İslam Dünyasının İlk Büyük Direnişi; İstiklal harbi Ve Kuvayi Milliye
Bir Milletin Kurtuluşu, Ümmetin Umudu: İstiklal Harbi ve Kuvayı Milliye Hareketi
Trablusgarp, Yemen ve Balkan savaşlarının ardından Birinci Cihan Harbi’nin ateşi Osmanlı coğrafyasını sardı. Çanakkale’den Selman-ı Pak’a, Kutü’l-Amare’den Kafkaslar’a, Sina’dan Filistin’e ve Suriye’ye kadar nice cephede Osmanlı orduları zorlu mücadelelere girişti. Bu savaşların bedeli ağır oldu: Osmanlı ordusundan bir milyon asker şehit düştü; yüz binlercesi esir alındı ya da kayboldu.
Türk, Kürt, Arap ve hatta Hristiyan Osmanlı vatandaşları, bu çetin cephelerde omuz omuza savaştı. Çanakkale’den Libya’ya, Balkanlar’dan Yemen’e, Kafkaslar’dan Irak’a Osmanlı şehitliklerini ziyaret ettiğinizde, bu milletlerin kader birliği içinde yan yana yatan şehitlerini görürsünüz.
1910 ile 1918 yılları arasında Osmanlı topraklarında neredeyse her aile bir şehit verdi. Evler, çocuklar, kadınlar ve yaşlılardan başka kimseye kalmadı; topraklar yetim çocuklar ve dul kadınlarla dolup taştı. Bütün bir coğrafya fakirlikten de kırılıyordu. Her köşesinde derin bir hüzün ve ağıtların yankılandığı Osmanlı coğrafyası, acının sessiz şahidi haline geldi.
1918 yılında Birinci Cihan Harbi’nin hemen ardından İstanbul işgal edildi. Ardından İzmir, Trakya ve Anadolu’nun dört bir yanı, İngiliz, Fransız, Yunan ve İtalyan işgaline sahne oldu. Başkent İstanbul esaret altındaydı; Halife adeta sarayına hapsedilmişti. Ancak Osmanlı ordusunun komutanları ve askerleri, Trablusgarp ve Cezayir’de işgalcilere karşı sergiledikleri direnişi bu kez Anadolu topraklarında yeniden göstermek üzere harekete geçecekti.
Sultan Vahdettin, komutanlarını bulundukları yerlerde birlikler kurmaları ve işgalcilere karşı direniş başlatmaları hususunda gizlice destekliyor, maddi ve manevi yardımlarını iletiyordu. Bu direniş, Emir Abdülkadir Cezairi, Abdülhamid bin Badis, Abdülkerim el-Hattabi, Ömer Muhtar ve Kafkas Kartalı Şeyh Şamil gibi kahramanların mücadelesini andıracaktı. Ünlü şair ve yazarımız Süleyman Nazif, kaleme aldığı yazılarda, emperyalizme karşı mücadelede bu kahramanların hayatlarını örnek gösteriyordu.
Edirne’den Kars’a, İzmir’den Maraş’a, Rize’den Diyarbakır’a uzanan geniş bir coğrafyada, uzun yıllardır savaşlardan yorgun düşmüş halk, son bir kez kıyama kalktı. Hilafetin merkezi İstanbul’un ve Anadolu’nun işgal altında olduğu haberi, İslam âlemini derin bir hüzne boğdu. İslam dünyasının kalbi olan bu toprakların kurtuluşu için, Bengal’den Güney Afrika’ya, Endonezya’dan Tunus’a, Hindistan’dan Afrika’nın dört bir yanına kadar Müslümanlar seferber oldu. Her bir köşe, Osmanlı komutanlarının başlattığı Kuvayı Milliye hareketine maddi ve manevi destek sunmak için adeta ayağa kalktı. Bu direniş, yalnızca bir milletin değil, ümmetin vicdanında yankılanan bir kurtuluş destanı olacaktı.
1919 yılında Hindistan’da kurulan Hint Hilâfet Hareketi, bugünkü Pakistan, Hindistan, Bangladeş ve Keşmir’i kapsayan geniş bir coğrafyada kampanyalar başlatarak Kuvayı Milliye Hareketi için maddi yardımlar toplamaya koyuldu. Şevket Ali ve Muhammed Ali Cevher kardeşlerinin öncülüğünde, dönemin büyük Müslüman düşünürleri Ebul Kelam Azad, Ebu’l Ala Mevdudi ve Allame Muhammed İkbal, Hint alt kıtasını adım adım dolaşıyor, coşkulu konuşmalar yapıyor ve gazete ile dergilerde destek yazıları kaleme alıyordu.
Ebu’l Ala Mevdudi’nin İzmir’in işgali ve yaşanan zulümler üzerine yazdığı küçük risale, fotokopilerle çoğaltılarak elden ele dolaştırılıyor, halkı harekete geçiriyordu. Ancak bu destek yalnızca Hindistan’la sınırlı kalmadı. Malay Yarımadası’ndan Arap dünyasına, Afrika’nın dört bir köşesine kadar Müslüman âlimler ve halklar, işgalci güçlerin baskılarına rağmen Osmanlı için sokaklara döküldü, hutbeler verdi, yardım kampanyaları düzenledi.
Sadece Hindistan’dan 1921-1923 yılları arasında Türkiye’ye gönderilen yardım miktarı 122.000 İngiliz Sterlinine ulaştı. Bu meblağ, o dönemin değerine göre yaklaşık 782.070 Türk Lirasına karşılık geliyordu. Toplanan bu yardımların büyük bir kısmı, Osmanlı Bankası’nın Ankara şubesinde Mustafa Kemal Paşa’nın adına açılan hesaba yatırıldı. Hint Hilâfet Hareketi, yalnızca bir yardım girişimi değil, aynı zamanda ümmetin Osmanlı’ya (Türkiye’ye) olan gönül bağının ve dayanışma ruhunun bir tezahürüydü.
Türkiye’nin hemen her şehrinde kurulan Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetleri’nin temel amacı, öncelikle Trakya, İstanbul ve Anadolu topraklarını işgalci emperyalistlerden kurtarmak, ardından da bütün mazlum Müslüman coğrafyalarını sömürgeci boyunduruktan özgürleştirmekti. Bu kutlu mücadelenin ruhu, Kuvayı Milliye, Edirne’den Maraş’a, Kastamonu’dan Şam’a, Filistin’e kadar kısa sürede dalga dalga yayıldı.
Her köşede bir araya gelen cesur yürekler, ellerine geçen her türlü malzemeyi silaha dönüştürdü. Soba borusundan top, tahtadan kılıç ve ipten üzengi yaparak, imkanların kıtlığına aldırmadan emperyalist güçlere karşı kahramanca mücadele etti. Bu fedakarlığın ve direnişin ilhamı, Çanakkale cephesinde atılan ilk tohumlarda gizliydi. Çanakkale’de filizlenen Kuvayı Milliye ruhu, Anadolu’nun dört bir yanında cesarete ve dirilişe dönüşerek halkın yüreğinde yankı buldu. Bu ruh, yalnızca bir direnişin adı değil, bir milletin bağımsızlık uğruna verdiği büyük destanın kalbidir.
Kurtuluş Savaşı’nın ilk kıvılcımı, 19 Aralık 1918 günü Dörtyol Karakese köyünde Fransız askerlerine sıkılan bir mermiyle ateşlendi. 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması ve 1917 Balfour Deklarasyonu ile Osmanlı topraklarını paylaşma planları yapanlar, uzun savaşlardan mağlup ve yorgun çıkan bu milletin böylesine kararlı bir direniş sergileyeceğini asla tahmin edememişlerdi. Ancak Anadolu, sadece kendi evlatlarının değil, ümmetin dört bir yanından gelen Müslüman gençlerin ve alimlerin desteğiyle topyekûn bir direnişe sahne oldu.
Libya’dan Şeyh Senusi, Irak’tan Uceymi Paşa ve kabilesi, Suriye ve Filistin’den İzzettin el-Kassam, Hint alt kıtasından Abdurrahman Riyaz, Mısırlı Muhammed Salih Harp Paşa ve daha nice kahraman, Kuvayı Milliye destanına destek vermek için Anadolu’ya akın etti. Trablusgarp muharebesine katılmış olan Mısırlı Muhammed Salih Harp Paşa, hatıralarında Sakarya ve İzmir muharebeleri üzerine önemli detaylar kaydetmişti. Öte yandan, Musul, Kerkük ve Süleymaniye civarında İngilizlere karşı mücadele eden Milli Mücadele önderlerinden, el-Ezher Üniversitesi mezunu Mısırlı Şefik Özdemir Bey’in birliğinde, Cezayir, Fas, Moritanya, Libya ve Tunus’tan gelen gençler de yer alıyordu.
Anadolu yalnızca kılıçların değil, kalemlerin ve vaazların da cepheye dönüştüğü bir mücadeleye sahne oldu. Şeyh Senusi’den Emir Şekip Arslan’a, Mehmet Akif Ersoy’dan Bediüzzaman Said Nursi’ye kadar birçok Müslüman alim ve düşünür, Anadolu’dan Halep’e, Musul’dan Kerkük’e kadar halkın gönlünü direnişe kazandırmak için vaazlar verdi. Özellikle Mehmet Akif Ersoy, Ankara’da “İslam Şairi” unvanıyla karşılandıktan sonra, Kastamonu’daki Nasrullah Camii kürsüsünden başlayarak Anadolu’nun dört bir yanında yaptığı konuşmalarla Milli Mücadele’nin manevi liderliğini üstlendi.
Erzurum ve Sivas kongrelerinde İslam alimlerinin desteği büyüktü. Hatta Sivas Kongresi öncesinde düzenlenen, Mehmed Akif, Bediüzzaman Said Nursi ve Şeyh Senusi’nin organize ettiği “İslam Birliği” konferansı, İslam dünyasının farklı coğrafyalarından onlarca alimin katılımıyla gerçekleşti. Bu konferansta yayımlanan ortak bildiri, Kurtuluş Savaşı’na desteğin bütün Müslümanların ortak vazifesi (farzı ayn) olduğunu ilan etti. Böylece Anadolu’nun direnişi, yalnızca bir milletin değil, ümmetin ortak vicdanı haline geldi.
Milli Mücadele’nin önderliği, Osmanlı ordusu komutanları ve Müslüman alimlerin ortak iradesiyle şekillendi. 1918 yılında yayımlanmaya başlayan “Minber Gazetesi” ile Müslüman dünyayı emperyalistlere karşı cihada davet eden Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-yı Hukuk ve Milli Mücadele hareketinin lideri olarak seçildi. Bu davet, İslam coğrafyasının dört bir yanında yankı buldu. Mustafa Kemal Paşa, yaptığı konuşmalar ve kaleme aldığı yazılarla Müslüman halkları emperyalizme karşı ortak bir mücadeleye çağırıyordu. Onun liderliği, hem Anadolu’daki direnişin hem de ümmetin bağımsızlık arzusunun sembolü haline gelmişti.
Bangladeş’in milli şairi Kazi Nazrul İslam’dan Mısırlı şair Ahmed Şevki’ye, Pakistan’ın milli şairi Muhammed İkbal’den Iraklı şair Maruf er-Rusafi’ye kadar yüzlerce Müslüman şair ve alim, Mustafa Kemal Paşa için şiirler yazdı, makaleler kaleme aldı. Bu eserlerde Mustafa Kemal Paşa, Halid bin Velid ve Selahaddin Eyyubi gibi İslam’ın büyük komutanlarına benzetiliyordu. Müslüman halklar onu “Esedü’l İslam” (İslam’ın Aslanı) olarak adlandırırken, Büyük Taarruz’da Yunan ordusunun mağlup edilmesinin ardından Şam Müftüsü, kendisine “Seyfü’l İslam” (İslam’ın Kılıcı) unvanını verdi.
Milli Mücadele’nin sesini dünyaya duyurmak amacıyla Halide Edip’in öncülüğünde bir heyet tarafından Anadolu Ajansı kuruldu. Bu ajansın ilk muhabirlerinden biri, Milli Mücadele’nin fedakâr savaşçılarından Afganistanlı Abdurrahman Peşaveri idi. Onun gayreti, direnişin ruhunu bütün İslam coğrafyasına taşımıştı.
Büyük Zafer’in ardından Hindistan’dan Fas’a kadar uzanan Müslüman beldelerinde coşku dolu kutlamalar yapıldı. Tunus’ta Mağrip ülkelerinin halkları, zaferin şerefine sokakları bayraklarla süsledi; geceleri mescitler ve camiler kandillerle aydınlatıldı. Kudüs’te Filistinliler, bu kutlu zafer için şükür namazı kıldı. Mevlid-i Şerifler ve Kur’an-ı Kerim tilavetleriyle zafer kutlanırken, salavatlar ve tekbirler göklere yükseldi. Dualar, Milli Mücadele’nin kahraman ordusunun zaferine ve İslam’ın onuruna armağan edildi. Çünkü bu zafer, yalnızca Anadolu’nun değil, ümmetin her ferdinin yüreğinde yankılanan bir kurtuluş destanıydı.
23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılışı, derin bir manevi atmosfer içinde gerçekleşti. Hacı Bayram Camii’nde kılınan cuma namazının ardından, sancak-ı şerif, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in (sav) mübarek Sakal-ı Şerif’i önde taşınarak Meclis binasına kadar yürünüldü. Bu kutlu yürüyüş, Milli Mücadele’nin ruhunu ve manevi dayanağını simgeliyordu.
Meclis kürsüsünün arkasına, Kur’an-ı Kerim’in Şûrâ Suresi’nin 38. ayetinden ilhamla, “İşlerini istişare ile yürütürler” anlamına gelen “Ve emruhum şûrâ beynehum” yazılı bir levha asıldı. Sancak kürsüye dikildi, Kur’an-ı Kerim ve Sakal-ı Şerif kürsünün üzerine yerleştirildi. Açılış dualarla taçlandırılırken, Meclis dışında kurbanlar kesilerek bu tarihi gün kutlandı. Meclis binasında bir oda mescid olarak tahsis edildi ve Müezzin Hüseyin Efendi, Meclis açık olduğu zamanlarda vakit ezanlarını okuyarak mebusları namaza davet etti.
Bu tarihi açılış, yalnızca bir Meclis’in değil, aynı zamanda milletin bağımsızlık mücadelesine olan bağlılığının ifadesiydi. Halkı ve alimleri Kuvayı Milliye ruhuna davet eden Libyalı alim Şeyh Senusi, Milli mücadeleyi “Büyük Cihad” olarak adlandırır iken, Mustafa Kemal Paşa de Şeyh Senusi’ye 3 Mayıs’ta kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetini “İslam’ın tek ümidi” olarak nitelendiriyordu. Bu sözler, Milli Mücadele’nin ve TBMM’nin yalnızca bir milletin değil, tüm İslam coğrafyasının umudu olduğunu gözler önüne seriyordu.
Mustafa Kemal Paşa, 16 Ocak’ta İzmit’te basın temsilcilerine ve 7 Şubat’ta Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde yaptığı konuşmalarda şu sözlerle Milli Mücadele’nin ruhunu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin temel ilkelerini ifade ediyordu:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti, şer’i şerif ahkâmına (şerefli şeriat hükümlerine) uygun bir şekilde, şûra, adalet ve ulu emre itaat esaslarına dayanarak teşkil edilmiştir. Türkiye Devleti için hilafet meselesi doğrudan bir gereklilik arz etmemektedir. Ancak, âlem-i İslam’ın nazar-ı dikkate alınması durumunda hilafetin anlam ve varlığı söz konusu olabilir. Çünkü hilafet makamı yalnızca Türklere ait değildir; yüce âlem-i İslam’a aittir. Bugün âlem-i İslam esaret altında bulunduğundan, hilafet meselesini çözümleyip karara bağlayacak bir seviyeye ulaşılana kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hilafet makamını bir ümit noktası olarak muhafaza edecektir.”
Bu ifadeler, Meclis’in dayandığı manevi ve ahlaki değerleri vurgularken, hilafetin İslam dünyası için birleştirici bir umut olarak görüldüğünü ortaya koyuyordu. Aynı zamanda, Milli Mücadele’nin yalnızca bir ulusun bağımsızlık savaşı değil, bütün İslam âleminin dirilişine yönelik bir adım olduğunun altını çiziyordu.
O günden bu yana, dünyanın en mazlum halklarından biri olan Afganistan, TBMM’yi ilk tanıyan ülke olarak tarihe adını yazdırmıştır. Bu sebeple, Afganistan’ın Kurtuluş Savaşı’ndan itibaren Türk halkı nazarında özel bir yeri vardır. 1 Mart 1921’de Moskova’da imzalanan anlaşma ile Anadolu hükümetini resmen tanıyan ilk ülke olan Afganistan, aynı zamanda Ankara’ya diplomatik temsilci gönderen ilk devlet olmuştur. O yıllarda, hem Türkiye hem de Afganistan, İngiliz emperyalizmiyle amansız bir mücadelenin içindedir. İşte bu sebeple, aralarındaki dostluk ve dayanışma derin bir anlam taşır.
12 Mart’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi, Mehmed Akif’in yazdığı İstiklâl Marşı’nı, “ekseriyet-i azime” (büyük çoğunluk) ile, yalnızca bir üyenin muhalefeti dışında, “Milli Marş” olarak kabul etti. Kabulün ardından, şiirin bir kez daha okunması istendi. Hamdullah Suphi, bu sefer kürsüye çıkarak İstiklâl Marşı’nı yüksek bir coşkuyla tekrar okudu. Mustafa Kemal Paşa ve milletvekilleri, milli marşı ayakta dinleyerek büyük bir saygıyla karşıladılar.
Mustafa Kemal Paşa, 9 Şubat 1923’te Hindistan Hilafet Komitesi Başkanı’na yazdığı mektubunda şu anlamlı sözleri dile getiriyordu:
“Bizim bu büyük zaferimizin doğurduğu sonuç, yalnızca Türkiye’nin kaderi üzerinde etkili olmakla kalmayacak, aynı zamanda zulüm gören bütün milletleri, kendi hayatlarını ve bağımsızlıklarını baskı altında tutan zalimlere karşı harekete geçmek için cesaretlendirecektir.”
Hasıl-ı kelâm, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 1918-1923 arasında Kuvayı Milliye Hareketi, Osmanlı topraklarının işgaline ve halkının büyük acılara rağmen, bağımsızlık mücadelesini sadece kendi topraklarında değil, bütün İslam dünyasında yaymayı başarmıştır. Kuvayı Milliye, yalnızca Türk, Kürt ve Arap milletinin değil, ümmetin ortak vicdanında yankı bulan bir direnişin sembolü olmuştur. Hindistan’dan Tunus’a, Endonezya’dan Mısır’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada, müslüman halklar Osmanlı’ya maddi ve manevi destek vermek için birleşmiş ve bu dayanışma, milli mücadelenin ruhunu güçlendirmiştir. Kurtuluş Savaşı, sadece bir milletin bağımsızlık mücadelesi değil, bütün mazlum coğrafyaların esaret zincirlerini kırma adına verilen ortak bir savaştır. Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde, bu mücadelenin ilhamı, hem Türk milletinin özgürlüğüne hem de İslam dünyasının dirilişine dönüşmüştür. Bu zafer, sadece Türkiye’yi değil, dünya çapında zulme uğrayan mazlum milletleri de cesaretlendirmiştir. Milli Mücadele, bir halkın bağımsızlık yolundaki kararlılığının, aynı zamanda bütün insanlık için bir direniş ve umut kaynağı olduğunu kanıtlamıştır.