İngilizce Bilmeden Türkçeyi Bilim Dili Yapabilir miyiz?

Türk veya Fars kabul edilen Zemahşeri’nin Araplara, “Atalarınızın dilini gelin benden öğrenin” diye seslendiği özgüven ve yetkinlikte İngilizceyi öğrenmeden ve İngilizce bilgi üretmeyi başaramadan Türkçeyi bilim dili yapma yoluna çıkamayız. Türkçeyi adamakıllı öğrenmeyen gençlere İngilizceyi öğretemeyiz. Dil eğitimini eğitimin başına oturtmadan bu menzillere varamayız. Siyasi, ekonomik ve nüfus açısından olgunluğa varmadan bu yolda kayda değer bir mesafe kat edemeyiz.
Şubat 27, 2025
image_print

Bir dil nasıl bilim dili olur? Bu soruya Türkçe özelinde cevaplar aramadan önce tarihe bir göz atalım.

Eski çağlarda iletişim ve seyahat zordu, Dünya parçalı bir yapıdaydı, hatta bazı parçalar birbirinden tamamen habersizdi. Böyle bir düzlemde bile kültür havzalarında aynı dilin bilim dili olarak geniş coğrafyalara yayıldığını görüyoruz: Batı Roma bakiyesinde Latince, Doğu Roma bakiyesinde Grekçe, İslam Dünyasında Arapça, Uzak Asya’da Çincenin bilim dili olduğunu gözlemliyoruz. Yüzyıllarca İslam Dünyasında Türk, Kürt, İranlı ve diğer milletlerden âlimlerin de Arapça öğrendiğini hatta sıklıkla Arapçaya vukufiyetlerinin Arapları solladığını görüyoruz. Avrupa’da da benzer bir şekilde birkaç yüzyıl öncesine kadar Latince bilim diliydi. 17. yüzyıl sonlarında bir İngiliz olan Newton, en önemli eserini Latince yazmıştı. Belirli bir noktadan sonra ilgili dilin kavram havuzunun çok genişlemiş olması buna yol açmaktadır. Ancak bilim dili olduğundan mı bu kavramsal zenginlik ve ifade derinliği ortaya çıkıyor yoksa bu özellikler mi dili bilim dili kılıyor sorusuna tek yönlü net bir cevap vermek güç. Siyasi nüfuz, ekonomik refah ve medeniyet ortaya koyan milletlerin dili avantajlı hale geliyor. Günümüzde İngilizcenin Almanca ve Fransızcanın önünde küresel bilim dili haline gelmesini ikinci sebeple izah etmezsek, salt ilk sebeple İngilizceye nazaran daha zengin diller oldukları kolaylıkla iddia edilebilecek olan Fransızca ve Almancaya haksızlık yapmış oluruz.

Konunun bir de ıskalanmaması gereken, edebiyatla ilişkisi var ve onun refahla ilişkisini doğrusal olarak kurmak her zaman mümkün olmayabilir. Örneğin cahiliye Araplarının medeniyetin zıddı sayılabilecek sosyolojisinde son derece zengin bir edebi geleneğe sahip olması buna bir örnek olarak verilebilir. Konuyu tüm yönleriyle ele almak ancak bir kitaba sığar. Dolayısıyla bu yazıda siyasi gücün ana nedensellik öncülü olduğunu varsaymakla yetineceğim.

Coğrafi keşiflerle küreselleşmenin başlaması, birbirinden habersiz kıtaların tanışması, mesafelerin azalması, zenginliğin el değiştirmesi ile Latince, Arapça ve Çince şeklinde özetleyebileceğimiz bölgesel bilim dillerinin çözülmeye başladığını görüyoruz. Fransız İhtilali ve yarattığı milliyetçilikle birlikte bu dağınıklığın hızlandığını söyleyebiliriz. Neticede, kabaca 1800-1920 yılları arasında herkesin kendi milli dilinde bilim ürettiği, belki de Dünya tarihinde ilk defa gözlenen, bir döneme şahitlik ediyoruz. Darwin’in İngilizce, Einstein’ın Almanca, Madam Curie’nin Fransızca yazdığı bir dönem. Ancak iki dünya savaşı ile ABD’nin küresel siyasi ve askeri hâkimiyeti perçinlenince 1920-1960 yılları arasında diğer milli dillerin teker teker sönükleştiğini ve tüm Dünya’da, yine tarihte ilk defa, tek bir dilin, İngilizcenin bilim dili haline geldiğini görüyoruz.

Bugün önemini artık ciddi şekilde ıskaladığımızı düşündüğüm bir usulle, klasik dönemde eğitim dille başlar. Çünkü bir Arap için bile bilim dili olan Arapçayı ve derinliklerini öğrenmek ciddi bir eğitim süreci gerektirir. Bilim konuşabilmek için zengin kavramlara, ıstılahlara; yani dört başı mamur bir dile ihtiyaç duyulur.

Günümüze dönersek, mevcut bilgiler ışığında “Bilim dili olarak Türkçe” romantik bir fanteziden mi ibarettir, ya da bu ideali gerçekleştirmek Türkçe eğitimde ısrar etmekten mi geçer? Oktay Sinanoğlu’nun bayraklaştırdığı bu düşünce Milliyetçi bir refleksten mi ibaret?

Kişisel kanaatimi birkaç başlıkta özetlemek gerekirse:

  • Anti-emperyalist bir saikle, ulusçuluğa düşmeden, bize ait bir dilin İngilizce yerine ikame edilmesi ülküsü ortak paydamız olmalı.
  • İngilizceyi tahtından indirmenin sadece Türkçe eğitimle hallolacağını düşünmek son derece naif bir düşünce. Tam tersine İngilizce eğitimin mükemmelleştirilmesi daha acil durmakta. İngilizce eğitim açısından Fen Bilimlerinde orta seviyede, Sosyal Bilimlerde ise zayıfız; her iki notu da pekiyiye getirmemiz elzem. İngilizce eğitimde çağ atlamadan Türkçeyi bilim dili yapma ülküsünün yamacına bile yaklaşılamaz. Dünya literatürünü okuyamadan, Dünya literatürüne mevcut küresel bilim dilinde katkı sağlamadan Türkçe’nin bir bilim dili haline gelmesini ummak safdillik olur. Daha da provokatif bir şekilde formülize edecek olursam “Eğitim dilini İngilizce yapmadan Türkçeyi bilim dili yapamayız”. Bence şu anda Dünya’da bilim dili olarak İngilizcenin en büyük rakibi Çincedir ve bunun en önemli sebeplerinden birisi günümüzde Dünya’da üretilen İNGİLİZCE bilimsel içeriğin en büyük kısmının ABD veya Avrupa değil Çin kaynaklı olmasıdır (Batıdaki Çinli akademisyenler hariç tutulsa bile).
  • Siyasi ve ekonomik bir rüzgâr olmadan ve geniş bir nüfusa sahip olmadan İngilizceye çok iyi hâkim olmamız ve bilim üretmemiz de yetmez. Bugün Hollanda’nın nüfusuna oranla ne kadar bilgi ürettiğinin bir kıymeti yok, özgül ağırlığı itibari ile bir alternatif yaratması imkânsız. Dolayısıyla bu düzlemde yapılacak işler de Türkçenin bilim dili olarak alternatif olabilmesi için vazgeçilmez nitelikte.
  • Peki, tüm bunları sağladık diyelim; her şeyi İngilizce yaparsak Türkçenin kavram havuzunu nasıl diri tutup zenginleştireceğiz? Bunun için öncelikle kelime hazinemizle ideolojik kavgaları bırakmamız gerek. Farklı dillerden kelime geçişlerine irrasyonel bir savunma göstermeyi bırakmamız gerek, buna İngilizce de dâhil. Ayrıca, Fen ve Mühendislik bilimleri eğitiminde Türkçe okuma alışkanlıklarının üzerinde de ciddiyetle durmamız gerek. Aslında yabancı bir dili hakkıyla öğrenebilmek için anadilini de iyi biliyor olmak gerek. Yani yukarıda “önce eğitim dilini İngilizce yapmalıyız” şeklinde karikatürize ettiğim çözüm Türkçeyi dışlamadığı gibi, tam tersine Türkçe dil öğrenimini de zorunlu kılıyor. Çözümü yeniden formülize edecek olursak “çok ciddi bir dil eğitimiyle başlayan bir eğitim paradigmasına ihtiyacımız var”. Türkçe bilimsel üretim için ise alternatif mekanizmalar düşünmemiz gerek. Akademide değeri tam bilinmeyen derleme, perspektif, yorum, vaka takdimi, teknik not, araştırma notu, özet ve kitap kritiği gibi meta içeriklerde Türkçeye odaklanılabilir mesela. Bir yandan çağın silahlarıyla savaşırken öte yandan Türkçe kelime ve kavram cephaneliğimizin dolu tutulabileceği yollar bulunabilir.
  • Siyasi tartışmaların da odağında olan anadilde eğitim tartışmasını da bu minvalde açmak mümkün. Bizim “anadilde eğitim”e değil “anadilde DE eğitim”e ihtiyacımız var. Hem Kürtçeyi, Hem Türkçeyi hem İngilizceyi birlikte ve dört başı mamur bir şekilde öğretmeyen bir “Kürtçe Eğitim” talebinin kimseye bir faydası olmayan lüzumsuz, ulusçu bir refleksten öteye gitmesi mümkün değil. Hem yerel dillerin hem de buradan zikredilmeyen başka uluslara ait dillerin öğrenilmesi ve öğretilmesinin zihinsel ufku açmak ve zekâyla da ilişkisi son derece önemli. Çok dillilikle zekâ arasındaki ilişkiye dair birçok araştırma mevcut. Hal böyleyken bazı gençlerin “Artık YZ var hocam, dil öğrenmeye gerek kalmadı” şeklindeki çıkışları beni sükûtu hayale uğratıyor.

Velhasıl kelam; Türk veya Fars kabul edilen Zemahşeri’nin Araplara, “Atalarınızın dilini gelin benden öğrenin” diye seslendiği özgüven ve yetkinlikte İngilizceyi öğrenmeden ve İngilizce bilgi üretmeyi başaramadan Türkçeyi bilim dili yapma yoluna çıkamayız. Türkçeyi adamakıllı öğrenmeyen gençlere İngilizceyi öğretemeyiz. Dil eğitimini eğitimin başına oturtmadan bu menzillere varamayız. Siyasi, ekonomik ve nüfus açısından olgunluğa varmadan bu yolda kayda değer bir mesafe kat edemeyiz.

 

Muhammed Erkan Karabekmez

1980 Malatya doğumludur. Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümünden almıştır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden de mezun olmuştur. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Biyomühendislik Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Harvard Üniversitesinde misafir araştımacı olarak yer almaktadır. Biyoenformatik, yapay zeka, veri etiği, hesaplamalı biyoloji, sağlıkta dijitalleşme gibi alanlarda araştırmalar yapmaktadır. Birçok STK'da görev almıştır.

1 Comment

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.