İran’da İslam Zayıflıyor

İran, hem siyasi hem de demografik açıdan uzun süredir bir İslam Cumhuriyeti olarak tanımlanmaktadır ve resmî istatistikler, nüfusunun %98’inden fazlasının İslam’a mensup olduğunu iddia etmektedir. Ancak bu görünümün ardında kayda değer bir değişim yatmaktadır. Kırk yılı aşkın süredir süregelen teokratik yönetimin ardından, İran artık—rakamların ne söylediğinden bağımsız olarak—ruh, inanç ya da kimlik bakımından “İslam çoğunluklu” bir toplum olmayabilir.

Devrim Sonrası Hayal Kırıklığı

Ayetullah Humeyni 1979’da geri döndüğünde, birçok kişi İslami bir yönetimin adalet, ahlaki bütünlük ve Batı egemenliğinden kurtuluş getireceğine inanıyordu. Bunun yerine İranlılar, gücü seçilmemiş din adamlarının elinde yoğunlaştıran, sivil özgürlükleri bastıran ve dini bir silaha dönüştüren katı bir teokrasiyle karşılaştılar.

On yıllar boyunca zorunlu başörtüsü, dayatılan namazlar ve cinsiyet ayrımı gibi dini uygulamalar; zorlama, gözetim ve cezalandırma yoluyla dayatıldı. Rejim bağlılık uyandırmadı; öfke yarattı.

Yeni Nesil: Dini Devlet Kontrolü Olarak Reddetmek

Bu duygu, devrimden sonra doğanlar arasında en belirgin şekilde görülmektedir. Birçok genç İranlı için İslam; maneviyatla değil, sansür, ekonomik çöküş ve baskıyla eş anlamlıdır. Anlam arayışına açılan bir yol değil, egemenliğin bir aracıdır.

“%98 Müslüman” Miti Çürütülüyor

İran’daki resmî istatistikler, gönüllü dini aidiyeti yansıtmamaktadır. “Dinsizim” demek tehlikelidir; çünkü dinden dönme (irtidad), hapis cezası ve hatta idam da dahil olmak üzere ağır yaptırımlara yol açabilir. Uygulamada İslam, seçilen değil miras alınan bir dindir: Müslüman ebeveynlerden doğan bir çocuk otomatik olarak Müslüman kabul edilir ve din değiştirme hakkına sahip değildir. İslam’ı reddetmek ya da başka bir dine geçmek suç sayılır. Sonuç olarak artık İslam’a inanmayan milyonlarca İranlı, resmî olarak hâlâ Müslüman kabul edilmektedir. Batılı üniversiteler ve kurumlar sıklıkla İranlıların %98’inin Müslüman olduğu yönündeki rejim iddiasını tekrar eder; ancak bu oran yanıltıcıdır ve İran toplumunda yaşanan derin sekülerleşmeyi yansıtmamaktadır.

Ancak bağımsız araştırmalar farklı bir gerçeğe işaret etmektedir. Gamaan Enstitüsü’nün 2020 yılında 50.000’den fazla İranlıyla gerçekleştirdiği anonim ankette şu sonuçlar ortaya çıkmıştır:

  • %32’si Şii Müslüman olduğunu belirtmiştir
    • %9’u Sünni Müslüman
    • Yaklaşık %50’si dinsiz ya da dinini kaybettiğini ifade etmiştir
    • %70’ten fazlası, zorunlu başörtüsü de dahil olmak üzere, dinî yasalara karşı çıkmıştır

Bu bulgular, toplumun post-İslami bir yapıya doğru kaymakta olduğunu gösteriyor—hükümet hâlâ teokratik olsa bile.

Zorla Dayatılan İnanç, Boş Bir İnançtır

Gerçek inanç, özgürce seçilmelidir. Korkuyla dayatılan inanç, inanç değil; itaatkârlıktır.

İslam Cumhuriyeti, dini otoriter yönetimle iç içe geçirerek İslam’ın içini boşaltmıştır. Camiler çoğu zaman boştur; genç kadınlar başörtülerini alenen yakmaktadır; sokak sanatı, dinî figürlerle alay etmektedir. “İslam Cumhuriyeti istemiyoruz!” ya da “Din adamları, defolun!” gibi protesto sloganları, dindar bir çoğunluğun değil; dini bir baskı aracı olarak gören bir halkın sesidir.

Kadın, Yaşam, Özgürlük Ayaklanması: Kültürel Bir Paradigma Değişimi

2022–2023 yıllarındaki “Kadın, Yaşam, Özgürlük” hareketi, sarsıcı bir kültürel kırılmaya işaret etti. Başörtüsü yasalarına karşı gelen İranlı kadınlar ve ahlak polisiyle yüzleşen gençler yalnızca rejime meydan okumakla kalmadılar; kitlesel bir manevi başkaldırı gerçekleştirdiler.

İran şu anda Müslüman dünyasında sekülerleşmeye içeriden öncülük etmektedir—bunun nedeni Batı’nın etkisi değil, İranlıların siyasallaşmış İslam rejimi altında yaşamış ve onu reddetmeyi tercih etmiş olmalarıdır.

Dolayısıyla rejim hâlâ İslam bayrağı altında hükmetmeye devam ederken, toplum artık o bayrağı elinden bırakmıştır.

İran Artık Ruhen İslamcı Çoğunlukta Değil

Resmî etiketler varlığını sürdürebilir, ancak bunlar artık İran’ın manevi gerçekliğini yansıtmamaktadır. Rejim, İslami bir toplum inşa etmeyi amaçladı—ancak bu dayatma, bölgenin en hızlı sekülerleşen toplumlarından birini ortaya çıkardı.

İslam Cumhuriyeti’nin paradoksu şudur: İslam’ı dayatmaya çalışırken, Müslüman dünyada ilk post-İslami toplumu yaratmış olabilir.

* Dr. Fariba Parsa, sosyal bilimler alanında doktora sahibidir ve İran siyaseti üzerine, özellikle siyasi İslam, demokrasi ve insan hakları konularına odaklanmaktadır. Fighting for Change in Iran: The Women, Life, Freedom Philosophy against Political Islam (İran’da Değişim için Mücadele: Siyasi İslam’a Karşı Kadınlar, Yaşam, Özgürlük Felsefesi) adlı kitabın yazarıdır. Dr. Parsa aynı zamanda, İran ve Afganistan’daki kadınları çevrimiçi liderlik eğitimi ve öğretimi yoluyla güçlendirmeye adanmış kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Women’s E-Learning in Leadership (WELL) kuruluşunun kurucusu ve başkanıdır.

 

Kaynak: https://www.realclearworld.com/articles/2025/09/11/islam_is_weakening_in_iran_1134383.html