NATO Kendini Yeniden inşa Etmekte Neden Zorlanıyor?

En zor görev aynı zamanda en acil olanıdır: Yani, ABD’nin NATO’dan tek taraflı olarak çekilmesinin yaratacağı kaosu önlemek. Haziran ayındaki NATO zirvesinden önce, mali ve askeri yükün ABD’nin kabul edebileceği bir şekilde Avrupa’ya kaydırılması gerekiyor. Bu hedefe nasıl ulaşılacağına dair yapılacak tartışmaların, nükleer caydırıcılıktan Ukrayna’daki çatışmadan kaynaklanan sorunlara kadar her konuyu kapsaması gerekiyor.
Nisan 7, 2025
image_print

NATO’nun 1949’da kurulmasının ardından geçen yıllarda, ABD’li ve Avrupalı üyeleri, büyük ölçüde Batı Avrupa’nın Sovyetler Birliği’ne karşı korunması etrafında şekillenen, ortak hedefleri olan kolektif bir savunma yaklaşımını benimsedi. Bu dönem boyunca hem ABD hem de Avrupa, ortak sorunlara yönelik uluslararası iş birliği geliştirerek uluslararası sistemin istikrarına dayandı.

70 yılı aşkın bir süre ileri sarıldığında, artık transatlantik ittifakın yeniden yapılandırılması için zaman daralıyor.

Avrupa’nın güvenliği ile ABD liderliğindeki NATO’nun güvenliği artık aynı şey değil. Nitekim, son dönemde ABD’li liderlerin, ABD’nin Avrupa’yı kendi güvenliğinden sorumlu hale getirmeye öncelik vereceğine dair açıklamaları, Avrupa’da rahatsız edici biçimde karşılandı.

Bazıları için bu durum, transatlantik güvenlik ilişkisini kökten yeniden ele almak için gecikmiş bir fırsat olabilir. Diğerleri içinse bu tür açıklamalar, Trump’ın Rusya yanlısı duruşu zemininde endişe verici bir tabloya işaret ediyor ve Trump’ın talepleri, en iyi ihtimalle tehditkâr bir izlenim yaratıyor.

NATO Genel Sekreteri Mark Rutte kısa süre önce “daha güçlü, daha adil ve daha ölümcül bir NATO inşa etme” ihtiyacını dile getirdi. Ona göre, küresel tehditler daha tehlikeli bir dünya yaratıyordu.

NATO, 4 Nisan 1949’da 12 devlet tarafından kurulduğundan Soğuk Savaş döneminin sonuna kadar tek bir şeye odaklandı: Sovyet saldırganlığını caydırmak. Nihayetinde, NATO’nun tek bir işi, tek bir düşmanı, tek bir tehdidi, tek bir sahnesi ve tek bir güç aracı vardı.

Bu, ABD’nin Avrupa güvenliğinde daha kalıcı bir rol üstlenmesini ve bunu sürdürmesini mümkün kılan bir ortaklıktı. Bu kolektif güvenlik planı, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı öncesinde izlediği izolasyonist dış politikalara geri dönmesini engelledi.

Bu dönem boyunca, ABD’nin tutumu dalgalanmalar gösterdi, denebilir. Başlangıçta ülke, sınırlı bir askeri taahhütle NATO’da geçici bir rol üstlenmek istemişti. Ayrıca, Batı Avrupalı NATO üyelerini savunma sorumluluğunu erkenden ve öncelikli olarak üstlenmeye teşvik etti.

Ancak, devasa Sovyet nükleer tehdidi ABD’nin tutumunu sertleştirdi. Ve NATO, ABD’nin Batı Avrupa’da bir Sovyet işgalini önleme kabiliyetinin kilit unsuru olarak görülmeye başlandı. Aynı derecede önemli olan bir diğer unsur da Marshall Planı’nın rolüydü; NATO ile birlikte yürütülen, Avrupa için savaş sonrası büyük bir yeniden yapılanma planı olan bu girişim, ABD’nin Avrupa’daki ortaklarıyla birlikte bölgeyi istikrara kavuşturma ve demokrasiyi güvence altına alma arzusunu temsil ediyordu.

Takip eden on yıllar boyunca ABD, NATO’yu dış politikasının temel taşı olarak gördü. Transatlantik ilişkinin her zaman belirli bir “alışveriş” doğası taşıdığını unutmamak gerekir; ancak bu, hiçbir zaman bu ilişkinin temelini oluşturan değerlerin zararına olmamış, tam tersine hem ABD’nin ulusal çıkarlarını hem de Avrupa’nın bölgesel çıkarlarını pekiştirmiştir.

1990’lar boyunca ve 2000’li yılların ilerleyen dönemlerinde NATO, ABD’nin Avrupa’daki askeri varlığını sürdürmek için açık biçimde tercih ettiği yöntem olmayı sürdürdü (bu, üye ülkelerde konuşlu ABD üslerini, silahlarını ve askerlerini de içeriyordu). Soğuk Savaş sonrasında NATO’nun yeniden tanımlanmasına öncülük eden de yine ABD oldu; bu tanım artık Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi eski Varşova Paktı ülkelerini de kapsıyordu.

Şimdi ise sorulması gereken şu: ABD’nin NATO’daki liderliği, Avrupa’nın güvenliğine ve Sovyetlere karşı durmaya o kadar mı odaklandı ki, uzun bir süre boyunca “kim neye ne kadar ödeme yapıyor” sorunsalı bir kenara mı itildi?

Gecikmiş sorunlar mı?

Ancak iki uyarı sinyali gelecekti. Birincisi, Barack Obama’nın başkanlığından itibaren ABD yönetimlerinin, ABD’nin NATO’dan genel olarak rahatsız olduğu ve Avrupa üyelerinden gelen mali taahhütlerin, ABD’ninkine kıyasla daha düşük olmasından memnuniyet duymadığına dair giderek netleşen işaretlerdi.

İkincisi ise 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesiydi. Ne yazık ki, Obama’nın verdiği ilk uyarı büyük ölçüde göz ardı edildi; ve Rusya Kırım’ı işgal ettiğinde, NATO Putin’in yayılmacılığına karşı durmak için gerekli adımları atmadı.

Şimdi NATO kendisini bir kez daha ABD’nin finansman konusundaki öfkesinin hedefinde buluyor; Trump, Avrupa’nın savunma harcamalarındaki seviyelere öfkeli ve transatlantik uzlaşmayı köklü bir şekilde yeniden gözden geçirmekte kararlı.

Trump’ın ilk yönetimi, Avrupalı NATO üyelerinin harcamalarını kesin biçimde masaya yatırmıştı. Onun son dönemdeki duruşu da bu yaklaşımın bir devamı niteliğinde.

Avrupa açısından bakıldığında, ABD geçmişte olduğu gibi bugün de Avrupa’nın savunmasını ve caydırıcılığını güçlendiren kolektif güvenlik yapısının kilit bir parçasıydı; ancak muhtemelen artık geçerliliğini yitirmiş bir finansman modeliyle.

NATO’yu stratejik açıdan faydasız görüyor ve savunma harcamalarındaki dengesizlikleri, NATO’nun büyük bir güvenlik tefeciliği (security racket) sisteminden ibaret olduğunun kanıtı olarak yorumluyor.

Çarpıcı olan ise, bir zamanlar NATO’nun kuruluşuna öncülük eden ve uluslararası hukuk çerçevesinde kurallara dayalı küresel bir sistemi destekleyen lider ülke konumundaki ABD ile, Trump’ın küresel liderlik ve istikrar yönündeki her türlü sorumluluğu reddetme tercihi arasındaki keskin tersine dönüş.

Avrupalı üyeleri asıl şoka uğratan şey, belki de savunma fonlarının artırılmasına yönelik talepler değil; ABD’nin liderlikten vazgeçmesi ve dünya düzenini savunma sorumluluğunu üstlenmeksizin NATO’dan tamamen çekilme tehdididir.

Artık ciddi ve hızlı değişiklikler yapma sorumluluğu Avrupa’daki NATO üyelerine düşüyor. Almanya da dahil olmak üzere çok daha ciddi mali taahhütlerin işaretleri ortaya çıkmaya başladı. Avrupa’nın savunma harcamaları geçtiğimiz yıl %11,7 oranında artarak yaklaşık 423,3 milyar Avro’ya (371 milyar Sterlin) ulaştı ve bu, üst üste on yıl boyunca süren bölgesel büyümeyi yansıtıyor.

Bir sonraki adımlar arasında yapay zekâ destekli teknolojilere, düşük maliyetli insansız hava araçlarına, dijital teknolojiye ve ortak projelere yönelik daha güçlü taahhütler yer alıyor.

Ancak en zor görev aynı zamanda en acil olanıdır: Yani, ABD’nin NATO’dan tek taraflı olarak çekilmesinin yaratacağı kaosu önlemek.

Haziran ayındaki NATO zirvesinden önce, mali ve askeri yükün ABD’nin kabul edebileceği bir şekilde Avrupa’ya kaydırılması gerekiyor. Bu hedefe nasıl ulaşılacağına dair yapılacak tartışmaların, nükleer caydırıcılıktan Ukrayna’daki çatışmadan kaynaklanan sorunlara kadar her konuyu kapsaması gerekiyor.

Rutte ve Avrupalı devletlerin, NATO’nun ilk kurulduğu dönemdeki kolektif güvenlik temellerini gerçekten koruyup sürdürebilecekleri ise hâlâ belirsiz. Ancak şurası kesin ki, bugünkü dünya durumu, NATO’nun ilk kurulduğu dönemdeki dünyadan daha az tehlikeli değildir.

 

Kaynak: https://theconversation.com/why-nato-is-struggling-to-rebuild-itself-in-an-increasingly-threatening-world-253494

SOSYAL MEDYA