Kapsamlı Bir Orta Doğu Barışı’nın Vakti Geldi
İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik saldırısı iki önemli etki yarattı. Birincisi, bölgedeki kargaşanın temel nedenini bir kez daha gözler önüne serdi: İsrail’in, egemenliğini sürdürmek ve bir Filistin devletinin kurulmasını engellemek amacıyla rejim değişiklikleri yoluyla “Orta Doğu’yu yeniden şekillendirme” projesi. İkincisi ise bu stratejinin ne denli boş ve pervasız olduğunu ortaya koydu. Barışa giden tek yol; Filistin’in devlet statüsünü, İsrail’in güvenliğini, İran’ın barışçıl nükleer programını ve bölgenin ekonomik toparlanmasını kapsayan kapsamlı bir anlaşmadan geçmektedir.
İsrail, Filistinlilerle ittifak halinde olan vekil güçleri ve devlet dışı aktörleri desteklediği için İran hükümetini devirmek istemektedir. Ayrıca İsrail, İran’ın nükleer programına ilişkin ABD-İran diplomasisini de sürekli olarak baltalamıştır.
Sonsuz savaşlar yerine, İsrail’in güvenliği iki temel diplomatik adımla sağlanabilir: Birincisi, BM Güvenlik Konseyi garantisi altında bir Filistin devleti kurularak militanlığın sona erdirilmesi; ikincisi ise, barışçıl ve doğrulanabilir bir nükleer program karşılığında İran’a yönelik yaptırımların kaldırılmasıdır.
Aşırı sağcı İsrail hükümetinin bir Filistin devletini kabul etmeyi reddetmesi, sorunun esas kaynağıdır.
1917’de, İngiliz İmparatorluğu Zorunlu Filistin topraklarında Yahudilere bir vatan vadettiğinde, Filistinli Araplar nüfusun %90’ını oluştururken, Yahudilerin oranı %10’un altındaydı. 1947’de, ABD’nin yoğun lobi faaliyetlerinin ardından, BM Genel Kurulu, nüfusun yalnızca %33’ünü oluşturan Yahudilere Filistin’in %56’sını yeni bir Siyonist devlete vermeyi oyladı. Filistinliler bunu kendi kaderini tayin haklarının ihlali olarak reddetti. 1948 Savaşı’nın ardından İsrail, Filistin topraklarının %78’ine yayıldı ve 1967’de kalan %22’lik kısmı—Gazze, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri—işgal etti.
İsrail, işgal ettiği toprakları barış karşılığında iade etmek yerine, sağcı politikacılar toprağın %100’ü üzerinde kalıcı egemenlik talep etti. 1977 yılında Likud’un kuruluş tüzüğünde, “deniz ile Ürdün arasında” yalnızca İsrail egemenliğinin geçerli olacağı açıkça ilan edildi.
Netanyahu, bu tahakküm politikasının temsilcisidir ve 1996’dan bu yana toplamda 17 yıl başbakanlık yapmıştır. İktidara geldiğinde, kendisi ve ABD’li neocon (yeni muhafazakâr) müttefikleri, bir Filistin devletinin kurulmasını engellemek için “Temiz Kopuş” (Clean Break) stratejisini hazırladılar. Barış karşılığında toprak vermek yerine, İsrail, Filistin davasını destekleyen hükümetleri devirmeyi ve böylece Orta Doğu’yu yeniden şekillendirmeyi hedefledi. Bu stratejinin uygulayıcısı ise ABD olacaktı.
11 Eylül sonrası dönemde tam da bu yaşandı: ABD, Irak’a (2003’teki işgal), Lübnan’a (ABD’nin İsrail saldırılarını finanse etmesi ve silahlandırması), Libya’ya (2011’de NATO bombardımanı), Suriye’ye (2010’larda CIA operasyonları), Sudan’a (2011’de Sudan’ı bölmek için isyancıların desteklenmesi) ve Somali’ye (2006’da Etiyopya’nın işgaline destek) karşı savaşlara öncülük etti ya da destek verdi.
Netanyahu’nun 2002’de ABD Kongresi’nde dile getirdiği, Irak’ta rejim değişikliğinin Orta Doğu’ya ‘yeni bir gün’ getireceği yönündeki samimiyetsiz vaatlerinin aksine, 2003 Irak Savaşı bölgede yaşanacak felaketlerin habercisi oldu. Irak hızla kaosa sürüklendi ve o zamandan bu yana her yeni savaş ölüm, yıkım ve ekonomik çöküş getirdi.
Bu ay, İran ile ABD arasında İran’ın nükleer programının barışçıl amaçlarla kullanılmasını güvence altına almak üzere müzakereler devam ederken, İsrail İran’a saldırdı—Netanyahu’nun Irak Savaşı’nı meşrulaştırmak için kullandığı aynı kitle imha silahları (WMD) propagandasını yeniden sahneye koyarak.
İsrail, 30 yılı aşkın bir süredir İran’ın nükleer silah elde etmek üzere olduğu yönünde iddialarda bulunuyor. Ancak 18 Haziran 2025’te, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) Genel Direktörü, İran’ın nükleer silah geliştirmek için “sistematik bir çaba” gösterdiğine dair hiçbir kanıt bulunmadığını açıkladı. Dahası, İran ve ABD, İran’ın nükleer programının barışçıl niteliğini izleyip doğrulaması için IAEA’nın devreye gireceği bir müzakere sürecine aktif olarak katılıyordu.
İran’a yönelik saldırı, Netanyahu’nun yaklaşımının bir kez daha ne kadar boş ve nihilist olduğunu kanıtladı. İsrail ve ABD’nin saldırılarından hiçbir olumlu sonuç çıkmadı. Çoğu analiste göre, İran’ın zenginleştirilmiş uranyumu hâlâ sağlam durumda, ancak artık IAEA denetimi altında değil; gizli bir yerde tutuluyor. Bu sırada İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırım ile ne barış sağlanabildi ne de güvenlik.
İsrail, Orta Doğu’yu ‘yeniden şekillendirerek’ Filistin Devleti’nin kurulmasını engelleme amacıyla gerçekleştirdiği pervasız, hukuk dışı ve savaş yanlısı eylemleriyle bölgeyi Libya’dan İran’a kadar uzanan 4.000 kilometrelik bir şiddet kuşağına dönüştürmüştür.
Çözüm açıktır: ABD’nin artık kendi stratejik çıkarlarının, İsrail’in yıkıcı stratejisine ortaklıktan kesin bir kopuşu gerektirdiğini kabul etmesinin zamanı gelmiştir.
Orta Doğu’da gerçek barışı öncelik haline getirmek yalnızca ahlaki bir zorunluluk değil, aynı zamanda ABD’nin temel çıkarlarından biridir—ve bu ancak kapsamlı bir barış anlaşmasıyla mümkündür. Bu anlaşmanın temel direği, ABD’nin 4 Haziran 1967 sınırları içinde bir Filistin Devleti kurulmasına yönelik veto hakkını kaldırmasıdır—ve bunu belirsiz, asla gelmeyecek uzak bir gelecekte değil, en başında yapması gerekir.
Arap ülkeleri 20 yılı aşkın süredir pratik bir barış planını desteklemektedir. 57 üye ülkeden oluşan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve 22 üyeli Arap Devletleri Ligi (LAS) de aynı şekilde bu planın arkasındadır. BM Genel Kurulu’ndaki neredeyse tüm ülkeler de bu planı desteklemektedir. Uluslararası Adalet Divanı da 2024 tarihli kararında İsrail’in işgalinin yasadışı olduğunu açıkça belirtmiştir. Bu planın önündeki tek engel, ABD vetosunun desteğiyle hareket eden İsrail’dir.
İşte tüm tarafların yararına olacak yedi maddelik bir barış planı. İsrail barış ve güvenliğe kavuşacak. Filistin devlet kurma hakkını elde edecek. İran’a yönelik ekonomik yaptırımlar sona erecek. ABD, İsrail adına yürüttüğü maliyetli ve hukuka aykırı savaşlardan kurtulacak, ayrıca mevcut şiddetin devam etmesi halinde nükleer silahların yayılma riskinden arınmış olacak. Orta Doğu ise ekonomik kalkınma, güvenlik ve adalete ulaşacak.
– Birincisi, tüm bölgede derhal bir ateşkes ilan edilecek ve bu ateşkes, tüm rehinelerin ve tutukluların derhal serbest bırakılmasını da kapsayacaktır.
– İkincisi, BM Güvenlik Konseyi, 4 Haziran 1967 sınırları içinde ve başkenti Doğu Kudüs olacak şekilde Filistin’i 194. BM üye devleti olarak kabul etmeye yönelik oylamayı en başta gerçekleştirecektir. Daha sonra İsrail ve Filistin, karşılıklı olarak arzu ettikleri sınır düzenlemeleri konusunda anlaşabileceklerdir.
– Üçüncüsü, İsrail, 1967’den bu yana işgal ettiği tüm topraklardan çekilecektir. BM yetkisiyle görevlendirilecek uluslararası güçler, barışçıl ve düzenli bir geçişi, Filistin topraklarının Filistin otoritelerine devrini ve hem İsrail’in hem de Filistin’in karşılıklı güvenliğini sağlayacaktır.
– Dördüncüsü, Lübnan, Suriye ve bölgedeki tüm devletlerin toprak bütünlüğü ve egemenliği garanti altına alınacaktır. Tüm devlet dışı silahlı gruplar silahsızlandırılacak ve yabancı askerler bölgeden çekilecektir.
– Beşincisi, BM Güvenlik Konseyi, İran ile zorunlu denetim mekanizmaları içeren güncellenmiş bir nükleer anlaşmayı kabul edecek ve İran’ın nükleer programını barışçıl amaçlarla kullandığını doğrulayan mekanizmalarla birlikte, İran’a yönelik tüm ekonomik yaptırımlar kaldırılacaktır.
– Altıncısı, Filistin Devleti’nin BM’ye üye kabul edilmesinin ardından İsrail ile tüm Arap ve İslam ülkeleri tam diplomatik ilişkiler kuracaktır.
– Yedincisi, Orta Doğu ülkeleri, Lübnan, Suriye ve Filistin’in savaşla yıkıma uğramış bölgelerinin yeniden inşası için, hem bölge içinden hem de dış kaynaklardan sağlanacak katkılarla uluslararası bir fon oluşturacaktır.