Klasik Türk Müziğinden “Heyecan” Duymayıp Operayı Tercih Eden Abdülhamit

Türk modernleşmesi içerisinde adına “Müzik Devrimi” denen yenileşme ve Saray çevresindeki geçmiş müzik birikimine mesafeli tutumun ruh köklerini Cumhuriyet öncesine kadar götürmek mümkün. Meragi’den başlayıp Osmanlı Sarayının son dönemlerine kadar uzayan bu müzik hattının “Türk”e ait olmadığı iddiasında bulunan Ziya Gökalp’ten “ilhamla” Cumhuriyet modernleşmesi sürecinde, asıl Türk müziğinin Saray’ın etki alanından uzakta konumlanan kırda, dolayısıyla halk türkülerinde olduğu tezinden hareket ederek kimi kararlar alınıp uygulamalar yapıldığı malum. Her ne kadar Saray, Cumhuriyet’in Müzik Devrimi gibi tercihini salt türkülerden yana kullanmayıp, eski (Saray, Osmanlı, Divan müziği) ve yeniye (Avrupai tarz askeri bando) aynı anda ikame verse de Mehterhane’nin kaldırılıp yerine 1827’de kurulan Batı tarzı askeri bando (ki, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının temeli burasıdır) konumlandırılması çok belirgin bir eğilimi işaret etmektedir.

Yerleşik Sağcı Algı ve Abdülhamit

Türk sağının milliyetçi-mukeddesatçı ve İslamcı çevreleri açısından Cumhuriyet’in Batı çok sesli müziğinden yana kullandığı tercih ise sürekli eleştirilen bir durum oldu. Bugün bizim, adına “Klasik Türk Müziği” dediğimiz “Saray, Osmanlı, Divan Müziği”nin devlet radyosunda bir süre yasaklanması, 1976 yılına kadar (1.Milliyetçi Cephe Hükümeti) resmi herhangi bir eğitim kurumunda bu müziğin eğitiminin verilmemesi gibi bazı uygulamalar bu eleştirinin temelini inşa ediyor. Ancak milliyetçi-mukeddesatçı ve İslamcı Türk sağının “Ulu Hakan Abdülhamit Han” biçimimde konumlandırdığı (Türk Solu için ise Abdülhamit, kötüleyici bir ifadeye yaslanan “Kızıl Sultan”dır) 2. Abdülhamit’in de “Klasik Türk Müziği” konusunda Cumhuriyet’in Müzik Devrimini yapanlardan farklı düşünmediğini belirtelim. Muhtemelen yerleşik sağcı algı ise Abdülhamit’in Sarayda himaye altına alınan atalarının bu müziğini sevdiği, dinlemekten hoşlandığı ve hatta kendinden evvelki sultanlar gibi bizatihi icra ederek bu müziğin ruhuyla kendi ruhunu özdeş kıldığı şeklinde.

Demokrat Parti’nin mirası üzerine siyasal alan inşa eden Adalet Partisi’nden 1969 yılında Konya milletvekili olarak da Türkiye Büyük Millet Meclisinde politika yapan “sağcı” tarihçi ve müzik adamı olan Yılmaz Öztuna’nın bu konuda yazdıkları ilginçtir. Aynı zamanda Türk Musıkisi Ansiklopedisi’nin (MEB Basımevi, 1969) de yazarı ve İTÜ Türk Musıkisi Konservatuvarının kurucuları arasında olan Öztuna bu kitabının birinci cildinde 2. Abdülhamit’in Saray’a alınıp Mızıkayı Hümayunda görevlendirilen Batılı müzik adamlarından bir Batı müziği enstrümanı olan piyona dersleri aldığını belirttikten sonra “Şehzadeliğinde Batı tarzı birkaç parça besteledi” (sayfa 7) der.

“Alaturka Musıkiden Heyecan Duymamıştır”

Konuyla ilgili olarak Toplumsal Tarih dergisinde de mesela dünyaca üne sahip piyano icracımız Vedat Kosal’ın bir makalesine rastlıyoruz. “Türk Beşleri”nden Cemal Reşit Rey’den piyano ve kompozisyon dersleri alarak kariyerine başlayan ve daha sonra müzik hayatına Avrupa’da devam eden Kosal, Abdülhamit’in kendisinin Guatelli Paşa’dan, Miralay Lombardi Bey ve Dussap Paşa’dan piyano dersleri almasının dışında çocuklarına bu Batı enstrümanını çalmayı öğrenmelerini sağladığını belirtir (Eylül 1998, Sayı 57, sayfa17). Abdülhamit’in, atalarının ve içerisinde şekil bulduğu Türk/İslam kültürünün uzantısı olan müziğin enstrümanları yerine sadece Batı müziği enstrümanlarına ilgi duyması şaşırtıcı. Hatta Osmanlıdan Cumhuriyete intikal eden aydın profilinin en önemli simalarından yazar, tarihçi, mutasavvıf İbnülemin Mahmut Kemal İnal Bey Klasik Türk Müziğine emeği geçen şahsiyetleri anlattığı “Hoş Sadâ” kitabında (Maarif Basımevi, 1958) açıkça Abdülhamit için kendinden önceki bütün diğer Padişahlar kadar alaturka musikiden heyecan duymamıştır yorumunda bulunur (sayfa 69).

Avrupa’dan Opera Temsilleri Getirtiyor

Abdülhamit’in Batı müziğine özel ilgisi sadece piyano dersleri almakla sınırlı değil. Operayı da takip ediyor ve bu sanat dalından zevk alıyor. Bunu sarayda daimi bir opera kurdurması, Avrupa’dan özel opera topluluklarını getirtip bizatihi izlemesinden biliyoruz (Yrd. Doç. Dr. Ahmet Feyzi, Tanzimat Döneminde Geleneksel Türk Müziği – Bizans Müziği “Kuramsal Benzerlikler Üzerine Bir İnceleme”, Bilig dergisi, Bahar 2017, Sayı 81, s.263). Bütün bu bilgilerin yerleşik Türk Sağı ve Abdülhamit algısı açısından ilginç olmadığını söylemek mümkün değil. Ud virtüözü, bestekar, müzik yazarı Cinuçen Tanrıkoru ise meseleyi çok daha derinleştirerek Türkiye’de yıllardan beri kamplara bölünüp birbirlerini itham edecek hale gelen Türk müziği çevreleriyle Batıcı müzik çevreleri arasındaki yarılmanın müsebbibi olarak onu görür. Tanburi Cemi Bey üzerine bir makalesinde Tanrıkorur Abdülhamit’i kastederek “Sanat hayatımızda hâlâ sürüp giden alaturka, alafranga tedirginliğinin doğmasına sebep olmuşlardır” tespitinde bulunur (Yüzyıllık Metinlerle Tanburi Cemil Bey, Hazırlayan: Hüseyin Kıyak, Kubbealtı Neşriyat, 2017, s.277).

Dolaysıyla şu açık biçimde görülüyor ki, yıllar geçmesine rağmen gerek Türk Solu ve gerekse Türk Sağı 2.Abdülhamit’i sağlıklı biçimde çözümlemeye imkan aralayamamış, yerleşik algılarını aşamamıştır.