Mitolojinin Tanımı ve Kökeni
Bir milleti meydana getiren ortak değerlerden biri olan mit; kaynağı, yazarı bilinmeyen ve genel olarak doğa olaylarını ya da çeşitli inanış biçimlerini hikaye şeklinde ifade eden anlatılar olarak tanımlanır. Mitolojik karakterler ve tanrılar belirli doğa olaylarını kontrol etme veya aşk, bereket, savaş vs gibi fonksiyonları icra etme yetkisinde sahiptirler. Henüz yazının kullanılmadığı arkaik dönemlerde tarih öncesi toplumlar mit, destan, efsane ya da masalımsı anlatılarla duygularını ve inanç yapılarını sözlü biçimde kuşaktan kuşağa aktarmışlardır. Karakterler ve olaylar içerik açısından her ne kadar rasyonellikten uzak olsa da mitolojik inançların bir kısmı sosyolojik ve kültürel bir yapı haline gelerek günümüz toplumlarında bile dinlerin veya geleneklerin içine sızmak suretiyle varlığını sürdürmektedir. Günümüz dünyasında roman ve hikaye gibi yazılı metinlerin yanısıra resim ve sinema gibi görsel alanlarda kullanılan karakterler ve olaylar mitolojik bazı arketiplere dayanmaktadır. Bu duruma bazı siyasi liderler, sinema ve müzik starları, yapay zeka veya robot gibi teknolojik ürünler ya da Yüzüklerin efendisi, Henry Potter, Süperman, Thorr gibi karakterler örnek olarak gösterilebilir.
Hemen her kültürün kendine mahsus mitik olayları, destanları ve kahramanları olmakla beraber Sümerler’in Gılgamış Destanı, Babil’in Enuma Eliş ve eski Yunan’da Theogonia bilinen en eski ve temel eserlerdir. Genel olarak sembolik bir dil yapısına sahip olan mitler içerik açısından bazı başlıklara ayrılabilir:
Tanrılar arasındaki ilişkileri ve mücadeleleri anlatan (teogonik) mitler Dünyanın ve insanın yaratılışını konu alan “köken mitleri”
Evrenin sonu hakkındaki eskatolojik mitler
Savaşları ve kurtarıcı figürleri anlatan kahramanlık mitleri
Bu bilgilere göre mitlerin kökeni hakkında şunlar söylenebilir:
- * Doğayı, varlığı ve kendi varoluşunu açıklamaya çalışan insanlar, bilimsel düşünce sistemine ve yeterli bilgiye sahip olmadıkları için masalımsı anlatılara başvurmak zorunda kalmışlardır. Her bir doğa olayını ayrı bir tanrıya havale ederek çok tanrılı bir açıklama yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla, mitik anlatılar “bilim öncesi insan algısını” yansıtmaktadır denilebilir.
- * Siyasi ve askeri açıdan çok güçlü insanlara zaman içinde olağanüstü konumlar atfedilerek tanrılaştırılması mitik anlatıların oluşmasını sağlamıştır.
- * Freud ve Jung açısından mitler bilinçaltının ürünleridir. Freud’a göre mitler “gündüz düşleridir”, yani insan uykuda olduğunda bilinçaltının açığa çıkması rüya olarak tanımlanırsa, mitler de uyanıkken bilinçaltının (korku ve cinsellik güdüsü) ortaya çıkması biçiminde ifade edilebilir. Bir başka deyişle, insanlar uyanık halde olmalarına rağmen bilinçaltına yerleşmiş bazı yargıları doğa, tanrı ve çeşitli olayları açıklamak için kullanırlar ve dolayısıyla mitik anlatım biçimleri ortaya çıkar. Jung ise mitleri, bütün insanlar tarafından paylaşılan bilinçaltının ortak bölgesinin bir ürünü (kolektif şuuraltı) olarak değerlendirir. Birbirinden tamamen bağımsız kültürlerde bile benzer mitolojik hikayelere rastlanmasının sebebi budur.
- * Mitler, insanların hayata adapte olmasını sağlayan psikolojik ve sosyolojik etkilere sahiptir. Toplumları ayakta tutan belirli değerler, olağanüstü mitik anlatım biçimleri ile insanlara sunulur ve son derece yüksek bir idea etrafında birliğin oluşması sağlanır. Mitler, bir toplumu diğerlerinden ayıran ve üstünlük kurmasını sağlayan masalımsı anlatılarla yüksek bir sosyal bilincin oluşmasında çok etkilidir. Ergenekon destanı, Osmanlı devletinin kuruluşundaki ağaç metaforları ve geleceğe dair mesajlar içeren rüyalar, M.Kemal ile ilgili oluşturulan ilahi kişilik, güneş dil teorisi ve insanlığın Türklerden türediği iddiası bu yaklaşıma ait bazı örnekler olarak gösterilebilir. İnsan, içinde yaşadığı sosyal çevreye, hayatına yön veren paradigmalara ve sahip olduğu ideolojilere dayalı olarak çoğu zaman farkında bile olmadan bir takım kutsal alanlar oluşturur ve zamanla kaçınılmaz olarak bu kutsallara yönelik çeşitli anlatılar üretir. Örneğin Marksist ideolojiye bağlı bir kişi için sınıf mücadelesi insanlar arası ilişkilerde tarih boyunca belirleyici bir faktördür ve bu mücadelenin sona ermesiyle sınıfların ortadan kalkacağı (mit ve dinlerdeki gibi) bir altın çağın yaşanacağı ütopik bir gelecek tasarlanır.
Bu noktada kısaca mitler ile tek tanrılı dinler arasındaki farklılıklara işaret etmek uygun olacaktır.
- * Sümer, Yunan, Mısır, Hint, İskandinav vs kültürlerinin mitlerinde çok tanrılı bir yapı vardır. Gök, deniz, bereket, savaş, aşk, yeraltı gibi sayısız doğal faktör veya olayın her biri için ayrı bir tanrı ataması yapılmıştır. Genel bir baş tanrı yanısıra yukarıdan aşağı doğru güç sıralamasının olduğu bir pantheon söz konusudur ve her şehrin ayrı bir özel tanrısı vardır. Ayrıca mitlerde tanrı ve tanrıçalar cinsel birliktelik neticesinde yeni tanrılar doğurabilmektedir. Bu hali ile özellikle tevhid inancını (ihlas süresi) net biçimde vurgulayan İslam dini ile mitler arasında keskin bir ayırımın olduğu açıktır.
- * Mitlerdeki tanrılar sürekli olarak birbirleri ile mücadele içindedir; aldatma, yalan ve gayr-ı meşru ilişki gibi olaylar sıradan günlük mevzular olarak görülmektedir. Ciddi zaaf içinde olan bu tanrıların mutlak güç sahibi olan Allah ile uzaktan bile ilgisi yoktur. Bu bağlamda “Yerde ve gökte başka ilahlar olsaydı düzen bozulup giderdi. Arşın Rabbi olan Allah, onların tasvir ve yakıştırmalarının ötesindedir” ayetini (Enbiya 22) hatırlamak yeterli olacaktır.
- * İslam dininde medeni hukuk, ticari ilişkiler ve cezalar gibi hukuk alanına giren kurallar ve belirli yaptırımlar söz konusu iken mitlerde böyle bir yapı mevcut değildir.
- * Semavi dinlerde vahşi insanlara ileten peygamberler ve kutsal kitaplar vardır ancak mitlerde elçi niteliği taşıyan kişilere pek rastlanmaz.
- * İslam dininde ahiret günü ve hesap verme durumu varken mitlerde böyle bir durumun üzerinde pek durulmaz.
Pozitivist Açıdan Düşünce Ve İnancın Gelişimi
İnsanlığın inanç ve düşünce tarihi incelendiğinde teistik ve ateistik açıdan keskin bir ayırıcın olduğu hemen görülebilir. Bilindiği üzere, A. Comte insanlık tarihini teolojik/mitolojik, metafizik ve pozitivist olmak üzere üç aşamaya ayırmış ve her toplumun bu merhaleleri zorunlu olarak geçeceğini belirtmişti. Başlangıçta hemen her açıdan ilkel durumda olan insan toplulukları atalar kültü olarak bilinen ve ölmüş kişilerin ruhları ile bağlantıya geçerek belirli inanç biçimleri geliştirirken ilerleyen süreçte doğaya dönerek animistik bir yaklaşımı benimsemiştir. Bu yaklaşıma göre, tabiata atfedilen çeşitli güçler bir süre sonra çok tanrılı dinlere dönüşmüş ve nihayet yaklaşık 4000 sene kadar önce İbrahim ve 3200 sene kadar önce de Musa peygamber dönemlerinde toparlanıp bir düzene sokularak tek tanrılı dinler süreci başlatılmıştır. 15 ve 16. Yüzyıllardan itibaren ise modern insan aydınlanma sürecine girerek mitolojik ve metafizik anlayışı geride bırakarak pozitivizmin hakim olduğu yeni döneme adım atmıştır. Artık bu noktadan sonra Kant’ın ifadesi ile “insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtularak, kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanacağı” bir süreç başlamıştır.
Kısaca ifade edilen bu görüşe bakılırsa, mitlerle ve dolayısıyla çok tanrılı dinlerle başlayan inanç dünyası bir süre sonra tek tanrılı dinleri doğurmuştur. Bu yaklaşım psikolojide Freud, sosyolojide E. Durkheim ve biyolojide Darwin tarafından ileri sürülen görüşlerle ve antropolojik/arkeolojik çalışmalarla kendisine büyük destek sağlamıştır. Böyle bir tarih okumasının özellikle İslam dini açısından kabul edilebilir bir tarafı yoktur, çünkü gerçekte süreç tek tanrı inancı ile başlamış ve sapmalar sebebiyle çok tanrıcılık ortaya çıkmıştır. İslam açısından söz konusu olan durum, çok tanrıcılıktan tek tanrı inancına geçiş değil, en baştan beri tevhid ile şirk arasındaki mücadeleden ibarettir.
Müslümanların antropoloji ve arkeoloji gibi alanlarda uzmanlaşmamış olması, elde edilen bazı verilerin karşıt görüş tarafından keyfi biçimde yorumlanmasına ve bilginin suistimaline imkan sağlamaktadır. Kazı çalışmaları veya başka şekillerde elde edilen bilgiler diğer bilim alanlarındaki gibi objektif bir içeriğe sahip olmadığı için mutlaka belirli varsayımlar altında değerlendirilmesi gerekmektedir. Örneğin, belirli bir coğrafyada yapılan kazı çalışmaları sonucunda bulunan bazı heykel ve eşyalardan hareket edilerek o toplumun çok tanrılı/putperest bir inanca sahip oldukları yorumu kolayca yapılabilir, fakat tek tanrı inancını temsil eden belirli bir eşya, emare vs söz konusu olmadığından bu kişilerin tek tanrıya inandıklarını göstermek son derece güç görünmektedir.
Kur’an Kıssaları Ve Mitolojik Hikayelerin Benzerliği Sorunu
Mezopotamya’da 19. yüzyıl boyunca yapılan kazılarda bazı tabletler bulunana kadar Sümer medeniyeti hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildi. Tabletlerin dili çözüldüğünde Sümerler’in insan, dünya, tanrılar vs hakkındaki mitolojik hikayelerinin Tevrat, İncil ve Kur’an kıssaları ile benzerliği aynı kökten gelen semavi dinler üzerine gölge düşürücü yorumların yapılmasına yol açtı. Söz konusu benzerlikler, belirtilen kutsal kitaplardaki kıssa ve bazı tarihi olayların aslında Sümer tabletlerinden alındığına ve dolayısıyla herhangi bir ilahi kökene/vahye dayanmadığına işaret etmekteydi. Bu görüşte olanlar “Sümer tanrısı Marduk tek tanrılı üç büyük dine kaynaklık etmiştir. Tevrat ve İncil’deki hikayelerin çoğu Sümer efsaneleridir. Nuh ve tufan hikayesinin aslı Tevrat’tan üç bin yıl önce yazılmış Sümer tabletlerinde mevcuttur. Aynı bölgede yaşamış olan Kral Hammurabi’nin kanunları Tevrat’a kaynaklık etmiştir…“ biçiminde pek çok örnek üzerinden hareket ederek Sümerler’in çok tanrılı dinlerinin zamanla dönüşerek bugünkü tek tanrılı dinlere kaynaklık ettiğini ileri sürmüşlerdir. Sözü edilen benzerliklere ait en temel örnekler aşağıda iki bölüm halinde verilecektir. Birinci bölümde İslam dinine batıl inanç olarak gelenek üzerinden giren inanışlar ve mevzu (uydurma) hadisler üzerinden sızmış bazı sözlere, ikinci bölümde ise doğrudan Kur’an ayetlerinde geçen benzerliklere ilişkin örnekler ele alınacaktır.
Batıl İnançlarda ve Uydurma Hadislerde Mitolojik İzler
Burada bir kısmına yer verilecek örneklerin İslam dini ile hiçbir şekilde bağlantısının olmadığı bilinmekle ve dolayısıyla herhangi bir açıklama yapma gereği bulunmamasına rağmen mitik bazı inançların nasıl “dini inanç” biçiminde halk arasında yaygınlık kazandığını görmek açısından faydalı olacaktır. Bu anlamda en iyi örnek olarak, Mezopotamya bölgesinde asırlar boyu baharın gelişinin ve doğanın canlanışının kutlandığı nevruz bayramı ya da hıdırellez inancı gösterilebilir. Mitolojik bir hikaye olan hıdırellez, İslam inancına Hızır-İlyas peygamber buluşması biçimde sızmış ve halk arasında yaygınlık kazanmıştır. Benzer inanç Hristiyanlık’ta kendini Saint George (Hızır makamında veli bir kişi) üzerinden göstermektedir. Aslında bu hikaye Sümer mitolojisinde kral Dumuzi ile tanrıça İnanna/İştar’ın bolluk ve bereket için bir araya gelmesi mitine dayanmaktadır. Bu arada Hızır kelimesinin Arapça’da “yeşil” anlamına geldiğine ve bu bağlamda baharı temsil ettiğine dikkat edilmelidir.
Dünyanın yaratılışı ve evrendeki konumu hakkında bazı uydurma hadis rivayetleri söz konusudur. Aşağıda bazı örnekleri verilecek olan uydurma hadislerin kaynaklarını mevzu hadisleri inceleyen kitaplardan bulmak mümkündür. Mitolojik anlatılarda dünya dört köşeli bir şekilde düşünülerek öküz, balık gibi bazı hayvanların üzerinde durduğu hayal edilmiştir ve bu hayvanların dünyanın dengesini sağlamaya yardımcı olduğu söylenmiştir. Bu motiflerin yer aldığı uydurma bir rivayet şöyledir: Hazreti Peygambere “yeryüzünü hangi şeyin üzerinde gördün?” diye sorulduğunda “yeryüzü su üzerindedir” dedi. “Su ne üzerindedir?” diye sorulduğunda, “su, bir kaya üzerindedir” diye cevap verdi. “Peki, kaya ne üzerindedir?” denildiğinde “kaya, yan tarafları arşa değen bir balığın sırtındadır” dedi. “Balık neyin üzerindedir?” diye sorulduğunda ise “ayakları havada duran bir meleğin omuzlarındadır” dedi.
Mitolojik anlatılarda, tanrılardan birinin çocuğu olup sonradan nergis çiçeğine dönüştüğü bilinmektedir. Bununla ilgili “Nergis çiçeğini günde, yılda veya hiç olmazsa ömürde bir defa koklayınız. Çünkü kalpte delilikten, cüzzamdan ve alaca hastalığından taneler bulunur ki bunları nergis koklamaktan başka bir şey iyileştirmez” biçiminde bir mevzu hadis rivayeti edilmiştir.
Çoğunlukla Yunan ve Sümer mitlerinde kızgın tanrılar, su taşkınlarını insanları cezalandırmak için kullanırlar ve özellikle denizler (Poseidon-deniz tanrısı) insanları yutmaya çalışırlar. Buna ilişkin uydurma bir rivayette “Deniz her gece üç defa gelerek yeryüzünü kaplayıp yutmak için Allah’tan izin ister ama Allah onu engeller” ifadesi geçmektedir.
Mitolojik anlatıya göre tanrılar, insanları kendi işlerini gördürmek ve hizmet ettirmek amacıyla yaratmıştır. Belirli zamanlarda tanrılar insanlara kızarak onları yok etmek girişiminde bulunurken bazı tanrılar araya girerek bunu engellemeye veya insanlara durumu haber vererek yardımcı olmaya çalışırlar. İnsanlarla tanrılar arasındaki iletişim Yunan mitolojisinde Hermes, Sümer mitolojisinde ise Enki tarafından sağlanır. Bu bağlamda hermenötik yani, anlam-bilim kelimesinin Hermes kökünden geldiğini hatırlamak uygun olacaktır. Sözü edilen görevi yerine getiren kişi olarak İslam inancına İdris peygamberin yerleştirildiği görülmektedir. Aynı görevi Türk mitolojisinde yerine getiren ise tanrı Mergen olmuştur.
Gökyüzünü ve yıldızları idare eden tanrılardan bahseden mitik anlatılarla benzerlik gösteren son bir uydurma rivayet şöyledir: “Güneş etrafında yedi melek görevlendirilmiştir. Ona sürekli kar atmaktadırlar. Böyle olmasaydı, güneş değdiği her şeyi kül ederdi”.