İstihbarat Topluluğu – Koruyucumuz mu, Yoksa Fail mi?

İstihbarat topluluğu kendini kaosa karşı bir siper, bir savunma hattı olarak sunar. Oysa gerçekte, çoğu zaman bizzat kaosun motorudur.

İstihbarat dünyasında tuhaf bir simya vardır. Şüphe kültürünün içinde yeterince uzun süre kalırsanız, gerçeklik bükülmeye başlar. Her tokalaşma şifreli bir alışverişe dönüşür, her sessizlik bir komplonun örtüsüdür, her yabancıysa kılık değiştirmiş potansiyel bir suikastçidir. Bu bakış açısında evren, tehdit ve karşı tehdidin birbirini izlediği sonsuz bir satranç tahtasına dönüşür — ve tek makul tepki, ilk hamleyi yapmak, daha sert vurmak ve karşı tarafın göz kırpmasına asla izin vermemektir. Bu zihniyet, koruyucular değil; güvenlik izni olan paranoyaklar, barış gücü değil, inandırıcı inkâr yeteneğiyle donatılmış profesyonel kundakçılar üretir.

Kamuoyuna bu kurumların bizim kalkanımız olduğu, kaosla aramızdaki son savunma hattı oldukları söylenir. Bize, her biri daha fazla gizlilik, daha fazla gözetim ve “gerekeni yapmak” için gölgelerde hareket eden aktörlere daha fazla alan gerektiren tehditlerden oluşan sonsuz bir geçit töreni pazarlanır. Sorun şu ki, koruyucu ile fail arasındaki çizgi çoktan silinmiştir. Bizi güvende tuttuğunu iddia eden kurumlar, çoğu zaman bizi sonra kahramanca “kurtardıkları” tehlikeleri üreten aynı kurumlardır.

Ülke içinde, bu yapıların amacı özgürlüğü savunmaktan çok, nüfusu yönetmektir. FBI’ın COINTELPRO operasyonu terör hücrelerini çökertmeye değil, muhalefeti bastırmaya yönelikti. Sivil haklar liderleri, savaş karşıtı aktivistler ve sendika örgütçüleri dinlendi, aralarına ajanlar yerleştirildi ve bazı durumlarda susturulmaları için şantaja başvuruldu. Adaletsizliğe karşı etkili şekilde konuşmak “suçunu” işlemiş olan Martin Luther King Jr, psikoz sınırına varan derecede takıntılı bir gözetim altına alındı. Atlantik’in öbür yakasında ise İngiltere’nin Özel Gösteriler Timi, onlarca yıl boyunca protesto gruplarının içine polis memurları yerleştirdi; bazıları sahte kimliklerle duygusal ilişkiler bile kurdu. Gerçek ortaya çıktığında ortaya çıkan manzara, James Bond’dan çok EastEnders dizisi ile Kafka arasında bir şeydi.

Aynı taktikler bugün daha modern biçimlerde sürüyor. Barışçıl protestolarda, ortalığı karıştıran ilk taşı atanlar gizli görevdeki sivil polisler oluyor ve bu da polisin sert müdahalesini meşrulaştırıyor. Ray Epps’e gerçekten ne oldu? 2022’de Kanada’daki kamyoncu protestolarında tazyikli suya gerek bile kalmadı — çünkü bu kez silah olarak finansal sistem devreye sokuldu: banka hesapları donduruldu, insanlar siyasi itaatsizlik “suçları” nedeniyle kendi paralarına ulaşamaz hale getirildi.

Bu yapıların ülke içindeki davranışları demokrasiyi içten içe aşındırıyorsa, dışarıdaki faaliyetleri tüm ülkeleri ateşe veriyor. CIA ve MI6’nın parmak izleri, Tahran’dan Tegucigalpa’ya kadar birçok darbede ve gizli operasyonlarda açıkça görülebilir. 1953’te İran Başbakanı Muhammed Musaddık, zulmü nedeniyle değil; petrolü kamulaştırma “küfrü” nedeniyle devrildi. 1954’te Guatemala’nın Jacobo Árbenz’i, United Fruit’un baskıcı hâkimiyetine karşı durduğu için aynı akıbeti paylaştı. Şili’nin Salvador Allende’si ise 1973’te, “ekonomik mucizesi” kan ve elektrikle beslenen bir diktatör olan Pinochet ile değiştirildi.

Bu örüntü, tesadüfle açıklanamayacak kadar tutarlıdır. 1980’lerde CIA, Sovyetlere karşı yürütülen cihatta Afgan mücahitlerini silahlandırdı — aralarında genç bir Usame bin Ladin de vardı. Bir nesil sonra Amerika Birleşik Devletleri, kendi yetiştirmesine dönüşen bu “canavarla” savaşmak için trilyonlarca dolar harcadı. 2003 yılında ise Irak’ın hayali kitle imha silahlarına dair uyduruk bir dosya, yüz binlerce insanın ölümüne, bölgenin istikrarsızlaşmasına ve IŞİD’in ortaya çıkmasına neden olan işgalin bahanesi haline geldi.

21.yüzyıl ise bu politikalarda hiçbir dizginleme getirmedi. 2014’teki Ukrayna’daki Maidan ayaklanması, kendiliğinden gelişen bir halk isyanı değildi; sızdırılan telefon görüşmeleri, ABD’li yetkililerin lider adaylarını bir menüden yemek seçer gibi belirlediğini ortaya koydu. Ukrayna bugün NATO–Rusya vekalet savaşının ön cephesi; şehirleri bombalanıyor, genç erkekleri jeopolitik kıyma makinesine sürülüyor. 2022’de Nord Stream boru hatları havaya uçuruldu — Almanya’nın enerji altyapısına yönelik cerrahi bir saldırıydı. Resmiyette kimin yaptığı bilinmiyor. Gayri resmî olarak ise Washington’un sessizliği her şeyi anlatıyor.

Ve bir de Gazze var. Dünyanın en gelişmiş istihbarat ağlarından birine sahip olan İsrail’in, 7 Ekim’de tamamen hazırlıksız yakalanmış olması, Marvel filmlerine yakışacak düzeyde bir inanılmazlık gerektiriyor. Özellikle de 6 Ekim’de Tel Aviv borsasında yaşanan spekülasyonları incelediğinizde. Milyarderlerin hepsi, Mossad’ın bile haberi olmadan, adeta ilahi birer vahiy almış gibiydi. Hamas, açıklanamaz bir hayalet olmaktan çok uzak — Netanyahu ve Likud tarafından onlarca yıldır sessizce beslenmiş, Filistinlileri bölmek için kullanışlı bir düşman olarak milyonlarca dolarlık fonlarla desteklenmiştir. Kaçınılmaz saldırı gerçekleştiğinde ise bu, topyekûn yıkım için bir yeşil ışık olarak görüldü — Filistin toprakları yerle bir edildi, binlerce sivil katledildi, tümü “meşru müdafaa” kisvesiyle meşrulaştırıldı.

Böylesi davranışların nasıl yalnızca kabul edilir değil, aynı zamanda sıradan ve sistematik hale geldiğini anlamak için, istihbarat zihniyetinin psikolojisini incelemek gerekir. Bu, düşmanın her yerde olduğu, güvenin zayıflık, ahlakın ise engel sayıldığı hermetik şekilde kapalı bir ortamdır. Düşmanca atıf önyargısı — yani belirsiz eylemleri otomatik olarak tehdit olarak yorumlama eğilimi — burada varsayılan işletim sistemidir. Grup kutuplaşması, ajanları giderek daha aşırı önlemlere iter; bu da gölgelerde karşı tarafın da aynısını yaptığına dair inançla daha da pekiştirilir. Böyle bir dünyada işkence “gelişmiş sorgulama” olur, şantaj “baskı aracı”na dönüşür, yabancı liderlerin suikastı ise yalnızca “kinetik eylem” olarak anılır.

Bu mantık, sıradan insanların yaşadığı ahlaki evrenle neredeyse hiçbir ortaklık taşımaz. Çoğu insan, gizlice yerel belediyeyi sabote etme planları yapmaz. Postacıyı, rakip bir dağıtım şirketi için çalışıyor olabileceği ihtimaline karşı şantajla tehdit etmez. “Her ihtimale karşı” komşunun köpeğini zehirlemeyi aklından bile geçirmez. Ortalama bir birey, yoldan geçen bir yabancıyı karşı istihbarat süzgecinden geçirmez. Ancak paranoya kurumsallaştığında, hayali bir tehdidi önleme bahanesiyle her türlü zulmü meşrulaştırır — ve böylece, avladığını iddia ettiği canavarları bizzat kendisi yaratır.

Bu cephanelikteki en yıkıcı silah ne bir insansız hava aracı ne de gizli bir suikasttır; en yıkıcı silah, algının bizzat kendisinin manipülasyonudur. Anlatıyı kontrol ederseniz, gerçeklik de boyun eğerek onu takip eder. Soğuk Savaş döneminde CIA’nın medya içine ajan yerleştirmek için başlattığı Mockingbird Operasyonu resmiyette “emekli edilmiş” olabilir, ancak ruhu hâlâ yaşamaktadır. Günümüzde tüm haber döngüleri, “istihbarat yetkilileri”nden gelen anonim iddiaları kutsal gerçeklermiş gibi tekrarlar; bu kaynakların, hikâyeyi belirli bir yönde şekillendirmek adına çıkar sahibi oldukları gerçeği göz ardı edilir. Sonuç olarak ortaya, savaşı barış, gözetimi güvenlik, devletin suçlarını ise bir gereklilik olarak kabullenen bir toplum çıkar.

Bu kusursuz bir döngüdür: istikrarsızlık yarat, korkuyu büyüt, ardından “çözüm”le ortaya çık — ki bu çözüm kaçınılmaz olarak daha fazla para, daha fazla gizlilik ve kaosu yaratan aktörler için daha fazla cezasızlık içerir. Ve manipülasyon artık işe yaramadığında — propaganda ne yatıştırabildiğinde ne de korkutabildiğinde — şefkat ve ilgi maskesi düşer. Köşeye sıkışmış bir narsistin cazibesinin öfkeye dönüşmesi gibi, devlet gücü de otomatik olarak zorbalığa yönelir. Göstericiler abluka altına alınır ve dövülür. İhbarcılar sürgüne gönderilir ya da hücre hapsine kapatılır. Gerçeğe fazla yaklaşan gazeteciler ise, yaptıkları haberle hiçbir ilgisi olmayan ama onları susturmayı amaçlayan suçlamalarla karşı karşıya kalır.

Bu döngüyü kırmanın bir yolu varsa, bu yol gölgelerden gelmeyecektir. Gerçek koruma gün ışığı ister: Şeffaflık, denetim ve üstünlük yerine istikrarı önceleyen bir dış politika. Kamuoyunun denetimine dayanamayan istihbarat faaliyetleri kutlanmak yerine sonlandırılmalıdır. Etik, casusluk sanatının derinlerine kadar işlemiş bir temel haline gelmelidir. Ve en önemlisi, bu kurumların amacı, azınlığın avantajını korumaktan çıkıp çoğunluğun refahını güvence altına almak olmalıdır.

İstihbarat topluluğu kendini kaosa karşı bir siper olarak sunar. Oysa gerçekte, çoğu zaman bizzat kaosun motorudur — sadece tavuk kümesini korumaya çalışan bir tilki değil, küresel çapta kümes hayvanlarını istikrarsızlaştırma programı yürüten ve eti en yüksek teklifi verene satan bir tilkidir. Biz bunu kabul edip, kurumlarımızın korumayı iddia ettikleri halkın ahlaki değerlerini yansıtmasını talep etmedikçe, “korunma” adına daha büyük tehlikelere doğru savrulmaya devam edeceğiz. Ancak başka bir yol daha var — burada istihbarat entrika değil öngörü anlamına gelir, güvenliğin ölçüsü gizli servislerin bütçesi değil, gereksiz yere edindiğimiz düşmanların yokluğudur. Bu yol, mevcut sistemin bozuk olmadığını, tam da tasarlandığı şekilde çalıştığını kabul etmekle başlar. Ve eğer bu sistemin içinde hayatta kalmak istiyorsak, omuzumuza konan eli rehberlik sanmayı bırakmalıyız — zira o el bizi aslında doğrudan uçuruma sürüklüyor.

Kaynak: https://strategic-culture.su/news/2025/08/16/the-intelligence-community-our-protector-or-the-perpetrator/