Köleliğin Mirasını Konumlandırmak
Steve Cushion, Slavery in the British Empire and its Legacy in the Modern World (Monthly Review Press, 2025) adlı kitabında, bu iğrenç kurumun yeterince anlatılmamış tarihini gözler önüne seriyor. Bu doğrultuda, yüzyıllar boyunca köleleştirilmiş Afrikalı emeğinin — geçmişte olduğu gibi bugün de — finansal ve endüstriyel zenginliğin temelinde yattığını ikna edici bir şekilde ortaya koyuyor. Başka bir deyişle, mülkiyet köleliği, modern kapitalizmin yükselişinde — ekolojik ve ekonomik açıdan — ve bu toplumsal yaşam alanlarından doğan her şeyde merkezi bir rol oynamıştır.
Cushion, Eric Williams’ın çığır açan Slavery and Capitalism (Andre Deutsche, 1944) adlı eserindeki Marksist eleştiriyi genişletiyor ve derinleştiriyor. Cushion şöyle yazıyor: “Bu kitabın amaçlarından biri, geçmişteki köleleştirme suçunu ve günümüzün iklim değişikliği tehditlerini, kârı insanın önüne koyan iş uygulamaları bağlamında konumlandırmaktır.”
Yani, işveren sınıfının ücret sistemi aracılığıyla işgücüne sahip olduğu ve onu kontrol ettiği modern ticari girişim, geçmişte canlı insanları sermaye olarak sahiplenmeye dayanan sömürücü ve talancı ticaretten kaynaklanmaktadır.
Kısaca söylemek gerekirse, Britanya İmparatorluğu döneminde egemen sınıfın sermaye birikimi ve sınıf gücü adına Afrikalıların karşılıksız emeğini gasp etmesi, şirketler ve zenginler için finansal ve endüstriyel gelişimin yükselişini tetikledi. Tezini temellendirmek amacıyla Cushion, Britanya’daki Drax Ailesi’nin para-kölelik mirasını açığa çıkarıyor. Ailenin Barbados’taki köleleştirilmiş Afrikalıları şeker kamışı üretiminde sömürmesi, İngiltere’deki ceplerine büyük kârların akmasına zemin hazırladı; bu kârların bir bölümü, Enclosures nedeniyle yerlerinden edilen sıradan halkın topraklarını satın almak için kullanıldı.
Sayılar önemlidir. Cushion, birinci bölümde, Afrikalıların köleleştirilmesi işinde kişi başına düşen göreli gelir ve servet ölçütünü zaman içinde tanıtıyor. Parantez içinde günümüz rakamlarıyla karşılaştırıldığında geçmişin miktarları şaşırtıcıdır: trilyonlarca doları bulmaktadır. Cushion bir tarihçidir, makroekonomist değildir.
Şirket–devlet ittifakı, bu zorlayıcı toplumsal ilişkinin ilk dönemlerinde merkezi bir rol oynamıştır. Üç örnek: Royal African Company, East India Company ve South Sea Company. Buna göre, bugün sürmekte olan faşist eğilim, erken dönem kapitalist emek sömürüsüne kök salmaktadır. Cushion, alıcılar ve satıcılardan oluşan, aktif bir devlet rolünden yoksun sözde serbest piyasa anlayışını, yani siyasetten ayrı bir ekonomi fikrini çürütür. Bu devlet rolü, Britanya ve Amerikan köleci düzenine yardım eden korumacı bir devletten, sermayenin azami hareketliliğini sağlayan bir “serbest ticaret” rejimine evrilir.
Britanya Atlantik İmparatorluğu’nun politik ekonomisi ve plantasyon yönetimi, sırasıyla ikinci ve üçüncü bölümlerde, ekoloji ya da Doğa’nın rolünü kısmen ifade eder. Yeni İngiltere ile Batı Hint Adaları arasındaki bağlantılar, köleleştirilmiş Afrikalıların ticareti, yerli halkın soykırımı, toprakların verimsizleşmesi ve bilimsel yönetim uygulamaları ve nihayetinde Hıristiyan köleliği, bir bütünlük içinde ele alınır.
Dördüncü bölümün başlığı olan “Kanun ve düzen”, devletin karakteri ve biçimi ile Britanya kolonilerindeki köle emeğinden artı-değer elde etmedeki rolünü konu alır. Kölelik işi, örneğin sermaye yatırımlarını zor yoluyla korumak gibi, devletin aktif bir rolünü gerektiriyordu.
Cushion’un kitabında alacaklıların rolü geniş bir biçimde ele alınmaktadır. Beşinci bölüm, “Finans ve Sanayi”de, şöyle yazar: “Sanayi gelişiminin finansmanı, genellikle finansal hizmetler sektörü olarak bilinen bankalar, yatırım şirketleri, kredi kuruluşları, finans şirketleri, emlak şirketleri, brokerlar ve sigorta şirketlerinden ayrı düşünülemez.” Devamında, bu kurumlarla zorla çalıştırma ve ücretsiz emek arasındaki tarihsel bağlantıları ve önemli ayrıntıları etraflıca ele alır.
Britanya emperyalizminin anavatanı dışında (köleleştirilmişler) ve içinde (ücretliler) işçilerin köleliğe direnişi, Cushion’un kitabında ilham verici bir temadır. Örneğin, Amerikan İç Savaşı sırasında İngiliz pamuk işçileri ile Amerika’nın güneyindeki köleleştirilmiş Afrikalılar arasında yaşanan ve pek bilinmeyen bir uluslararası dayanışma örneği, daha genç ve daha geniş bir okur kitlesine ulaşmayı hak ediyor. Ben şahsen, işçilerin sınır ötesi dayanışmasına dair bu olağanüstü hikâyeyi ancak yetişkin olduktan sonra öğrenebildim.
Ayrıca, Guyana’daki Demerara kolonisinde köleleştirilmiş Afrikalıların isyanı hem orada hem de İngiltere’de büyük sarsıntı yarattı. Bu arada, büyük ya da küçük (özellikle üreme işlerinde) çeşitli şekillerde çalışan köleleştirilmiş Afrikalı kadınlar da kurtarıcılar olarak merkezi roller üstlendiler. Cushion’a göre, “Nasıl ki köleleştirilmiş kadınlar işgücünün ayrılmaz bir parçası idiyse, aynı şekilde köleleştirmeye karşı muhalefetin de merkezindeydiler; çoğu zaman direniş kültürünü teşvik etmek gibi önemli bir rol üstlendiler. Erkek şovenizmi ve çağdaş tarihçilerin beyaz üstünlüğü nedeniyle kadınların rolleri sıklıkla ihmal edilmiş olsa da, kadınlar ve erkekler köleleştirme, ceza ve işkenceye günlük direnişten açık isyana kadar benzer şekillerde tepki verdiler.”
Karayipler’deki hükümetlerden, köleleştirilmiş Afrikalıların torunlarına tazminat ödenmesi yönündeki talepler giderek ivme kazanıyor. Toplumsal hareketler, insanların bilincini değiştirebilir ve gerçekten de değiştiriyor. ABD’deki Filistin yanlısı dayanışma hareketi, kamuoyunun İsrail apartheid rejimine yönelik körü körüne desteğini sorgulatıyor. Egemen ideolojinin gücünü kurumsal indoktrinasyon yoluyla genişletmek, egemen sosyal sınıfın öncelikleri arasında yer alıyor. Cushion gibi akademisyenler ise bu duruma muhalefetle karşı koyuyor. Onun yeni kitabı, tarihsel adalet için verilen kölelik tazminatı mücadelesine yelken açtıran bir rüzgâr niteliğinde.
* Seth Sandronsky, Sacramento merkezli bir gazetecidir ve Pacific Media Workers Guild serbest çalışanlar biriminin üyesidir. E-posta: [email protected]
Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/11/14/situating-slaverys-legacy/