Muhammed Esed; Doğu’nun Romantik Olmayan Yüzü

Siyasî faaliyetlerinin ve gazeteciliğinin yanında önemli bir düşünür olarak tanınan Muhammed Esed, Kur’an Mesajı isimli tefsir kitabı pek çok tefsir profesörü tarafından eleştirilmiş olsa da diğer kitapları olağanüstü rağbet görmüştür.İran İslâm Devrimi’ne karşı çıkmış, İslâm dünyasındaki aşırılık hareketlerinden rahatsızlığını dile getirmiş, İslâm hukukunun bu şekliyle uygulanamayacağını, sistemleştirilmesi gerektiğini belirtmiş, İslâm dünyasında kadın hakları savunuculuğu da yapmıştır.
Nisan 7, 2025
image_print

Muhammed Esed (Leopold Weiss) Ve İslam’a Yolculuğu

Muhammed Esed’in eserleri kadar kendi hayatı da son derece sıra dışı ve hareketlidir.

2 temmuz 1900de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Lvow şehrinden (bugünkü Ukrayna’da) yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğup, özel öğretmenlerden İbrânî dili ve kültürü üzerine eğitim gördü. 1922’de Frankfurter Zeitung’un özel muhabiri olarak Kudüs’e gitti ve orada siyonist lider gelecek İsrail cumhurbaşkanı Hayyim Weizmann’la karşı olduğu bu hareket hakkında (SİYONİZM)  tartıştı. 1923 yılını Kudüs’te ve Kahire’de geçirip Ortadoğu’da yaşanan siyasî ve içtimaî hayata dair ayrıntılı gözlemler yaptı. Bursa, İstanbul, Sofya, Belgrad, Berlin üzerinden Frankfurt’a giderek bir süre gazetenin merkezinde çalıştı. 1924’te Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan, İran ve Afganistan’ı kapsayan bir seyahate çıktı. Gezisini Merv, Semerkant, Buhara, Taşkent ve Moskova’dan geçerek tamamladı.

Son seyahati sırasında Kahire’de Muhammed Abduh’un öğrencilerinden Ezher şeyhi Muhammed Mustafa el-Merâgī ile tanıştı ve Ezher’de Arapça öğrendi. 1926 yılında eşiyle birlikte İslâmiyet’i kabul etti ve Muhammed Esed adını aldı; ertesi yıl da beraberce hacca gittiler. Yaklaşık altı yıl Arabistan’da yaşadı; bu sırada İslâmî bilgilerini geliştirdi. Libya’daki bağımsızlık mücadelesini destekleyen yazılar yazdı. Suudi Kralı Abdülazîz ile dost oldu. Hindistan’a giderek Muhammed Ali Cinnah ve Muhammed İkbal ile yakın ilişki kurdu. yeni kurulan Pakistan’da dini kurumların teşkili ve Ortadoğu Dairesi başkanlığı ile BM daimi temsilcisi olarak görev yaptı. 1959’da siyasî karışıklıklar yüzünden Pakistan’dan ayrılarak ömrünün kalan kısmını İsviçre, Fas, Portekiz ve İspanya’da ilmî çalışmalarla geçirdi. 20 Şubat 1992’de Granada’da öldü.

Yazarın En meşhur eseri Mekke’ye Giden Yol ve tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de onlarca baskı yapmış ve yüz binlerce okur tarafından okunmuştur.

Ayrıca, Yolların Ayrılış Noktasında İslam, Sahihi Buhari: İslam’ın İlk Yılları,  İslam’da Yönetim Biçimi, Kur’an Mesajı: Meal ve Tef­sir adlı eserlerinin yanı sıra henüz Türkçe’ye çevrilmemiş olan, makale ve radyo konuşmalarından oluşan “This law of ours and other essays” (Bu bizim yasamız ve diğer makaleler) adlı eserleri vardır.

Siyasî faaliyetlerinin ve gazeteciliğinin yanında önemli bir düşünür olarak tanınan Muhammed Esed, Kur’an Mesajı isimli tefsir kitabı pek çok tefsir profesörü tarafından eleştirilmiş olsa da diğer kitapları olağanüstü rağbet görmüştür.İran İslâm Devrimi’ne karşı çıkmış, İslâm dünyasındaki aşırılık hareketlerinden rahatsızlığını dile getirmiş, İslâm hukukunun bu şekliyle uygulanamayacağını, sistemleştirilmesi gerektiğini belirtmiş, İslâm dünyasında kadın hakları savunuculuğu da yapmıştır.

Esed’in Yolculuğu

Muhammed Esed, Önsözde ait olduğu batı dünyası hakkında özeleştiri yapar ve kitaplaştırdığı anılarının ve hayat ve bakış açısı ile ilgili fikir verir:

‘Biz öteki dünyadan ve onun insanlarından sanki böyle bir şeyi istermişiz gibi büyük oranda ayrılmaktayız. Böyle bir kavrayışa nasıl geldik?..

Peki bundan dolayı biz bu dünyadan dışlanmış mı olmaktayız? Hayır. Dışlanmış olmamız bozuk gelişmemizden, kendi gidişatımızdaki bir yanlış anlamadan güç almaktadır sadece; yabancı olanın yaratıcılığını küçümsüyoruz ve pek yabancı değilse ondan, kendi alanımıza götürerek çıkar sağlamanın, kültürel züppelerin deyişiyle kendimize ait kılmanın peşindeyiz. (Önsöz 8-9)

Yazar yabancı bir dünyayı layıkıyla tanımanın kendi unutulmuş gerçeklerimize vakıf olmamıza yardımcı olacağını ve seyahatin özünün de bu olduğuna işaret ediyor.

İlk olarak Kudüs’ten Kahire’ye trenle gelip oradaki Mısırlıların İngiliz işgalinden kurtulma çabalarını gözlemlerken batının ve İngiltere’nin niyetlerini de sorguluyor. İngilizlerin birbirinden farklı ve birbirine karşı gibi görünen iki yönlü politikalarının aslında süreci ilerletmek için kullanılan yöntemler olduğunun altını çiziyor.

Ayrıca batının yayılmacı politikalarını gizlemek için öne sürdüğü doğunun gelişmesini garanti altına almak için batı müdahalesi teorisini de eleştirerek şöyle diyor: ‘Fakat her dışarıdan müdahalenin normal gelişim seyrinin (Ortadoğu’da) tamamen batı karşıtı bir pozisyon almayı güçlendirmesi ihtimali yüksek. Batının saygın ahlaki değerler olarak başlayan serüveni, anlık fırsatlar için kendini lanetlenmiş bir hayasızlığın pençesine kaptırmıştır’.

Kudüs diğer şehirlerden çok farklı olup bu şehrin, en akılda kalıcı özelliği dini fanatizm, yoğun çiğ et ve deri kokan sokaklar… Asırlık görüntülerle yoğrulmuş insan yığınları, çarşılar ve gürültülü açgözlü pazar meydanları. Başka hiçbir yerde hatta doğunun hiçbir yerinde Kudüs kadar kendi tarzınca ve böyle yoğun şekilde kurulmuş başka bir şehir yoktur. Şu anda da yoğunlaşma aynı şekilde devam etmektedir. Tarih dışı bir karakterdedir ve geçmişi, yaşamı tam iliklerine kadar yaşamak isteyen açgözlülüğüne uzatılan bir yem işlevi görmektedir. Ayrıca Kudüs’ün her zaman şu anda yaşadığını, çalan çanlara ve ağlama duvarına rağmen son derece dünyalık olduğunu ifade eder. ‘Kudüs ve Filistin ciğerlerinize kadar ince bir toz tabakası gibi işleyerek sizi nefessiz bırakan dur durak bilmez çatışmaların toprağıdır. Siyonizm kendini dış batılı güçlere geri dönülmez bir şekilde bağlamıştır. Yakındoğu’nun kalbinde işte böyle bir yara vardır.’

12 mayıs 1922’de Filistin-Arap hareketi lideri Musa Kazım Paşa ile görüşür. Paşanın görüşleri şöyledir:

Filistin bir Arap toprağıdır. Bu hakkımızdan asla vazgeçmeyeceğiz. Ya da onu bölme konusunda başka topluluklarla herhangi bir anlaşmaya yanaşmayacağız. yYüzyıllardır yaşayan ve orada yerleşik olan bir ulusun, binlerce yıl önceye uzanan başka bir ulustan gelen herhangi bir iddiayı dikkate alması söz konusu bile olamaz…

Her Arap çocuğu tek bir mefhumla büyüyor: özgürlük!  Biz ne bir Yahudi anavatanı ne de İngiliz sömürgesi olmayı istemekteyiz. Dolayısıyla bunları gerçekleştirmeye yönelik teşebbüsler bizden herhangi yapıcı bir işbirliği göremeyecektir. Bizim mücadelemiz Yahudiliğe karşı değil politik siyonizme karşı.’

Musa Kazım Paşa ilaveten Yahudilikle siyonizmin aynı kefeye konmasının suçlusunun Siyonizm olduğunu ve Filistin halkının Yahudilerle asırlarca yanyana ve barış içinde yaşadığını ekliyor. Gelecekte hedefleri arasında her din ve ırkın özgürce bir arada yaşaması olduğunun altını çiziyor. Filistin özgürlük hareketi, Balfour’dan bu yana aynı ilkeli duruşu sürdürmeye devam ediyor.

Doğunun Romantik Olmayan Yüzü’nde Muhammed Esed, 1923 yılı 14 Mart’ında Kudüs’ten Kahire’ye  doğru trenle giderken Gazze’den de geçiyor: Sina çölü tepelerine doğru yavaş yavaş ilerlerken, unutulmuş yaşamıyla kaktüs dünyalarının arkasında kil bir kale gibi oturan eski Gazze’yi geçiyoruz. Mil mil birbiriyle hayli tezat oluşturan bir şekilde İngiliz ve Türk askerleri bu mükemmel tren yolunu inşa etmiş. İlk  başta Türkler Süveyş kanalına doğru ilerlemişler ve daha sonra bazı değişikliklerle birlikte İngilizler, Mısır’dan  Filistin’e muzaffer bir şekilde hareket etmişler.(12)

Filistin yönetiminin memurları, Yahudi yerleşimciler ve uzun entarileri içinde renkli atkılarıyla çok sayıda tarifi imkansız yerli halk.konuşmalarından ve kıyafetlerindeki bölgesel farklılıklardan Mısırlı mı yoksa Filistinli mi olduklarını söylemek zor. Ne yapıyorlar? Tahmin edemiyorum. Yüzlerinden eksik olmayan bir tebessüm. Sıcak ve hareketli gözler (ne yapıyorlarsa çok insani bir şey olmalı) (13)

Yahudilik ve Siyonizm meselesi

‘Bana, bugünkü Yahudi varlığı buradan çok uzakta gerçekleştirilme özlemi içinde ifade ediliyor gibi gelmektedir… Yahudiler kendilerini, belki de pek farkına varmadan İsa’nın kendilerine aşılamaya çalıştığı aynı bilinç ve ahlaki vicdan talebi bağlamında görmektedirler.’

‘Siyonistler ne zaman medeniyetin temel meselelerinden birini sıradanlaştırdıklarının farkına varacaklar. Acıdan kaçtıklarını ve onu fethedecek iradeden yoksun olduklarını? Ve bugün Yahudiliğin en güçlü temsilcisinin tanrıya olan imanıyla sadece tanrıyı bilmek isteyen ve başka hiçbir şeyi umursamayan Doğu Avrupalı Ortodoks Yahudiler olduğunu? Bir sürü eksiklikleri olsa da Yahudiliğin rotasını çizecek olanların en azından özlemlerinin yahudilerin güç ve ıstırabına yönelmesinden dolayı onlar olduğunu?’(44-45)

Esed Ürdün’e de gider ve orada hem tarihi yerleri ve bedevileri hem de Emir Abdullah ve yardımcısı Dr. Rıza Tevfik’le tanışır.

Esed, Lübnan üzerinden Suriye’ye geçer. Şam’ın sessizliğini yadırgar burada boş bir geçmişle övünme dışında bir yaşam belirtisi bulamaz. Aynı duyguyu daha sonra dönüş yolunda uğradığı İstanbul’da da hisseder. Burayı işgal eden Fransız askerlerinin 1860 Hristiyan katlimını bahane ederek Lübnan’a yerleştiğini ve bu kargaşayı sömürgeci hayalleri için kullandığını, Havran ve Lazkiye alevi bölgesi üzerinde de hak iddia ettiklerini belirtir.. Bu bölgeler her ne kadar kağıt üzerinde özerk görünse de Lübnan’daki Fransız lejyonu tarafından yönetilmektedir. Fransa Suriyelilerden kurdukları lejyon ve ordudaki Fas askerlerini kullanarak yerli halkla karşılaşmamışlar ve doğuda eskiden gelen kültürel etkilerini koruyabilmişlardir. Bildiğimiz gibi p dönemde Fransız kültürü Roma’nın en etkili kültürel yayılma aracı olarak gerek Ortadoğu gerek Kuzey Afrika ülkeleri ve hatta Osmanlı sarayının gözdesi olmuştur.

1923 sonrası yeni Türkiye cumhuriyeti ilan edilince Kahire’de olan M. Esed hem Mısır halkı üzerinde cesaretlendirici etkisini hem de daha sonra İzmir ve İstanbul’da Türk insanı üzerindeki etkisini gözlemleme fırsatı bulmuştur. Ve Türk halkının kazandıkları zaferin haklı gururu yaşarken uzun süredir beklediği hediyeye kavuşan çocuğun şaşkınlığını yaşadığını söyler.

M Esed 20. Yy.ın trendi olan ulusalcılık etkisiyle Arapların bu bilince ulaşıp kendilerine ait devletler kuracağını öngörse de bu hiçbir şekilde gerçekleşmemiş ve sadece batı güdümlü uydu devletçikler kurulmuştur.

Siyonizm söylemi hem Arapları hem de Yahudileri batının sömürgeci hayallerini gerçekleştirmek için kullanıp atmış ve bundan da hiçbir ahlaki kaygı duymamıştır.

*Doğu’nun Romantik Olmayan Yüzü –Muhammed Esed /Mana Yayınları

Ayşe Doğu

Araştırmacı-yazar. Yarın yayınları editörü. Değişim ve Yarın dergileri ile haber10.com sitesinde yazarlık ve editörlük yaptı.
Kişisel web:http://www.aysedogu.com
Mail: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.