Husiler’in En Ciddi Sınavı
Ortadoğu’nun en yoksul ülkesi Yemen, son on yılda yalnızca savaşla değil, aynı zamanda siyasal dönüşüm ile de anılıyor. Bu dönüşümün odağında Husi hareketi var. Zeydî Şiî gelenekten beslenen Husiler, 1990’larda Saada’da dini-sosyal bir oluşum olarak ortaya çıkıp dış müdahalelere karşı bir direniş hattına evrildiler; 2014’te Sana’yı ele geçirerek meşruiyeti tartışmalı ama işleyen bir yönetim aygıtı kurdular. Bugün başkent üzerindeki tam siyasi-idari hâkimiyet, onları sıradan bir örgütten çıkarıp Hizbullah’tan daha organize bir siyasi yapı ve örgütten ziyade devlete yakın bir aktör hâline getiriyor. Eğitimden medyaya, sosyal yardımlardan güvenlik mekanizmalarına kadar geniş bir alanda rıza üreten bu aygıt, uluslararası tanınırlığı sınırlı olsa da kuzeyde fiilî bir “devletçik” (statelet) olarak varlığını sürdürüyor.
28 Ağustos 2025 Perşembe günü İsrail tarafından Sana’ya düzenlenen hava saldırısı, Husi yönetiminin yürütme kademesini hedef aldı. Husi hükümetinin başbakanı Ahmed Galib el-Rehavi ve beraberindeki bakanlardan bir kısmı öldürüldü. Bu, İsrail’in Husi üst düzeyini ilk kez doğrudan vurduğu saldırı olarak kayda geçti. Takiben pazartesi günü Sana’da el-Salih Camii’nde 12 üst düzey yetkilinin cenazesi binlerce kişinin katılımıyla yapıldı. Aynı gün Husiler İsrail bağlantılı olduğunu belirttikleri bir tankere Kızıldeniz’de füze attıklarını duyurdu.
Bu durum, salt simge isimleri cezalandırma değil, yürütme-güvenlik eklemine ket vurma operasyonu olarak okunmalı. Zira ileri derecede askeri ve stratejik birikimin ürünü saldırıya rağmen, Husilerin tipik tepki refleksinde herhangi bir değişikliğe sebep olmadığı çok açık.
Husiler, bir taraftan cenaze törenlerinde kitlesel mobilizasyonu gösterirken, diğer taraftan Kızıldeniz’de bir tankeri hedef alarak operasyonel kapasitenin baki olduğu mesajını verdi. Sana’da BM ofislerine yönelik baskın ve personel gözaltıları da iç güvenlik aygıtının daha sertleşeceğinin işaretiydi. Bu üçlü (kitle mobilizasyonu, deniz misillemesi, iç güvenlik sertleşmesi) Husilerin kriz yönetiminde standart olarak görmeye alıştığımız refleksler. Alışıldık olmayan durum ise saldırının zımnen Husi yönetim piramidindeki en üst makama bu zamana kadarki en ciddi mesajı taşıyor olmasıdır.
Husi Yönetim Piramidi
Husiler, 2014 sonrası Yüksek Devrim Komitesi ile geçiş idaresini kurdu; 2016’da Yüksek Siyasi Konsey (SPC)’e evrilen bu yapı, fiilen kolektif yürütme rolünü üstlenerek kabineleri atadı, devlet işlerini yönetti. Sivil-asker kararlarının merkezileşmesini sağlarken, resmî bakanlıklar üzerinde gözetmen (müşrif) sistemi kurarak parti-devlet entegrasyonunu derinleştirdi. Bu müşrif ağı, her bakanlık ve vilayete ideolojik-idari bir komiser yerleştirip personel, ihale ve gelir akışlarını denetleyen bir ikinci katman oluşturdu. Böylece görünür devlet ile görünmez parti aygıtı iç içe geçti.
Güvenlik mimarisi 2019’da kritik bir dönüşüm yaşadı. Siyasi Güvenlik Örgütü (PSO) ile Ulusal Güvenlik Bürosu (NSB), Husi denetimindeki bölgelerde tek çatı altında birleşerek Güvenlik ve İstihbarat Servisi (SIS)’e dönüştürüldü. SIS’in başına getirilen Abdülhakim el-Haivânî, hareketin iç denetim-kontrgerilla yeteneklerini konsolide etti. Siyasi rakipler, medya ve yardım ağları üzerinde homojen baskı kapasitesi doğdu. Bu birleşme, görünür kabine zarar görse dahi çekirdek iç güvenlik aygıtının sürekliliğini garanti eden kurumsal sigorta işlevi gördü/görmeye devam ediyor.
Mali-idari sahada iki örnekle Husilerin devletçik-statelet olma durumu açıklanabilir (1) Zekât Otoritesi ve 2020 düzenlemeleri ile zekât, ideolojik-sosyal ağların finansmanına yönlendirilen resmî bir vergi rejimine dönüştürüldü. (2) Gümrük-zekât-yakıt zincirlerinden toplanan gelirler merkezi havuzlar üzerinden dağıtılarak savaş ekonomisi sürdürülebilir hale getirildi. Sonuç olarak kendi kendini besleyen bir yönetim-güvenlik-propaganda üçgeni ile her darbede daha da güçlenen bir yapı oluşturuldu.
Bu piramidin meşruiyet ayağı Haşimîlik ile pekişmektedir. Üst yönetimde Peygamber soyundan geldiğine inanılan seyyid kimliği, Zeydî imamet geleneğinin modern izdüşümü olarak işlev görür. Bu durum, hem dini-tarihsel meşruiyet üretir hem de sadakat zincirini akrabalık ve tarikat-aşiret bağlarıyla güçlendirir. Fakat buna mukabil bu durum, kapsayıcılığı daraltır ve hesap verebilirlik kanallarını ve şeffaflığı kısıtlar. Bu makam yönetim piramidinde en üst tabakayı tabiri caizse ruhani liderliği oluşturur. Özellikle kriz anlarında tam da bu kapalı yapı, yerine ikame mekanizmasını hızla aktifleştirerek gerekli atamaları yaparak kaybın şokunu çok kısa zamanda atlatabilir.
Bu yapı temel manada güçlü darbelere rağmen direniş ve mücadeleyi sürdürebilmelerinin temeli oluşturuyor. Bu temel, 4 ana unsurdan destek almak suretiyle sistemi ayakta tutar.
1) Yeniden ikame hızı: Saldırı perşembe günü kabine toplantısını hedef aldı. Fakat SPC-Müşrif-SIS üçgeni karar alma ve güvenlik denetimini dağınık merkezler üzerinden sürdürdü ve cenazenin ertesi günü yapılan misilleme (gemi saldırısı) ile operasyonel direnç yeniden gösterildi. Kabinede vekâleten atamalar yapıldı ve yönetim boşluğu günler değil saatler içerisinde kapatıldı.
2) Sosyal Görünürlük: Husiler yalnızca silah değil hizmet de dağıtır. Eğitim, sağlık ve yardım ağlarıyla temas edilen hane sayısı arttıkça, rıza üretimi silahlı zorlama ile yerel meşruiyet arasında hibrit bir yapıya dönüşür. Bu ağ, darbelerle akamete uğratılamaz aksine saldırı sonrası cenazelerde miting havası eser ve seferberlik tazelenir.
3) İdeolojik tehdit algısı: Zeydî zeminde inşa edilen dış güç (müstevli) = varoluşsal tehdit anlatısı, özellikle İsrail’i kalıcı bir düşman tipine yerleştirir. Önemli figür kaybı, bu anlamda şehadet-intikam döngüsünü besler. Stratejik geri çekilme yerine asimetrik yanıt üretir. Bu yüzden kabineye indirilen darbeler, davranış kalıbını söndürmekten çok sertleştirir.
4) Coğrafya, ekonomi ve savaş rutini: Dağlık kuzey ve yekpare olmayan ikmal hatları, vur-dağıt türü stratejilerin etkisini sınırlar. Üstelik Husi ekonomisi, zekât-gümrük-yakıt üçgeniyle düşük ama sürdürülebilir bir savaş bütçesi üretir. Teknoloji ve lojistikte İran’la iş birliği bu bütçeyi ziyadesiyle destekler. Sert darbe, bu yapının mali-idari damarlarını tek seferde kesmez.
Perşembe günkü isabetli saldırı, istihbarat ve operasyonel hassasiyet bakımından çarpıcıydı. Ancak stratejik sonuç bakımından Husilerin deniz/uzun menzil davranışını dönüştürmedi. Vurulan mekân siyasi kabine ağırlıklıydı dolayısıyla hareketin yanıt verme kabiliyeti ve Kızıldeniz’deki etki gücü aynı kaldı. Başbakanın ölümünün hemen ardından vekâlet ve güvenlik-siyasi gözetim şebekesi işlemeye devam etti dolayısıyla İsrail’in “crushing blow” söylemi, sahada operasyonel süreklilik ile sınırlı karşılık buldu.
Bu saldırıyla Husilerin yıkılmayacağını taraflar biliyordu ancak iki gerçek âyân oldu:
1) Husiler, örgüt değil rejim mantığıyla çalışıyorlar. SPC, Müşrif Sistemi ve SIS’in iç içe geçtiği bu yapı, kabine katmanına dışarıdan vurulan darbeleri şok emici alt yapılarla soğurabiliyor. O yüzden askerî sert saldırılar, Yemen’de sonuç değiştirici kırılma üretmiyor, daha çok maliyet artırıcı sarsıntılar ve insani-ekonomik yan etkiler üretiyor.2) Bu saldırıyla birlikte bir sonraki saldırının ruhani liderliği doğrudan hedef alma ihtimalinin ne derece ciddi olduğu mesajı piramidin en üstü kısmına doğrudan iletilmiş oldu.
Sonuç
Yemen’de bugün olan, Husilerin kurduğu düzenin ciddi bir sınamasıdır. Saldırı, Husilerin yürütme katmanına ağır bir darbe indirse de piramidin en üstüne bir zarar vermedi. SPC’nin karar süreci, müşrif gözetimi ve SIS merkezli iç güvenlik varlığını koruyor. Mali-idari ağlar çalışıyor ve ideolojik anlatı mobilizasyon üretmeye devam ediyor. Bu nedenle, İsrail’in veya herhangi bir dış aktörün (müstevlilerin) sert darbelerle Yemen’deki bu gerçekliği yıkması beklenmemeli. Görünen o ki bu darbeyle, savaşı bitiren nihai hamle yapılmadı belki fakat verilmek istenen mesaj istenen yerlere ulaştı.