Marx’ın Başyapıtının Süregelen Etkisi

Kaynak: The Nation Weekly

Tercüme: Ali Karakuş

Sadece birkaç yüzyıllık bir geçmişe sahip kapitalizmin, insan ihtiyaçları için üretim yapan ve zenginlik yaratan eşi benzeri görülmemiş tarzı, yeryüzündeki varoluşun şimdiki ve gelecekteki koşullarını insanların yarattığı diğer her şeyden daha yaygın ve derin bir şekilde şekillendirmektedir. Gezegenin yüzeyinin tamamını etkiliyor ve üzerindeki yaşamın tümü için hem mümkünleri hem de zorlukları büyük bir beceriyle şekillendiriyor. 8 milyar homo sapiens’i (insanı) ürkütücü şekilde dengesiz bir zenginlik, konfor, yoksulluk ve çaresizlik yelpazesi boyunca sıraya diziyor. Çalışma ve boş zaman meşguliyetlerinden akrabalık, yakınlık ve yalnızlık düzenlemelerine kadar tüm sosyal ilişkileri ve öznellikleri şekillendiriyor. Sınıfa ek olarak, ırk ve toplumsal cinsiyeti sürekli değişen ancak ısrarla sömürülebilir yollarla inşa ederek harekete geçiriyor. Teknolojik devrimlere güç veriyor ve geçmiş dönemlerin teknolojik çöplerini dünyanın her yerine ve dünyayı yaşanabilir mekan yapan bütün döngülerine saçıyor. Önce insanın ve “doğanın” hikayelerinin artık kalıcı ve dinamik bir şekilde iç içe geçtiği çağ olarak adlandırılan Antroposen çağını doğurdu ve ardından Antroposen çağının içerisinden Büyük İvme’yi doğurdu: Büyük İvme; fosil yakıt kullanımının, bilim insanlarının Altıncı Kitlesel Yok Oluş olarak adlandırdığı şeyi başlatacak kadar radikal bir şekilde yoğunlaştığı kısa yarım yüzyıla verilen isimdir. Tarih boyunca gerçekleşen benzer şekillerinden daha yoğun ve paradoksal bir şekilde kendisini üreten varlık türlerine hem hizmet hem de tahakküm eden ve dijital teknolojiler tarafından hayat verilen finans, yapay zeka ile benzeri diğer uygulamaların gelişimini tetikledi.

Ana akım sosyal bilimler kapitalizmi; serbest rekabetin örgütlediği ve kâr güdüsünün teşvik ettiği piyasalara dayalı bir ekonomik sistem olarak tanımlıyor. Ancak bu lekesiz görünen formülasyonda; sermayenin, iyi-kötü bütün vaziyetleri oluşturan ve yok eden, her şeyi yörüngesine çeken, dünyevi yaşamın bütün fiziksel ve psişik hücrelerine nüfuz eden ve dönüştüren gücü nerede? Marx’a göre, ana akım açıklamanın naifliği ve yüzeyselliği sadece sermayenin gücünü ve yağmasını örtmekle kalmıyor, aynı zamanda onun varoluş koşullarını, sermayeyi oluşturan ve sermaye tarafından oluşturulan toplumsal ilişkileri; yarattığı, dönüştürdüğü, yok ettiği, terk ettiği çok boyutlu düzenleri de görmezden geliyor. Gerçekten de Marx’ın çalışmalarının sonsuza dek meydan okuduğu şey; yalnızca anıldıklarında akla Marks’ı getiren kapitalizmin sömürücü doğası ve metalaştırıcı etkileri değil, aynı zamanda ekonominin piyasalara indirgenmesi ve toplumsal ilişkilerden, hikayelerden, yasalardan, aile biçimlerinden, siyasetten, politikalardan, dinden, dilden, temsilden ve ruhtan bağımsız olduğu düşünülen bir bilgi ve uygulama alanına sıkıştırılmasıydı. Marx bu anlayışın yerine, işbirlikçi tekil güçlerimiz aracılığıyla -doğayı dönüştürebileceğimiz, iş bölümlerini ve mülkiyet örgütlerini detaylandırabileceğimiz, zenginlik üretebileceğimiz, yaşam biçimleri, kurumlar, toplumsal biçimler, özneler ve öznellikler oluşturabileceğimiz- hayatın tüm boyutlarını inşa edebileceğimiz ayırt edici bir tarz olarak politik ekonomi anlayışını geliştirdi. Ancak ekonomi disiplinleri, o zaman da şimdi de, piyasaları bu boyutlardan kesip çıkarıyor ve maalesef sanki bağımsız bir davranış ve bilgi alanıymış gibi inceliyor.

Marx için kapitalizmi anlamak, onun tüm koşullarını, gerekliliklerini, dürtülerini, mekanizmalarını, dinamiklerini, çelişkilerini, krizlerini, sürümlerini ve hepsinden önemlisi dünya kurma ve dünyayı yok etme kapasitelerini, yaşam ve ölüm dürtülerini kavramak anlamına gelir: Sermaye, daha doğuşunda bile, daha sonra dağınık küresel üretim çağında boşaltacağı fabrikaları ve şehirleri doldurmak için emeği topraktan koparırken bu gücü sergiledi. Geliştikçe, insanların ihtiyaç duyduğu her şeyi önce bir değişim değeri kaynağına, sonra da finansallaşmayla birlikte spekülatif bir değere dönüştürecekti. Her bir dönüşümünde yeni yaşam biçimleri üretirken, yeryüzündeki her canlı ve fosilleşmiş unsuru ele geçirme, metalaştırma ve paraya çevirmeye yöneliyor tüm bölgeleri, rejimleri, insan olmayan türleri ve tabiatı ürettiği çöpe boğuyor.

Marx, bu eşi benzeri görülmemiş üretim ve yıkım, istihraç ve sömürü düzenini görmenin ya da anlamanın kolay olmadığını biliyordu. Bu durum, özellikle de özgür piyasalar, özgür insanlar ile emek, sermaye ve metaların serbest dolaşımı sloganının örtüsü altında gerçekleştiği için böyleydi. Dolayısıyla sermayenin gücünü ve etki sınırlarını kavramak için ekonomiyi; ekonomistlerin tarihi, felsefeyi, sosyo-teoriyi ve hatta dini sayı temelli ekonomik değerlendirme çerçevelerinden kurtararak ekonomi politiğin kapsamını genişletmeyi ve derinleştirmeyi gerektirmektedir. Piyasaların sapkınlık ve aldatmalarına ilişkin izahların herkese yaradığını kabul eden bir çerçeveyi benimseyerek zenginliğin üretildiği yeri görmek, sadece (“İş dışında giriş yasaktır” tabelasıyla sunulan) fabrikaya girmeyi değil aynı zamanda piyasa denilen şeyin “gürültülü alanını” terk etmeyi gerektirmektedir. Sermayenin karmaşık ve dağıtılmış işleyişinin neden önceki politik ekonomi yöntemlerine göre daha az görünür olduğunu, sermaye özgürlüklerinin onu insanlar tarafından oluşturulmuş ya da tecrübe edilmiş en büyük tahakküm sistemi haline getiren motivasyonlarının ve etkilerinin nasıl gizlendiğini anlamayı gerektirir. Tüm bu gereklilikler; kapitalizmi, alıcı ve satıcıların, arz ve talebin, para ve fiyatın esas ve görünür olan temel şeyler olduğu piyasalarla özdeşleştirenler için mantığa aykırıdır.

O halde sermayenin genişliğini, gücünü, karmaşıklığını ve şeffaf olmayışını görmek ve analiz etmek için gerekli olan şey; yalnızca onun yeni bir tanımı değil, Kapital’in alt başlığı olan “ekonomi politiğin eleştirisi” idi. Politik ekonominin kendisi Marx için ikili bir yere ve anlama sahiptir: Pratik düzenlemelere, bilgi pratiklerine ve göreceğimiz gibi bunların karmaşık bir şekilde birlikte üretilmesine ve iç içe geçmesine atıfta bulunur. Pratik düzenlemelerin eleştirisi, kapitalizmin nasıl işlediğini ve işlemediğini, araç-gereçlerini ve itici güçlerini, yapısal krizlerini ve piyasaların ötesindeki geniş alt bölümlerini ve etkilerini anlamayı gerektiriyordu. Hem popular hem de kapitalistlerin dilinin, akademisyenlerin dilinin ve bazı sol polemikçilerin ve gazetecilerin aralarından bazılarının dilinden oluşan bilgili şekillerini de içeren bilge formlarını de kapsamaktadır. Bilge bilginin eleştirisi ise içerik kadar kapsam, yöntem ve kavramsallaştırmayı da içeriyordu. Marx’ın Kapital’deki mesuliyeti çok büyüktü.

Bununla birlikte, eleştiri Marx’ın üniversite günlerinden beri çok iyi bildiği bir şeydi, ancak Paul North’un belirttiği gibi, hayatının sonlarında yaptığı politik ekonomi çalışmasında yeni bir biçim aldı. Marx, arşivlerin ne olduğunu ve onlarla nasıl başa çıkılacağını biliyordu. Politik iktisatçıların öncüllerini veya dayanaklarını keşfetmek için kullandıkları kavramların altına ve içine nasıl bakacağını, kabul edilen formülasyonları ve karışımlı alaşımlarını nasıl ustaca tersine çevireceğini (veya North’un önerdiği gibi “içini dışına çıkarma”), politik ekonominin görünüşte basit veya birleşik unsurlarının çok yönlülüğünü nasıl ortaya çıkaracağını biliyordu. Ve görünüşte hareketsiz olan şeylerin içindeki ilişkileri ve süreçleri, hikayeleri, şiddeti ve kapasiteleri nasıl keşfedeceğini, hatta bir sistemdeki fail unsurlar olarak görünebilmeleri için şeyleri nasıl “konuşturacağını” biliyordu.

Marx, gençliğinden beri, hem popüler hem de bilge burjuva temsillerinin, içinden çıktıkları dünyayla sapkın da olsa mahrem bir ilişki içinde olduklarını ve bu ilişkinin, kendisini koruyan güç ve yanılsamayı ortaya çıkarmak için araştrılması gereken şeyin parçası olduğunu dile getiriyordu. Dolayısıyla eleştiri her zaman üçlü bir hamleyi gerektiriyordu: düşüncenin veya temsilin eleştirisi, gücün fiili düzenlemelerinin ve dinamiklerinin eleştirisi ve entelektüellik ile pratik arasındaki ilişkinin ya da Marx’ın ifadesiyle ideal ile maddi yaşam arasındaki ilişkinin eleştirel ya da bulgusal bir okuması. Burjuva politik ekonomisi ve siyaset teorisi, çarpıtılmış formunda temsil ettiği ve çarpıtmanın kendisini de içeren hayati özellikleri beslerken sadece bu üçlü okuma onun gerçekten ne olduğunu ortaya çıkarabilirdi. Bu nedenle klasik politik iktisatçılar Marx’ın düşüncesi için çok değerli yapı taşlarıydı. Bir yandan, sermaye hakkındaki en temel sorulara (Emek ve sermaye arasındaki kurucu ilişki nedir? Kâr nereden gelir? Tüm sistemin hareket etmesine, genişlemesine, bocalamasına ve çökmesine neden olan şey nedir?) cevap veremeyen ancak eksikte olsa emek-değer teorisi geliştirdiler. Öte yandan, tam da bu eksiklik, sermayenin dünyada göründüğü şekliyle kendini anlaşılamazlaştıran tavra işaret ediyordu ve sermayenin gerçek tabiatını ortaya çıkaracak eleştirel teorinin türüne ilişkin ipuçları sağlıyordu.

Marx’ın büyük eserinin temel bir ifşa üzerinde yoğunlaştığı yaygın olarak anlaşılmaktadır: Sermaye, sömürdüğü emeğin yoğunlaşmış etkisidir ve kapitalizm bu sömürüyü zaman ve mekân içinde durmaksızın dallanıp budaklandırır. Marx’ın ünlü ifadesiyle, “Sermaye bir vampir gibi davranan ölü emektir: Canlı emeği içtiğinde canlanır ve ne kadar çok canlı emek içerse o kadar çok canlanır.” Sermayenin zaman içinde daha fazla işçiyi sömürmek ve onları daha yoğun bir şekilde sömürmek şeklinde artan emek sömürüsü ve ürettiği malları için sürekli genişleyen pazarlar şeklinde ortaya çıkan mekansal genişleme gereksinimleri; kapitalizmin yaşam ve ölüm dürtülerini, sürdürülemez oldukları kadar doyumsuz olan beka dürtülerini oluşturur. Kitleleri yoksullaştırır, zenginliği azınlık arasında yoğunlaştırır ve sistemin nihai çöküşünü, devrilmesini ya da daha sonra öğrendiğimiz gibi sosyal devlet, borç devleti, neoliberalizm, finansallaşma ve varlık artırıcı ve riskten arındırıcı devlet yoluyla yeniden icat edilmesini ifade eden krizleri biriktirirler. Büyüme, Marx’ın “artı-değerin gerçekleştirilmesi” olarak adlandırdığı şey ya da kâr için gerekli olduğundan, kapitalist gelişme, kendi son dönemleri de dahil olmak üzere tüm yaşam biçimlerinin ve pratiklerinin yüce bir parçalayıcısı haline gelir. Küçük dükkanlardan, aile çiftliklerinden ve şehirlerden devasa endüstrilere, yağmur ormanlarına ve hatta devletlere kadar, sermayenin yaptığı veya ihtiyaç duyduğu her şey eninde sonunda yok olacaktır. Marx’ın özetiyle, “Kapitalist üretim böylece… ancak tüm zenginliğin kaynağına, yani dünyaya ve işçiye zarar vererek ilerler.”

Sermayenin; işin nihayetinde hep birlikte sistemik krizler yaratan ucuz işgücü ve malzeme için küresel arayışları, düzenlenmemiş, vergilendirilmemiş üretim ve yatırım, malları için yeni pazarlar şeklindeki temel yaşam ve ölüm dürtüleri anlatı için çok önemli ise, Marx, özellikle de işçi sınıfından okuyucu kitlesine olan tutkusu göz önüne alındığında neden bunu basit ve açık bir şekilde anlatmadı? Bunun yerine Kapital neden yüzlerce sayfalık karmaşık formülasyonlardan, zor soyutlamalardan ve metanın doğasından paranın doğasına ve değerin doğasına kadar her şeye dair uzun teorik dolambaçlı yollardan oluşmaktadır? Ve neden klasik iktisat ve siyaset kuramcılarıyla bu kadar içli dışlı? Neden kapitalizmin üretken ve yıkıcı güçlerinin cesur bir açıklaması yerine, kapitalizm üzerine yoğun bir bilimsel inceleme?

Cevabı şu şekilde vermeye başlayabiliriz. Kapital yalnızca bir politik ekonomi eleştirisi değil, aynı zamanda bir politik ekonomi felsefesidir ve daha doğrusu sermayenin anlaşılması için felsefenin neden gerekli olduğunun bir açıklamasıdır. Kapital: aralarında hukuk, siyaset, ordular ve polisin yanı sıra dil, mistifikasyon ve teoloji gibi piyasalar dışından unsurlara ilşikin uyarılarda bulunmayan; sermaye, değer, para, devlet gibi politik ekonominin temel unsurlarının oluşumlarını, tabiatlarını ve bir diğeriyle olan yapısal ilişkilerini ortaya çıkarmak için detaylarıyla incelemeyen; sermayenin yüzeyi ile derinlikleri arasındaki ilişkiyi incelemek için yetersiz ve felsefi olmayan politik ekonomi yaklaşımlarının felsefi bir eleştirisidir.

Kapital’in felsefi yönelimi, Marx’ın incelediği konunun gerçek doğasına ulaşmak için parçalarına ayırmak ve analiz etmek zorunda kalacağı bir görünüm düzenini tanıttığı açılış satırlarında mevcuttur. Marx şöyle başlar:

Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği “devasa bir üretilmiş mal birikimi” biçiminde görünür. Bireysel sahipli üretilmiş mal, bu zenginliğin temel biçimi olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla incelememiz üretilmiş malı analiz ederek başlar.

“Görünür” fiili, sermayenin temsil ile bağlantılı olduğunu göstermektedir. Ama ne şekilde bağlıdır? Gerçeğin ortaya çıkması için çıkarılması gereken bir örtüden daha fazla örtüye sahip sermayenin dikkat dağıtıcı ve baştan çıkarıcı birçok semptomatik yüzeyi, sermayenin ne olduğu ve ne yaptığının hayati birer parçasıdır. Ne ayrı ne de tam olarak yanlış, sisteme içkin ama onu gizemli kılan sermayenin yüzeyleri aynı anda hem zorunludurlar hem gerçeği gizlerler hem de yapısını ve dinamiklerini anlamak için ipuçları sunarlar. Marx’ın elinde, bu görünümler ve bunların gerçekle olan güvenilmez ilişkisi, sermayeyi; süreçler ve dolayımlar, dönüşümler ve başkalaşımlar, tüketilebilir ve geliştirilebilir olarak kavramak için geniş bir istikşafi işlemler haline gelirler –yani tam tersine boyun eğmez sağlam bir şeye dönüşürler. Ayrıca, dünyayı kaplayıp homojenleştirirken ve özgürlüklerinin evrensel olduklarını ilan ederken bile, sermayenin kendine özgü bölme ve ayırma pratikleri uyguladığına işaret ederler. Üretim ve mübadele gibi farklı ekonomik faaliyet alanlarını ve sivil toplum ile devlet gibi toplumsal ve siyasi iktidar ve kimlik alanlarını birbirinden ayırırlar. Emek gücü olarak insanları emeklerinden ve üretilen mallar olarak emeklerinin ürünlerinden ayırırlar. Emeğin kendisini giderek daha ince bir şekilde böler ve sonunda üretim süreçlerini, bugün küresel tedarik zincirleri dediğimiz şeyi yaratacak kadar karmaşık ve kapsamlı bir şekilde bölerler. Finansmanı üretimden, yönetimi mülkiyetten, mülkiyeti kontrolden ve daha fazlasından ayırırlar. Hepsinden önemlisi, üretilen malın sahiplerini üreticilerden ayırırlar. Paradoksal olarak, bu bölünmeler ve ayrışmalar sermayenin tarihsel olarak eşi benzeri görülmemiş zenginlik yoğunlaşmaları yaratma kapasitesinin temelini oluşturmaktadır.

Bu dolayımlar, dönüşümler, bölünmeler ve ayrışmalar bir araya gelerek sermayenin her tek taraflı analizini bir serap haline getirirler -tam da burjuva siyaset teorisinin ve ekonomi politiğin etrafında döndüğü bir serap. Yine de Marx, serapların bizi bütünü düzenleyen gerçeğe götürmede hayati önem taşıdığı konusunda ısrar edecektir. Sermayenin “devasa bir üretilmiş mal yığını” olarak sunulması bir yanıltmaca değildir: Aksine, onun gerçek temel biçimini, yani üretilen mallarda yoğunlaşan ve yüzeylerinde görünmeyen emek sürecini anlamak için açıklanması gereken şeyin bir parçasıdır. Aynı şey, genel olarak onları ortaya çıkaran şartlar piyasada görünmediği için alıcı ve satıcının (emek-gücünün kendisi de dahil olmak üzere) her ikisinin de “özgür” göründüğü kapitalist pazar için de geçerlidir. Kısacası, sermayeyi anlamak, onun üretim sürecine içkin olarak gizemli görünümler yaratmasını kavramayı gerektirir.

Marx, Kapital’in ilk Almanca baskısına yazdığı önsözde bu ihtiyacı önceden haber verir. Okuyucuyu önündeki zorlu kavramsal çalışmaya hazırlarken şöyle yazar: “Bütün başlangıçlar zordur” sözü bilimin ve akademinin her dalı için geçerlidir. Bu nedenle ilk bölüm -özellikle de benim üretilmiş mallar analizimi içeren bölüm- anlaşılması en zor bölüm olacaktır. Tam gelişmiş haliyle para-formu olan değer-formu çok az içeriğe sahiptir ve aslında oldukça basittir. Yine de 2000 yılı aşkın bir süredir insan aklı bunu anlamakta başarısız olurken, çok daha fazla içeriğe sahip çok daha karmaşık formlar en azından bir dereceye kadar başarılı bir şekilde analiz edilmiştir. Neden mi? Bütün bir bedeni incelemek, tek tek hücrelerini incelemekten daha kolaydır da ondan. Dahası, ekonomik formları analiz ederken mikroskoplar ve kimyasal reaktifler bize yardımcı olmaz. Soyutlama gücümüz her iki işi de yapmak zorundadır, çünkü burjuva toplumunda emek ürünlerinin üretilmiş mallar şeklinde görünmeleri ya da üretilmiş malların değer biçimi; ekonomik hücre biçimidir. Tecrübesiz bir göz için bu biçimleri analiz etmek, kılı kırk yarmak gibi görünür. Ve aslında bu, mikroskobik anatomi çalışması gibi bir çalışmadır.

Sermaye sahiplerinin zengin yaşamlarıyla yan yana duran emekçi kitlelerin sefaletine ne kadar bakarsak bakalım, ancak Marx’ın soyutlama gücümüz dediği şey sayesinde bu durumun neden var olduğunu, onu neyin ürettiğini ve sürdürürebilir kıldığını anlayabiliriz. Marx, insanın hususi ve belirgin soyutlama gücünün, açığa çıkarma kapasitesi açısından mikroskoplar ve kimyasal reaktiflerle paralellik göstermekle beraber onlardan farklı olarak tamamen düşünsel olduğunu, dışsal araçlara bağlı olmaktan ziyade zihnin bir başarısı olduğunu söyler. Dahası, soyutlama, laboratuvar aletlerinin yaptığı gibi bileşenleri büyütmez ya da ayırmaz, nesneyi oluşturan süreçleri eleştirel bir şekilde temsil etmek için aleni olanlardan farklı siciller geliştirir. Ve sosyal bilimsel modellemenin aksine, bütünün hakikatine ulaşmak için somut (aldatıcı) ve soyut (gerçek) arasındaki ilişkiyi tersine çevirerek teorileştiren formülasyonlar üretmek için dilsel keşifler gerektirir. O halde Marx soyutlama ile basit bir şekilde sadece sermayenin kendi temsilleri olan “muazzam üretilmiş mal birikimi” veya “aslında insanlar arasındaki ilişkiler olan üretilmiş mallar arasındaki ilişkiler”in detaylarına inmeyi amaçlamaz. Soyutlama daha ziyade sermayenin somut unsurlarını ve dinamiklerini, tarihsel ve toplumsal oluşumlarını ve birbirleriyle kurucu ilişkilerini ortaya çıkarır. Marx’a göre bu, eleştirel teorinin işidir ve Kapital’i böyle bir teori olarak anlamak ve politik ekonomiyi bunu gerektirdiği için takdir etmek çok önemlidir. Başka bir deyişle Marx, eleştirel sermaye teorisinin temeline felsefi bir nesne hakkında neyin doğru olduğuna dair felsefi soruyu yerleştirir. Sermayeyi açıklamak ve sermayeye ilişkin önceki açıklamaları eleştirmek için felsefeyi maddi alana taşımak, hem materyalizmin kaba algılanışlarını hem de felsefenin anlamını ve pratiğini eleştirel teori haline gelecek şekilde değiştirir.

Elbette Kapital sadece bir teori değildir; muhteşem sayfalarında çeşitli türlerde hikayeler, ekonomik formüller, sosyal betimlemeler, zekice esprili edebi açıklamalar, polemikler, şakalar ve daha fazlası yer alır. Ancak Marx, sermayeyi bıkıp usanmadan teorik bir konu ve bu konunun teorik gerekliliklerini özgün ve zorlayıcı olarak sunar. Bunun nedeni yalnızca sermayenin karmaşık temsiller ve kusurlarını saklaması değil, görünür yüzeylerinin altında akan girift toplumsal ilişkiler ve güçler bulunan bir sistem olmasıdır. Gözlerimizle fabrikaları, işçileri, sermaye sahiplerini, bir kile (36.5 kg) buğdayı veya parayı görürüz. Sermaye sahiplerini ve işçileri, zenginliği ve yoksulluğu, konforu ve zahmeti görürüz. Bütün bunları neyin var ettiğini, bunlar arasındaki ilişkileri veya bir bütün olarak sistemin şartlarını, hallerini, dinamiklerini, çatışmalarını ve krizlerini göremeyiz. “Özgür emeğin” (ücret karşılığı çalışmak dışında kendini idame ettirme kapasitesinden yoksun bırakılmış emek) nasıl üretildiğini görmüyoruz; toplumsal olarak gerekli ve artı mesaiyi, sömürüyü ya da yabancılaşmayı göremiyoruz. Sermaye ve emeği içeren ve onları sınıflar olarak var eden hikayeleri ya da toplumsal ilişkileri görmüyoruz. Her üretilmiş malda yoğunlaşmış “ölü emeği” göremiyoruz. Sermayenin doymak bilmez bir şekilde ve durmaksızın genişlemesini sağlayan dürtüleri görmüyoruz. Kapitalizmin olduğu ve yaptığı şeyin bütününü birlikte üreten hikayeleri, mekânsallıkları, bağlantıları ve etkileri göremiyoruz.

O halde sermayeyi anlamak için başka türlü bakıp başka türlü görmemiz gerekir. Bu, daha fazla görmek veya bakılacak şeylerin arasından bulunan birinin gördüğünden daha farklı görmek için düşünsel ve gerçek bir mesafeden görmek veya izlemek anlamına gelen ve Hellence theoria kelimesinden doğan bir terim olan teorinin işidir. Teorik çalışma, ekonomi politiği anlamak için yardımcı ya da isteğe bağlı değil, tam da paradan piyasalara, kârdan üretkenliğe kadar hiçbir şey onun kurucu hikayelerini ya da süreçlerini, diğer bileşenlerle ilişkisinin doğasını ve aldatıcı görünümlerini ortaya koymadığı için temel bir gerekliliktir. Her unsur nesneldir, ancak hiçbiri kökenini, sistemdeki yerini, yapısını ya da gücünü olduğu gibi ifade etmez. Bunu teorik çalışma sağlayabilir.

Sermaye bir dereceye kadar teoriye ihtiyaç duyar çünkü o usta bir ayırıcıdır; gücü, verimliliği ve hatta düşmanlarından korunması bile böldüğü ve ayırdığı bütünden kaynaklanır. Yine, işçileri kapalı, sınırları belli mekanlara tıkma yoluyla üretim araçlarından, yabancılaştırma yoluyla ürünlerinden  ve geniş ölçüde bölünmüş özgür emek yoluyla birbirlerinden ayırır. Üretim alanını mübadele ve tüketim alanlarından ayırır. Sermayeyi topraktan, finansı sanayiden, devleti sivil toplumdan, kenti kırdan ayırır. Bu ayrımlardan doğan ve bu ayrımları güvence altına alan dolayımlar, sermayeyi a priori olarak tüm zenginliğin kaynağı olarak konumlandırmaktan, sivil toplum yerine devleti özgürlük ve eşitliğin odağı olarak konumlandırmaya kadar, üretim ve bağımlılık ilişkilerini sistematik olarak tersine çevirir.

Sermaye aynı anda hem kitleselleştirip hem de dağıttığından teoriye ihtiyaç duyar:  Üretim sürecini toplumsallaştırır ve emeği dolaylı olarak kolektifleştirir ancak işçinin kendi emek gücünü özgür bir şekilde dağıttığı ve hayatta kalmak için sadece kendi üretim aracı olan ücretlerine güvendiği bir özgürlük formunu hem üretir hem de bu özgürlük formuna muhtaçtır.  Proleterleşmenin işçileri feodal ya da köleci efendilerin açık denetiminden kurtarmasına benzer şekilde burjuva devrimleri onları hak sahibi yurttaşlar haline getirir ve işçiler yalnızca kölelikten ve resmi siyasi tabiiyetten kurtulmakla kalmaz, aynı zamanda her türlü bağımlılıktan ve korumadan da kurtulurlar. Sermayenin ve emeğin serbest dolaşımı ve üretilmiş malın sağladığı hayatta kalma imkanının ortaya çıkışı, yaşamı karşılıklı bağımlılık yoluyla mümkün kılan birliktelik biçimlerini parçalayarak yerine atomize tüketim toplumu üretir. Ancak bu “özgürlük”, zengin ve güçlülerin bile kontrolünden kaçan bir kapitalist tahakküm mekanizmasının içine yerleştirilmiştir. Atomizasyon tahakkümü mümkün kılar; tahakküm ise atomizasyonu üretir; “özgürlük” bunların ortak üretimi için gereklidir. Gücün böylesi bir işleyişi tarihsel olarak alışılmışın dışındadır ve politik ekonomideki pek çok ayrım ve bölünmede olduğu gibi, teorinin gün ışığına çıkardığı şeydir.

Siyasetten en iyi anlayanların bile dikkatini dağıtan ve kukla iplerini ortaya çıkarabileceği için Marx’ın eserini kirleten güç oyuncularının arkasına bakmayı öğrendiğimizde, nihayet ekonomi politiğin ne olduğunu görürüz: bu neliğe dair örnek vermek gerekirse, biz kollektif sahiplik ve kontrole ilişkin yeni bir yöntem bulana kadar bize tahakküm edecek organize sosyal ve siyasi düzenler ile hikayeyi canlandıran ilişkileri ve güçleri içeren üretim biçimleri. Başka bir deyişle, Marx’ın sermayenin, somutlaştırmaların ve fetişizmlerin devrede olduğu şeffaf olmayan yüzeylerine ilişkin yazdıkları, etkileri daha önce eşi benzeri görülmemiş ve yalnızca teorik olarak kavranabilen bu görülemez ilişki ve güçlerden oluşan bir bütünlüğe dönüşmüş bir ekonomi politik düzenine işaret ediyor. Bu, Marx’ın kitabın ilk yarısında okurlarını içine soktuğu karmaşık gerçektir. Bu gerçek, sermayenin nasıl göründüğü ile gerçekte nasıl işlediği arasındaki sermayenin kendisi tarafından üretilen kopukluğu ön plana çıkararak önceki politik iktisatçıların başarısızlıklarının bir açıklaması işlevini görüyor. Marx’ın kendi sözleriyle:

Görünüm formları kendiliğinden ve aracısız olarak yeniden üretilir şeklindeki düşünce biçimleri kabul görürken bu görünüm şekillerinin gizli temellerinin bilim ve akademi tarafından keşfedilmesi zorunludur. Klasik politik ekonomi gerçek durumu keşfetmeye çok yaklaşmıştır, ancak bulduğu şeyi bilinçli bir şekilde formüle etmemiştir ve üzerindeki burjuva derisi içinde kaldığı sürece de etmeyecektir.

Peki ya pratik devrimci vaat? Kapitalizmin müsnetlerinin ve dürtülerinin, ilişkilerinin ve dolaşımlarının kavranması, üstesinden gelinmesi gereken şeylerin ne olduklarına işaret eder: sömürü, yabancılaşma, yaşamak için çalışmak yerine çalışmak için yaşamak ve kimsenin kontrolü altında olmayan bir makinenin her yere sinen hakimiyeti. Hissedilebilir bir şekilde, bölünmüş alanlar ve ayrılmış faaliyetler arasında bağlantı, atomizasyonun hemen altında gezinen işbirliği ve sermayenin, gıda kaynağı olarak organize ettiği emeğin örgütlü direnişine karşı büyük kırılganlığı vardır. İşçiler yalnızca zenginliği yeniden dağıtmak için değil, araları açılmış faaliyet alanlarını birleştirmek ve yaşamı işle, işçileri birbirleriyle, üretimi ihtiyaçla, insanları dünyada salıverdikleri güçlerle yeniden buluşturmak için birleşirler. Bu noktada, gizemli olan her şey şeffaf hale gelir ve teorinin artık çok fazla mücadele etmesi gerekmez:

Gerçek dünyanın dini yansıması, gündelik dünyanın pratik ilişkileri, insanlar arasındaki ve insanlarla doğa arasındaki rasyonel ilişkiler tutarlı bir şekilde şeffaf hale gelene kadar ortadan kalkmayacaktır. Toplumsal yaşam sürecinin biçimi, yani maddi üretim süreci, özgürce bir araya gelerek ortaklaşan insanların ürünü haline gelene, onlar tarafından planlanana ve kontrol edilene kadar sisli gizem örtüsünden kurtulamayacaktır.

Marx’ın kapitalizm anatomisinin parlaklığı ve kalıcı geçerliliği, incelediği nesnesini dünyada yaşayan türlerin bu güne kadar yaptıkları her şeyden daha fazla gezegenin tüm yaşam koşullarını belirleme gücüyle birlikte aynı anda hem teorik hem de maddi olarak, hem insan yapımı hem de insan kontrolünün ötesinde formüle etmesinde yatmaktadır.

Bugün içinde yaşadığımız dünya sermayesiz düşünülemeyeceği gibi, Kapital olmadan da düşünülemez. Her ikisi de Marx’ınkini değiştirdiği gibi dünyevi tasavvurları sonsuza dek değiştirdi. Her ikisi de önümüze kalıcı entelektüel görevler koymuştur; sermayenin yeni sürümlerini ve dönüşümlerini detaylı bir şekilde anlamak üzere bundan yüz elli (150) önce yazılan Marx’ın düşüncesini geliştirmek ve revize etmek de bu görevlere dahildir.

Bunlardan en belirgin olanlarını saymak gerekirse: Marx’ın yaşadığı dönemden farklı olarak düzenleyici ve sosyal devletin, orta ve profesyonel sınıfların yükselişi ve düşüşü söz konusudur. Anonim şirketler büyüdü ve bu büyümeyle birlikte mülkiyette, yönetimde ve işçiler arasındaki katmanlaşmada Marx’ın hayal ettiğinin ötesinde dönüşümler yaşandı. Zenginliğin üretimi ve yoğunlaşmasında, sınıfların şekillenmesinde ve çeşitlendirilmesinde, özel ve kamunun ilişkilerinde, sermaye ve devlet ilişkilerinde radikal dönüşümlere yol açan finansın yükselişi söz konusudur. Ulus-devletlerin geleneksel ekonomik ve siyasi dokusunu “delen” binlerce özerk ekonomik bölgenin ortaya çıkışı söz konusudur. Küresel olarak yayılmış üretim ve bununla birlikte, üretimin küreselleşmesinin başlangıcından bu yana sermaye birikimine eşlik eden ırksal tabakalaşmaların yeni sürümleri var. Evlerden pazara taşınırken toplumsal cinsiyet, akrabalık ve aile biçimlerini yeniden şekillendiren bakım işinin (her zaman kısmi olarak) metalaşması söz konusudur. Eşya üretiminin hizmet, bilgi ve altyapı ekonomileriyle tamamlanması ve her birinin beraberinde getirdiği sermaye ve emek dönüşümleri söz konusudur. Ve Marx’ın “doğanın özgür armağanı” olarak adlandırdığı şeyin yani gezegenin sonluluğunun ve kırılganlığının yaygın bir şekilde kabul edilmesine neden olan, felakete yol açan iklim değişikliği ve türlerin yok olma zincirleri tarafından kabulü zorlanan bir dönüşümü söz konusudur.

Bu ve diğer gelişmelerin yanı sıra sermayenin çeşitli rejimler, teknolojiler, siyasi talepler ve fırsatlarla ilişkili olarak kendini yeniden üretme konusundaki kanıtlanmış yeteneği Marx’ın büyük eserini anakronik hale getiriyor mu? Örneğin, “değerin emek teorisi” artık tüm zenginliğin üretimini açıklamıyorsa ya da bugün gezegenin varoluşşal krizleri, kapitalizmin suçlarının bir sonucu olarak insanın sefaleti ve adaletsizliğine rakip oluyorsa, kitabı hala okumalı mıyız?

Paul North, Kapital’in yeni çevirisine yazdığı giriş yazısında, “sermaye” teriminin Latince capitalis ve Orta İngilizce’deki caput’tan geldiğini, her ikisinin de “baş” anlamına geldiğini ve sahip olunan servetle (başlangıçta sahip olunan sığır başlarının sayısı şeklinde) bağlantılı olduğunu hatırlatıyor. Marx’ın göreve çağırdığı klasik politik iktisatçılar çerçevesinde, sermaye/baş ve emek/beden birbirinden radikal bir şekilde ayrılmış ve bir diğerinden bağımsızdırlar. Bu ayrılık ve hayali özerklik, kapitalist fabrikada patron (kafa) ve işçiler (bedenler) arasındaki ilişkide ve yine üretimin mübadeleden ayrılmasında tekrarlanır -emekçi bedenler üretilmiş eşyaların değerini üretir, ancak Marx’a göre piyasada bu üretilmiş eşyalar “yalnızca birbirlerine göre” bir değere sahiptirler -konuşan kafalar gibi. Bedenlerden koparılmış kafalar çerçevesi; aynı zamanda Marx’ın “ancak maddi ve zihinsel emeğin bölünmesi ortaya çıktığı andan itibaren gerçekleşen” emek bölünmesinin tarihi üzerine düşündüğü çerçeve ile aynıdır. Ve Marx, burjuva devletinin sivil toplumla ilişkisini bu şekilde teorileştirir: Birincisini kelimenin her iki anlamıyla idealizmle, ikincisini ise maddi yaşamla özdeşleştiren bu alandaki maddi-ideal ilişkisi, ekonomi politikteki sermaye-emek ve kafa-beden ilişkisinin mistifikasyonlarını yineler ve kutsar.

Dolayısıyla baş-beden yabancılaşması ve tersyüz olması durumu kapitalist toplumların her yerinde ve Kapital’in teorize ettiği sorunsalın her yerinde mevcuttur. Emekten doğan ve emek tarafından sürdürülen sermaye ayrı ve kendi kendini oluşturmuş gibi görünür ve bu görüntüdeki bütün bir düzeni kendisi yaratır. Üretilmiş eşyaların, paranın ve sermayenin piyasalarda dolaşımı, onları üreten yaşamlardan, emekten ve üretimden kopuk görünür. Devletin sivil toplumdan, ürünün üreticilerden, üretimin mübadeleden, ücretli işçinin toplumsallaşmış üretimden ayrıldığı her yerde beden ve kafa birbirinden ayrılır ve bağımlılık ilişkileri tersine çevrilir ya da reddedilir.

Baş-beden figürü Marx’ın üzerinde ikamet ettiği bir figür değildir, ancak analizindeki her şey; zenginliğini neyin ürettiğini anlamadan fabrikanın etrafında kendini beğenmiş bir şekilde kasıla kasıla yürüyen kapitalistin alaycı kişileştirmelerinden, İngiliz işçi sınıfının sefaletine dair anlatılara, insanlar arasındaki ilişkilerin üretilmiş şeyler arasındaki fantastik ilişkilere dönüştüğü üretilmiş eşya fetişizmine kadar konu ettiği her şey ondan kaynaklanır. Bu figür aynı zamanda Marx’ın sermaye anlatısının kendisinde hem eleştirel bir teorik nesne (baş ancak onu hayatta tutan beden aracılığıyla açıklanabilir) hem de devrimci bir nesne olarak vardır -başın kesilmesi gerekir!

Kapitalizmin ve onun yok ettiği ya da zayıflattığı pek çok yaşam biçiminden; siyasi, kültürel ve pratik olarak ayrılışına yönelik bu derin ontolojik ve epistemolojik eleştiri, Marx’ın çalışmalarının, özellikle de çağımızın en önemli iki sorunu olan finansallaşma ve ekolojik felaketle ilgili olarak devam eden alakasını barındırmaktadır. Günümüzde finansallaşma; konutları, sağlık hizmetlerini, çocuk bakımını, eğitimi, sendika korumalı meslekleri, çiftçiliği, mahalleleri, hassas coğrafi bölgeleri ve suları ve daha fazlasını yağmalamaktadır. Bunu metalaştırma yoluyla değil, spekülatif parasallaştırma yoluyla yapıyor. Varlık yöneticileri, özel sermaye fonları, gayrimenkul yatırım ortaklıkları ve sürekli çoğalan türevler, devletlerden okullara kadar her şeyin borçla finanse edilmesinden bahsetmeye bile gerek yok, sermayenin yaşamı yağmalamasını ve eşitsizlikleri olağanüstü bir şekilde üretmesini yoğunlaştırırken, faaliyet yürütülen bölgeye fiziksel olarak uzak olan yatırımcıları kısa vadeli getiriler için her şeyin canıyla kanıyla yani tüm varlığıyla ziyafet çeken vampir güçlere dönüştürüyorlar. İnsani ihtiyaçlar, zehirli üretim ve istihraç, yoksul bölgeler ya da devletler, doğal ya da doğal olmayan felaketler, diğer finans kurumları, hatta değerleri tüketildikten sonra hızla ölüme sürüklenen “sağlıklı” kapitalist varlıklar, herkesi ve her şeyi ağlarına dolayan finans dünyasında birer oyundur. Ya da baş-beden metaforuna dönecek olursak, finansla birlikte sermaye bir baş daha kazanmıştır; bu baş, kanını emdiği dünyevi yaşamdan kopuşuyla Marx’ın hayal ettiği her şeyden çok daha korkunçtur.

Peki Kapital 21. yüzyılda ortaya çıkan gezegen varlığıyla ilgili ekolojik felakete nasıl bir ışık tutabilir? Özellikle de Marx’ın insanları “doğa”dan ayırma konusunda çağdaşlarına katıldığı ve Aristoteles ile Hegel’i izleyerek bizi yani insanı doğayı kendi rahatımız ve yararımız için durmaksızın dönüştürmeye bağlı bir şekilde sunduğu düşünülürse?

Sermayenin kâr hırsı, tüketim için üretim ya da varlıkların finansallaştırılması yoluyla büyümesi ve değişim değeri olmayan her şeye karşı ahlaksız ilgisizliği gibi özellikleri; iklim değişikliğinin, türlerin yok oluşunun, kirlenen toprakların ve suların açık nedenleridir. Araçsallaştırılabilir, sömürülebilir bir kaynak haline getirilen yaşamın kendisi, sermaye birikiminin merkezinde yer alarak genel bilincin ve genel pratiğin bir özelliği haline gelmiştir. Gelişen bir gezegen için gerekli olan koşullara duyarsız gündelik varoluş, sermayenin hem insani hem de insani olmayan yaşamı sürdürülür kılan şeylere yabancılaşmamızı üretmesinden kaynaklanmaktadır. Piyasadaki metalar kendilerini üreten toplumsal ilişkileri duyurmadıkları gibi, inşa edildikleri, taşındıkları, kullanıldıkları ve nihayetinde “atık” olarak atıldıkları dünyevi yaşam ihlallerini de yüzeylerinde taşımazlar.

Sonuç olarak, sermayenin yeryüzündeki hükümranlığının büyük bölümü boyunca, çok az kişi onun ahlaksız istihraç, üretim, tüketim ve imha pratiklerinin muazzam ekolojik maliyetlerine karşı uyanık olmuştur. Sermayenin bölünmüş süreçleri, atomizasyonları ve radikal inkârları bilincin özellikleri haline geldikçe, sermayenin yörüngesindeki herkes, kendilerinin bekalarını mümkün kılan çoklu ürünlerin kökeninden ve süreçlerinden koptukça, baş her yerde bedenden ayrılıp onu sömürdükçe, dünyevi hayatın esenliği kaçınılmaz olarak yaralı olacaktır. Bu sorun, büyük ölçekli tarımdan etkilenen “toprağın verimliliğinin” tükenmesini tartışırken göz önünde bulundursa bile, Marx için birincil odak noktası değildi. Marx’ın 21. yüzyıldaki ekolojik çıkmazımızı analiz etme ve ifade etmede önemli olan şeyleri; onu taşıyan bedenden bağımsız olduğunu hayal eden bir kafa ve sermayenin durmak bilmeyen genişleme ve bir araya gelerek dünyevi yeni yıkımlar eşliğinde yeni ihtiyaçlar üreten büyüme dürtüleri gibi onun yabancılaşma ve soyutun cisimleşmesi şeklindeki eleştirel kuramsal kavramlarıdır.

*Wendy Brown/The Nation Weekly

Tercüme: Ali Karakuş