“Kristof Kolomb, Bir yahudi Dönmesi miydi?”
“Kolomb, Denizcilik Dışında Her Alanda Bir Felaketti”
1492 yılında Amerika’ya ulaşan denizcinin hayatına dair kaleme alınan yeni bir biyografi, onun milliyetini, dini inancını ve gerçek arzularını açıklığa kavuşturuyor.
Tarihçi Esteban Mira Caballos (Carmona, 1966), Colón. El converso que cambió el mundo (Kolomb: Dünyayı Değiştiren Dönme) adlı biyografisini yayımladı. Bu çalışmasında, Kristof Kolomb’un milliyeti, dini ve tarihsel rolüne yön veren asıl hedeflerinin ne olduğuna dair net bir çerçeve sunuyor. “Amerika’nın keşfi” gibi oldukça tartışmalı bir kavramı ise iki gerekçeyle savunduğunu bu söyleşide ayrıntılarıyla açıklıyor.
Galisyalılar, Kolomb’un kendi hemşehrileri olduğuna artık inanmayı bırakmalı. Aynı şekilde, Kastilyalılar, Mayorkalılar, Portekizliler ve hatta Cenovalılar da… José Antonio Lorente’nin genetik çalışmasına göre –ki bu çalışma Colón ADN. Su verdadero origen (Kolomb’un DNA’sı: Gerçek Kökeni) adlı eserle destekleniyor– bu halkların hiçbiri Kolomb’un kökeniyle özdeşleştirilemez. Ancak siz, bu yorumu reddediyorsunuz; çünkü söz konusu belgesel Kolomb’u Valensiya doğumlu Sefarad bir Yahudi olarak tanıtıyor.
– Genetik verileri doğrudan çürütmem mümkün değil, fakat bu verilerin yorumlanma biçimine itiraz edebilirim.
Dr. José Antonio Lorente, Kolomb’un Batı Akdeniz kökenli Yahudi genlerine sahip olduğu sonucuna ulaşıyor. Ne var ki bu yorumu yaparken herhangi bir tarihsel danışmanlıktan yararlanmıyor ve şöyle bir varsayımda bulunuyor: Cenova’da Yahudiler yoktu çünkü daha önce kovulmuşlardı; dolayısıyla bu genetik işaretler Kolomb’un büyük ihtimalle Valensiya’dan geldiğini gösteriyor olabilir; çünkü orada çok sayıda dönme (converso) yaşamaktaydı.
Madem öyle, neden Katalan olmasın? Kristof Kolomb’un Batı Akdeniz Yahudi genlerine sahip olması tek başına hiçbir şey ifade etmez. Kaldı ki, elbette Cenova’da da hâlâ dönme olmuş Yahudi aileler mevcuttu.
İspanyol milliyetçiliği de Kolomb’u sahiplenmiş durumda.
Elbette. İspanyol mitinin yanı sıra, Galisya ve Katalonya’ya dair tezler de mevcut. Özellikle de uzun süre unutulmuş olan Katalan tezi, Òmnium Cultural gibi kuruluşların, Francesc Albardaner ve Jordi Bilbeny gibi isimlerin katkısıyla yeniden canlandırıldı. Bu isimler, Kolomb’un aslında Katalonya doğumlu olduğunu iddia ediyorlar. Oysa 16. yüzyılda, Kolomb’un Cenova kökenini itibarsızlaştırmak amacıyla açılan “Kolomb Davaları” sürecinde, onun yerine Huelvalı Martín Alonso Pinzón’un ön plana çıkarılması tercih edildi. Pinzón, “asıl kâşif” olarak lanse edilmekteydi.
Yani Kristof Kolomb, aslında Cristoforo Colombo’ydu.
Aslına bakarsanız, 1956 yılında bir tarihçi şöyle demişti: “Kara efsanenin (leyenda negra) İspanya’da ne denli etkili olduğunu gösteren en açık belirti, Kolomb’un Cenovalı olduğunu en çok savunanların İspanyollar olmasıdır.”
Kolomb’un Cenova kökenli olduğuna dair onlarca somut kanıt mevcuttur. Ancak bu gerçeği dile getirdiğinizde hemen “İspanya karşıtı” olmakla suçlanırsınız.
Bu konuda en açık delil, Cristoforo Colombo ile babası Domenico’nun, 22 Eylül 1470 tarihli bir belgede Girolamo del Porto’ya olan borçlarını kabul etmeleridir. Aradan geçen yılların ardından, Kolomb 19 Mayıs 1506’da Valladolid’de düzenlediği vasiyetname eki (kodisil) ile, söz konusu borcun Genovalı Gerónimo del Puerto’nun varislerine ödenmesini talep eder.
Bu iki belge, 1470 tarihli Cristoforo Colombo ile 1506’daki Kristof Kolomb’un aynı kişi olduğunu tartışmaya yer bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır.
Kolomb aynı zamanda Katolikliğe geçmiş bir Yahudi idi.
Görünürde dindar bir Katolik olarak yaşamış, ancak Yahudilere ve dönmelere karşı oldukça saldırgan bir tutum sergilemiştir; bu, büyük ölçüde kamusal alanda dikkat çekmemek için izlediği bir stratejiydi.
Yani herkesin gözünde “uyumlu bir Katolik” imajı sergilese de, onun düşünsel dünyasında derin köklere sahip Yahudi etkileri barizdir. Bunu, kitaplarına düştüğü binlerce nottan açıkça anlayabiliyoruz.
Özellikle Kitab-ı Kehanetler (Libro de las Profecías) adlı eserinde, düşünce yapısı açıkça Yahudi karakterlidir. Kolomb, İsrail’in kayıp on iki kabilesini bulmayı, Kudüs Tapınağı’nı yeniden inşa etmeyi ve kutsal toprakları yeniden fethetmeyi ummaktadır.
Bu fikirler, Katolik teolojide öncelikli sayılmaz; ama bir Yahudi ya da sahte bir dönme için son derece anlamlı hedeflerdir.
Katolik Krallar onun girişimine destek verdi. Ancak Kolomb’un hesaplamaları göz önüne alındığında, bu büyük bir riskti, değil mi?
Aslında hiçbir risk almadılar.
Kolomb’un öne sürdüğü görüşler, dönemin en iyi kozmografları tarafından –ve haklı gerekçelerle– çürütülmüştü.
Kraliçe Isabel de, bu bilgilerin hatalı olduğunu fark etmişti. Ancak Kral Fernando’nun mali danışmanı ve borç vereni olan Luis de Santángel, kraliçeye şöyle demişti:
“Bakın, bu adam muhtemelen bir deli ve kendini bir yerlere kaybedecek… Ama istediği miktar çok az: yalnızca 1.140.000 maravedí. Buna karşılık potansiyel kazançlar çok büyük.”
Üstelik Kolomb da bu girişime 500.000 maravedí katkıda bulunacaktı.
Ama Kolomb hesaplamalarında gerçekten yanılmadı mı?
Evet, Kolomb, projesine bilimsel bir görünüm kazandırmaya çalıştı. Ancak tüm verileri yanlıştı. Dahası, planını geçerli kılabilmek için Asya kıtasının haritalardaki yerini bile bilinçli biçimde çarpıttı.
Yani imkânsız bir yolculuğu mümkünmüş gibi göstermek adına bilimsel verileri manipüle etti.
Ancak ne gariptir ki bu, tarihin en verimli hatası oldu; çünkü onu Amerika’nın keşfine götüren süreci başlattı.
Sonuç olarak, Kolomb denizcilik dışında her alanda tam bir felaketti.
Jakob Wassermann biyografisine “Okyanusların Don Kişot’u” başlığını verdi.
Çünkü Kolomb, tuhaf ve eksantrik bir adamdı; Don Kişotvari bir tavır sergiliyor, mantık dışı sözler söylüyor, öte âlemden sesler duyduğunu iddia ediyor, yerli halk tarafından kuşatıldığında Tanrı’nın karşısına çıktığını ileri sürüyordu… Aynı zamanda kibirliydi de; çünkü Kraliçe Isabel’den, daha önce kimsenin cesaret edemediği şeyleri talep etmişti: kendisinin Hindistan’ın amirali, valisi ve genel valisi ilan edilmesini istemiş; ayrıca keşfedilecek her şeyden onda bir pay talep etmişti.
Peki, o halde Katolik Krallar neden ona güvendiler?
Santa Fe Antlaşmaları’nı (Katolik Krallar ile Kolomb arasında yapılan keşif anlaşması) imzalamaları makuldü çünkü aslında çok az bir maddi risk almışlardı. Ancak şaşırtıcı olan, Isabel ile Fernando’nun, tüm yaşananlara rağmen Kolomb’a olan desteklerini hiçbir zaman geri çekmemeleridir. Neden mi? Kolomb her ne kadar yeni bir aristokrat soyluluk hanesi kurma arzusunu taşıyorsa da, kamuoyuna açık beyanlarında Hristiyanlığı yayma gayesinde olduğunu vurguluyordu. Bu da Katolik Kralların Hristiyan bir imparatorluk kurma projesiyle örtüşüyordu.
Bugün Kolomb’un bindiği karavellerin replikalarını gördüğümüzde insanın içini bir korku kaplıyor…
Dört sefer yapması başlı başına bir kahramanlıktı ama asıl mesele hayatta kalabilmesiydi. Tek sakin seyahat, ilk seferin gidişiydi; çünkü dönüşü tam anlamıyla bir felaketti ve mucize eseri batmaktan kurtulmuştu. İkinci, üçüncü ve dördüncü yolculuklar ise dehşet vericiydi. Her birinde hayatını kaybetme ihtimali yüksekti; zira Atlantik, Modern Çağ boyunca adeta bir mezarlığa dönüşmüştü.
Bir örnek vermek gerekirse, 1492 ile 1508 yılları arasında, nüfusu 3.000’i dahi bulmayan Palos de la Frontera (Huelva) kasabasından yaklaşık 250 denizci boğularak hayatını kaybetti. Okyanusta can verenler arasında Afrikalı köleler de vardı ve bu felaketi inkâr edemeyiz… Amerika’nın fethi bir soykırım değildi; çünkü ortada doğrudan bir yok etme niyeti yoktu. Bu yüzden ben, Kolomb’un Antiller’e ulaşmasından sonra yaşananları bir felaket ya da bir hecatombe (toplu yıkım) olarak nitelendiriyorum.
“İspanyollar o kadar çok yerli öldürmedi, asıl sebep hastalıklardı.” Bu cümleyi duyduğunuzda ne düşünüyorsunuz?
Bir soykırımın ölçütü öldürülen kişi sayısı değil, bu eylemin arkasındaki niyettir. İspanyollar o insanları çalıştırmak istiyorlardı; hepsini öldürmek gibi bir çıkarları yoktu. Ancak, ölümlerin tümü hastalıklardan kaynaklanmadı; yaşanan şey tam anlamıyla bir hecatombdu (toplu kıyım). Yine de İspanyollarla birlikte sistematik biçimde salgınlar da geldi grip, çiçek, kızamık, nezle ve tifüs gibi ve bu hastalıklar yerli halkı kırıp geçirdi. Farklı etkenlerin bir araya gelmesiyle, sadece kırk yıl içinde Hispanyola Adası’ndaki Taíno halkı tamamen yok oldu. Tarihi gizleyemeyiz, fakat onu bağlamına oturtarak değerlendirmeliyiz.
“Amerika’nın fethi” ifadesi tepki çekiyor. Aynı şekilde “keşif” kelimesi ve bunun yol açtığı sonuçlar da.
Tarihçi Enrique Dussel, “keşif” yerine “örtme” (encubrimiento) kavramını kullanır. Ben ise “keşif” terimini kullanmaya devam ediyorum. Birincisi, ulaşmak istediğim geniş okuyucu kitlesi bu kavramın yerine başkasını koyduğumda ne demek istediğimi tam olarak anlayamayabilir. İkincisi ise, aslında karşılıklı bir keşif yaşandığına inanıyorum: Avrupalılar Amerika’yı, Amerikalılar da Avrupa’yı keşfetti. Ayrıca Kolomb birçok yerliyi İspanya’ya getirdi.
Siz, İspanya’nın Amerika’yı fethetmediğini, çünkü fatihlerin %95’inin yerli halktan olduğunu, bu kişilerin kendi aralarındaki rekabet nedeniyle İspanyollarla ittifak kurduklarını savunuyorsunuz.
Tüm büyük fetihlerde olduğu gibi, İspanyollar da bazı yerli halklarla ittifak kurmaya çalıştı. Anlaşma olmazsa savaş kaçınılmaz olur; ancak uzlaşma sağlanırsa bu, her iki taraf için de daha elverişliydi. Mesoamerika’da da, Avrupa’daki gibi, savaş bir fırsat olarak görülürdü. Bu bağlamda birçok yerli halk, eski düşmanlarından intikam almak ya da kendi konumlarını korumak için İspanyollarla ittifak yapma fırsatını değerlendirdi. Elbette, sonuna kadar direnenler de vardı.
Kolomb tek başına mı seyahat etti? Onun ve mürettebatının gerçek başarısı neydi?
Huelva’lı denizciler, yani çok deneyimli bir denizcilik topluluğu, bu seyahatte kilit rol oynamıştır. Özellikle Martín Alonso Pinzón ve Vicente Yáñez Pinzón kardeşler ile Moguerli Niño kardeşler, geniş bir tecrübeye sahipti. Uygun şartlar altında ve doğru zamanda, bu yolculuğu kendileri de gerçekleştirebilecek kapasitedeydiler.
Kolomb’un ilk başarısı o dönemin ifadesiyle “engolfarse”, yani okyanusa açılma cesareti göstermesidir. Zira [Batıya giderek Hindistan’a ulaşma] fikri ona değil, Floransalı kozmograf Paolo dal Pozzo Toscanelli’ye aitti. Yani kıyıdan ayrılmamaya alışkın denizcilerin aksine, Kolomb denizin ortasına doğru yönelme kararı aldı. İkinci başarısı ise, gidiş ve dönüş rotalarını belirlemesidir ki, bu rotalar yelkenli gemiler tarafından neredeyse 19. yüzyılda buharlı gemiler ortaya çıkana dek kullanılmıştır.
Tarihçi Esteban Mira, Kolomb: Dünyayı Değiştiren Dönme adlı kitabının yazarı, Crítica Yayınevi
Açık denizde, üç karavellada yüz kadar adamın birbirini anlayabilmesi pek kolay olmamış olmalı.
İlk sefer sırasında büyük bir belirsizlik hâkimdi; denizciler ümitsizliğe kapılıyor, bir göktaşının düşüşüne tanık oluyor, Teide Yanardağı’nın patlamasını kayda geçiriyorlardı. Güneybatıya doğru uçan kuş sürülerini gördüklerinde, bunun kara işareti olduğunu yorumlayarak yönlerini değiştirdiler. Kolomb bu gözleme kulak verip rotayı değiştirdi ve bu sayede Bahamalar’a ulaştılar. Aksi takdirde Florida kıyılarına varabilirlerdi.
1492 yılının 10 Ekim günü bir isyan patlak verdi; mürettebat Kolomb’u denize atmakla ve geri dönmekle tehdit etti. Ancak Pinzón ortamı yatıştırmayı başardı ve Kolomb’a iyi bir limana ulaşması için üç-dört gün süre tanındı. Kolomb bu öneriyi kabul etti çünkü hesaplarına göre zaten toprağa çok yaklaşmışlardı; 700 milden fazla yol kat etmişlerdi. Tanınan süre dolmadan karaya ulaşıldı.
Kolomb’un kalıntıları Sevilla Katedrali’ndedir; daha önce iddia edildiği gibi Santo Domingo’da değil. Aziz Santiago’da olduğu gibi, azize Teresa’da da olduğu gibi, birçok yer bu kalıntılara sahip çıkmak ister.
Kolomb’un kalıntıları aslında hiçbir yerde sağlam biçimde korunmuş değildir; zira Sevilla’da bulunan kalıntı sadece 150 gramlık, neredeyse toz hâline gelmiş kemik parçalarından ibarettir. Santo Domingo’da da durum aşağı yukarı böyledir. Ceneviz’de ise içinde kum ve kül olduğu iddia edilen bir relik var. 21. yüzyılda hâlâ bu konunun tartışılıyor olması bana göre anlamsız bir meseledir.
Yeni keşfettiğiniz belgeler neyi ortaya koyuyor?
Kitabım, son elli yılda ortaya çıkarılmış ve Kolomb’un kişiliğini çok daha net biçimde tasvir etmemizi sağlayan tüm belgeleri bir araya getiriyor. Bunun yanı sıra, Hindistan Genel Arşivi (Archivo General de Indias) ve Colombina Kütüphanesi’nde yaptığım kapsamlı incelemeler sonucunda, Kolomb’un tarihî figürünü değiştirmeyen ancak bazı önemli nüanslar ekleyen yeni belgeler de buldum.
Kolomb ve seferleri hakkında hâlâ bilmediğimiz neler var?
Hâlâ yeni belgeler gün yüzüne çıkıyor ve bilmediğimiz çok şey var. Örneğin, Kolomb’un üçgen şeklindeki kriptografik imzasına dair pek çok teori mevcut. Ayrıca, eşi Felipa Moñiz ve sevgilileri Beatriz Enríquez de Arana ile Beatriz de Bobadilla Álvarez ile olan ilişkilerine dair bazı gizemli detaylar da söz konusu.
Kimileri bu eseri “Kolomb üzerine yazılmış nihai kitap” olarak tanımlasa da, tarihte nihai kitap diye bir şey yoktur; çünkü her insan bir tarihsel figüre farklı sorular sorar. Ben, 21. yüzyıl tarihçisine özgü sorular sordum ve bunlar büyük ihtimalle çağdaş bir okuyucunun da merak ettiği sorularla örtüşüyor. Dolayısıyla bu kitap, elli yıl sonra artık eskimiş sayılacak; çünkü o dönemin tarihçileri, benim hiç düşünmediğim başka sorular soracak.
Cevapsız kalan hangi soru var?
Kolomb’un ne ölçüde zenginlik ve asalet peşinde olduğu sorusu. Zira onur ve şan takıntısı vardı ve kendisini Hristiyanlığı yaymaya çalışan bir peygamber gibi sunuyordu. Ancak, bu arzunun ne kadarı dini inançtan, ne kadarı ihtirastan kaynaklanıyordu? Bu hâlâ yanıtlanmamış bir soru. Bu arada siz bir soruyu daha sormadınız…
Buyurun?
Karşılaşmanın sonuçları ne oldu?
“Keşif”ten mi bahsediyorsunuz?
Evet. 12 Ekim 1492’den itibaren dünya kökten değişti hem iyi yönde hem de kötü yönde. O anda küreselleşme süreci başladı. Ve böylesine büyük bir dönüşüm, bu çapta bir sarsıntı her gerçekleştiğinde, mutlaka yolda kurbanlar olur; bu kurbanlar arasında yerli halklar da vardı.
Bu, Kolomb’un doğrudan insanları katlettiği anlamına gelmez. Ancak sadece elli yıl gibi kısa bir sürede Büyük Antiller’in (Küba, Porto Riko, Jamaika ve bugünkü Dominik Cumhuriyeti ile Haiti’nin bulunduğu Hispanyola Adası) tüm uygarlığı yok oldu. Yani Kolomb’un Amerika’ya gelişi, o toprakların yerli halkları için bir ilerleme ya da kazanım anlamına gelmedi; aksine, ağır bedeller doğurdu.
Öte yandan, Kolomb’un doğrudan sorumluluğu olmasa da, Avrupalı bitki ve hayvanların getirilmesiyle geri dönülmez bir ekolojik yıkım da başladı. Özellikle Santo Domingo’da, şeker kamışı üretimiyle birlikte başlayan ormansızlaşma süreci sonucunda, 1520’ye gelindiğinde çevresel felaket tam anlamıyla gerçekleşmişti.
Tüm bunlar tarihin bir parçasıdır ve evrimsel sürecin “yan etkileri”dir. Çünkü tarih, bizim hayal ettiğimiz gibi değil, olduğu gibidir.
Henrique Mariño
‘Público’ gazetesinde Kültür ve Hafıza editörüdür. Daha önce ‘El Correo Gallego’, Cadena COPE, Agencia EFE, ‘La Voz de Galicia’, ‘El Mundo’, ‘Spain Gourmetour’ ve ‘ADN.es’ gibi medya kuruluşlarında görev almıştır. Ayrıca ‘MAN’, ‘Números Rojos’, ‘DT’, ‘Táboa Redonda’ ve ‘Luzes’ dergileri başta olmak üzere çeşitli yayınlarda katkıda bulunmuştur.
Kaynak; https://www.publico.es/culturas/libros/conquista-america-genocidio-hubo-afan-exterminio.html