Ölümsüzlük İlerleme Değildir. Felçtir

Biz burada ölüm sayesinde varız. Bu, sistemdeki bir kusur değil — sistemin ta kendisidir.

Tayvanlı Budist rahibe, akademisyen ve yazar Saygıdeğer Yifa ile onun eğitim amaçlı kâr amacı gütmeyen kuruluşu olan Woodenfish Foundation, kısa süre önce beni Tayvan’a davet etti. Budist rahibeler ve rahiplerle, gen düzenlemenin Budizm’in gelecekteki uygulamalarını nasıl etkileyebileceği üzerine konuşmamı istediler.

Bu seyahat, Budist felsefeyi gerçekten derinlemesine incelediğim ilk seferdi ve hayrete düşüren bir şeyi fark ettim: Budistler, Batı kültüründeki birçok insan gibi mümkün olduğunca uzun yaşamaya ya da bir ahiret yaşamına ulaşmaya çalışmıyorlar. Onlar esasen, reenkarnasyon ve acı döngüsünü sona erdirmeye — ve var olmayı bırakmaya — çalışıyorlar.

Modern uzun ömür hareketine inanan biri değilim. Sağlıklı yaşam süresini uzatmak ya da yaşlanmayı geciktirmek üzerine çalışan ciddi bilim insanları olsa da, bu hareketin büyük bir kısmı bilimsel bir girişimden ziyade bir dine benziyor. Önde gelen figürler, veri temelli meşruiyeti öne sürerken bir yandan da şüpheli takviyeleri pazarlıyor. Yine de, her kültürün ölümü — en azından — kaçınılması gereken bir şey olarak görmediğini öğrenmek benim için şaşırtıcıydı. Uzun süredir uzun ömür hareketine kuşkuyla yaklaşıyordum, ancak artık Batı’nın hayata dair genel misyonunu — mümkün olduğunca uzun ve sağlıklı yaşamak — iyi yaşamın ne anlama geldiğine dair dar görüşlü bir anlayış olarak görüyorum.

Geçen gün, Tayvan’da tanıştığım Budist rahibe ve en yakın arkadaşım olan Saygıdeğer Shi Daofu’ya mesaj attım ve ölümden korkup korkmadığını sordum. Şöyle cevap verdi: “Ölümden çok korkmuyorum. Çünkü doğum, yaşlılık, hastalık ve ölüm hayatın kaçınılmaz süreçleridir.” Bu kadar basit — ama yine de birçok insan bu bakış açısını kavramakta büyük zorluk çekiyor. Milyarderler uzun ömür girişimlerini finanse ediyor. Biyo-hacker’lar hücresel gençliğin peşine düşüyor. Manşetler yaşlanmanın tersine çevrilmesini, ölümün alt edilmesini, sonsuza kadar yaşamayı anlatıyor.

Ama ölümsüzlük tehlikeli bir fantezidir. Kurtuluş gibi gelir kulağa, ancak aslında başka bir kontrol biçimidir. Bırakmayı reddetmektir. Hayatı mümkün kılan koşulları inkâr etmektir. Ölü dinozorlar, makinelerimizi çalıştıran petrole dönüşmüştür. Toprağımızı zenginleştiren ölü mikroplar ve bitkiler olmasaydı, mahsul yetiştiremezdik. Bağışıklık sistemimiz, bizi korumak için programlanmış hücresel ölüme dayanır. Bizi oluşturan elementler — karbon, demir, altın — yalnızca kadim yıldızların patlayıp ölmesi sayesinde var olmuştur.

Ölümsüzlük ilerleme değildir. Felçtir. Ölüm olmasaydı hiçbir şey evrimleşmezdi, hiçbir şey uyum sağlamazdı, deneyimlediğimiz güzellik ortaya çıkmazdı. Bir söz vardır: “Bilim her cenazeyle bir adım ilerler” — ama bu yalnızca bilim için geçerli değildir. Bu, sanat, felsefe ve hayatın kendisi için de geçerlidir. Gezegenimizi inşa eden ve dünyamızı oksijen, CO₂, çiçekler ve meyvelerle dolduran karmaşık etkileşimler bu kadar kolayca göz ardı edilmemelidir.

Biz burada ölüm sayesinde varız. Bu, sistemdeki bir kusur değil — sistemin ta kendisidir. Yine de, yaşamı süresiz uzatma telaşında bu gerçek çoğu zaman göz ardı edilir. Ölüm üzerine daha derin düşünemezsek, yaşamın doğal döngüsünü bozarak gelecek nesiller için çözümlerden çok sorunlar yaratabiliriz.

Evrenin en mekanik bakış açısından bile bakıldığında, ölüm hâlâ anlamlıymış gibi görünür. Ateistleri gözyaşlarına boğar, fizikçilerde huşu uyandırır, biyologlarda hayranlık yaratır. Ya ölüm, düzeltilmesi gereken bir kusur değil de, her şeyin dayandığı temel ise? Belki de soru “Hayatın anlamı nedir?” değil, “Hayat neden sona erer?” olmalıdır. Ve belki de yanıt, sonun aynı zamanda başlangıç olmasıdır.

Kaynak: https://www.freethink.com/opinion/immortality-is-dangerous