Mehmet Akif Ersoy: Düşmanları Öldü, Akif Yaşıyor

27 Aralık 1936, Merhum Akif’in vefat yıldönümü.

İstiklal şairimiz, Milli mücadele vaizi, İstibdat rejimine muhalif, Enver Paşa’nın, Kuşçubaşı Eşref’in yoldaşı, İttihatçı, Teşkilat-ı Mahsusa militanı, milletvekili, fikir adamı, iyi bir eş, baba, dost…Kamalizmin sürgüne gönderip mağdur ettiği ama asla vatanına ihanet etmeyen, son nefesini de vatanında vermek için hasta haliyle yurda dönüp sessizce vefat eden, cenazesini bile gizlice kaldırmaya kalkan faşist rejime rağmen gençlerin, esnafın, halkın fark etmesiyle büyük bir kalabalıkla defnedilen, ölüm yıl dönümlerinde bile 1960 ‘ların sonuna kadar anma töreni düzenleyenlerin fişlendiği, ama milyonların kalbinde asla sökülemeyen, Asım neslinin kutup yıldızı olan, sağdan soldan bütün saldırılara rağmen hala bu ülkenin, milletin, gençlerin kalbinde özel bir yeri olan Akif…

2014 yılında Akif’in polis ve istihbaratçılar tarafından ölümüne kadar ve ölümünden sonra da onu sevenlerin bile fişlenip rapor edildiği istihbarat belgeleri, Gaziosmanpaşa Belediyesi tarafından tarafından ‘Kod Adı İrtica 906′ ismiyle kitaplaştı. Merhum Akif’in Mısır’a gidişinden itibaren neredeyse gün gün her şeyi muhbirler tarafından takip edilip raporlanmış. Bu ülke tarihi için istiklal marşı şairine reva görülen bu utanç verici muamele, böylece resmi belgelerle kayıtlara geçmiş oldu. Milletin ruh köküyle, değerleriyle, geçmişiyle, inancıyla savaşa tutuşmuş faşist zihniyetin bu ülkeyi nasıl zehirleyip, onyıllarca bir çok nesli nasıl kendi değerlerine düşman ettiğinin somut örneği olarak Mehmet Akif Ersoy’a dönük bu düşmanlığı yapanlar asla unutulmamalı. Gelecek nesillere de bu habis ve hain zihniyet cürümleriyle beraber anlatılmalı. Milletin topyekün milyonlarca şehitle verdiği istiklal mücadelesini, Milli mücadeleyi, ittihatçı kadroların Meşrutiyet deneyimiyle organize edip ilk mecliste ilan ettiği Cumhuriyeti, bin bir fedakarlıkla oluşturulan Yeni Türkiye’yi ‘çalarak’ kendi inhisarlarında bir faşist rejim kuran ve üstüne de bütün bu mücadeleyi veren kadrolara düşmanlık yapan bu zihniyet, hala kamalist, solcu, sağcı türkçü vb. kılıklarla devam ediyor.

İşte bu zihniyetin cürümlerinin tipik örneği olan Akif’in takip ettirilip fişlenmesine yakından bakalım:

“Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum. Ve işte bundan dolayı gidiyorum.”

İstiklal şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy 1925 yılından, ana vatanına döndüğü 1936 yılına kadar 11 yıl kalmak zorunda olduğu Mısır’a işte bu sözlerle gitmişti.

Yakın dostu Eşref Edib’e bunları söylerken eklemişti: “Bana senin de tanıdığın biri dedi ki; Akif artık buralarda senin gibilere yer yok. Ankara’da görünmesen senin için iyi olur.”

Teşkilatı Mahsusa ve Milli mücadele emektarı Akif, derin bir imanla yazdığı istiklal marşı için teklif edilen parayı bile, “Ben bu fakir milletin parasını alamam” diyerek reddeden Akif, maaş bile bağlanmayan Akif, işte bu tavır ve sözlerden sonra uğruna hayatını vakfettiği vatanını terk etmek zorunda kalmıştı.

Ankara’da artık Mehmet Akif gibiler değil, hiçbir savaşta ortalıkta görünmeyen tanınmayan tuhaf insanlar hakimdi ve Akif’leri kovacak kadar da etkindiler. Başyazarı olduğu Sebilürreşad dergisi kapatılmış, derginin sahibi Eşref Edib istiklal mahkemesine sevk edilip idamla yargılanmaya başlamıştı.

Peki Akif ‘arkamda hafiye gezdiriyorlar’ derken ne kastediyordu.

Yıllar sonra açıklanan istihbarat arşivleri, Mehmet Akif’in ve arkadaşlarının adım adım takip edildiği ve adeta göz hapsinde tutulduğunu belgeledi: üstelik İslam’ın modern yorumu ve Müslümanların asrın idrakine uygun değişimini savunan Akif bu raporlarda ‘irtica 906’ koduyla yer almaktaydı. Milli şair, artık yeni rejim için mürteci ve sakıncalı biriydi.

Akif, yakın dostu Prens Sait Halim Paşa’nın kardeşi olan Abbas Halim Paşa’nın ısrarı ve desteği ile adeta bir gönüllü sürgün olarak Mısır’a gelmişti.

Mısır, Akif için kırgınlık, hüzün, yakıcı ve derin bir hasret ve yalnızlık demekti.

O Akif ki;

“Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hûda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda”

diyen bir vatanseverdi ve Türkiye hasreti onu 11 yıl boyunca hiç terk etmeyecekti. 1925’ten 1927 yılına kadar Kahire’de iki yıl Abbas Halim Paşa’nın tahsis ettiği konakta kaldıktan sonra ailesini de getiren Akif, Kahire yakınlarındaki Hilvan köyünde küçük bir eve taşındı. Burada bir nevi inzivaya çekilmişti, son derece yoksul ve yalnız bir hayata mecbur kalmıştı. Bu köyden mümkün olduğunca çıkmaz, arada bir Kahire’ye inerek oradaki Türklerle görüşür, sonra tekrar evine çekilirdi. Yokluk ve yoksulluğu o dereceydi ki, dostu Eşref Edib’e gönderdiği mektupta bunu şöyle belirtiyordu.

Mehmet Akif Ersoy’dan Eşref Edib’e mektup:

“Ben eşimin senelerden beri devam eden hastalığı, memleketin de pahalılığı dolayısıyla fevkalade geçim sıkıntısı çekiyorum. Çok zamanlar Hilvan’dan Mısır’a inmek için yol parası bulmak müşkilatına uğruyorum.”

Merhum Akif’in yakın dostu ve Sebilürreşad dergisi sahibi Eşref Bey, Mısır’a Akif’i ziyarete geldiğinde kaldığı evi şöyle tasvir eder:

“Evinde soluk üç eski kanepe, iki demir ayak üzerine konmuş birkaç tahtadan ibaret bir karyola, bir hasır seccade, bir çift nalın, kalem hokka takımı, duvarda da bir dostunun hediye ettiği bir Afgan seccadesi… Üstat eve gece taşındığını söylerdi. Konu komşu eşyasını görmesin diye.”

(Eşref Edip Fergan, “Mehmet Akif” Kitabından)

Bu şartlarda yaşayan Akif için tutulan istihbarat notları ise şöyle:

“Ailesiyle oturan şair Akif’in gayet münzevi yaşadığı ve ekseri zamanlar gerek kendisinin ve gerek ailesinin hastalığı ile geçtiği ve Mısır Darülfünun ‘unda ücretle edebiyat dersi verdiği ve bu hizmetine mukabil eline ancak yirmi Mısır lirası kadar para geçtiği ve bu para ile de son derecede zaruret ve sıkıntı içinde yaşadığı araştırılarak anlaşılmıştır. Rejimimiz aleyhinde ve bilhassa Hilafet lehinde propaganda yaptığı, en ince tahkikatıma göre, burada vaki olmamıştır. Kahire de Yüzellilik ve muhaliflerle de düşüp kalktığı tespit edilememiştir. Eğer rejimimize karşı en ufak bir hal ve hareketi görülmüş ve duyulmuş olsaydı, çok evvelden yüce makamınıza arz edeceğim belliydi. Şair Akif’in üç senede üç defa Konsolosluk Şubesine müracaat ettiğini hatırlıyorum: Nezdinde bulunan büyük oğlunun askerlik çağına gelmesi zerine bizzat Konsolosluk şubesine gelerek oğlunun askere gönderilmesini ve vatan borcunu ifa etmesini söyledi. Ve oğlu askere gönderildi. Diğer iki müracaatından biri, tabiiyet ilmühaberini yenilemek ve ikincisi de, pasaport almak içindi. Derin saygılarımla arz eylerim”.

Mehmed Akif Mısır’da hasta ve maddi sıkıntı içerisinde bulunmasına rağmen oğlu Emin’i Türkiye’de askerlik yapması için göndermişti. Aslında Emin de Milli Mücadele gazisiydi… Oğlu Emin Mısır’dan askerlik için geldiği Türkiye’de beklemediği bir manzara ile karşılaşmıştı. Zira, askerliğini yapmak için Mısır’dan Türkiye’ye gelen Emin Ersoy, asker ocağında arkadaşlarına Kur’an öğrettiği için hapse atılacaktı. Cezaevinden kaçan Emin yakalanarak yeniden cezaevine konulmuştu. Akif’i çok üzen bu olay dönemin Türkiye’sini anlatması açısından da çok çarpıcıdır.

Merhum Akif, Kuran-ı Kerim tercümesi ile meşguldü. Dostlarının ısrarı üzerine Camiat-ül Mısriye Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri de vermeye başlamıştı.

İşte bu münzevi hayatın sükuneti içinde arada bir Türk öğrencilerin kaldığı Mahmudiye Medresesi’ne gelir, dostları ile sohbet ederdi. Akif, mealini bitirdikten sonra, yakın dostu Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası Mehmet İhsan Bey’e emanet etmişti. Ancak bir süre sonra kamalist rejimin Arap düşmanlığı politikasına alet edileceğini anlayınca mealini yayınlamaktan vazgeçmiş ve yakılmasını vasiyet etmişti.

Akif, Mısır’daki hayatı boyunca başta Kuşçubaşı Eşref olmak üzere yakın dostlarıyla sık sık mektuplaşırdı. En büyük hayali Endülüs’e, yani İspanya’ya gitmek ve Endülüs medeniyetinin izlerini görmekti. Ancak, eşinin rahatsızlığı, kendisinin yakalandığı karaciğer hastalığı ve ekonomik sıkıntıları, onu bu hayalinden mahrum etti. Sonunda 1935 yılında Lübnan’da bir sanatoryumda tedavi altına alındı. Vücudu iyice yorulmuştu. O tarihlerde çektirdiği bir fotoğrafına bakınca şu dizeleri yazmıştı:

“Şu serilmiş görünen gölgeme imrenmedeyim;

Ne saadet, hani ondan bile mahrumum ben.

Daha bir müddet eminim ki hayatın yükünü

Dizlerim titreyerek çekmeye mahkûmum ben.

Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını

Bana çok görme ilahi bir avuç toprağı.”

İrtica 906 raporlarında ise şunlar kaydedilmişti:

“Uzun zaman Mısır’da ikamet etmiş olan Sair Mehmet Akif’in yurdumuz aleyhinde çalışanlarla temas ve haberleşmesi hakkında Konsolosluğumuzda bilgi yoktur. Burada Cumhuriyetin lehinde fakat, Laiklik aleyhtarı, çok mutaassıp bir şahsiyet olarak tanınmaktadır. Geçen yıl, tedavi ve tebdili hava için Mısır’dan Lübnan’a giderken, Kudüs’e de uğramış bir iki gün kalıp, bu arada, Konsolosluğumuzu da ziyaret etmiştir. Bu adam hakkındaki kanaatim, yurdumuz ve rejimimiz için tehlikeli bir unsur olmadığı yolundadır. Sonsuz saygılar ile Kudüs Konsolosu.”

Akif, 11 yıllık bu çileye artık dayanamıyordu. Hastalığı ilerledikçe vatan hasreti de artmıştı. Vatanını son bir kez görmek ümit ve arzusu, Akif’i Türkiye’ye dönmeye sevk etti. İstanbul’da dostları ona ve ailesine kalacak bir yer ayarladılar. Akif yalnız, yoksul ama onurlu bir şekilde gittiği gibi vatanına geri dönüyordu. Mehmet İhsan Bey, Akif’in son yıllarını ve Mısır’dan ayrılışını şöyle anlatıyor:

“Onun hastalığını öğrendiğimiz zaman yıldırımla vurulmuşa döndük. Çok kuvvetli bir bünyesi vardı. Böyle ciğerinden hastalanacağı hiç akla gelmezdi. Her şeyi kendine dert ediyor, içine atıyordu. İstanbul’a gideceği sırada son defa beni ziyarete geldiği zaman bitap bir halde idi. Canlı cenaze gibi kendisini karyolanın üzerine atmış, uzanmıştı. Hayli istirahat etti. O gün gözyaşlarıyla ayrıldık. Artık bir daha kendisini göremeyeceğimiz belliydi.”

Akif’in dönüş kararı ise istihbarat raporuna şöyle geçmekteydi:

“İstanbul Valiliğine 26 Haziran1936

1- Şair Akif’in İstanbul’a geldiği, gazetelerde okunmuştur. Ne zaman geldiğinin, kimlerle temas ettiğinin ve asıl geliş sebebinin ve durumunun tetkiki ve takibini rica ederim.    İçişleri bakanı N.S.Çitak”

İstanbul Valiliği 26/06/1936 içişleri bakanlığına cevaben:

“Şair Mehmet Akif, kansere müptela olduğundan tedavi için İstanbul’a gelmiştir. Maçka’da İzmir palasta oturan Abbas Hilmi paşa ailesinden prenses Emine’nin himaye ve yardımı ile 19 Haziran 1936’da Teşvikiye sağlık evine yatırılmıştır. Halen orada tedavi altındadır. Mısır’a dönmeyeceğini ve bundan böyle memlekette kalacağını ziyaretçilerine söyleyen bu şahsın durumu gözlem altına aldırılmıştır. İstanbul’a geldiğinde başka bir maksadı olup olmadığı da tahkik edilmektedir. Sonu arz edilecektir.       İstanbul Valisi N.H.Karataban”

“Şair Mehmed Akif Hk.

7 temmuz 1936 İstanbul valiliğine 29 Haziran 1936

Sair Mehmed Akif’in İstanbul’dan ne vakit ve suretle ayrıldığının, geçmişi hakkındaki mevcut veya derlenecek malumatla beraber bilgi verilmesini rica ederim.

Dahiliye vekili S. Çitak”

 

“13 Temmuz 1936 İskenderiye, Kahire konsolosluklarına 1936 Haziran ortalarında memlekete dönen şair Akife ne zaman ve hangi konsoloslukça vize verildiğinin bilinmesine zaruret hasıl olmuştur. Bu malûmatla beraber, şair Akif’e vize verilmesi hakkında herhangi bir makamdan tebligat yapılıp yapılmadığının da acele bildirilmesini rica ederim. Emniyet Genel Müdürü”

 

‘Beyrut, İskenderiye Baş. Konsolosluğu; Halep, Şam, Kudüs ve Kahire konsolosluklarına.

Uzun müddet Mısır’da ikametten sonra iki ay önce yurda dönen şair Mehmed Akif’in Mısır’da ve bilhassa geçen sene Antakya’ya seyahati esnasında inkılap ve rejimin aleyhinde çok kötü sözler sarf ettiği ve hilâfet propagandası yaptığı ve ayrıca 150’lik, firari ve diğer muhalif şahısların da sıkıca temasta bulunduğu haber alınmıştı. Bu haberlerin sıhhati derecesi ile Mehmed Akif’in hariçte geçirdiği zamana ait konsolosluğumuzda tespit edilmiş ve edilecek diğer tam malumatın bildirilmesini diler saygılarımı yenilerim.

Em.Is.U. Müdürü’

 

Ankara her ne kadar Mehmet Akif aleyhinde suç teşkil edecek malumat almayı arzu etse de, konsolosluklardan gelen cevaplarda Akif’in korunmaya çalışıldığını da görüyoruz.

‘KAHİRE Elçiliği

Kahire, 29 Temmuz 1936

Emniyet İsleri Umum Müdürlüğü Yüce Makamına

Rejimimiz aleyhinde ve bilhassa Hilafet lehinde propaganda yaptığı, en ince tahkikatıma göre, burada vaki olmamıştır. Kahire de Yüzellilik ve muhaliflerle de düşüp kalktığı tespit edilememiştir. Eğer rejimimize karşı en ufak bir hal ve hareketi görülmüş ve duyulmuş olsaydı, çok evvelden yüce makamlarına arz edeceğim belliydi.’

 

‘TÜRKIYE CUMHURIYETi HALEP KONSOLOSLUGU 19 Ağustos 1936

Emniyet isleri Umum Müdürlüğüne,

Şair Mehmet Akif’in Refik Halit ve bazı muhaliflerle görüşmekle beraber konuşmalarında her zaman Türkiye ve Atatürk lehinde sözler söylemiş ve ancak bazı teferruat üzerinde münakaşalarda bulunmuş olduğu,

Halep Konsolosu’

 

‘TÜRKİYE CUMHURİYETi KONSOLOSLUĞU Kudüs: 20.Ağustos.1936

Özet: Sair Mehmet Akif hakkında

Emniyet İsleri Umum Müdürlüğü’ne

Uzun zaman Mısır’da ikamet etmiş olan Sair Mehmet Akif’in yurdumuz aleyhinde çalışanlarla temas ve haberleşmesi hakkında Konsolosluğumuzda bilgi yoktur. Burada Cumhuriyetin lehinde olan fakat, laikliğin aleyhtarı, çok mutaassıp bir şahsiyet olarak tanınmaktadır. Bu adam hakkındaki kanaatim, yurdumuz ve rejimimiz için tehlikeli bir unsur olmadığı yolundadır.

Sonsuz saygılar ile Konsolos.

Dosya: ‘İrtica 906”

Akif, 400 yıllık Türk izleriyle dolu Mısır’ı adeta son Osmanlı gibi bırakarak 1936 yılında ana vatanına, İstanbul’a geldi. Hastalığı iyice ilerlemişti. Hemen tedavi altına alındı. Ama durum ümitsizdi. Hasreti dinmişti ama yorgun bedeni ve acılı ruhu daha fazla dayanamayacaktı.

Akif döndükten sonra da istihbarat daha sıkı takip etmiş ve adeta her anını kaydetmişti:

İçişleri Bakanı Dönemin İstanbul Valisi Hüdai Karatabandan Akif in kaldığı Mısır Apartmanının sahibi Prenses Emine ve Avukatı Fuat Şemsinin hakkında istihbarat toplanarak rapor edilmesini talep ediyor.

‘Beyoğlu’nda Mısır apartmanının beşinci katında Abbas Hilmi paşa ailesinden Prenses Emine’nin vekili avukat Fuat’ın yanına gitmiştir, halen oradadır arz.

Vali N. Hüdai Karataban

El yazısında; ‘Bu Emine’nin hüviyeti İstanbul’a yazıldı.’

 

‘Şair Mehmet Akif H.

Milli Emniyet Hizmetleri Reisliğine (Milli istihbarat Teşkilatı Başkanlığına)

Yurdumuza dönen ve tedavi için yattığı hastaneden çıkıp, Beyoğlu’nda Mısır apartmanının beşinci katında Abbas Hilmi Paşa ailesinden Prenses Emine’nin Vekili Avukat Fuat’ın yanında oturan Sair Mehmed Akif’in dışarı ile yapacağı konuşmaların lütfen kontrol ettirilmesine müsaadelerini saygı ile arz ve rica ederim.

Emniyet İşleri Umum Müdürü

21/7/936′

 

‘Prenses Emine ve vekili Avukat Fuad hakkinda İstanbul valiliğine

Şair Mehmed Akif’in, yanında kaldığı bildirilen Avukat Fuat’la Prenses Emine’nin açık hüviyet, huy, siyasal durum ve geçmişleri hakkında bilgi verilmesini rica ederim.

İçişleri Bakanı N.S. Çitak’

 

Kanser Hastası Akif hasta yatağında takip edildiği yetmemiş kitapları da toplatılmış ve yasaklanmıştı.

 

‘İçişleri bakanlığından İstanbul Valiliğine 25 Ağustos 1936 

 Şair Mehmed Akif’in Mısır’dan gelen kitapları eski Arap harfleri ile basilmiş olduğundan dışarıya çıkarılması Türk harfleri kanuni hükümlerine muhaliftir. Bu kitaplardan birkaç nüshasının tetkik edilmek üzere elde edilmesi ve Vekalete gönderilmesi rica olunur.’

 

‘İçişleri Bakanlığına 26 Ağustos 1936

Şair Mehmed Akife Mısır’dan gönderilen Safahat adlı kitaptan 3 tane iliştirilerek takdim kılınmıştır. Yapılacak muamelenin bildirilmesine müsaadelerini arz ederim. 

İstanbul Valisi’

 

‘Mehmed Akif’in Misir’da 1933 yılında bastırdığı Safahat ismi altındaki kitabından 2175 tanesi kendi namına gelmiş, İstanbul Vilâyeti Gümrükte bulunan kitapların çıkarılıp çıkarılmayacağını sormuştu. Türk cürümleri kanunu hükümlerine aykırı olan bu kitapların gümrükten çıkarılması uygun değildir cevabi Vilâyete verilmiş ve kitaplar istenmişti. Gelen bir nüshasın bağlı olarak takdim ediyorum.

26 Ağustos 1936′

 

‘Şair Mehmet Akif’e ait Safahat kitabinin Matbuat kanununun 51’nci maddesine dayanılarak El konulması ile on tanesinin Vekâlete yollanması, diğerlerini usulen imhası ve sonunun bildirilmesi rica.    

Dahiliye Vekili

26 Ağustos 1936′

 

‘Şair Mehmet Akife ait Safahat kitabinin Matbuat kanununun 51. maddesine dayanarak el konulması ile, on tanesinin Vekâlete yollanması, diğerlerini usulen imhası ve sonunun bildirilmesi rica.

Dahiliye Vekili’

 

‘İstanbul Valiliğine 26 AĞUSTOS 1936

Şair Mehmet adına gelen ve gümrükte bulunan Safahat adlı kitapların Geldiği yere iadesinin temini ile bilgi verilmesi rica.      

Dahiliye Vekili’

İstiklal şairimiz, birkaç ay sonra, 27 Aralık 1936 yılında İstanbul’da vefat etti…

Cenazesi Beyazıt camiine getirilmiş ve kimsesiz bir cenaze gibi kaldırılacakken, İstanbul üniversitesi öğrencilerinin fark etmesiyle bir anda sahiplenilmiş, bir bayrağa sarılmış ve ardından çığ gibi büyüyen bir kalabalık tarafından namazı kılınıp kortej eşliğinde Edirnekapı mezarlığına kadar uğurlanmıştı.

Akif’in cenazesini arkadaşı Mithat Cemal Kuntay şöyle anlatıyor: ‘Cenaze Beyazıttan kalkacak. Oraya gittim. Kimseler yok;cenazenin geleceği belli değil. çok sonra bir kaç kişi göründü. Biraz sonra çıplak bir tabut geldi. ‘Bir fukara cenazesi olmalı’ dedim. O anda Emin Efendi lokantasının sahibi Mahir usta, elinde bir bayrakla cenazeye koştu. Sebebini anlamadım. Yine o anda yüzlerce genç akın akın geldiler. Üniversitenin büyük sancağını çıplak tabuta sardılar. Ellerimi yüzüme kapadım.Cenazeyi tanımıştım.İstiklal marşıyla gömdüler. fetihten beri şehrin toprağına kendi eseriyle gömülen ilk ölüydü’.

Akifi takip eden ve hasta halinden bile korkanlar, bu beklemedikleri ilgi karşısında şaşırmış, daha sonra cenazeye iştirak eden öğrencileri de fişlemişlerdi.

‘İÇİŞLERİ BAKANLIĞINA

28 Aralık 1936

Mısır apartmanından otomobil ile Beyazıt camiine getirilen Sair Mehmed Akif’in cenazesi, namazı kılındıktan sonra el üstünde Edirnekapı mezarlığına götürülmüş ve orada Şehitlik karsısındaki kabrine defnolunmuştur.

Cenaze merasimine milletvekillerinden Şemseddin, Fadıl Ahmed, Yahya Kemal, Profesör Muhiddin, ölü General deli Fuat oğlu Esad Fuat, muhalif  ve gözetilenlerden Çolak Selâhaddin, tüccardan Emin Vasfi, Kuleli Askeri lisesi Edebiyat Muallimi Tahirülmevlevi, Şehremininde oturan Suudulmevlevi, Fuat Şemsi, gazeteci Feridun ve daha bir çok kimselerle üniversite ve Askeri Tıbbiye talebeleri iştirak etmiştir. Mezarlıkta alçı ile yüzünün kalıbı alınmış ve bazı kimseler şiirleri ve bestelediği İstiklal marşı münasebeti ile kendisinden sitayişle bahsetmişlerdir.

Bilgi olarak arz ederim. İstanbul Valisi’

 

8 Aralık 1940 tarihli bir belgede Akif’in kabrini yaptırmak isteyen gençler fişlenmiş. Akif’in ölüm yıldönümünde anmak isteyenler için ‘dinci, ümmetçi’ nitelemeleri kullanılıyor. Onu anmanın dinciliği güçlendirileceği söyleniyor.

İstiklal marşı şairimiz Mehmet Akif’in mücadele ve hüzünle geçen ömrünün sonunda  cenazesinin ve anılmasının bile maruz kaldığı bu nankör ve haince muamele belki yapanların yanına kaldı. Ama hatırası, başta İstiklal marşı olmak üzere şiirleri, eserleri, kimliği, inancı, mücadelesi hala yaşıyor.

“vatan-cüda gibiyim ceddimin diyarında

Ne toprağında şu yurdun, ne cuyibarında

Bir aşina sesi, yahud bir aşina izi var

Sadama beklediğim aksi vermiyor ovalar

Vatan-cüda olayım sinesinde islamın

Bu akıbet ne elim intikamı eyyamın

Ben ki yaşlıyım artık düşük kolum kanadım

Bu intikamı çalışsın da alsın evladım”

Sonuçta, Akif’i öldüremediler. Bu da onlara dert oldu.