çoğu zaman göz ardı edilen bir gerçek ise, Siyonizmin yalnızca modern bir Yahudi milliyetçiliği değil, bundan çok daha önce kök salmış bir inanç sistemi olduğudur.

Wingate, İncil’deki kehanetin, Yahudi halkının kadim vatanlarına “geri döndürülmesiyle” gerçekleşeceğine inanan, etkili Avrupalı Hristiyan Siyonistlerin uzun tarihsel geleneğini sürdüren bir figürdü. Bu inanca göre, ancak bu dönüş tamamlandığında, sözde “kıyamet zamanı” gelecek ve Mesih yeryüzüne dönerek kendi krallığını kuracaktı.

1917 tarihli Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de Yahudi halkına bir “ulusal yurt” vaat eden Lord Balfour da, bu doktrini benimseyen önde gelen bir Britanyalı Hristiyan Siyonistti.

Genetik araştırmalara göre, büyük çoğunluğu binlerce yıl önce bu topraklarda yaşamış Kenanlıların soyundan gelen ve zamanla Hristiyanlık ile İslam’a geçen Filistin halkı, Wingate gibi Hristiyan Siyonistlerce, ilahi kehanetin gerçekleşmesinin önünde duran birer engel olarak görülüyordu.

Eğer bu insanlar, Tanrı’nın iradesine boyun eğip kendi vatanlarını terk ederek Yahudi halkına yer açmazlarsa, o zaman bu iradeye zorla tabi kılınmaları meşru sayılıyordu.

Kamuoyu yoklamalarının tekrar tekrar gösterdiği üzere, günümüz İsraillilerinin benimsediği Siyonizm, onları Wingate’inkine benzer ırkçı bir çizgiye sürüklemiştir: Büyük bir çoğunluk, Filistinlilerin etnik olarak temizlenmesini ve soykırıma uğratılmasını desteklemektedir.

İsrail ordusunda görevli askerlerin sosyal medya paylaşımları da bu çürümeyi açıkça ifşa ediyor: Gazze halkına uyguladıkları vahşeti hem sergiliyor hem de övünerek kutluyorlar.

“Tam İnsan Değil”

Bu da bizi bugüne getiriyor.

İngiliz basınında Palestine 36 hakkında çıkan film eleştirileri, en iyi ihtimalle soğuk ve mesafeli. Sözde liberal Guardian bile filmi “samimi” olarak tanımlıyor – sanki vasat bir okul ödevini yazmış bir çocuğu yatıştırır gibi.

Bu durum bizi şaşırtmamalı. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Britanya’dan küresel jandarmalık görevini devralan ABD yönetimi gibi, Britanya’daki yerleşik düzen de Arap milliyetçiliğini hâlâ bir tehdit olarak görüyor.

İsrail’i hâlâ hayati önemde bir sömürge karakolu olarak, Filistin’i ise gözetleme ve isyan bastırma tekniklerinin denendiği bir laboratuvar olarak konumlandırıyor. Filistinlileri ise hâlâ tam insan olarak görmüyor.

İşte bu yüzden Britanya Başbakanı Keir Starmer – siyaset sahnesine taşınmış modern bir Wingate gibi – Gazze halkını, aralarında bir milyon çocuğun da bulunduğu sivilleri gıdadan, sudan ve elektrikten mahrum bırakma kararını açıkça savundu. Yani uluslararası hukukun temel ilkelerini çiğneyerek, sivil bir nüfusu topluca aç bırakmayı meşru gösterdi.

İşte bu yüzden Starmer ve Britanya’daki iktidar bloğu, İsrail’e silah sevkiyatına ve sivillerin hedef alınmasında kullanılan istihbarat desteğine devam ediyor. Bu yüzden Starmer, Gazze’de “masum sivil yok” diyerek soykırımı meşrulaştıran İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’u Downing Street’te ağırladı.

Bu yüzden Britanya ordusu hâlâ, tıpkı Wingate’in dönemindeki gibi, Birleşik Krallık’ta İsrailli subayları eğitiyor. Ve bu yüzden Britanyalı subaylar da hâlâ İsrail’e giderek onun soykırımcı ordusundan ders alıyor.

Bu yüzden Britanya, İsrail’e diplomatik dokunulmazlık sağlamaya devam ediyor; ve Gazze’de insanlığa karşı suç işlemekle İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’yu yargılamaya çalışan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni açıkça tehdit ediyor.

Ve işte bu yüzden Starmer ve hükümeti, Gazze’deki soykırıma karşı çıkan Britanyalıları cezalandırmak için terörizmin yasal tanımını değiştirdi.

Gerçek şu ki, ister Filistin’de ister Britanya’nın baskı altına aldığı dünyanın başka köşelerinde olsun, Britanya’nın sömürge tarihini anlamak için ne hükümetimize, ne okullarımıza, ne de medyamıza güvenebiliriz.

Bunun yerine, geçmişi ve bugünü gerçekten kavramak istiyorsak, şiddetimizin kurbanlarını dinlemeye başlamalıyız.

Kaynak: https://www.middleeasteye.net/opinion/palestine36-story-90-years-ago-key-grasping-gaza-today