Kafkasların Ulu Ozanı: İmam Alim Sultan
Kafkasya’nın halkları ile organik ilişkimiz kuşkusuz Osmanlı-Rus Savaşı ardından çok daha iç içe geçen bir tarih bıraktı bize. Ancak Soğuk Savaş yıllarında komünizmin en önemli temsilcisi olan Sovyetlere karşı Türkiye’de anti-komünist propaganda faaliyetlerinin zemininde Türk sağının Kafkas halklarına ilgisinin çok özel bir konuma yükseldiği söylenebilir. Ülkücü hareketin 1970’li yıllardaki müzik gecelerinde neredeyse hep bir ağızda okunan “Şeyh Şamil Şiiri” ve yine o yılların efsane sanat örgütlenmesi TÖMFED’e bağlı Kafkas folklor ekiplerinin sergiledikleri halk oyunları bu açıdan işlevseldi. Sovyetlerin dağılmasına mütakiben bağımsızlığını ilan eden Kafkas halklarından Çeçenlerin 1994 yılında başlattığı mücadele ile Türkiye’deki ülkücü ve İslamcı yapılanmaların Kafkasya duyarlılığının yenilendiğini iddia etmek mümkün.
“Çeçenya’nın Mehmet Akif’i”
Çeçen-Rus Savaşı sırasında gitarını eline alıp Türkiye’ye kayıt yapmaya gelen bir sanatçıyı o yıllarda hepimiz ilk kez tanıdık. Direnişçi kardeşlerinin moralini diri tutmak için cephe cephe gezerek mücadele şarkıları söyleyen bu sanatçının ismi İmam Alim Sultan idi. 1957 yılında Kazakistan’da ailesi sürgünde iken doğan İmam Alim, ziraat eğitimi alan ve ardından “Yeraltı Sularının Hareketi” üzerine master yapan bir mühendis aslında. Ancak mesleğini icra etmek yerine o, 1986 yılından itibaren başta Çeçenya olmak üzene bütün Kafkasya Cumhuriyetlerinin televizyonlarında, yıllardır kimliği imha edilmeye çalışılan akraba halklara müziği ile köklerini hatırlatan, köklerine dönmeleri çağrısını yapan naif şarkılar okumaya başlar.
Ancak onu asıl “İmam Alim Sultan” yapan gerçeklik, kaç yüzyıldır süren büyük Çeçen direnişinin son halkası olan 1994-1996 Çeçen-Rus savaşı sırasında söylediği türkülerdir hiç kuşkusuz. Savaş başladığında tereddüt etmeden eline silahı alarak direniş saflarına katılmasına karşın, asil Çeçen komutan rahmetli Dudayev’in “Senin silahın gitarındır. Onunla yüz füzeye denk iş yapabilirsin” sözü üzerine hem savaşan kardeşlerine mücadele şevki vermiş hem de ülkesi dışındaki konserlerde sahne alarak topraklarının işgalini ve halkına karşı girişilen soykırımı bütün dünyaya duyurmaya çalışmıştır. Bu arada, yazdığı bir şiirin Çeçenya Parlementosu tarafından Çeçenya’nın “İstiklal Marşı” olarak kabul edildiğini hatırlatalım. Dolayısı ile ona bir anlamda “Çeçenya’nın Mehmet Akif’i” de diyebiliriz.
Türkiye’ye de geldiği sırada birçok ilde organize edilen konserlere katılan İmam, İnsani Yardım Vakfı İHH’nın ve Çeçen Dayanışma Komitesi’nin desteği ile üç değerli kaset çıkardı. İmkansızlıklar yüzünden çok kötü kayıtlar ve bir orkestrasyondan yoksun olarak salt kendi çaldığı gitarı ile okuduğu eserlerinden oluşan bu kasetler, dilini anlamasak da aynı medeniyetin kardeş çocukları olarak bu ülkede karşılık buldu. Zaten bir söyleşisinde dediği gibi “ezgilerin sınırı yoktur” (M. Ali Tekin ile Çeçenya’da 01.11.1995’te yaptığı söyleşi. Yayın Tarihi 19.03.1999. “O yıllardaki” Akit gazetesinde tarihe geçti bu söyleşi).
İmam Alim’in gitarının penası aranjörüm Gündoğar’da
2000’lerin ortalarında kendi albümümü stüdyoda çalışırken söz bir şekilde İmam Alim Sultan’a gelince sevgili aranjörüm Gündoğar cüzdanından küçük bir plastik parçası çıkardı ve “Bu gördüğün şekilsiz, gelişi güzel bir plastikten kesilerek yapılmış şey, İmam Alim Sultan’ın gitarını çalmak için kullanmak zorunda kaldığı ve kendisinin yaptığı bir pena. Bu şekilsiz plastik parçası ile gitarını çalıyordu stüdyoda. Ondan aldım bunu ve kendi gitar penamı verdim. Yıllardır cüzdanımda saklıyorum Ondan hatıra olarak” dedi. Bütün bu olup biten benim, bir kez daha “dünyaya aynı duyarlılıklar mevzisinden bakan müzisyenlerin kimliklerini inşaa ettikleri soylu medeniyetin kardeş çocukları olduğu” inancımı derinleştirdi. Bizler -bir şekilrde- Feyruzlar’dan, Ümmü Gülsümler’den, Nusret Fatih Ali Hanlar’dan, Muharrem Ertaşlar’dan devranılan bir ses evreniyle bakıyoruz dünyaya.
Kendi ülkesinde darbeci generallerce katledilen Şili’li ozan Viktor Jara’nın bir sözü var : “Ben sesim güzel olduğu için değil, türkü söylemeyi çok sevdiğim için değil, türkü söylemek gerekliliğine inandığım için türkü söylüyorum”. Jara Şili’deki Amerikan yanlısı 1973 askeri darbesi sırasında tutuklandı ve işkence ile el parmakları kırıldı. Sonra da artık hiç şarkı söyleyemesin diye makinalı tüfekle öldürdüler Jara’yı Santiago’daki Şili Stadyumu’nda yüzlerce arkadaşı ile birlikte. Viktor Jara’nın türküler için söylediği manidar sözü İmam Alim Sultan için de çoğaltabiliriz. Çünkü o da halkı için kendi türkülerini söyleyen ve katledilen bir ozan. Jara’nın Amerikan emperyalizmine karşı dillendirdiği türküleri gibi, İmam Alim de bir Çeçen olarak Rus emperyalizmine karşı İmam Mansur’dan, Şeyh Şamil’den devraldığı kutsal ruh ile gitarı işliğinde direniş türküleri haykırıyordu. Ne yazık ki Türkiye’de “müzik ve emperyalizm” ya da “müzik-politika ilişkisi” üzerine hiçbir metinde soylu ozan İmam Alim Sultan’dan bahsedilmemekte. Türkistanlı Dedehan Hasan’ın adının anılmadığı gibi. Dolayısı ile ülkemizde politik müzik yazımının ya bilgi eksikliği gerekçesi ile eksik kaldığını ya da bu iki ismin kasıtla görmezden gelindiğini söylemek mümkün.
1996 yılının Kasım ayının 11’inde İmam Alim Sultan, Ukrayna’nın Odesa şehrindeki bir otel odasında düşman kuvvetlerinin ajanlarınca üzerine kurşunlar boşaltılarak katledildi. Silahsız, savunmasız ve elinde gitarından başka bir şeyi olmayan bu ulu ozanın hunharca öldürülüşünü hiç unutmadım. Ve aranjörüm Gündoğar ile beraber hazırladığımız “Artık Kuşlarını Uçur“ isimli albümümde, -sözlerini, yine Rusların Bakü’yü işgali sırasında oradaki bir gazetede yayınlanan şiirden aldığım- “Celladım Zalim İdi” şarkımı İmam’a adadım. Album kapağında yer alan “İmam Alim Sultan’ın Kafkas Dağları’nda dolaşan sesini rahmetle anarak” cümlesi ile.
İmam Alim’e adadığım Şarkının linki: https://www.youtube.com/watch?v=gEMUjCiAfQI