Mısır’da Osmanlı-İngiliz Kavgası/ Genç Akademi Dergisi-Mart 1993

Her kademede Batı’yı taklit etmek isteyen Mehmet Ali Paşa, 1830’larda Mısır’ın sanayileşmesi için ilk adımı attı. Özellikle 1858’de yapılan demiryollarıyla Mısır ulaşım meselesini halletmiş, 1859-1869 arasında Mısırlı işçilerin kazdığı Süveyş Kanalı hem ekonomik hem de stratejik açıdan bir anda Mısır’ı dünyanın gündemine getirmişti. Amerikan İç Savaşı sebebiyle dünyanın pamuk ihraç eden en önemli ülkesi hâline gelen Mısır, artık Batılı emperyalistler için “fethedilmesi” gereken ilk ülke hâline gelmişti. 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması ve Mehmet Ali Paşa’nın Fransız hayranlığı, Mısır’ın ilk iki talibini de belirliyordu: İngiltere ve Fransa. Hıdiv İsmail Paşa’nın sosyetik ve müsrif bir hayat yaşayabilmek için her önüne gelenden borç alması, maliyesini 1875’te iflasla karşı karşıya getirmişti. Bir yandan İngiltere ve Fransa, diğer yandan onlarla bağlantılı uluslararası banka ve bankerlik kuruluşları hıdivi sıkıştırıyorlardı.

Hıdiv, Maliye Bakanı Butros Gali’nin aracılığıyla Mısır’ın Süveyş Kanalı’ndaki hissesini 4.000.000 sterline İngiltere’ye sattı. Maliye bakanına bile danışmadan bu alımı yapan İngiliz Başvekili Disraeli, İngiltere’de bir anda kahraman oldu. Alacaklılar, Mısır’dan alacak tahsili için hemen uluslararası bir “Kamu Borçları Sandığı” kurdular. Mısır yönetimi, sayıları sekizi bulan uluslararası bankaların ve İngiliz-Fransız kontrolörlerin baskısı altındaydı. 1828’de bu baskı o derece yoğunlaşmıştı ki Ermeni Nubar Paşa’nın kabinesinde İngiliz kontrolör Wilson maliye, Fransız kontrolör De Blignières bayındırlık bakanı, tabii Kipti Butros Gali de dışişleri bakanı olarak açıklanmışlardı.

Zayıf karakterli bir insan olan Tevfik Paşa zamanında, Mısır yabancı bankaların da marifetiyle içinden çıkılmaz bir borç batağına saplandı. 1880’de 99 milyon sterlin borcuyla dünya sıralamasında en borçlu ülkelerin başında gelen Mısır, İngilizler için artık “olgun bir meyveydi.” İngilizlerin ilk hedefi, Osmanlı’nın Mısır’la bağını tamamen koparmaktı. Bunun için de bir yandan Kahire’de Jön Türk basını vasıtasıyla Hıdiv Tevfik Paşa’yı “halife” adayı olarak takdim ederlerken, diğer yandan Arap ırkçılarını kullanarak isyanlarla Osmanlı halifesinin Mısır’daki nüfuzunu kırmak ve onu zor durumda bırakmak istiyorlardı.

1881’de Arabi Paşa liderliğinde Arap milliyetçileri ayaklandı. Ancak II. Abdülhamid, usta bir manevrayla Arabi Paşa’yı kendi safına çekmeyi başardı ve isyan yön değiştirerek, Mısır’daki İngiliz çıkarımlarını hedef almaya başladı. Tehlikeyi gören İngiltere, Temmuz 1882’de “asayişi sağlamak” bahanesiyle Mısır’ı işgal etti. İşgalin asıl gayesi ise ekonomik ve stratejik karakterli olup, Mısır’daki mali ve ticari menfaatlerini korumak ve tükenmez bir varidatını ele geçirdiği Süveyş Kanalı’nın kontrolünü sağlamaktı. Çünkü Süveyş’in ele geçirilmesi, İngiltere’nin Hindistan’daki sömürgeleri açısından çok önemliydi.

Mısır’ın İngilizlerce işgali, İslam dünyasında sert tepkilere neden oldu. Ancak kısa bir süre önce Ruslara karşı tarihinin en feci mağlubiyetini tatmış olan Osmanlı’nın askeri müdahale gücü yoktu. Selanik’teki İngiliz konsolosunun da belirttiği gibi, Müslümanlar İngilizlere kinle bakıp “Bu büyük İslam düşmanından intikam alınacak günlerin gelmesi için Hz. Allah’a duadan başka çare kalmamış” diyorlardı.

İngilizler, Mısır’da “geçici” bulunduklarını sık sık ilan etmekle birlikte, 29 Ekim 1888 tarihli Süveyş Kanalı Antlaşması ile kanalın kontrolünü 1989’a kadar ele geçirmişlerdi. II. Abdülhamid, Fransa’yı da arkasına alarak uluslararası arenada İngiltere’yi sürekli sıkıştırıyordu. Bu siyasi faaliyetlerden bunalan İngiltere, 1889’da Yahudi Vambery vasıtasıyla dostluk teklifi yaptı. Ancak Abdülhamid, “Mekke ve Medine kadar mukaddes olan Mısır’ın boğazlanması şartıyla” bu teklifi değerlendirebileceğini söyleyerek reddetti.

Mısır’a gönderdiği fevkalade komiserlere, hilafetin şan ve şerefine zarar verecek davranışlardan kaçınmalarını ve her halükârda İslamiyet’i kâmil manada yaşamalarını emreden II. Abdülhamid, 12 Mart 1892’de yayımladığı bir fermanla Mısır Hidivi’ne Osmanlı’ya bağlı olduğunu hatırlatmıştı. Fransız yazar Victor Bérard’a göre, İngilizler Mısır için hazırladıkları resmi kitaplara bu fermanı koymak zorunda kalmışlardı.

1888 Mart ayında Kahire’de Osmanlı yanlısı gösterilerin yapılması, 1894’te Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa’nın İngiltere’nin karşı çıkmasına rağmen İstanbul’a gelerek II. Abdülhamid’e bağlılığını tekrarlaması, 1890-1908 arası Hicaz demiryolu tamiri için siyasetçi, gazeteci ve zenginlerin var güçleriyle çalışmaları, Mısırlıların II. Abdülhamid’in bu çabasına ne derece olumlu yaklaştığını göstermesi açısından önemliydi.

Bundan daha önemlisi ise Mısır’da, İngiliz emperyalizminin kovulması için Osmanlı hilafetine bağlılığı zaruri gören Mustafa Kâmil Paşa liderliğinde bir akımın oluşması ve bu akımın şair Ahmed Şevki’nin “Mısır’ın sana ihtiyacı var” diyerek II. Abdülhamid’e çağrı yapmasıydı. Victor Bérard’agöre, ordusunu Alman usulü modern bir hâle sokan II. Abdülhamid, bu çağrıyı karşılıksız bırakmamış, 1906-1907 yıllarında sürekli saldırı politikası izlemiş ve Taba meselesi ile İngilizleri sömürgelerinde geri adım atmaya mecbur bırakmıştı.

DEDE GALİ’NİN HAYATI

Şu andaki Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin dedesi olan Butros Gali Paşa, 1846’da Beni Süveyf’in Meymun köyünde doğdu. Gali Neyruz’un oğlu olan Butros, Ortodoks Kipti bir aileye mensuptu. Eski Mısır krallarından Kipti soyundan olan Kiptiler, Mısır’ın yerli halkıydı. Hz. Ömer döneminde Mısır’ın fethinde İslam ordularını desteklemişler; Emeviler, Abbasiler, Tolunoğulları ve İhşidler döneminde huzur içinde yaşamışlar ve bazı memuriyetlerde bulunmuşlardı. Fatımilerdevrinde ise en üst düzeyde yönetici olarak varlık göstermişler, ancak bu vazifelerini Amir ve Hafız gibi Fatımi sultanları döneminde bir baskı aracı olarak kullanmışlardı.

Camide Hz. Peygamber Efendimize küfrettiği için halk tarafından parçalanan baş vezir Kıpti Ebu Nacah, bu açıdan ilginç bir örnek teşkil eder. Eyyubiler ve Memlükler döneminde hiçbir siyasi nüfuzları olmayan Kiptiler, çareyi 1442’de Vatikan’a bağlanmakta bulmuşlardı.

Osmanlı yönetimi Kıptileri Vatikan’dan koparmak için önce onlara toleranslı bir şekilde yaklaşmış ve 1582’de Kipti kilisesinin Vatikan’dan kopmasını sağlamıştı. Ancak Osmanlılar, Kıptilere hiçbir zaman önemli memuriyetler vermedi. Zaten Osmanlı ülkesinde “Kipti” kelimesi, ta başından beri bir hakaret ve küfür lafı olarak “Çingene” anlamında kullanılmıştı.

Hâlâ “Nil’e insan kurban etme” sapkınlığını sürdüren Kiptiler, 1788’de Fransız yazar Rymer’in de yazdığı gibi, “yoksulluk ve aşağılık bir halde vergi tahsildarlığı ve casusluk yapıyorlardı.” Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle Fransız ordusunda istihdam edilen ve tüm vergilerden muaf bırakılan Kiptiler, işgal sonrası Müslümanların sert bir misillemesiyle karşılaştılar. Ancak Mehmet Ali Paşa’nın Kıptileri koruyan politikası sayesinde Kiptiler, Fatımiler dönemindeki nüfuzlarını tekrar kazandılar.

DEDE GALİ’NİN İHANETLERİ

1. Süveyş Kanalı’nın İngilizlere Satılması
Butros Gali’nin 1875’te Süveyş Kanalı’nın İngilizlere satılması için Maliye Bakanı olarak aktif rol aldığını belirtmiştik. 1888 Süveyş Kanalı Antlaşması’nda da önemli rolü olan Gali, 1909’da İngilizlerin isteğiyle kanalın imtiyazının 1969’dan sonraya uzatılması için başkanı olduğu Bakanlar Kurulu’na baskı yapmış; ancak halkın Kahire sokaklarında yaptığı mitingler ve Ezher Üniversitesi öğrencilerinin boykotları sebebiyle bu karar kabul edilememiştir. Gali, bir yandan Ezher’i kapatmakla, diğer yandan ise “sansür kanunuyla” basını susturmakla hedefine ulaşmak istemiş, ancak başarılı olamadan Mısır milliyetçilerinden İbrahim Verdani’nin kurşunlarına hedef olmuştur.
2. Sudan Meselesi
1821’de Mehmet Ali Paşa tarafından Osmanlılar adına işgal edilen Sudan’da İngiliz emperyalizminin etkisi Mısır’a paralel olarak gelişmişti. Hıdiv İsmail Paşa, Batılıların baskısıyla yeni gelir kaynakları bulmak için Sudan’a ağır vergiler koymuştu. Bu vergileri toplama işi 1879’da Samuel Baker ve 1880’de Miralay C.G. Gordon’a verilmişti. Bilhassa Gordon, bu işte İngilizler adına çok başarılı olmuş ve İngiltere’nin baskısıyla 1877-1879 arası Sudan’a genel vali olarak atanmıştı.

Müslüman halkın bu gelişmelere karşı tepkisinden istifade eden Muhammed Ahmed (1844-1885), kendisini “Mehdi” ilan ederek, 1881’de Sudan’da isyan etmiş ve kurduğu çetelerle Sudan’ın bazı bölgelerine hâkim olmuştur. İngilizler, önceleri “Türkleri kâfir ilan eden sahte Mehdi’nin” hareketine ses çıkarmamışlar, hatta desteklemişlerdir. II. Abdülhamid, hatıratında bu hareketin arkasında İngilizlerin olduğunu yazmaktadır. Cemalettin Efgani ve Muhammed Abduh gibi reformist İslamcılar tarafından da desteklenen bu hareket, Sudan’daki Sünni dini liderlerin tepkisini çekmiştir.

II. Abdülhamid’in sahte Mehdi aleyhine yayınladığı beyannameler, geniş bir çevrede dağıtılmıştır. Ayrıca, Batı Sudan Müftüsü Ahmed el-Ezheri, Doğu Sudan Müftüsü Emin ed-Damir ve merkezi Sudan (Hartum) Müftüsü Şakir el-Gazzi tarafından yayımlanan fetvalarda, sahte Mehdi, “Emirü’l-Müminin Abdülhamid Han Hazretlerine isyan eden ve cihad edilmesi gereken bir asi” ilan edilmiştir. Sahte Mehdi’nin 1885’te ölümüyle yerine geçen Abdullah bin Muhammed et-Teayişi, siyaset değiştirerek tamamen İngilizleri hedef almıştır. Bu süreçte Sudan’ın kontrolü İngilizlerin eline geçmiştir. 2 Eylül 1898’de Kerrer Savaşı ile isyancılar tamamen imha edilmiş ve 19 Ocak 1899 tarihli bir anlaşmayla Sudan’ın kontrolü İngiltere tarafından tamamen ele geçirilmiştir. Bu anlaşma, Mısır adına Kipti Dışişleri Bakanı Butros Gali Paşa tarafından imzalanmıştır.

3. 1906 Dinsavi Olayı
Delta’da güvercin avlayan bir grup İngiliz askeri, Dinsavi köylüleriyle kavga etmiş; birkaç asker yaralanmış ve bir asker aldığı darbeler sonucu hayatını kaybetmiştir. Bu olay üzerine İngiliz askerleri, bir köylüyü öldürmüş ve 52 Mısırlı tutuklanmıştır. Kipti Adalet Bakanı Butros Gali Paşa’nın başkanlığındaki mahkeme, dört kişiyi idama mahkûm etmiş; geri kalanları ise hapis ve dayak cezalarına çarptırmıştır. İdam cezaları ertesi gün infaz edilmiş, bu durum Mısırlı halkta büyük bir infial yaratmıştır.

Müslüman halk, Dinsavi olayını protesto etmiş, aydınlar ise esas suçlu olarak Butros Gali’yi ilan etmiştir. Batılı gözlemcilere göre, Dinsavi olayı İngiliz işgaline karşı Mısır’da hâlâ direnişin sürdüğünü göstermesi açısından önemlidir.

4. Mustafa Kâmil Paşa’nın Süper Hali
1894’te Paris’te hukuk fakültesini bitiren Mustafa Kâmil, Mısır’a döndükten sonra İngiliz emperyalizmine karşı bir bayrak açmıştır. El-Ehram Gazetesi’nde yazdığı makalelerle Mısır halkını ayağa kaldırmış, Ocak 1900’de El-Liva Gazetesi’ni ve 1905’te El-Alemü’l-İslami dergisini yayımlayarak milli bilincin uyanmasında önemli katkılarda bulunmuştur. İstanbul’a gidip Halife II. Abdülhamid’i ziyaret eden Mustafa Kâmil, “Osmanlı Halifesi liderliğinde İslam birliği” fikrini savunmuş ve bu doğrultuda Vatan Partisi’ni kurarak İngiliz emperyalizmine karşı savaşan güçleri birleştirmiştir.

Mustafa Kâmil’in 1908’de genç yaşta ölümü, bazı kesimlerce şüpheyle karşılanmıştır. Bazı iddialara göre, Butros Gali tarafından hediye edilen bir bastona sürülen zehirle öldürülmüştür. Bu durum, Mısır milliyetçileri arasında Gali’ye karşı öfkenin daha da artmasına yol açmıştır.

5. Matbuat Kanunu
1828’de Mehmet Ali Paşa’nın direktifiyle çıkan “El-Vakayi Mısriyye” ile başlayan Mısır basın tarihinde, İngiliz işgalinin ilk yıllarında ve özellikle de 1884’ten sonra Suriye’den kaçan Hristiyan Arapların ve Kıptilerin önemli bir hâkimiyeti görülmekteydi. Protestan Arapların El-Ehram, El-Mukattam, El-Muhtelif, El-Hilal; Kıptilerin ise Vatan, Mısır gibi yayın organları vasıtasıyla kamuoyunu tamamen ele geçirdikleri görülmekteydi. Mısır’ı Osmanlılardan koparmak ve İngiliz egemenliğine sokmak isteyen bu işbirlikçi basına karşılık, 1900’lerden sonra Müslümanların da El-Mahrusa, El-Müeyyed, El-Liva, El-Alemü’l-İslami gibi yayın organlarına sahip olduğunu görmekteyiz.

Hemen hemen tamamı II. Abdülhamid tarafından “kese-i hümayundan” desteklenen bu yayın organlarının İngiliz aleyhtarı tutumu, 1907’de başvekil olan Butros Gali’nin sık sık daha da baskıcı bir hâl alan “Sansür” kanunları çıkarmasına sebep olmuştu. Bu kanunlarda gayrimüslim basın maddi ve manevi olarak desteklenirken, İslami basının susturulması hedef alınmıştı. Matbuat kanunundaki bu değişikliklerin de Butros Gali’nin öldürülmesinde önemli bir rolü olduğu, Verdani’nin avukatı Mahmud Bey tarafından mahkemede açıkça söylenmiş ve bu baskıcı kanunların, adına “medeniyet asrı” denilen 20. asrın yüz karası olduğunu haykırmıştı.

DEDE GALİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ

20 Şubat 1910, Mısır tarihinin en sarsıcı günlerinden biriydi. Gali, İngilizler hesabına Mısır’a yaptığı beş büyük ihaneti, bir İngiliz markası silahtan çıkan beş kurşunla ödüyordu. Mısır’ın vatansever evladı İbrahim Nasif el-Verdani, olaydan hemen sonra yakalanıyor ve İngilizlerin baskısıyla alelacele Kahire Cinayet Mahkemesi’nde yargılanıp idama mahkûm ediliyordu. Verdani, mahkemede Butros Gali Paşa’yı “vatan haini” olduğu için öldürdüğünü, Mısır’a ihanete yeltenecek bütün yöneticilerin de aynı sonu göze almaları gerektiğini ihtar ederken, avukatı Mahmud Bey, “Gali Paşa’nın Mısır’a yaptığı ihanet sebebiyle bir değil, bin kere ölmeyi hak ettiğini” haykıracaktı. Mahkeme, daha büyük olaylar çıkmaması için sadece Verdani’nin idamıyla yetiniyor, onun tutuklanan avukat, doktor ve üniversite talebesi 8 arkadaşını serbest bırakıyordu.

İşin asıl ilginç yanı, halkın, aydınların ve gençliğin birlikte açtığı “Verdani’nin kurtulması” kampanyasına, Mısır müftüsünün de şeriata göre Verdani’ye idam cezası verilemeyeceğini, aksine onun kahraman bir mücahit olduğunu belirten fetvasıyla katılması olmuştu. Bu fetva, İngilizler üzerinde şok tesiri yapmış, başta Times ve Daily Telegraph olmak üzere İngiliz basını, müftünün fetvasının “İslamiyet’in baskıcı bir din olduğunu gösterdiğini” ileri sürmüşlerdi. Mısır kabinesi, İngilizlerin baskısıyla Mısır tarihinde eşine hiç rastlanmamış bir uygulamayla müftünün fetvasını dikkate almadan, cinayet mahkemesinin kararını tasdik etmiş ve Verdani, 28 Şubat 1910’da Muhafızlık Hapishanesi’nde asılarak idam edilmişti.

İngiliz süvari ve piyade birlikleri, Butros Gali’nin cenazesini büyük bir şov hâline getirirken, Verdani’nin cenazesine katılan ya da evine taziyeye gelen Müslümanlar polis copuyla dağıtılmış, imamın mezar başında dini telkin yapmasına bile müsaade edilmemişti. Ancak bütün baskılara rağmen Mısır Darü’lHilafetü’l-Aliye Medresesi ve Mısır Hukuk Fakültesi’nin talebe ve öğretim üyeleri, Verdani’nin idamını tel’in için miting ve gösteriler yapmışlardı.

OSMANLI EFKAR-I UMUMİYESİ KİMDEN YANAYDI?

Gali’nin ölümü, Mısır Komiserliği’nin aynı gün sadarete çektiği bir telgrafla Bab-ı Ali tarafından öğrenilmişti. Başta mason başvekil İbrahim Hakkı Paşa olmak üzere olay, hükümet çevrelerinde üzüntüyle karşılanmıştı. Trablusgarp’ı İtalyanlara satan İbrahim Hakkı Paşa’nın tesiriyle olsa gerek, Sultan Reşad bile üzülenler kervanına katılmış ve Mısır Hidivliği’ne şu telgrafı çekmişti:

“Nazırlar Meclisi Reisi Butros Gali Paşa’nın vefatı padişah nezdinde duyulmuş ve büyük bir teessür meydana getirmiştir. Taziyeleri iletirken, katilin cezalandırılacağından şüphe olunmaması rica olunur.” (21 Şubat 1910)

Osmanlıların Mısır Komiserliği ise sadarete gönderdiği başka bir yazıda, Verdani’nin idamını yorumsuz olarak bildirdikten sonra, polislerin Mısırlıları Verdani’nin cenazesine bakmaktan ve ailesine taziyeye gitmekten bile menetmesini “asayişin sağlanması” olarak değerlendirmişti.

Olaya en çok ilgiyi İslamcılar göstermişti. Mehmet Akif’in yönetiminde İstanbul’da yayımlanan Sırat-ı Müstakim gazetesi, olayı baştan sona takip etmiş, Verdani ve arkadaşlarını var gücüyle desteklemişti. Önce Gali’nin bir hain olduğu için öldürüldüğünü ve halkın Verdani’yi desteklediğini yazan dergi, daha sonra “Şehid-i Saîd İbrahim Verdani”yi ve mücadelesini anlatan yazılara ve şiirlere yer vermişti. Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin başyazarlığını yaptığı Beyanü’l-Hak ise yayımladığı bir makale ile Mısır müftüsünün fetvasını desteklemiş ve İngiliz Daily Telegraphgazetesinin “gayrimüslimleri telaşa düşürmek ve Müslümanların bağımsızlığını önlemek için yaptığı yayınların Verdani katlini haklı gösteremeyeceğini” ileri sürmüştü.

Verdani’nin idamı halk arasında da önemli yankılara sebep oldu. Bir yandan İstanbul’da bütün mektep ve medreselerin talebeleri siyah elbiseler giyerek matem tutarken, diğer yandan birçok camide Verdani’nin ruhu için mevlit ve hatimler okunmuştur.

GALI SONRASI MISIR

Gali sonrası Mısır, için için kaynıyordu. Mısır’da birçok evin duvarına “Mısır Mısırlılarındır, yaşasın Verdani’nin arkadaşları” pankartları asılmıştı. İngilizlerin baskısı sebebiyle Verdani’yle yargılanarak beraat edenlerden dört üniversite talebesi İstanbul’a gelmiş, üçü tıbbiye, biri mülkiye mektebine kaydolmuşlardı. Mısır’daki İngiliz yönetimi o kadar hassaslaşmıştı ki, “Verdani” adını taşıyan bir eczanenin açılışına bile izin vermekten korkmuştu.

Gali’nin ölümü Kıptileri de son derece etkilemişti. Kipti ileri gelenleri, İngilizlerin tahrikleriyle Avrupalı devletlere yaptıkları müracaatlarla, Mısır’da Müslümanların insan hak ve hürriyetine saygı göstermediklerini, Ortodoks Kıptilere memurluk ve benzeri hakların verilmediğini iddia ediyorlardı. Bu durumda İngilizler, Fransızlar, Amerikalılar hatta İtalyanlar müdahale ediyorlardı. Mısır Fevkalade Komiserliği tarafından 25 Mart 1911’de sadrazamlığa yazılan bir raporda bu hususta şunlar kaydedilmekteydi:

“Sadrazam Hazretlerine arz olunur ki:

— Mısır Nazırlar Meclisi’nin müteveffa reisi Butros Gali Paşa’nın katledilmesinden beri, Ortodoks Kiptiler ve özellikle Vatan ve Mısır adlı Kipti gazeteleri, Mısır Hidivliği’ne ve bütün Müslümanlara düşmanlık kusmaya başlamışlardır. Yalan yanlış makale ve haberlerle, Kıptilerin her hususta mağdur edildikleri ve haklarının çiğnendiği iddia edilmektedir.

Bununla da kalmayıp aralarından bir meclis teşkil ederek, başkanlığına Kiryakis adlı birini getirmişler ve bunu Londra’ya gönderip haklarının savunulmasını istemişlerdir. Bu sebeple İngiliz basınında Müslümanlar aleyhinde haberler neşredilmesine sebep olmuşlardır.

Ayrıca mahalli meclisleri Osmanlı Devleti’ne bir muhtıra vermiştir. Bu muhtırada uzun uzadıya şikayetleri ve istekleri bulunmaktadır.

Bu istekler arasında dünyaya da yaydıkları, Kıptilerden memur ve idareci tayin edilmediği; pazar günlerinin de tatil günlerinden sayılması ve Kiptiler için özel mekteplerin bulunmadığı tarzında iddialar vardır. Halbuki, Mısır’daki durum bu iftiraları reddetmeye yeterlidir. Zira yapılan istatistiklere göre Mısır’da Kipti nüfusun miktarı %6‘dır. İstatistiklerin gösterdiğine göre bazı dairelerde Kipti memurların sayıları %70‘i geçmektedir. Bu nasıl yalandır? Ayrıca tecavüzkâr olanlar, Müslüman düğün alayına Kipti evlerinden çanak çömlek atılmış ve Müslümanlar hakarete maruz bırakılmışlardır.”