Kürt Bağımsızlığı ve Rus Genişlemesi
Tercüme ve Takdim: Cengiz Sözübek
Columbia Üniversitesi Tarih Profesörü William Linn Westermann’ın Foreign Affairs dergisinin Temmuz’1946 sayısında yayımlanan “Kürt Bağımsızlığı ve Rus Genişlemesi” başlıklı makalesi, Ortadoğu’daki Sovyet politikasına dair tarihe düşülen bir not ve belki de Batı bloğu adına “endişe”lerin rapor haline getirilmesinin yanında genel “Kürt siyasi tarihi”yle ilgili de günümüze taşınabilecek önemli bilgiler ihtiva ediyor.
Nitekim dergi mezkur makaleyi 1991 yılında tekrar yayımlamasının amacını okuyucularına Editör’ün şu notuyla duyuruyordu:
“Kürt sorunu, Körfez Savaşı’nın sonunda aniden yeniden gündeme geldi. Okuyucularımızın, Foreign Affairs dergisinin Temmuz 1946 sayısında yayınlanan ve standart bir referans haline gelen makalenin bazı bölümlerini okumaktan faydalanabileceklerine karar verdik. Dr. Westermann, Washington’da Kürt isyanı ile Sovyetler Birliği arasındaki bağlantılara ilişkin endişelerin hakim olduğu bir dönemde bu makaleyi kaleme almıştı; bu nedenle makalenin başlığı bugün için modası geçmiş görünüyor. Kürt cumhuriyeti ile ilgili bu kriz sonunda ortadan kalktı, ancak Dr. Westermann’ın makalesinde zamanın testinden geçmiş bazı bilgece gözlemler yer alıyor”
Derginin “Kürt cumhuriyeti ile ilgili bu kriz sonunda ortadan kalktı” olarak bahsettiği konu temel olarak Sovyetler’in Güney Kafkasya-Basra coğrafyasındaki nüfuzunu artırmak için bölgedeki Kürt bağımsızlık hareketlerine verdiği desteği içeriyor; “zamanın testinden geçmiş bilgece gözlemler” de Suriye Devrimi, Bilad’üş-Şam ve İsrail için geri sayımın başladığı sahici bir yeni dönemin prizmasında yeniden anlamlandırılabilir.
Westermann’ın Hoytun-Taşnak İttifakı üzerine yaptığı şu değerlendirme hâlâ geçerliliğini koruyor:
“Müslüman Kürtleri, Gregoryen Ermenilerinden ve Nasturi Hıristiyanlarından ayıran dini farklılıklar, ilgili halklar tarafından çok derinden hissedilmektedir ve geçen yüzyılda yaşanan katliamlar unutulmamıştır: Gregoryen Ermeniler tarafından Katolik Ermenilerin, Ermeniler tarafından Kürtlerin, Kürtler tarafından Ermenilerin ve tüm taraflarca Asurilerin katledilmesi.”
Kürt Bağımsızlığı ve Rus Genişlemesi
William Linn Westermann
Temmuz 1946, Foreign Affairs
Kürt bağımsızlık hareketi, 1945 Nisanında San Francisco Konferansı’nda Kürt Birliği adına delegelere hitaben yazılan bir mektupla resmen başlatıldı. Mektuba “Kürt Sorunu” konulu bir muhtıra eşlik ediyordu. Sunulan belgenin 1919 Paris Barış Konferansı’nda aynı konuda broşür olarak yayımlanan belgeyi büyük ölçüde andırması pek bir önemi yoktu. Memorandumdaki maddeler kabul edilebilir olmayabilir. Kürt özerkliği talepleri, liberal eğilimli birçok okuyucunun gülünç bulacağı kadar abartılmış olabilir. Bununla birlikte bazı gerçekler ortada. Bir Kürt bağımsızlık hareketi var. Bu hareketin üç aktif propaganda merkezi var; biri Suriye’nin Beyrut (Biladü’ş-Şam – çn) kentinde, ikincisi İran’ın batısındaki Sauj Bulagh’da (günümüzde İran’daki Mahabad şehri. Nüfusunun büyük çoğunluğu Sorani lehçesinde konuşan Kürtlerden oluşan şehir 1915’te Çarlık Rusya’sının katliamına maruz kalırken, 1946’da Sovyetler’in desteğiyle kurulan ve aynı yıl yıkılan Kürt Devleti’ne de ev sahipliği yapmıştı. – çn). Üçüncü merkez, “Kürt Halkı Şartı” adlı çarpıcı bir başlık altında bir reform programı yayımlayan Irak Komünist Partisi‘ndedir. Bu programın 17 maddesi arasında şunlar yer almaktadır: Irak’taki Araplarla işbirliği; Kürtlerin ve Arapların “gerçek” bağımsızlığı (Irak’ın İngiliz imparatorluğunun kontrolü altında olduğunu ima etmektedir); siyasi görüş ve ifade özgürlüğü; toprağın köylülere mutlak mülkiyet hakkı ile dağıtılması; yaşlılık, hastalık ve işsizlik güvencesi; dini azınlıkların ibadet özgürlüğü, bu bağlamda özellikle Türkmenler, Yezidiler, Araplar ve Asur Hıristiyanları; ve her iki cinsiyet için, Kürtçe eğitim veren yerli okullar ile kamu eğitiminin teşvik edilmesi. Kürt bağımsızlığının mümkün olduğu veya dünya güvenliği açısından tavsiye edilebilir olduğu kabul edilirse, tüm bunlar yeterince takdire şayandır. Kuşkusuz Kürt komünizmi, Moskova modelinden oldukça farklıdır.
Okuryazar ve entelektüel Kürt liderler, okuma yazma bilmeyen kabile üyelerine (okumaktan çok ateş etmeyi bilen) tüzükler ve sloganlar sağlıyorlar ve tamamen samimi görünüyorlar. Kürt bağımsızlık hareketi, Orta Doğu sorunlarıyla fiilen temas etmiş Fransız siyasi yorumcular ve İngiliz askeri personel arasında da bir dereceye kadar sempati bulmuştur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı’ndaki Ermeni katliamları ve o zamandan beri İranlı Kürtler ve Irak’taki Araplar tarafından Asur Hıristiyanlarına yapılan zulüm hatırlandığında, insan bir an duraksıyor. Yazar, bir zamanlar iki yıl boyunca bir Amerikan üniversitesinde okumuş genç bir Kürt şefi tanıyordu. Bu kişi, beyzbol hakkında geniş bilgiye sahipti ve gözleri parlayarak futbol hakkında konuşurdu. Asur Hıristiyanlarına yönelik katliamları durdurmak için nüfuzunu kullanması istendiğinde, “Onları merak etmeyin. Hepsini öldüreceğiz” diye cevap vermişti.
Geçen Ocak ayında, Kürt “Demokratik Partisi” İran, Irak ve Türkiye’nin doğusunda, İran’ın Urmiye Gölü’nün yaklaşık 20 mil güneyinde bulunan Mahabad’da bağımsız bir Kürt Cumhuriyeti kurulduğunu duyurdu. Bu toplantıya katılanların İran, Türkiye, Irak ve Suriye’de yaşayan Kürtleri temsil ettiği iddia edildi. Daha da önemlisi, İran’dan Irak sınırındaki savunma devriyelerine yönelik saldırıların sürdüğü yönündeki haberler. Hareketin askeri liderinin, Irak’ta yasaklanmış Barzani kabilesinden Molla Mustafa adlı bir Kürt olduğu ve yaklaşık 30.000 Kürt askerin genel komutanı olduğu iddia ediliyor. Muhtemel abartıları %50 oranında hesaba katarsak, bu hareket yine de önemli bir hareket olacaktır. Kürt kaynaklardan gönderilen belgelerde ısrarla iddia edildiği gibi, bu hareketin arkasında Rusya’nın desteği varsa bu durum daha da geçerli olacaktır.
Farsça Tahran’dan yayılan Kürt propagandasına inanılacak olursa, Rusya Kürt kurtuluş hareketini çeşitli şekillerde desteklemektedir. Mahabad’daki İran karargahının propaganda faaliyetleri için bir matbaa ve aksesuarlar aldığı söylenmektedir. Daha da önemlisi, Mahabad merkezinin Mahabad’ın yaklaşık 12 mil kuzeydoğusundaki Mianduab’daki bir Rus karakolundan 20 tank, dört kamyon ve bazı havan topları aldığıdır. Bunların hepsi ayrıntılı ve spesifik bilgiler ve kendi başlarına yeterince inandırıcı. 20 Rus tankı ve bir matbaa makinesinin mutlaka sabit bir dış politika oluşturmadığını söyleyerek bunları önemsiz olarak görmezden gelmek mümkün. İranlı Kürtlerin iddia ettiği gibi Rus subaylar bin Kürt askerin eğitimine katılıyorlarsa, Rus hükümeti her an bunları kolayca inkar edebilir. Bunlar rahatlatıcı düşünceler. Kürtlere gelince, özgürlük hareketlerinin gücü ve birliği hakkındaki inanç, Beyrut’ta yayınlanan Kürt propaganda gazetesi Le Jour Nouveau‘nun geçen Ekim ayında, birlik adına Irak Kürtlerinin komünist programını kabul etmeye hazır olduğu gözleminden dolayı biraz sarsılmıştır. Ancak Kasım sayılarından birinde, Sovyet hükümetinin Kürt bağımsızlığını desteklediği yönündeki “suçlamayı” oldukça hafife almaktadır. Bu çelişki, Lübnan ve Suriye’deki yerel Arap siyasetinin ihtiyaçları ya da Batı dünyasındaki okuyucular üzerindeki etkisinin daha geniş kapsamlı değerlendirilmesi ile açıklanabilir. Daha olası bir açıklama ise, bölgedeki dört Kürt grubunun (İran, Türkiye, Irak ve Suriye) en azından şimdilik ideolojik olarak hiçbir şekilde birleşik olmadığıdır.
Amerikan basınına gelen haberlere göre, Kürt aşiretleri isyan halindeki İran’ın Azerbaycan eyaletinden gelen İran askerleriyle birlikte, İran’ın batı sınırına paralel olarak güneybatıya doğru hızla kontrol alanlarını genişletiyorlar. Bu bölge, Irak ve Türkiye’yi eski İran İmparatorluğu’ndan ayıran Zagros dağlarının yüksek kesimlerini takip ediyor. Son zamanlarda, Azerbaycan süvarilerinin, İran’ın Azerbaycan’ının doğusunda bulunan Zencan çevresinde sol eğilimli kasabaları ele geçirdiği ve esir aldığı söyleniyor – tabii bu bölgeye hâlâ İran’ın Azerbaycan’ı denilebilirse. Rus birliklerinin Kürdistan eyaletinde hareketlendiği bildiriliyor. Sovyet devletinin, Kürtleri ve İranlılar arasındaki itaatkar unsurları kolayca kendi lehine kullanarak İran’ın batısında amaçlarına ulaşmak için Rus birliklerini kullanacağı düşüncesi ne kadar fantastik görünse de, bu olaylarda her zaman “isyancı Kürt aşiretleri” yer alıyor.
Bu Kürtler kim? Neden isyancılar? Ne istiyorlar? Açıkçası, liderlerinden bazıları bağımsız bir Kürt cumhuriyeti kurmayı umuyor. Bu talebin gerekçeleri nedir? Eğer bunu başarabilirlerse, bunu sürdürebileceklerine inanmak için iyi bir neden var mı? Biz Amerikalılar cömert bir halkız ve “halkların kendi kaderini tayin hakkı” sloganının cazibesine özellikle duyarlıyız. Kürtlere sempati duymaya başlamadan önce, onlar hakkında biraz bilgi sahibi olmakta fayda var.
II
Bir gerçeği baştan belirtelim. Kürtler, “ırk saflığı”, yani etnik birlik ve kültürel yapılarının sürekliliği konusunda, şu anda Avrupa’da yaşayan herhangi bir halktan çok daha uzun bir süreye dayanan hak iddia edebilirler. Kültürel yapıları elbette esas olarak göçebe-çoban tipindedir, ancak bu özel yapı içinde bu iddia oldukça haklıdır. MÖ 2400’lerden beri, başlangıçta Guti adıyla, şu anda dağınık olarak yaşadıkları bölgenin orta kesiminde yaşadıkları bilinmektedir. Bu, Zagros sıradağlarının her iki yamacında, güney ve batıya doğru Aşağı Anadolu’dan Irak’ın kuzeyindeki dağlık bölgelere ve bugünkü Suriye’ye kadar uzanan sınırlı bir bölgedir. Göçebe yaşamları bu kabile üyelerine yüksek derecede hareket kabiliyeti sağladığından, Kürt “parçaları” Afganistan ve Belucistan’da da bulunur. Hatta Halep ve Şam’da bile Kürt nüfus grupları vardır.
Kürt kültürünün 4.300 yıllık bilinen yaşamında en çok değişen unsur dildir. Kürtler, dillerinin İran kökenli kısmını MÖ 12. yüzyılda Medler ve İranlerden almıştır. Atina’lı Ksenofon’un MÖ 400’de on bin Yunanlıyı Mezopotamya’dan kuzeye, “Karduchian” köylerinden geçerek sürgün ettiği zaman olduğu gibi, topraklarına yapılan her türlü işgali ve bağımsızlıklarına yönelik her türlü müdahaleyi hâlâ aynı şiddetle reddetmektedirler. Bu bakımdan Kürtler arasında değişen tek şey, kullandıkları silahların türü olmuştur. Aslında, Kürtlerin yaşamında kayda değer tek ilerleme, eskiden yay ve okla savaşırken, şimdi silahlarla savaşmalarıdır. 1942’deki İran Kürtlerinin ayaklanması ve şu anda devam eden çatışmalarda, silahlarının bir kısmı özellikle makineli tüfekler Rus malıdır. Kürtlerin hareketli nesnelere, tercihen insanlara ateş etme eğilimi, Ksenofon’un zamanından bu yana pek değişmemiştir.
Bu eğilimin karşısında, misafir olarak kabul ettikleri yabancılara karşı gösterilen ince misafirperverlik duygusu yer almaktadır. Bu özelliğin tipik bir örneği, 1909 yılında Jön Türkler tarafından öldürülen ve ölümüne kadar Kürtlerin Milli Aşiret reisi olan İbrahim Paşa ile ilgilidir. İbrahim Paşa, 1897’de İstanbul’da Ermenilerin katledilmesini görmüştü. Bir Fransız diplomat, İbrahim’in bu olaylarla ilgisi hakkında rapor vermek üzere Musul bölgesine gönderildi. Diplomat ayrılmak üzereyken, İbrahim Paşa ona kendi atını, güzel bir beyaz kısrağı hediye etti. Fransız diplomat bunu kabul edemedi. Bir süre düşündükten sonra İbrahim şöyle dedi: “Anlıyorum. Raporunuz şüphe uyandıracaktır. O halde en büyük oğlumu sizinle birlikte göndereceğim. O sizin yanınızda atınıza binecek. Siz benim kısrağıma bineceksiniz ve benim topraklarımın sınırına vardığınızda kısrağı ona geri vereceksiniz, o da size benim adıma veda edecek.” Bu çok nazik bir davranıştı.
Kürtlerin her zaman içinde yaşadıkları sosyal ve siyasi örgütlenme kabileciliktir. Bir zamanlar, 10. yüzyılda, oldukça geniş bir Kürt Krallığı kurdular, ancak bu krallık sadece bir şefin ömrü boyunca varlığını sürdürebildi. Antik İran İmparatorluğu’ndan 1918’de Türk İmparatorluğu’nun sonuna kadar, daha büyük güçlerin nominal himayesi altında olsalar da, Kürtler aslında işbirliği yapmayan ve tamamen olumsuz bir türden önemli ölçüde özerkliğini korumuşlardır. Özellikle, iki boyun eğme işaretini, yani sembolik hükümdarlarının askeri amaçları için vergi ve askerlik hizmetini kabul etmeyi reddettiler. Bu taleplere karşı direniş, isyanlarla sonuçlanan kronik bir hâl aldı.
1919’un ilk aylarında, Şerif Paşa adlı bir kişi Barış Konferansı’na “Kürt heyeti” başkanı olarak Paris’te ortaya çıktı. Şerif Paşa, I. Dünya Savaşı sırasında Rusya’daki eski Çarlık rejimiyle Kürt özerkliğinin kurulması için müzakere eden Kurtuluş Komitesi adlı bir grup tarafından atanmıştı. Barış Konferansı’nda dağıtılan ve Şerif Paşa’nın adını taşıyan muhtıranın aslında sonraki olaylarla hiçbir ilgisi yoktu. Sevr Antlaşması’nın 62. maddesinde yer alan ve yeni Türkiye’nin özerk bir bölgesi olacak Kürdistan devletinin kurulmasını öngören madde, tamamen farklı güçlerin eseriydi. Anlaşma, üç üyeden (bir İngiliz, bir Fransız ve bir İtalyan) oluşan bir Uluslararası Komisyon’un seçilmesini ve bu komisyonun altı ay içinde Türkiye’nin “ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı bölgelerde” yerel özerklik planı hazırlamasını öngörüyordu. Bu Türk bölgeleri, Sevr Antlaşması’nın 27. maddesinde sınırları belirlenen, ne yazık ki büyük bir kısmı kesilmiş olan Türkiye devletinin güneydoğu kesiminde yer alıyordu. Elbette antlaşma hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Bu “Kürt Komisyonu”nun kurulduğuna dair herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Kesin olan şey, bu komisyonun Kürdistan’a hiç gitmediği ve herhangi bir faaliyet göstermediğidir; çünkü Türk lider Mustafa Kemal, Doğu Anadolu’nun dağlık bölgelerini işgale ve hatta denetime bile kapatmıştı.
Özerk bir Kürdistan planının ardındaki nedenleri bugün belirlemek zordur. Amacı, kısmen güçlü bir Türkiye’nin yeniden ortaya çıkma olasılığını ortadan kaldırmak olabilir. Kesinlikle, Musul ve Kerkük çevresindeki petrol yataklarıyla İngiliz mandası altındaki Irak ile, Musul bölgesi ve Irak devleti üzerindeki İngiliz kontrolüne sonunda tehlike oluşturabilecek kuzeydeki herhangi bir gelişme arasında, Mezopotamya’nın kuzeyinde düzgün bir tampon bölge oluşturmuş olacaktı. Fransızlar bu planı İskenderun ve çevresindeki bölgelere (bugünkü Türkiye’nin Hatay ili) olan hakimiyetlerinin böylece güçleneceği umuduyla kabul etmiş olabilir. Eğer öyleyse, dönemin Fransız liderleri, söz konusu güçler ve olasılıklar konusunda yanlış bir karar vermişlerdir.
Türkiye 1922’de Yunanlılar üzerinde tam bir askeri zafer kazandı ve 1923 sonbaharında Sevr Antlaşması’nın hükümlerini geçersiz kılan Lozan Antlaşması’nda, Lord Curzon’un temsil ettiği anakronik figürüyle İngiltere üzerinde yankı uyandıran bir diplomatik zafer kazandı. Takip eden üç yıl boyunca Kürt sorunu, Musul vilayetinin egemenliği konusunda Irak hükümeti ile yeni Türkiye arasında bir toprak anlaşmazlığı şeklinde ortaya çıktı. Aslında bu anlaşmazlık, Irak’ı hâlâ mandası altında tutan İngiltere ile Türkiye arasında bir anlaşmazlıktı. Bu ihtilaf, 1926’da Milletler Cemiyeti’nin kararıyla çözüldü ve toplam nüfusu yaklaşık 800.000 olan Musul vilayeti (bu nüfusun 265.000’i Kürt, 147.000’i Türkmen idi) Irak’ın mandası altındaki krallığa katıldı ve Musul ve Kerkük bölgesindeki verimli petrol yatakları İngiliz İmparatorluğu için geniş çapta koruma altına alındı.
Lozan Antlaşması ile 1942 yılları arasında Türkiye’de iki, İran’da üç ve Irak’ta üç ciddi Kürt isyanı meydana geldi. Bu isyanlar, Kürtlerin kontrol edilmeye karşı hayati bir direniş ruhu sergilediğini gösterdi; ancak bunları bilinçli ve aktif bir Kürt birliği ve milliyetçiliği duygusunun ya da hatta ezici bir devlet kurma arzusunun kanıtı olarak yorumlamak yanlıştır. 1937-38 yıllarında Türkiye’deki Kürtlerin isyanı, pek bilinmemekle birlikte büyük çaplı bir olaydı ve Kürt liderlere yönelik kanlı misillemelerle sonuçlandı. Bu misillemelerde binlerce kişinin öldürüldüğü söylenmektedir. Türk yetkililer, çatışmalar ve Kürt reislerine uygulanan sert muamele üzerinde sıkı bir sansür uyguladı, ancak isyanın ciddiyeti daha sonra alınan önlemlerle ortaya çıktı. Kürt illeri daha küçük bölgelere ayrıldı; güvenlik için kullanılan Türk kuvvetleri büyük ölçüde artırıldı; Kürtlere resmi olarak “Dağ Türkleri” adını veren milliyetçi bir isim verildi ve çoğu, binlerce yıldır yaşadıkları dağlardan ve yazlık otlaklarından indirilerek ovalara yerleştirilerek yerleşik çiftçiler haline getirildi.
III
Beyrut’un propaganda gazetesi Le Jour Nouveau, yakın zamanda Kürtlerin yaşadıkları beş önemli bölgedeki nüfuslarının standartlaştırılmış Kürtçe versiyonunu yayınladı. Bu rakam Türkiye’de 4.000.000’dan fazla (tahmini), Irak’ta 1.000.000, İran’da 3.500.000, Transkafkasya Rusya’da 160.000 ve Suriye’de 250.000’dir. Böylece, neredeyse 8.000.000 Kürt’e ulaşan fantastik bir toplam rakam ortaya çıkmaktadır. Uzak Afganistan ve Belucistan’daki sayıları hesaba katmazsak, mevcut en iyi tahminlere göre Kürtler yukarıda belirtilen beş egemenlik bölgesi arasında şu şekilde dağılmışlardır:[i]
Türkiye’de (1926 nüfus sayımı)
1.000.000
Irak’ta (1924 nüfus sayımı)
494.000
İran’da (genel tahminler)
700.000
Transkafkasya Rusya’sında (1911 nüfus sayımı)
125.000
Suriye’de
100.000
——-
Toplam
2.419.000
Türkiye, Irak ve İran’daki Kürt aşiretlerinin işgal ettiği toprakları kapsayan coğrafi “Kürdistan”ın hiçbir bölgesinde Kürtler, toplam nüfusun güçlü bir azınlığını oluşturmamaktadır. 1923-26 yıllarında Milletler Cemiyeti’nde Musul bölgesi’nin egemenliği konusunda yürütülen müzakereler sırasında ve o tarihten bu yana Türkler, Kürtleri kendilerine yabancı bir nüfus unsuru olarak tanımayı reddetmiş ve onları asimile olmuş bir halk olarak görmeyi tercih etmişlerdir. Ancak dil testi bu iddiayı doğrulamamaktadır; çünkü Kürtçe, modern Farsça, Türkçe ve Arapça kelimelerin karıştığı İran dil grubuna aittir.
Başta Azerbaycan, Kürdistan ve Kermanşahan illerinde bulunan İran’ın Kürt kabileleri, eski İran Şahı Rıza Han tarafından mümkün olduğunca fethedilip silahsızlandırılmıştır. 1941’de Ruslar kuzeyden İran Azerbaycan’ına girip İngiliz birlikleri batıdan Zagros geçitlerinden İran yaylalarına geçince, bu bölgelerdeki İran ordusu çöktü. O yılın Eylül ayı sonlarında ordunun büyük bir kısmı dağılmış ve köylü askerler evlerine dönmüştü. Bunun üzerine Kürtler, Urmia, Sinneh ve Mahabad kasabalarındaki büyük cephaneliklerden silahları ele geçirdiler. Böylece, önceki yirmi yılda kaybettikleri geleneksel özgürlüklerini geri kazanmak için harekete geçtiler.
Bir bakış açısına göre, İran Kürtlerinin bu “isyanı”, 1920’den beri bağımsızlıklarına getirilen kısıtlamalara ve kontrollere karşı yerli Kürtlerin bir dizi endemik ve otomatik ayaklanmasının bir parçası olarak görülebilir. Ancak bu isyanın Kürt tarihinde benzersiz kılan ve onu mevcut büyük ölçekli stratejinin resminde küçük bir yer edinmesini sağlayan iki özelliği vardır. Birincisi, İran, Irak ve Türkiye’nin üç devletindeki Kürt aşiretlerinin birleşik bir hareketi niteliği kazanması ve Mehmet Ali Rashid adlı tek bir şeyhin merkezi liderliği altında yürütülmesi planlanmasıdır. İkinci yeni özellik ise, İran Kürtlerinin isyanının başından itibaren, en azından 1941’de İran’ın kuzeybatı eyaleti Azerbaycan’a giren Rus birliklerinin örtülü desteğini almış olmasıdır. Rus birliklerinin kuzeyden İran’a ilerlemesi, İngiliz kuvvetlerinin batıdan Irak’ın kuzeyine ilerlemesiyle eşzamanlı olarak, Müttefiklerin savaş planlarının gerekli bir önlemi olarak gerekçelendirilebilir. Ancak, birleşik Kürt bağımsızlık hareketinin dikkate alınacak bir güç haline gelip gelmeyeceği ya da ani ve tam bir çöküş yaşayıp yaşamayacağı, Rus desteğini sürdürüp sürdürmeyeceğine bağlıdır.
Kürt hareketinin gücünün Rusların ona duyduğu “sempati”de yattığı, 1941 isyanı başlar başlamaz Türkler için açıktı. Türk liderler, 1937-38’de “Dağ Türkleri”ne yönelik acımasız misillemelerinin Kürt sorununa yıllarca son vereceğine inanmışlardı. Ancak sadece üç yıl sonra sorunlar yeniden patlak verdi. 1941’deki Kürt isyanının devam etmesine izin verilmesi halinde Türk liderlerin ne yapacağına dair yazarın bilgisi yoktur. Kuşkusuz, Müttefiklerin Türkiye ile oyun oynamasının zamanı değildi. Rommel’in Kuzey Afrika’da Tobruk ve İskenderiye’ye doğru doğuya ilerlemesi ve Nazilerin Kafkasya bölgesindeki petrol kuyularını ele geçirmek için büyük çaba sarf etmesi, ufukta belirmişti. 1942 yılının Mayıs ayının ikinci yarısında Ruslar, İran’daki Kürt isyanını “bastırdı”. Bu muhtemelen, isyanın durdurulması için nüfuzlarını kullanmaya ikna edildikleri anlamına geliyordu. İkna yöntemlerinin ne olduğu henüz bilinmiyor. En olası tahmin, ikna yöntemlerinin Rusya’ya yapılan yardımlarla yakından bağlantılı olduğu yönünde. Her halükarda, Kasım-Aralık 1943’te Tahran Konferansı’nda Joseph Stalin, Başkan Roosevelt ve Winston Churchill ile birlikte, 1942 Ocak’ındaki İngiliz-Sovyet-İran İttifak Antlaşması’ndan alınan “İran’ın bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğünün korunması” beyanının yenilenmesini imzaladı.
1942’de ve bir süre sonra, Hoybun adlı bir Kürt bağımsızlık derneğinden bağımsızlık için bir miktar ajitasyon çıktı. 1927’de kurulan bu Hoybun hareketi, eski devrimci Ermeni topluluğu olan Daschnakzoun (Taşnak Partisi – çn) ile bağlantı kurmuştu. Amacı, eski Ermenilerin Türkiye’ye karşı beslediği nefreti kullanarak Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürtlerin birleşmesini sağlamaktı. 1942 yılında, İran ve Irak’taki “Asuriler” (Nestûrî Hıristiyanlar) da bu harekete katılması için açık bir girişimde bulunuldu. Yabancı desteği olmasa bile, bu birleşmenin İran, Türkiye ve Irak’ta sorunlara yol açması olasıydı, tabii propagandası bu üç uyumsuz unsuru ayıran yüzyıllık nefreti aşabilseydi; ancak bunun olasılığı çok düşüktü. Müslüman Kürtleri, Gregoryen Ermenilerinden ve Nasturi Hıristiyanlarından ayıran dini farklılıklar, ilgili halklar tarafından çok derinden hissedilmektedir ve geçen yüzyılda yaşanan katliamlar unutulmamıştır: Gregoryen Ermeniler tarafından Katolik Ermenilerin, Ermeniler tarafından Kürtlerin, Kürtler tarafından Ermenilerin ve tüm taraflarca Asurilerin katledilmesi. Orta Doğu’daki bu tür katliamlar, bizimle birlikte oy kullanmak gibi siyasi faaliyetler ışığında değerlendirilmelidir ancak katliamlar belirli zamanlarda gerçekleşmez ve çok daha uzun süre hatırlanır.
Hoybun, Kürtçe’de “bağımsızlık” anlamına gelir. 1941’de Rus birliklerinin Kuzey İran’a girmesine kadar, Hoybun kökeni, yönü ve nihai hedefleri bakımından tamamen bir Kürt hareketiydi. Ancak, 1942’nin başlarında Sovyet-İngiliz-İran anlaşmasının imzalanmasından sadece altı ay sonra, Yakın ve Orta Doğu’da her zaman mevcut olan kolay alevlenen unsurlar arasında Rus entrikalarına ilişkin şüpheler dile getirilmeye başlandı. Ermeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden Ermeniler, Rus işgal bölgesinin merkezi olan Tebriz’de silahsızlandırılan İran polisinin yerine atandı. Bağdat’taki Asur Hıristiyan cemaatinin üyeleri, İran’ın kuzeybatısındaki din kardeşlerinin Sovyet yetkilileri ve askerleri tarafından gördükleri muameleyi öven mektuplar aldı. Bundan çıkarılacak sonuç açıktı. Bağdat’taki Asuriler de Hoybun hareketiyle ittifak kurmalıydı.
IV
1945’e kadar bile, Rusya’nın dürüst dostları, SSCB’nin İran’a doğru güneye doğru siyasi ve ekonomik genişleme politikası izlediğini iddia edenlere karşı çıkabiliyordu. Bugün, bu yayılmacı politikanın bir gerçek olduğunu inkar eden, nihai amaçlarının hem ekonomik hem de siyasi olduğunu reddeden Orta Doğu işlerine aşina çok az kişi vardır. Ruslar, görünüşe göre İran’da talep ettikleri petrol imtiyazlarını elde etmişlerdir. Muhtemelen İran’ın güney kıyısında sıcak bir liman elde etmek için çalışıyorlar. Rus diplomasisinin, İran’da güneye doğru uygulanan herhangi bir baskının İngiliz İmparatorluğu için ne anlama geldiğinin tam olarak farkında olduğunu varsaymak, sağduyudan başka bir şey değildir.
Rusya’nın petrol imtiyazlarına ve buzlanmayan bir limana ihtiyacı olabilir. Ancak bu amaçlara ulaşmak için kullandığı yöntemler, entrikalardan ve çaresizlerin ezilmesinden bıkmış bir dünyayı daha da dehşete düşürmektedir. Rusya’nın İran’daki ilerleyişi oldukça tanıdık bir örnektir. Bu, siyasi parçalanma politikasıdır. Romalılar bunun için bir kelime kullanırlardı: böl. Birbirine düşman gruplar arasında, biri diğerine karşı kışkırtılır. Ortaya çıkan kargaşada, geri kalanı güçlü bir güç için kolaydır. Böylece, Mahabad civarında yaşayan Mukri kabilesinin yetenekli lideri Kazı Muhammed, 1945’te Rus kontrolündeki Azerbaycan’ın Tebriz kentine çağrıldı ve orada talimatlar, ya da isterseniz rehberlik aldı. Daha önce küçük bir Kürt aşiret liderleri grubu Bakü’yü ziyaret etmişti. Onlar da özerk bir Kürt devleti kurmaya teşvik edilmişti. Rusya’nın İngiltere ve İran ile imzaladığı antlaşmaya göre, tüm Sovyet işgal birlikleri en geç 6 Mart’a kadar İran’dan çekilmiş olmalıydı. Ancak çekilme tamamlanmadan İran’ın Azerbaycan eyaleti, emirleri uygulayan kukla liderlerin yönettiği ayrılıkçı bir bölge haline gelmişti. Her bakımdan Hazar Denizi’nin güney ucu Sovyet gücü tarafından çevrilmiştir. Burası bir Rus iç denizi haline gelmiştir.
Birleşmiş Milletler’de bağımsız bir Kürdistan’a güçlü bir destek bulunması pek olası değildir. Böyle bir devlet, Türkiye, İran ve Irak gibi üç egemen devletten geniş topraklar alınarak kurulmak zorunda kalacaktı. Bu devlet, savaş sırasında von Papen’in Nazi diplomasisine karşı çok önemli bir silah olan Türkiye’nin krom yataklarının bir kısmını da içine alacaktı. Irak’taki Musul ve Kerkük bölgelerinde İngilizlerin kontrolündeki petrol kuyuları da bu devletin sınırları içinde kalacaktı. Böyle bir devlet kurulsa bile, iç istikrar ve kalıcılık açısından hiçbir umut vaat etmeyecekti. Çünkü Kürtler hiçbir zaman birleşik bir halk olmamıştır. Ulusal gelenekleri, birlik geçmişleri ve özyönetim deneyimleri yoktur. Ancak, birleşik bir Kürt devleti fikri tamamen uygulanamaz olsa da, Kürtlerin Hoybun için yürüttüğü hareket, Sovyet Rusya’nın desteği nedeniyle, Ortadoğu’yu şu anda saran tüm sorunların en tehlikelisi. Sınırlı bir Kürt bölgesi sadece İran’da bağımsız bir birim olarak kurulsa bile, durum kötü olurdu. Sayısal olarak en büyük grup olan Türkiye’deki Kürt aşiretleri, neredeyse kesin olarak bağımsızlık hareketine katılırdı. Bu durumda Türkler, büyük fedakarlıklar ve kan dökerek kurdukları devletin birliğini korumak için savaşa girerdi.
Kürtlerin iyi savaşçılar olduğunu kimse inkar etmez. Onları en iyi tanıyanlar, onlara “tetik çekmeye meraklı” derler. İran’daki kabileler daha önce hiç görmedikleri kalite ve miktarda silah ve mühimmatla donatılmıştır. Tüm Kürtlerin şu anda tabi oldukları devletlere karşı şikâyetleri vardır. Şikâyetler, mühimmat ve savaşçı bir halk – işte Sovyetler Birliği’nin eski Çarlık oyununu oynadığı patlayıcı karışım budur.
[i] Messout Fany’nin Paris Üniversitesi’nde yazdığı “La Nation Kurd” (1933) adlı doktora tezinden alınmıştır, s. 31-41. Bu tahmin, 1930 yılında Milletler Cemiyeti Sınır Komisyonu tarafından verilen tahmine oldukça yakındır. Komisyon, Kürtlerin toplam sayısını yaklaşık 3.000.000 olarak belirlemiştir.
*William Linn Westermann, 1923 yılında Columbia Üniversitesi Tarih Bölümü’ne antik tarih profesörü olarak katıldı. Westermann’ın akademik çalışmaları ağırlıklı olarak antik ekonomi tarihine odaklanmıştı. Amerika Birleşik Devletleri’nin önde gelen papirüs uzmanlarından biriydi ve beş ciltlik Greek Papyri (Yunan Papirüsleri) adlı eseri çevirdi. Westermann, 1919 Paris Barış Konferansı’nda Yakın Doğu işleri uzmanı olarak görev yaptı ve 1944 yılında Amerikan Tarih Derneği başkanlığına seçildi.