Kapitalizm Giderken Neofeodalizm mi Geliyor?
Milyarderlerle geri kalan herkes arasındaki uçurum—on yıllardır süren iki partili bir projenin sonucu olarak—büyümeye devam ederken, yazar ve akademisyen Jodi Dean, kapitalizmin biçim değiştirmekte olup olmadığını sorguluyor. Kendi ifadesiyle bu yeni biçimi “neofeodalizm” olarak tanımlıyor. Dean bu düşüncelerini Kapital’in Mezarı’nda (Verso Books, 2025) adlı kitabında dile getiriyor. Kitabın başlığı, Komünist Manifesto’da kapitalizmin sınıf ilişkilerinin ölümcül çelişkiler doğurduğunu belirten şu satıra gönderme yapıyor: “Burjuvazi (kapitalist sınıf) her şeyden önce kendi mezar kazıcılarını üretir.” Elbette, bu sürecin henüz meyve verdiği söylenemez.
Dean’in yeni kitabını okumaya başlarken, kapitalizmden feodalizmin doğmakta olduğu tezine—özellikle 2025 yılı bağlamında—kuşkuyla yaklaştım. Bu düşüncemi güncel gelişmeler de şekillendirdi. Örneğin Başkan Trump’ın uyguladığı küresel ticaret tarifeleri, dünya ticareti için malların üretimi ve dolaşımının—ve dolayısıyla, tüketicileri ve işçileri sömüren finans ve teknoloji platformlarının—ne denli merkezi bir rol oynadığını açıkça ortaya koyuyor.
Kapitalizmin bir diğer temel özelliği de, işverenlerle çalışanlar arasındaki eşitsiz ilişkilerdir. Bu durum, istihdam edilenlerle işsizler arasındaki bağlarla doğrudan bağlantılıdır. Bu ilişkilerin kapitalist sistemin doğasında yer aldığı söylenebilir. Oysa yüzyıllar boyunca varlığını sürdüren bir emek sistemi olarak feodalizmde, işsizlik kalıcı bir özellik değildi. Feodal düzende, yöneten lordlar ile yönetilen serfler arasında hiyerarşik bir yapıda ekonomik güvenlik sağlanıyordu. Kapitalizm ise işsizliği, ücretleri baskılamak için bir araç olarak kullanır; çalışanları işsizlerle karşı karşıya getirir. Bu bölünme, ırkçılık ve cinsiyetçilikle de kesişir: Amerikalı işverenler, beyaz olmayan ve kadın çalışanlara, erkek meslektaşlarına kıyasla daha düşük ücret öder.
Dean’in tezine göre, kapitalist sınıf artık kâr elde etmek için mal üretmekten ziyade, dijital platformlardaki işçilerden ücret, harç ve kira gibi kalemler aracılığıyla emek gelirini çekerek tekel kârı biriktirme yönüne kayıyor. Örneğin, federal hükümetin Büyük Teknoloji (Big Tech) ve Büyük İlaç (Big Pharma) şirketlerine verdiği fikri mülkiyet haklarını düşünün. Bu haklar, bu tekelleşmiş sektörlerin üretim maliyetlerini aşan piyasa fiyatlarını talep etmelerine olanak tanıyor. Pahalı kanser ilaçları üreten ilaç firmaları buna iyi bir örnektir. Bu bağlamda, bir kanser teşhisi ve ardından gelen tedavi süreci, kâr odaklı Amerikan sağlık sistemi yüzünden bireyleri iflas ve yoksulluğa sürükleyen bir yol haline geliyor.
Dean’in Grundrisse Bize Uber Hakkında Ne Söylüyor? başlıklı birinci bölümdeki analizini oldukça ikna edici buluyorum. Araç paylaşım şirketi Uber, sözleşmeli sürücülerinden elde ettiği geliri adeta feodal bir biçimde gasp ediyor. Bu sürücüler, tıpkı sömürgeleştirilmiş İrlanda kırsalından ayrılıp İngiltere’ye göç eden ve orada meta üreticisi olarak ücretli işçiye dönüşen eski köylüler gibi, “sömürülmekte özgür.” Dean, Uber’in, bir platform şirketi olarak, fabrikalardaki geleneksel işveren uygulamalarından farklı biçimde sürücülerini nasıl sömürüye açık hale getirdiğini ikna edici şekilde ortaya koyuyor. Fabrikalarda işverenler, işçilerin kullandığı makinelerin sahibidir ve bu makineler aracılığıyla, işçinin ücretinden daha yüksek değerde ürün elde eder. İşverenler, bu artı değeri artırmak için emek sürecini hem uzatabilir hem de yoğunlaştırabilir.
Dean’in detaylandırdığı üzere, Uber sürücüleri araçlarının sahibidir ve onları çalıştırmak için gerekli tüm masrafları kendileri karşılamak zorundadır. Bu masraflar, yakıt ve yağdan bakıma, sigortaya kadar uzanır. Uber gibi platform işverenleri ise, sürücülerin yolcu pazarına erişimini fiilen yönetmektedir. Buna karşılık, 19. yüzyıldan itibaren fabrika işçileri, kullandıkları makinelerin sahibi değildir. O dönemde de bugün de makinelerin sahibi işverenlerdir.
Bu fark, beni Dean’le teknolojik gelişmeler konusundaki hemfikrim olmaktan, bu gelişimi kapitalizmin küresel sisteminde “yeni” ya da “neofeodal” bir kopuş olarak tanımlamasına katılmamaya yöneltiyor. Ekonomik çöküş sürecindeki Amerikan imparatorluğunun merkezinden baktığımda, platform işverenlerin yükselişi, yurtdışındaki kâr odaklı endüstriyel meta üretimini tamamlayıcı bir unsur olarak görünüyor. Örneğin, ABD’deki Wal-Mart mağazalarında düşük gelirli tüketicilere sunulan ucuz mallar, başta Çin olmak üzere Bangladeş, Pakistan ve Vietnam gibi ülkelerde, düşük ücretle çalışan endüstriyel işçilerin kapitalist sömürüsü sayesinde oradadır. Arghiri Emmanuel, gelişmiş ülkelerdeki yüksek ücretler ile gelişmekte olan ülkelerdeki düşük ücretleri, Marx’ın değer teorisine dayanan “eşitsiz mübadele” kavramı üzerinden analiz etmiştir. Küresel Güney’de meta üreten işçilerin düşük ücretlerle çalıştırılması, kısmen de olsa, Küresel Kuzey’deki şirketlerin daha yüksek kâr oranlarına ulaşmasını sağlar. Apple’ın CEO’suna sorun, yeter.
Eşitsiz mübadele, Amerika’daki kapitalist sınıfın sanayi üretimini Ohio, Michigan ve Pennsylvania gibi imalat eyaletlerinden yurtdışına neden kaydırdığını açıklar. Buradan çıkarılacak birkaç sonuç vardır. Bunlardan biri, Çin Komünist Partisi’nin, kâr amacı güden küresel kapitalist meta üretimi yarışını kazanıyor olmasıdır. Bu, dünya tarihi açısından ironik bir durumdur. Biden ve Trump yönetimlerindeki “Sam Amca”, Tayvan meselesi üzerinden Çin’i askeri olarak tehdit edebilir; son olarak Trump, bu ülkeye karşı gümrük vergisi ya da satış vergisi artırımı getirebilir. Ancak tüm bunlar, Trump’ın ve kendisinden öncekilerin vaat ettiği şekilde Amerika’yı yeniden sanayileştirmeye yetmiyor. Üstelik, ABD’nin ticaret ortaklarına yönelik gümrük vergileri, tahvil ve hisse senedi piyasalarına ve tüketici güvenine zarar veriyor.
Dean, teknolojik temelli yapısıyla ve ona eşlik eden devlet yönlendirmeli müdahaleleriyle neofeodalizmi kısmen suçlu ilan ediyor. Ben ise sermayenin, kendi büyüme zorunluluğunun önündeki esas engel olduğunu düşünüyorum. Yükselen deniz seviyeleri ve karbon emisyonundaki artışın neden olduğu hava koşullarına bağlı krizlerin doğurduğu iklim kaosu karşısında, gezegenin insan yaşamını sürdürme kapasitesinin sınırlarını göz önünde bulundurmalıyız.
Dean, Neofeodalizmin Temel Özellikleri başlıklı üçüncü bölümde, sermaye birikimini yönlendiren devlet biçiminde yaşanan bazı değişimlere işaret ediyor. Ancak burada devam eden şey, kapitalist sınıfın devleti kontrol etmesidir. Devletin temel işlevi, ekonomik ve siyasi olarak egemen olan sınıfın sermaye birikimini yönlendirmektir. Dean şöyle yazıyor: “Hukukun üstünlüğüne dayalı siyasal sistem ve kapitalist hareket yasalarını izleyen ekonomik sistem kurgusu, yerini güç ve ayrıcalığın hüküm sürdüğü, ağ temelli özel ilişkilere bırakıyor.” Onun değişim gördüğü yerde, ben süreklilik görüyorum. Örneğin, Amerika’nın II. Dünya Savaşı için gerçekleştirdiği sanayi seferberliği buna örnektir. Bu durum, savaş sonrası dönemde (Marshall Planı) özel sektörün, devlet güdümünde, kapitalist hareket yasalarını yasal bir siyasi rejim altında yeniden devreye almasının açık bir göstergesidir. Başkan Trump’ın ticaret ortaklarına uyguladığı gümrük tarifeleri de, siyasi gücün milyarderlerin yararına ve geri kalan herkesin zararına kullanıldığına dair bir başka örnektir. İşte bu, kapitalizmin ta kendisidir—ve onun bağrından faşizm doğabilir.
Dean’in, insanlığın ve gezegenin sürdürülebilirliği için sosyal değişimin öncüsü olarak hizmet sektöründe çalışanları görmesini beğendim. Düşük ücretli hizmet istihdamının yükselişi, eski sanayi gücüne sahip ülkelerin—özellikle ABD’nin—karakteristik bir özelliğidir. Dean, grev yoluyla emeklerini ortaya koymaktan kaçınan hemşireler ve öğretmenleri örnek gösteriyor; bu örnekler, sınıf dayanışmasının nasıl inşa edilebileceğini bize gösteriyor. Grevci işçilerin sözleri ve eylemleri, çalışma koşullarının doğrudan hizmet sundukları insanlarla organik bir bağa sahip olduğunu ortaya koyuyor. Diane Ravitch ve Mercedes K. Schneider’in de yazdığı gibi, öğretmenlerin çalışma koşulları, öğrencilerin öğrenme koşullarıdır. Benzer şekilde, hemşirelerin emek koşulları da hasta bakımını şekillendiren işyeri standartlarına bağlıdır.
Dean’e göre—ve bu konuda ona katılıyorum—ABD’nin siyasi ekonomisi bağlamında, günlük işleri tam anlamıyla otomatikleştirilemeyen hizmet çalışanları, kapitalist sınıf ile geri kalan herkes arasındaki ilişkileri dönüştürmek için stratejik bir konumdadır. Dolayısıyla, Dean’in “hizmet öncüsü” (service vanguard) olarak adlandırdığı bu işçi sınıfı kesimi, yükselen bir devrimci güçtür. Evrensel temel hizmetlerin sağlanması da, Dean’in tercih ettiği devrimci araçlar arasında yer almaktadır—ve ben de bu konuda aynı fikirdeyim.
“Devrim” kelimesi bazılarını korkutabilir. “Devrimciler gelip benden çalacaklar!” diyebilirler. Ama bir durun. Size bir önerim var. Biraz sabır gösterin. Dean’in kitabının girişinde yaptığı gibi, ben de yaklaşık 175 yaşına yaklaşmış olan Komünist Manifestoya dönüyorum.
Komünistler, devrimci sınıftır. O kısa ama güçlü eserde de belirtildiği gibi, üretim tarzını—yani üretim biçimini (MOP, mode of production)—sürekli olarak devrimcileştiren işçiler değil, kapitalistlerdir. Bu üretim biçimi, patronlarla işçiler arasındaki üretim ilişkileri ile üretim araçlarını (makineler ve teknolojiyi) bir araya getirir. Bu sürecin itici gücü ise kârdır. Kâr güdüsünün dayattığı zorunluluklar altında aslında yeni olan hiçbir şey yoktur. Ne zaman ki işçi sınıfı sürdürülebilir yaşam ve çalışma koşulları uğruna müdahil olur, işte o zaman devrimci özne sermayeden emeğe geçebilir. Birbirimize, yaşamı ve gezegeni sürdürecek biçimde hizmet etmeye başladığımızda, insanlık daha yüksek bir uygarlık düzeyine ulaşabilir.
Savaş, ekokırımın başlıca nedenlerinden biridir—ve artık sona ermelidir. Milyarderler sürgün edilecek, bizden çaldıkları geri alınacaktır. Dean’in yeni kitabı, insanlık ve toplum hakkında bazı konularda ayrıştığım ama birçok konuda da katıldığım eleştirel içgörüler sunuyor. Kararı okuyucular verecektir.
*Seth Sandronsky, Sacramento merkezli bir gazetecidir ve Pasifik Medya Çalışanları Birliği’nin serbest çalışanlar biriminin bir üyesidir.
E-posta: [email protected]
Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/04/18/neofeudalism-arrives-as-capitalism-departs/