İran’la Savaş, ABD’nin Çin Stratejisini Nasıl Zayıflatır

Orta Doğu’ya taşınan her askerî varlık, Hint-Pasifik’te Çin’i caydırmak için kullanılabilecek bir kaynaktır.

Trump yönetiminin, ABD’yi İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü savaşa daha fazla bulaştırmaktan kaçınması için pek çok neden var. İran, dünyanın öteki ucunda yer alan, göreceli olarak zayıf bir ülke ve ABD’nin temel çıkarlarına ciddi bir tehdit oluşturmuyor. Irak ve Afganistan’daki başarısız ve sonu gelmeyen savaşları sevdiyseniz, 90 milyonluk nüfusu ve bu iki ülkeden çok daha güçlü bir ordusu olan İran’daki savaşın bataklığını da kesinlikle seversiniz.

Ancak İsrail, ABD’yi bu istikrarsız ve tercihe dayalı savaşa çekme konusunda kararlı görünüyor. İran’ın nükleer programını tek başına tamamen ortadan kaldıramayacağı için, ABD’yi doğrudan müdahaleye çağırıyor.

ABD ve İsrail’in İran’da yürüteceği ortak bir savaş, Amerikan çıkarlarına zarar verir, Amerikalıların hayatlarını tehlikeye atar, kaynakları tüketir ve stratejik dikkati acil önceliklerden saptırır. Aslında Washington’un bu savaştan uzak durması için en önemli nedenlerden biri, bu savaşın daha kritik stratejik zorluklardan dikkati başka yöne çekmesidir. Bu zorlukların başında da Çin ile olan gerilimlerin yönetimi gelmektedir.

7 Ekim saldırılarından bu yana, ABD İsrail’i korumak ve İran ile “Direniş Ekseni” müttefiklerini caydırmak için bölgeye gemiler, personel ve diğer askerî malzemeleri sevk etti. Bazı durumlarda, bu askerî varlıklar, büyük ölçüde Çin’den gelebilecek olası tehditlerle başa çıkmak için konuşlandırıldıkları Hint-Pasifik bölgesinden kaydırıldı.

Trump yönetimi, Mayıs ayında Yemen’deki Husilerle ateşkes anlaşmasına varmadan önce, ABD’li komutanlar, ordunun uzun menzilli hassas silah stoklarını Hint-Pasifik bölgesinden Orta Doğu’ya taşımak zorunda kalmasından endişe ettiklerini ifade etti. ABD ordusu, dünyanın en yoksul ülkelerinden birini bile ele geçiremeyen bir milis grubuna karşı savaşmak için muazzam miktarda mühimmat harcadı. Peki İran gibi ciddi askerî kapasiteye sahip bir devlete karşı yürütülecek bir savaşta hangi kaynaklar, nereden sağlanacaktı?

Nisan ayında Washington, füze savunma bataryalarını, Terminal Yüksek İrtifa Hava Savunma sistemi (THAAD – Terminal High Altitude Area Defense) ve USS Carl Vinson uçak gemisini Asya’dan Orta Doğu’ya nakletti. İsrail’in İran’a saldırısı ve iki ülke arasındaki süregelen karşılıklı hamleler nedeniyle ordu, kaynaklarını daha da kaydırıyor, gemi ve diğer varlıkları bölgeye yönlendiriyor. Pazartesi günü Reuters, USS Nimitz’in Güney Çin Denizi’nden ayrılarak batıya, Orta Doğu’ya doğru ilerlediğini bildirdi.

Bu askerî varlıklar ve bölgede bulunan yaklaşık 40.000 Amerikan personeli, artık İran saldırılarına karşı özellikle savunmasız durumda. İsrail’in saldırısından önce Tahran, nükleer tesislerinin hedef alınması hâlinde bölgedeki ABD hedeflerini vuracağına dair tehditte bulunmuştu. Şimdi bu tehdit, ABD’yi anlamsız bir savaşın içine çekebilecek ve Çin’e karşı odaklanması gereken dikkati dağıtacak gerçek bir duruma dönüşebilir. Oysa Trump yönetimi ve önceki birkaç başkan, Çin’i ABD için en büyük tehdit olarak nitelendirmişti.

Çin’in Orta Doğu’yu hâkimiyeti altına alma çabaları ve bu yöndeki kapasitesi abartılmış olabilir; ancak Pekin’in bölgesel bir savaşla tehdit edilebilecek kayda değer çıkarları da var. Her şeyden önce, Çin enerji tedariki açısından bu bölgeye büyük ölçüde bağımlı; ithal ettiği petrolün yarısı Basra Körfezi’nden geliyor. İran ile Çin arasında güçlü ilişkiler de mevcut ve Pekin, ABD’nin öncülüğündeki uluslararası düzene meydan okuma çabalarında önemli bir düğüm noktası olan Tahran rejiminin yıkılmasını istemez.

Bununla birlikte, İran’la çıkacak bir savaş, Çin’e daha büyük önem taşıyan meselelerde kısa vadeli de olsa ciddi stratejik avantajlar sağlayabilir. Pekin, dikkatini başka yöne çevirmiş bir ABD’den faydalanarak Tayvan’a veya Güney Çin Denizi’nde daha agresif hamlelerde bulunabilir. ABD ordusunun varlıklarını ve dikkatini başka yöne kaydırması, Çin’e kendi arka bahçesinde çok ihtiyaç duyduğu stratejik nefes alma alanını sağlar.

Üstelik Çin, 7 Ekim sonrasında ABD ile yürüttüğü jeopolitik nüfuz mücadelesinde üstünlük sağlamak için kullandığı taktikleri daha da hızlandırabilir—ki bu yarışta zaten önde gidiyor. İran’la çıkacak bir savaş, kurallara dayalı düzenin yalnızca Washington’un rakiplerine uygulandığı yönündeki Pekin argümanını daha da pekiştirir. ABD, Rusya’nın Ukrayna’yı yasadışı şekilde işgal etmesini haklı olarak eleştirdi. Peki İran’a karşı bir savaşa hangi gerekçeyle katılacak? Bu tür çifte standartlar, Küresel Güney ülkelerini Çin’in kucağına itti ve ABD’nin stratejik rakibiyle rekabetine zarar verdi.

Başkan Trump, ilk döneminde yeni savaş başlatmama konusundaki sicilini sık sık övüyor. Bu sicil Trump’ın iddia ettiğinden biraz daha karmaşık olsa da, İsrail’in savaşına katılmak bu mirasa kesinlikle ihanet etmek anlamına gelir ve barışı sağlama sözü veren bir başkana oy vermiş milyonlarca Amerikalı tarafından hainlik olarak görülür.

Yıllardır hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat başkanlar, “Asya’ya yönelme” ve ABD’nin tek denk rakibi olan Çin ile rekabete öncelik verme sözü verdiler. Yeni Trump yönetimi de göreve bu vaatlerle başladı. Ancak bu başkanların neredeyse tamamı, ABD’nin çıkarları açısından stratejik önemi giderek azalan Orta Doğu’ya ülkenin dikkatini ve kaynaklarını bağladı.

Trump, “yeni savaş yok” mirasını korumak istiyorsa, İran’dan uzak durmalıdır. Bu ona, ABD’nin önceliklerini ve dikkatini nihayet ve tamamen Hint-Pasifik bölgesine yöneltmiş bir başkan olma fırsatı da verecektir.

*Adam Gallagher, Defense Priorities’te katkıda bulunan araştırmacı ve John Quincy Adams Society’de stratejik liderler bursiyeridir. X’te @AEGallagher10 adresinden takip edebilirsiniz.

Kaynak: https://nationalinterest.org/blog/middle-east-watch/how-war-with-iran-would-undercut-us-china-strategy