Irak’ta Seçimler Sona Erdi, Ancak Ülke Henüz Başlamadı
Seçimler sona erdi, ancak asıl mücadele daha yeni başladı. Seçimlerin sonucu şüphe götürmez, çünkü Irak’ın siyasi manzarası oy pusulalarıyla değil; milisler, bölgesel sadakatler ve şu anda mezhepçi bir oligarşinin elinde toplanan servetle şekilleniyor. İran destekli milisler seçimlere rekabet etmek için girmedi; devletin içinden iktidarı yeniden şekillendirmek için girdi. Hükümette kalmanın, dışında kalmaktan çok daha kazançlı olduğunu öğrendiler.
Bu manzara içinde seçim sonuçları anlamsızdır. 2003’ten bu yana Irak’ın siyasi deneyimi, kazananların dışlandığını ve kaybedenlerin kabul gördüğünü göstermiştir. Sadr hareketi 2021’de kazandı, ancak kenara itildi. 2010’da Iyad Allawi’nin bloğu kazandı, ancak Nuri el-Maliki iktidarı bırakmayı reddetti. Irak’taki seçimler yeni temeller oluşturmaz; yalnızca mevcut hakimiyeti yeniden üretir.
Muhammed Şia es-Sudani, şimdi “iyi yönetişim” savunucusu olarak sunuluyor, ancak yurtdışından denetlenen mezhepçi bir ortamdan çıktı. Irak kimliği nedeniyle değil; Şii kimliği ve Tahran ile Necef’teki dinî otoriteler tarafından kabul görmesi nedeniyle seçildi. Sudani’nin üyesi olduğu Dava Partisi’nin çekirdeği, daima ulus yerine mezhebi önceliklendirmiştir. Bu yapı, İbrahim el-Caferi ve Nuri el-Maliki’nin mezhepçi sığlığından başka ne üretebilirdi ki?
Foreign Affairs dergisinde yayımlanan “Irak Sessizce Parçalanıyor” başlıklı makalesinde Michael Knights, “İran destekli milisler artık yalnızca siyasi kararları etkilemekle kalmıyor, devlet kurumlarını içeriden yeniden şekillendirerek işlevsel anlamlarını boşaltıyorlar” diye yazıyor. Gölgeden ön plana çıkış, demokratik bir evrim değil; devletin milis gücünün bir vitrinine dönüşmesidir.
Financial Times, İran yanlısı Koordinasyon Çerçevesi içindeki bölünmenin derinliğini gözler önüne seren bir ifadeye yer veriyor: Üst düzey bir Şii politikacı, “Nuri el-Maliki, Sudani’nin ikinci bir dönem görev yapmasına izin vermektense ölmeyi tercih eder” diyor. Başbakanlık artık idari bir görev değil, tahakküm aracı olarak görülüyor.
Iran Could Lose Iraq başlıklı makalede Knights ve Hamdi Malik, “Irak’taki Şii kampındaki çatlaklar, Tahran’ın vekillerini kontrol etme konusundaki zorlanması nedeniyle İran’ın projesinin bütünlüğünü tehdit ediyor” uyarısında bulunuyor. Yaklaşan çatışma Sünniler ile Şiiler arasında ya da devlet ile milisler arasında değil; aynı kamp içinde, devlet siyasetine katılmak isteyenlerle onu tekelleştirmek isteyenler arasında olacak.
Bu kaosun ortasında Irak, ancak “absürd kültür” olarak tanımlanabilecek bir durumdan muzdarip. Bazı Iraklılar, sanki ülke rasyonel siyasi normlara göre yönetiliyormuş gibi durumu analiz etmekle kendilerini tüketiyor. Ekonomiyi akademik çerçeveler içinde tartışıyorlar; politikacıları da sanki politikayı sabun tozu satar gibi pazarlayan mezhepçi örgütlerden değil, ulusal düşünce okullarından çıkmış kişiler gibi ele alıyorlar.
Siyasi absürtlüğün en çirkin yanı, bunun veriye dayalı analiz ya da gelecek senaryosu planlaması kisvesine bürünmesi; oysa gerçekte tekrarın ötesine geçmemesidir. Ciddi siyasi analizler, Irak’ın içi boş kurumlara, egemenlikten yoksun seçimlere ve dış odalardan yönetilen hükümetlere sahip bir post-devlet varlığı olduğunu ortaya koymaktadır. Parlamento yasa yapmaz — payları dağıtır. Yargı hüküm vermez — gerekçelendirir. Medya denetlemez — pazarlama yapar.
Yakın gelecek daha fazla bölünme, yoğunlaşan rekabet ve mezhepçi kota siyasetinin kırılmaz bir kader olarak yerleşmesini vaat ediyor. Sivil toplum marjinalleştiriliyor, protestolar bastırılıyor ve Iraklılar geçmişteki hayal kırıklıkları ile geleceğe dair korkular arasında gidip geliyor. Seçim sonuçlarını kutlayanlar, ihanete uğramış bir ulusun külleri üzerinde dans ediyorlar.
Irak ulusal bir hükümet kurmanın eşiğinde değil; aksine, milislerin ABD’nin baskısına boyun eğmesi ve İran’ın, Irak’ın ikili vesayetini sürdürmeyi amaçlayan Amerikan taleplerine uyması gibi tekrarlanan senaryolarla karşı karşıya. Bu şaşırtıcı değil; Irak’ın 2003’te ABD–İran ortak yönetim sistemine devredilmesiyle başlayan oyunun bir devamı. Washington ve Tahran, Irak dışındaki her konuda anlaşamıyorlar; ama Irak konusunda, onu zayıf, parçalanmış ve uzaktan yönetilen bir ülke olarak tutma konusunda uzlaşı içindeler.
Görevde kalmayı arzulayan Sudani, halkın iradesine ya da reformcu programlara dayanmayacak. Onun yerine Tahran’ı yatıştıracak, Washington’un taleplerine boyun eğecektir. Kendini dengeli bir figür olarak sunacak; ancak gerçekte bir suç ortağıdır. Bu tür “yapay tarafsızlık” bir devlet inşa etmez — bağımlılığı yeniden üretir.
Sudani reform ve yolsuzlukla mücadele konusunda boş vaatlerde bulunsa da, gerçek şu ki, kurulacak bir sonraki hükümet de proje, bağımsızlık ya da kapasiteye sahip olmayan başka bir yönetim olacaktır. Iraklılar yeni vaatler beklemiyor; yeniden hayal kırıklığıyla karşı karşıyalar. Seçimler sona erdi, ancak Irak henüz başlamadı.