Merkel Sonrası Almanya’da Siyasi Kriz Ne Zaman Çözülecek?

Dünyanın hızla değişip dönüştüğü, Türkiye dâhil pek çok ülkenin ekonomik krizlerle ve buna bağlı siyasi bunalımlarla çalkalandığı bir dönemde Avrupa’nın en güçlü devletinde siyaset sahnesine çıktı Angela Merkel. 2000 yılında Hristiyan Demokrat Birliği’nin liderliği ile başlayan profesyonel siyasi kariyeri 2005 yılından 2021 yılına kadar sadece Alman Şansölyesi olarak değil aynı zamanda bütün Avrupa’nın da fiili lideri olarak devam etti. Hem Avrupa’da hem de dünyanın diğer noktalarında çeşitli siyasi krizler yaşanırken Almanya’yı bunun dışında tutmayı başardı ve Merkel ismi adeta siyasi istikrar ile özdeşleşti. 2021 yılında koltuğu devreden “ebedi şansölye”den geriye kalan ise Almanya’da hükümet krizleri ve Avrupa’da yeni bir lider arayışı oldu. Kendi ülkesindeki siyasi süreçleri yönetme konusunda pek mahir olamayan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Avrupa liderliğine soyunması ne Fransa’da ne de Avrupa’da karşılık bulmayınca gözler yeniden Almanya’ya döndü. 23 Şubat 2025’te gerçekleşen Almanya Parlamento Seçimleri ile birlikte hem Almanya hem de Avrupa keskin bir virajın tam da ucundalar. Eğer Almanya, Merkel sonrasında karşı karşıya kaldığı siyasi bunalımı aşabilir ve yeni şansölye olmasına kesin gözüyle bakılan Friedrich Merz Merkel’in siyasi mirasını üstlenebilirse Avrupa’nın yeni lider arayışına gerek kalmadan “yeniden” Almanya liderliğinde yola devam edeceğini söylemek mümkün gözüküyor. Aksi durumda ise yeni krizlerin hem Almanya’nın hem de Avrupa’nın kapısının eşiğinde hazır beklediği kesin.

Erken Genel Seçimlerin Ardından Almanya’da Son Durum

23 Şubat 2025 tarihinde seçmenin önüne koyulan sandıktan çıkan sonuçlar Almanya’daki siyasi krizi bitirecek mi yoksa daha da mı derinleştirecek? Aradan geçen süre boyunca bu soruya kesin bir cevap vermek pek de mümkün olmadı. Almanya kamuoyunun şu anlık teselli bulduğu tek şey aşırı sağ olarak nitelendirilen Almanya İçin Alternatif (AfD) Partisi’nin tek başına iktidar olacak çoğunluğa ulaşamamış olması. Ayrıca seçim sonrası başlayan koalisyon tartışmaları içinde de mutabık kalınan en önemli esaslardan biri de AfD’nin herhangi bir koalisyon hükümetinde de yer almamasına odaklanmış durumda. Ancak, Almanya’daki siyasi krizi çözmek için sadece AfD’nin hükümetin dışında bırakılması yeterli ve kalıcı bir çözüm değil. Hristiyan Birlik lideri, seçimlerin galibi ve en güçlü şansölye adayı olan Friedrich Merz’in bu süreçte hangi zorluklarla karşılaşacağı, hükümetin içindeki siyasi dağılımı nasıl kurgulayacağı önem arz ediyor. Merz’in ve müstakbel hükümet ortaklarının üzerinde titizlikle durması gereken ve sadece Almanya’nın değil diğer Avrupa ülkelerinin de problemi olan işsizlik, ekonomik kriz ve düzensiz göçmen konularında da halka kalıcı politika önerileri sunması gerekiyor. Nitekim bu problemleri dile getiren ve çözüm noktasında radikal politikalar öne süren AfD’nin oylarını iki kat arttırarak seçimlerden ikinci parti olarak çıktığını ve parlamentodaki en güçlü muhalefet partisi olarak yeni hükümeti denetleyeceğini hesaba katarak hareket etmek lazım. AfD’nin popülist söylemleri ve radikal politikaları sebebiyle hükümet dışında bırakılması kabul edilebilir olmakla birlikte AfD’nin dile getirdiği ve seçmende karşılık bulan problemleri yok saymak söz konusu siyasi cepheyi daha da radikalleştirme ve güçlendirme eğilimini beraberinde getirecektir. Böyle bir durumun oluşması da Almanya ve Avrupa’nın içinde bulunduğu siyasi krizi derinleştirmekten ve siyaseti daha da kutuplaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Seçim sonuçları sandıktan birinci çıkan Hristiyan Demokrat Birliği dâhil hiç kimse tarafından kesin bir zafer olmama özelliği taşıyor. Buna rağmen seçimin kazananının tarihindeki en düşük oyu almasına rağmen (%16.4) hükümetin içinde yer alarak sonuçları zafere çevirecek olan Sosyal Demokrat Parti (SDP) olduğu söylenebilir. SDP’nin hükümetin içinde yer alması durumunda ise 630 üyeli parlamentoda hükümetin sadece 328 sandalyeye sahip olacağı ve bunun da görece zayıf bir hükümet olacağı şimdiden tartışılmakta, yeni hükümetin daha da güçlü bir şekilde oluşturulabilmesi için alternatifler üzerinde düşünülmektedir. Merkel’in görevi devretmesinin ardından yapılan 2021 yılındaki ilk seçimlerde sandıktan birinci parti olarak çıkan ve seçimlerin ardından kurulan koalisyon hükümetinin de ana omurgasını oluşturan SDP, kısa süre içinde hükümeti dağıtarak bugüne kadar uzanan ve belirsizliğini koruyan siyasi krizin en önemli mimarlarından biri olarak görülüyor. 2021 yılında birinci parti olmasına rağmen ülkeyi siyasi krize sürükleyen ve bunu üzerine seçmen tarafından adeta cezalandırılan bir siyasi oluşumun umutları tazelemek üzere kurulacak yeni hükümetin ortağı olması Alman kamuoyu tarafından çok da desteklenecek gibi durmuyor. Sadece aşırı sağcı AfD’nin hükümette yer almaması üzerine oluşturulan bir denklemde buna benzer çarpıklıkların ortaya çıkması da kaçınılmaz bir şekilde karşımıza çıkıyor. Merz’in hükümet kurma çalışmaları sandıkların kapanması ile birlikte başlasa da sürecin nihayete erdirilebilmesi için ortalama 2 aylık bir süreye ihtiyaç olduğu öngörülüyor. Bu süreyi Almanya’daki koalisyonların kurulma süresine baktığımızda makul ve hatta kısa olarak tanımlayabiliriz.

Almanya’daki Olası Siyasi İstikrar Avrupa Birliği’ne Nasıl Yansır?

Almanya’nın sadece Almanya’dan ibaret olmadığını ve Almanya’daki siyasi istikrarın doğrudan Avrupa Birliği (AB)’nin kurumsal yapısını etkileyecek bir potansiyeli içinde barındırdığını söylememiz gerekiyor. Uzun yıllardır hemen hemen her konuda AB’ye öncülük eden siyasi ve ekonomik istikrarı ile AB’yi de ardı sıra ileriye taşıyan Almanya, son yıllarda içine düştüğü sarmaldan kurtulmak için Merz’in bir an evvel hükümeti ilan etmesini bekliyor. Hristiyan Demokrat Birliği lideri ve müstakbel şansölye Friedrich Merz de seçim dönemi boyunca sık sık bu konuya vurgu yaparak Almanya’nın bütün Avrupa’nın tartışmasız lideri olduğunu defalarca kez ilan etti. Aslında 23 Şubat’taki Almanya parlamento seçimlerinde sadece Almanlar oy kullanmış olsa ve resmiyette sadece Almanya’yı kimin yöneteceği oylanmış olsa da bu seçim Merkel sonrası Avrupa’nın yeni liderini seçtiği bir seçim olarak da tarihe not düşülecektir.

Avrupa’nın liderliğine soyunan Merz’in, Avrupa’nın geleceği açısından Amerika Birleşik Devletleri (ABD) hakkındaki görüşleri de son derece önem arz etmektedir. Seçim propagandaları esnasında bu konuya dair de ipuçları veren Merz’in ABD ve özellikle de yeni başkan Trump ile yıldızının çok da barışmayacağını söylememiz mümkün. Trump’ın özellikle Avrupa’ya karşı üstenci bakış açısını tasvip etmeyen ve bundan rahatsız olan Merz, Avrupa’nın ABD’ye ihtiyaç duymadan kendi kendini koruyabilecek bir güvenlik şemsiyesine ihtiyacının olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Daha önceki yıllarda Fransa’nın da dile getirdiği bu durum elbette akşamdan sabaha çözülebilecek bir sorun olmanın çok ötesinde. NATO’nun bu haliyle kalıp kalamayacağını da sorgulayan Merz, Avrupa’nın gerçek anlamda güçlü olmasının yegâne yolunun ABD’ye olan bağlılıklarının sonlandırılması olarak ifade etmektedir. Buradan hareketle Almanya’nın ve belki de daha geniş ölçekte Avrupa’nın Ukrayna konusunda da ABD ile birlikte hareket etmeyeceği öngörüsünde bulunmamız mümkündür. Zira Rusya, ABD için doğrudan bir tehdit olmasa da Avrupa için doğrudan bir tehdittir. Bu açık gerçek Trump tarafından da dile getirilmiş ve Trump “bu savaş Avrupa için bizim için olduğundan daha önemli, çünkü bizim aramızda büyük, güzel bir okyanus var” diyerek tavrını net şekilde ortaya koymuştur. Zelenski’nin olaylı Beyaz Saray ziyaretiyle birlikte Avrupa açık bir şekilde görmüş oldu ki olası bir Rusya saldırısı karşısında ABD aynı tavır ve tutumunu sürdürmeye devam edecektir.

Sonuç

Dünya hızla güvenliksizleşiyor. Mevcut çatışma ve savaşları durdurabilecek büyük güçler enerjilerini kendi iç dünyalarına aktarmayı ve öncelikli olarak kendi güvenlik duvarlarını daha da sağlamlaştırmaya kullanıyor. Hiç kimsenin kendisini güvende hissetmediği anarşi ortamında barışı tesis etmek ve korumakla vazifelendirilen uluslararası kuruluşların işlevsizliği artık sorgulanmaya gerek bile duyulmuyor. Uzunca bir dönem dünyanın jandarmalığına savunan ve Sovyet tehdidi karşısında Avrupa’yı baştan sona siyasi ve askeri himayesine alan ABD şimdilerde her şeyi sil baştan yeniden dizayn etmenin peşinde. Avrupa ve ABD arasındaki siyasi çekişme her geçen gün biraz daha dozunu artırırken Avrupa’nın doğrudan Rusya tehdidinde olması karşısında ABD’nin ortaya koyduğu umursamaz tavır bir dönemin sonuna gelindiğinin işaretini veriyor ve bir anlamda malumun ilamı olarak karşımıza çıkıyor. ABD’den bağımsız bir şekilde hareket etmek isteyen Avrupa ise önce kendi içindeki problemlerini halletmek ve krizlerini çözüme kavuşturmak zorunda. Bunun için de bir süredir içinde bulunduğu liderlik krizinden kurtulması ve Avrupa bütünleşmesinin iki başat gücü olan Almanya ve Fransa’nın birlikte hareket ederek AB’yi yeniden harekete geçirmesi gerekiyor.

AB açısından da oldukça önem arz eden Almanya’daki siyasi krizin nihayete ermesi ile birlikte Avrupa’nın da rahat bir nefes alacağını ve birikmiş küçük sorunların bir an evvel çözüme kavuşturulmasının ardından daha makro ölçekli sorunlara yönelebileceğini söylemek mümkün. Almanya’nın siyasi istikrarı, Avrupa’yı, AB’nin kurumsal yapısını, Rusya’nın saldırgan tavrını, Avrupa ve ABD’nin bundan sonraki ilişkilerini ve daha pek çok başlığı doğrudan ilgilendirdiği için Avrupa’nın liderliğini de üstlenecek yeni Almanya Şansölyesinin bir an önce tarih sahnesine çıkması gerekiyor.