İsrail’in Katar’a Yönelik Haydutça Saldırısı
Hepsi kasvetli ve acımasız bir stratejinin parçası. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 80. oturumunda Fransa, Birleşik Krallık, Kanada ve Avustralya tarafından Filistin’in tanınacağının vaat edilmesiyle birlikte, İsrail’in saldırganlığı giderek daha küstah ve panik dolu bir hâl alıyor. Hayati bir cephede zaman kazanılması gerekiyor: Gazze’nin ilhak edilmesi ve Batı Şeria’da Filistin Yönetimi’nin gücünün mümkün olduğunca ortadan kaldırılması suretiyle Büyük İsrail’in inşası. Bunun sonucu, siyasi temsilciler de dâhil olmak üzere Filistin devletinin tamamen ortadan kaldırılması olacaktır.
İsrail, bu amaç doğrultusunda, Hamas militanlarını öldürmeye odaklanmış durumda; bu da Filistinli siviller açısından son derece ağır bir bedele yol açarken, aynı zamanda örgütün diplomatik varlığını da ortadan kaldırmaya yönelik bir çaba anlamına geliyor. 9 Eylül’de Katar’ın Doha kentinde bir binaya düzenlenen saldırı bunun çarpıcı bir örneğiydi. 15 İsrail savaş uçağı ile sayısı belirtilmeyen insansız hava aracının katıldığı IDF saldırısının amacı, ABD Başkanı Donald Trump tarafından sunulan bir ateşkes önerisini görüşen üst düzey Hamas yetkililerini öldürmekti. Bu öneri kabul edildiği takdirde, tüm İsrailli rehinelerin (ölü ya da diri) Filistinli mahkûmlar karşılığında serbest bırakılmasını, ardından 60 günlük bir ateşkes süreci ve savaşın sona erdirilmesine yönelik müzakerelerin sürdürülmesini öngörüyordu. Katar, Hamas’a bu öneriyi kabul etmesi için baskı yapmaktaydı.
Hamas mensuplarından bazıları öldürülürken, üst düzey müzakerecilerden Khalil al-Hayya (oğlunu kaybetti), Zaher Jabarin ve Khaled Mashal kurtuldu. Saldırıda yedi kişi hayatını kaybetti, Katar ise iki güvenlik görevlisini yitirdi. İsrail’in askeri eylemi, bir kez daha, kendi egemenliği dışındaki hiçbir egemenliği önemsemeyen, anarşik bir özgüvene dayalı uluslararası hukuk yorumunu gözler önüne serdi. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun mantığına göre, Katar teröristlere ev sahipliği yapmaktaydı. “Katar’a ve teröristlere ev sahipliği yapan tüm ülkelere sesleniyorum: Ya onları sınır dışı edin ya da adalete teslim edin. Çünkü siz yapmazsanız, biz yapacağız.”
Uluslararası ilişkiler konusundaki yerleşik ve bir ölçüde karamsar görüşleriyle tutarlılık gösteren İsrailli yetkililer, Katar topraklarına yönelik saldırıya dair yeni ve mantıksız bir yorum ileri sürdüler. İsrail’in ABD Büyükelçisi Yechiel Leiter, bu saldırının “aslında ateşkes ve barış çabalarını ilerleteceğini” öne sürerek saçma bir yorumda bulundu. Hamas liderleri söz konusu olduğundaysa, “Eğer bu sefer yakalayamadıysak, bir sonrakinde yakalayacağız,” dedi.
Katar Dışişleri Bakanlığı, Netanyahu’nun açıklamalarını kınayarak bunları, “Katar topraklarını hedef alan korkakça saldırıyı ve gelecekte devlet egemenliğinin açıkça ihlal edileceğine dair tehditleri haklı çıkarmaya yönelik utanç verici bir girişim” olarak nitelendirdi.
Kuşkusuz, ülkesinin modernize edilmiş ordusunun başkenti korumada başarısız olmasından dolayı sarsılan Katar Başbakanı Muhammed bin Abdulrahman bin Jassim Al Thani, bariz bir sonuca vardı. Saldırı, İsrail’in Gazze’de “barışa dair her türlü umudu ortadan kaldırma” isteğiyle gerçekleştirilmişti ve Gazze Şeridi’nde hâlen tutulan İsrailli rehinelerin kaderini fiilen mühürlemişti. “Toplantıda konuşulan her şey İsrailliler ve Amerikalılar tarafından çok iyi biliniyor. Bu, bizim sakladığımız bir şey değil.”
Ayrıca saldırıya karşı “toplu bir yanıt” talep etti. CNN’e yaptığı açıklamada, “Bölgeden bir tepki gelecek. Bu tepki şu anda bölgedeki diğer ortaklarla istişare ve görüşme aşamasında,” dedi. Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin değişken doğası göz önüne alındığında, bu tepkinin neye benzeyeceği hiç de net değil. El Cezire’den Charles Stratford’un bildirdiğine göre, Netanyahu’nun uluslararası hukuku ihlal ettiği gerekçesiyle yargılanması amacıyla “tüm yasal yolların değerlendirileceği” bir hukuk komitesi kuruluyor.
İsrail’in en az koşullu destekçileri bile olayların fazlasıyla ileri gittiğini düşünüyordu. Washington’daki bir restorana vardığında Trump, “Bu durumdan hiç memnun değilim,” dedi. “Durum iyi değil ama şunu söyleyeyim: Rehinelerin geri dönmesini istiyoruz, ancak bugün işlerin nasıl geliştiğinden hiç memnun değiliz.” Daha da ileri giderek, “Bu durumdan çok memnunum değilim, her yönüyle çok memnun değilim,” dedi. ABD–Katar ilişkilerinin önemi ve ABD kuvvetlerinin Orta Doğu’daki en büyük hava üssü olan El-Udeyd Üssü’nde konuşlandırılmış olması göz önüne alındığında, başkanın bu tür duygular beslemesi için her türlü nedeni vardı. Eğer Doha’ya cezasız şekilde saldırılabiliyorsa, Amerikan askeri varlığı daha az etkileyici hâle gelir. İran devlet televizyonu Press TV ise bu durumu kaçırmayacak kadar cazip buldu. Kanalın X (eski adıyla Twitter) paylaşımında şöyle deniyordu: “Katar’ın, Basra Körfezi’ndeki en büyük ABD askeri üslerinden birine ev sahipliği yaptığını ve birçok hava savunma sistemine sahip olduğunu, ancak hiçbir Amerikan THAAD sisteminin Katar’ı İsrail işgaline karşı savunmak için tek bir atış bile yapmadığını biliyor muydunuz?”
İsrail Başbakanı’nın yasal sıkıntılar listesi, zaman kazanılmasının bir başka gerekçesi. İsrail’in bu yıl Orta Doğu genelinde düzenlediği saldırılar, savaşı gündemde tutmak, barışı askıya almak ve Netanyahu’yu hapisten uzak tutmak amacı taşıyor. Gazze’deki savaş, Yemen’deki Husi’lere yönelik saldırılar, İran’ın nükleer tesislerine yapılan hava harekâtları veya Suriye’nin hedef alınması — tümü kişisel çıkar ve süreyi uzatma meselesi hâline geldi. Geçici de olsa bir sükûnet ihtimali belirseydi, Netanyahu’nun ciddiye almadığı bir gerçekle yüzleşmesi gerekirdi: Hukukun gücü.
* Binoy Kampmark, Cambridge’deki Selwyn College’da Commonwealth bursiyeriydi. Hâlihazırda Melbourne’daki RMIT Üniversitesi’nde ders vermektedir.
E-posta: [email protected]
Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/09/12/israels-rogue-attack-on-qatar/