Irak’ın 2025 Seçimi: Güç Dengeleri Yeniden Düzenlenecek mi?
Irak’ta bugünlerde hava, siyasi beklentilerle yüklü. 11 Kasım 2025’te Iraklılar, 2003’teki ABD öncülüğündeki işgalden bu yana yedinci kez sandık başına gidecek ve 37 ittifak, 38 parti ile yaklaşık 80 bağımsız adayın yer aldığı kalabalık bir aday grubundan, 329 sandalyeli yeni parlamentoyu seçecek. 21 milyondan fazla kayıtlı seçmenle bu yarış büyük önem taşıyor; ülke genelinde kahvehanelerde, WhatsApp gruplarında, pazarlarda ve oturma odalarında yoğun şekilde tartışılıyor.
Genel hava, radikal olmasa bile bir değişim fırsatının doğabileceğini gösteriyor. Seçmenlerin enerjisi yenilenmiş görünüyor ve daha yüksek katılım beklentileri gerçekçi. Bu seçimden güçlü bir halk desteğiyle çıkan bir hükümet, tutarlı politika üretimi, güvenilir reformlar ve uluslararası alanda daha öngörülebilir bir duruş için gerekli olan siyasi istikrarı sağlayabilir. Kutuplaşmış bir Orta Doğu’da işlevsel bir Irak, rakip güçler arasında bir köprü görevi görerek bölgesel gerilimleri yatıştırabilir; aynı zamanda hem büyük bir enerji üreticisi hem de jeopolitik bir mihver devlet olarak statüsünü kullanabilir.
Amerika Birleşik Devletleri için riskler özellikle yüksek. Daha dirençli ve yeterince bağımsız bir Irak, onlarca yıllık stratejik, siyasi ve askeri yatırım ile iş birliğinin uzun süredir beklenen getirisi olabilir.
Yine de tüm bu iyimserliğe rağmen, bu seçimin 2003’ten bu yana Irak’ı şekillendiren siyasi düzeni temelden sarsması pek olası görünmüyor. Muhasasa sistemi — Irak’ın üç ana etno-mezhepsel grubu arasında gücün paylaşıldığı yapı — hâlâ derinlemesine yerleşik durumda. Bir zamanlar çoğulculuğu güvence altına almayı amaçlayan bu sistem, günümüzde Irak siyasetini şekillendirmeye devam eden yolsuzluk, gizli anlaşmalar ve kayırmacılık ağlarının temel iskeleti olarak görülüyor. Her ne kadar seçimler muhasasa sistemini ortadan kaldırmasa da, iç güç dengesini değiştirebilir ve hükümetin kontrol kollarını elinde tutan elitler arasında yeniden bir dağılıma yol açabilir.
Üçüncü Bir Şii Yolu mu?
Muqtada Sadr’ın al-Tayyar al-Watani al-Shiite (Şii Vatansever Akım) ve eski Başbakan Haider al Abadi’nin Tahaluf al-Nasr (Zafer İttifakı) gibi önemli Şii aktörlerin seçim yarışından çekilmesiyle şekillenen bu ortamda, Şii Müslüman olan mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani, belirleyici bir figür ve seçimlerin favorisi olarak öne çıkıyor. Sudani’nin halk nezdindeki cazibesi, pragmatik, yönetim odaklı ve ılımlı bir lider olarak sahip olduğu itibara dayanıyor; bu da ona parçalanmış siyasi alanda nadiren görülen, kesişen destekler kazandırıyor. Ekim 2022’de göreve gelişinden bu yana artan popülaritesinin ve meşruiyetinin temel dayanağı ise, çatışan çıkarlar arasında denge kurarken birleştirici bir ulusal vizyon sunabilme becerisi oldu.
Bu denge üç temel mekanizma üzerinden kuruldu. İlki, iç politikada yürüttüğü dengeleme eylemleridir: Zıtlıkları yöneten bir lider olarak görülüyor; bir yandan devlet kurumlarını güçlendirmeye çalışırken, diğer yandan bu kurumları zayıflatan aktörlerle yakın ilişkilerini sürdürüyor (Washington ve Tahran’la kurduğu denge de en az bu kadar önemlidir). İkincisi, Irak’ın tarihsel mezhepçi siyasi söylemiyle tezat oluşturan, çekici bir milliyetçi ve mezhepler üstü retoriğe sahip olmasıdır. Üçüncüsü ise, enerji projeleri, yol ve köprü inşaatları, rafineriler gibi kamu hizmetlerindeki somut icraatları sayesinde, ülkenin Şii olmayan bölgelerinde bile güvenilirlik kazanmış olmasıdır. Bu unsurlar birlikte, onu derin şekilde parçalanmış siyasi manzara içinde pragmatik bir lider olarak öne çıkarmıştır.
Birçok Iraklı için Sudani, İran yanlısı al-Itar al-Tanseqi (Koordinasyon Çerçevesi) muhafazakârları ile Sadr gibi daha dindar ve milliyetçi Şiiler arasında konumlanan bir “üçüncü Şii yolu” umudunu temsil ediyor. Ancak bu umudun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği henüz belirsiz. Bu, Sudani’ye kendi fikirlerini veya ideolojisini hayata geçirecek zaman ve alanı sağlayacak net bir seçim sonucu olmadan kestirilemez. Aynı şekilde, şu anda bunu gerçekleştirmesi doğası gereği zordur; zira görevde kalabilmesi hâlâ Koordinasyon Çerçevesi’ne bağlıdır ve kendi partisi al-Furatayn’ın parlamentoda yalnızca iki üyesi bulunmaktadır. Bu nedenle yapabileceklerinin sınırları vardır. Ancak, örneğin parlamentoda 70 sandalye kazanır ve benzer görüşteki partiler ve bireylerle ittifak kurarsa, o zaman kendi fikirlerinin daha net bir şekilde ortaya çıkması mümkün olabilir.
Ne var ki, son iki yıldaki performansı temel alındığında, Sudani’nin pragmatik ve popüler yaklaşımına rağmen, aslında Koordinasyon Çerçevesi’nin sadece daha genç ve yeni bir yüzünü temsil ettiği açıktır. Her ne kadar Sudani ile Çerçeve’nin diğer üyeleri arasında her zaman yoğun bir rekabet olsa da, hâlâ Irak’ın yönetimini uzun süredir şekillendiren — patronaj ağları, mezhepçilik ve paramiliter kanatlara sahip siyasi grupların hâkimiyetiyle tanımlanan — yerleşik ve hem resmî hem gayriresmî kurallardan oluşan sistem içinde faaliyet göstermektedir. Bu bağlamda, Sudani’nin bir zaferi, sistemi doğrudan sarsmaksızın elit siyasetinde bir yeniden yapılanmaya yol açabilir.
Yeni kurduğu seçim öncesi ittifak olan Tahaluf al-Immar wa al-Tanmiya (Yeniden Yapılanma ve Kalkınma İttifakı) — teknokratlar, milliyetçiler, aşiret liderleri, sivil toplum figürleri ile geleneksel Şii partilerin eski üyeleri olan milletvekilleri Hanan Fatlawi ve Aliya Nusaif’i bir araya getiren geniş bir koalisyondur (her ikisi de eski Başbakan Nuri el-Maliki’nin Itlaf Dawlat al-Qanon [Hukuk Devleti İttifakı] üyesiydi) — pragmatik bir yönetim tabanı oluşturma çabasını temsil ediyor. Bu çaba seçimlerde oya tahvil edilebilirse, ona seleflerine kıyasla daha tutarlı bir yönetim koalisyonu kurmak için gereken siyasi manevra alanını sağlayabilir — elbette bu çeşitli siyasi aktörlerin, statükoyu içeriden reforme etme hedefiyle bir araya geldikleri varsayılırsa. Böyle bir başarı, kırılgan liderlik ve eriyen kamu güveniyle uzun süredir mücadele eden bir ülke için azımsanmayacak bir gelişme olur.
Buna karşılık, Maliki, Seyyid Ammar el-Hakim ve Şeyh Kays el-Hazali gibi Irak’ın bir zamanlar rakipsiz olan geleneksel siyasi ağır toplarının, devleti ele geçirme yönündeki suçlamalar ve — daha da önemlisi — genç seçmen kitlesiyle bağ kuramama nedeniyle, seçimlerde zayıf performans göstererek siyasi etkilerini yitirmeleri muhtemeldir. Bu nedenle, Sudani açısından önemli bir sınav, yeni bir yolda ilerlediğini ve paramiliter grupların hâkim olduğu mevcut ittifak içindeki konumunun yalnızca geçici ve işlevsel bir zorunluluktan ibaret olduğunu kanıtlamaktır.
Parlamentodaki aritmetiğin ötesinde, bu seçim Irak’ın iç politikasını ve dış politika yönelimini belirleyen koalisyon siyasetini de şekillendirecektir. Sonuçların, değişen ittifaklar ve bölgesel gerilimler nedeniyle yeniden biçimlenen Orta Doğu’da Irak’ın rolünü doğrudan etkilemesi bekleniyor. Yurtdışındaki gözlemciler açısından, Kasım ayındaki seçimler; Irak’ın siyasi istikrarı konsolide edip edemeyeceğini, daha kendine güvenen bir bölgesel aktör olarak ortaya çıkıp çıkamayacağını, yoksa siyasi geleneklerinin yükü altında sendelemeye devam edip etmeyeceğini ya da elitler arası pazarlıkların bir kez daha değişim umutlarını sulandırıp sulandırmayacağını gösterme potansiyeli taşıyor.
Mevcut Siyasi Manzara
2025 seçimleri, çalkantılı bir ortamda gerçekleşecek. Birkaç önemli siyasi aktör — özellikle Sadr — seçim yarışından çekilerek siyasi manzarayı önemli ölçüde değiştirdi. Koordinasyon Çerçevesi’nin hâkimiyetindeki Parlamento, yakın zamanda yapılan il meclisi seçimlerinde uygulanan ve 2020’de protesto baskısıyla terk edilen kapalı liste seçim sistemini yeniden yürürlüğe soktu. Bu sistemin yaklaşan parlamento seçimlerinde de kullanılacak olması, kontrolü yeniden köklü elitlerin eline verirken, küçük partilerin ve bağımsız adayların sandalye kazanmasını ciddi ölçüde zorlaştıracak.
Aynı zamanda, toplumsal ve ekonomik eşitsizlikler daha da derinleşti. Birçok Iraklı, bir yanda genel halk kitlesi ile diğer yanda siyasi sınıf ve onların yandaşları ve ajanları arasında açılan uçurumu giderek daha fazla hissediyor. Öte yandan, yetersiz mali yönetim ve yolsuzlukla beslenen Irak ekonomisinin kırılganlığı da kötüleşmeye devam ediyor. Tüm bunlar, ülkenin hem tarım sektörünü hem de uzun vadeli istikrarını tehdit eden şiddetli kuraklık ve su kıtlığı gibi acil çevresel krizlerle karşı karşıya olduğu bir dönemde yaşanıyor.
Irak bir kez daha tanıdık bir dönüm noktasında: reformist özlemler, yerleşik güç yapılarıyla çarpışıyor. Bu seçim yarışı, diğer pek çok şeyin yanı sıra, geleceğe dair iki temel vizyonu karşı karşıya getiriyor: kurumsal konsolidasyon ile milis özerkliği. Haşdi Şabi Güçleri’nin devlet aygıtı içindeki yerini daha da kurumsallaştıracak bir yasa tasarısı, hem iç kamuoyunda hem de uluslararası alanda, İran’ın bu güçler üzerinden etkisini kalıcılaştıracağı yönündeki endişeler nedeniyle askıda kalmaya devam ediyor. Bu bağlamda, Sudani bazı dizginsiz milislerle de karşı karşıya geliyor. Yakın zamanda, Bağdat’ta İçişleri Bakanlığı’na bağlı güvenlik güçleriyle yaşanan ölümcül çatışmaların ardından Kataib Hizbullah’a bağlı üst düzey komutanların görevden alınması, Sudani’nin milislerin gücünü denetleme konusundaki kararlılığını en açık şekilde ortaya koydu.
“Şii evi”nin siyaseti dışında, Sünni ve Kürt kanatlar da kendi stratejilerini yeniden şekillendiriyor. Bir zamanlar baskın konumda olan ve eski Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi liderliğindeki Takaddum (İlerleme) Partisi, hoşnutsuz Sünni seçmenleri kazanmayı hedefleyen rakip Sünni grupların yoğun rekabetiyle karşı karşıya. Kürtlerin yaşadığı kuzeyde ise Kürdistan Demokratik Partisi, Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Yeni Nesil hareketi, kendi içlerindeki çekişmelere saplanmış durumda; bu da Bağdat’taki siyasi pazarlık gücünü zayıflatıyor.
Güç Mekanizmaları
Irak’ın parçalanmış siyasi arenasının altında, birleştirici bir yapı yer alıyor: devlet ile parti, milisler ile bakanlıklar arasındaki sınırları bulanıklaştıran gayriresmî bir güç ağı. Farklı etno-mezhepsel çizgilere mensup siyasi elitler, yalnızca ideolojik yapılar aracılığıyla değil, aynı zamanda kurumlar üzerindeki denetimleri yoluyla da hâkimiyet kuruyor. Bakanlıklar, komisyonlar ve devlet daireleri, ulusal bürokratik yapılar olmaktan ziyade, partizan derebeylikleri gibi işlev görüyor. Hemen her Iraklıya bir kamu kurumu hakkında soru sorulduğunda verilecek cevap anlamlıdır: “Orası şu partiye aittir.”
Ekonomik nüfuz, bu sistemi daha da pekiştiriyor. Siyasi aktörler devlet ihalelerini tekelleştiriyor, kamu sektöründeki işe alımları kontrol ediyor ve bu araçları sadakati ödüllendirmek veya muhalifleri cezalandırmak için kullanıyor. Medya ortamı da benzer şekilde kontrol altında: Televizyon kanalları ve haber kuruluşları, çoğu zaman siyasi elitler ya da partiler tarafından doğrudan sahiplenilmiş durumda; bu kuruluşlar, patronlarının meşruiyetini pekiştiren ve rakiplerini itibarsızlaştıran anlatılar oluşturmak üzere çalışıyor. Ortaya çıkan düzen; kısmen bürokratik, kısmen patronaj temelli ve kısmen de zorlayıcı bir yapı sunuyor. Ne tamamen demokratik ne de bütünüyle otoriter; daha çok, Irak’ın demokratik yüzeyinin altında işleyen rekabetçi bir otoriterlik biçimi olarak tanımlanabilir.
Sudani’nin Cazibesi
Sudani’nin cazibesi yalnızca görevde olmasından değil, aynı zamanda kamu hizmetlerinin sunumundaki performansı ve siyasi dengeleme becerisinden kaynaklanıyor. Bu durum, birçok bölgede seçim başarısına dönüşebilir. Koalisyonunun 50 ila 60 sandalye kazanması — özellikle Bağdat ile Basra, Zikar, Divaniye, Necef ve Babil gibi Irak’ın güneyindeki Şii kalelerinde güçlü bir performans sergilemesi hâlinde — ona seçim sonrası koalisyon müzakerelerinde belirleyici bir ilk hamle avantajı sağlayacaktır. Sadr’dan gelecek bir destek ya da onay, özellikle onun tarihsel olarak baskın olduğu Bağdat, Necef ve Zikar gibi vilayetlerde bu avantajı ezici bir çoğunluğa çevirebilir.
Nitekim, sürece resmen geri dönmemiş olsa da, Sadr hâlâ belirleyici bir “joker” kartı niteliğinde. Örneğin, Sudani’nin Bağdat’taki Sadr Şehri’nde ve ülke genelindeki diğer Sadr kalelerinde yürüttüğü seçim kampanyası karşısındaki muhtemel sessizliği, onun yolsuzlukla mücadele, silahlı grupların devlete tabi kılınması ve “önce Irak” politikalarına dair vaatleriyle birlikte düşünüldüğünde, zımni bir onay olarak yorumlanabilir. Bunların tamamı, Sadr’ın öncelik verdiği meselelerdir. Bu senaryo, Koordinasyon Çerçevesi içindeki sertlik yanlısı unsurları ciddi biçimde marjinalleştirebilir ve Sudani’yi sistemin en vazgeçilmez güç simsarına dönüştürebilir.
Sudani’nin popülaritesi yalnızca Şii bölgelerle sınırlı değildir. Mezhepçi olmayan söylemi ve ülke genelindeki kamu hizmeti sunumundaki başarıları, Ninova ve Salahaddin gibi Sünni çoğunluklu bölgelerde de ona güvenilirlik kazandırmıştır. Ancak, açıkça mezhepçi bir siyasi sistemde bu güvenin seçim sandığına yansıyıp yansımayacağı belirsizliğini koruyor. Benzer şekilde, Sudani’nin Kerbela ve Divaniye gibi Şii vilayetlerindeki popülaritesi, eski Başbakan Nuri el-Maliki’nin Hukuk Devleti bloğu ile İran’a yakın Bedir ve Asaib Ehl el-Hak gibi fraksiyonlardan sandalye koparmasına yetip yetmeyeceği de henüz bilinmiyor.
Beklenildiği üzere seçmen katılımında yaşanacak bir artış, Sudani’nin kazanımlarını daha da artırabilir. Birçok Iraklı, reform yanlısı kesimlerin boykotları nedeniyle köklü partilerin avantaj kazandığı 2021 seçimlerindeki düşük katılım hatasını tekrarlamak istemiyor. 2019’daki Tişrin (Ekim) protesto hareketinin mirası — yaşanan hayal kırıklıkları ve sınırlamalarla birlikte — halk arasında, öfkenin yapısal değişime dönüşmesinin tek yolunun sandık olduğuna dair farkındalığı artırmış durumda. Bu bağlamda birçok kişi için Sudani, bu değişim ihtimalinin ilk pragmatik aracı olabilir.
Sudani’nin iktidarını konsolide etmesi hâlinde, bunun önemli sonuçları olacaktır. Ekonomik açıdan, kamu hizmetleri ve altyapıya yatırım yapmayı sürdürmesi ve 2027’ye kadar enerji bağımsızlığına ulaşma hedefi, ülke ekonomisi, siyasi istikrar ve günlük yaşam açısından dönüştürücü nitelikte olabilir. Ancak diğer yandan, artan yatırımlar, kamu istihdamı ve sosyal güvenlik programlarının genişlemesiyle birlikte ülke, kritik bir mali eşikte bulunuyor. Sudani, bu süreçte — ister zorunluluktan ister teşviklerle — bazı ekonomik reformlar yapmak durumunda kalabilir. Bu reformların bazıları, sıradan vatandaşlar için acı verici olabilir. Örneğin, Irak dinarının değerinin düşürülmesi gündeme gelebilir; zira hükümetin maaş ödemeleri ve yatırım projeleri için ihtiyaç duyduğu mali likiditeye erişimde giderek daha fazla zorlandığı görülüyor.
Güçlü bir parlamento desteği, Sudani’ye patronaj ağlarıyla mücadele etmek ve yolsuzlukla ilgili soruşturmalar başlatmak için gerekli yasal zemini sağlayabilir. Aynı zamanda, kurumsal teşvikler ve seçici baskı yoluyla milislerin özerkliğini aşamalı olarak sınırlandırabilir. Ancak bu konsolidasyon süreci, birkaç kritik değişkene bağlı olacaktır: paramiliter bloğunun büyüklüğü; Sadr’ın desteği; reform yanlısı sivil listelerin Zikar, Vasıt ve Necef gibi illerde köklü elit partilerin gücünü sarsma kapasitesi; Necef’teki dinî otoritenin tutumu; ve reform karşıtı elitlerin bu sürece uyum sağlama, direnme ya da etkisizleşme yönündeki tercihleri.
Bağdat’taki sandalye dağılımı ve bağımsız adayların köklü elitlerden oy çekebilme kabiliyeti, bu sürecin nihai belirleyicisi olabilir.
Sudani’nin avantajı gerçek ancak garantili değildir. Onun başarısı, Iraklıların kendisini yalnızca bir denge yöneticisi olarak mı, yoksa 2003 sonrası sistemin siyasi temposunu yeniden tanımlayabilecek bir lider olarak mı gördüğüne bağlı olacaktır.
Geleceğe Bakış
Sudani’nin muhtemel bir zaferi, Irak’ın siyasi mimarisinde devrim niteliğinde bir dönüşüm yaratmayacaktır. Devrimci olmaktan ziyade merkezci bir yönetici olarak tanınan Sudani’nin ikinci dönemi, büyük olasılıkla dramatik bir değişimden çok, temkinli bir konsolidasyon süreci getirecektir. Ancak, uzun süredir işlevsizliğin pençesinde felce uğramış bir sistemde, kademeli ilerleme dahi bir dönüm noktası sayılabilir. Aslında, reformun ne kaçınılmaz ne de imkânsız olarak görülmesi gerektiği göz önünde bulundurulduğunda, kademecilik makul bir reform stratejisi olarak öne çıkar.
Özellikle vurgulanması gereken nokta şudur: İktidarın yeniden dağılımı, muhasasa sistemi çerçevesinde ve devrimsel nitelikte olmasa bile, eğer Sudani seçim tabanını sağlamlaştırabilir ve reform karşıtı ya da sertlik yanlısı unsurları marjinalleştirebilirse, yine de anlamlı sonuçlar doğurabilir. Asıl sınav, bu istikrar odaklı kademeciliğin, birçok kişinin “klinik olarak hasta” olarak tanımladığı mevcut statükoya hayat verecek düzeyde gözle görülür kazanımlar üretip üretemeyeceğidir. Bu da üç temel faktöre bağlıdır: Irak’ın kurumsal dayanıklılığı, halk desteğinin sürdürülebilir şekilde harekete geçirilmesi ve bölgesel ile uluslararası desteğin sağlanması.
Köklü elitler, mevcut rantlarını kolay kolay bırakmayacaktır ve geniş çaplı toplumsal ve uluslararası destek olmaksızın, en mütevazı reformların bile tersine çevrilme riski vardır. Irak halkı, özellikle 2019’daki Tişrin protestoları sırasında olduğu gibi, daha iyi yönetişime duydukları arzuyu tekrar tekrar ortaya koymuştur. Ancak bu enerji sürdürülebilir siyasi baskıya dönüşmediği sürece, statükonun ataleti büyük ihtimalle kademeli reform çabalarının ömrünü aşacaktır.
Son tahlilde, Irak’ın reform sürecinin kalıcı olabilmesi için bu sürecin Bağdat’ta şekillenmesi gerekir. Yine de, kademeli ilerleme devam ederse, bu yalnızca ülke içinde daha fazla istikrarın önünü açmakla kalmayacak, aynı zamanda istikrar arayışındaki bölge için de yeni fırsatlar yaratabilecektir.
* Yasir Kuoti, Boston Üniversitesi’nde siyaset bilimi doktorası öğrencisidir ve Bağdat merkezli Bayan Araştırma ve Planlama Merkezi’nde misafir araştırmacı olarak görev yapmaktadır. X (eski Twitter) platformunda @Ykuoti hesabından takip edilebilir.
** Ali Taher al-Hamoud, Ph.D., siyaset sosyoloğudur ve Bayan Araştırma ve Planlama Merkezi’nin yönetici direktörüdür.