Herkes Arabeski Kötülerken Martin Stokes Anlamaya Çalıştı
1980’lerde Türkiye’de müzik meselelerine kafa yoranlar dahil olmak üzere kimse 2., 3. sınıf gazinolara girip arabeskin arkeolojisine ait bir veri toplamayı düşünmedi o yıllarda. Ki zaten arabesk, üzerine kafa yorulmaya değecek bir müzik türü bile değildi! Sadece bir tek ismi görürüz. İngiliz kökenli bir müzikolog olan Martin Stokes’u. Bizde arabeski anlama çabasına dair ilk yazı ise Barış Pirhasan’ın sahibi olduğu ve Tugay Fişekçi’nin yönettiği Sanat Emeği dergisinin Mayıs 1979 tarihli 15. sayısında Engin Ergönültaş’ın yayınladığı “Orhan Gencebay’dan Ferdi Tayfur’a Minibüs Müziği” başlıklı metindir. Bu yazı ardından ise dergide iç tartışmalar yaşanır (Adnan Özer ile dergiciliği üzerine yaptığım söyleşi. Edebiyat Dergileri Atlası, Hece Yayınları, 2025, sayfa 54).
Amerika’da basılan doktora tezi
Arabesk üzerine yazdıkları Türkiye’de paradigmayı değiştirdi
Türk solu o yıllarda arabeskin, işçi sınıfının devrim yapma gücünü uyumcullaştırdığını, Türk sağı bu müziğin geleneği yozlaştırdığını iddia edip mesafe koyarken Stokes’un içeriden bir zihinle anlama çabası ilginçtir. Stokes’un topladığı bu veriler doktora tezi olarak 1992’de “The Arabesk Debate” ismi ile Amerika’da basılarak literatüre girdi. Türk okurunun bu önemli çalışmayı ancak 1998’de İletişim Yayınları’ndan Hale Eryılmaz’ın çevirisi ile okuyabildiğini hatırlatmak isterim. “Türkiye’de Arabesk Olayı” biçiminde çevrilen bu kitap her bakımdan öncü metinler arasında sayılabilir. Meral Özbek’in “Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski” (İletişim Yayınları, 1991) ve Nazife Güngör’ün “Arabesk” (Bilgi Yayınları, 1990) adlı yayınları ile beraber ele alındığında bu üç metni o yıllarda, verili aydın paradigmasının çok ötesinde hem Türkiye sosyolojisini besleyen periferiyi, hem bu periferinin müzikal dilini ötekileştirmeden anlamaya çalışması açısından önemsemek gerekli.
Bilindiği üzere uzun yıllar Türk entelijansiyası 1950’lerden itibaren kırdan büyük kentlere akan toplumsal katmanın getirdiği kültürel bellek ve pratiğin bu süreç içerisinde ortaya koyduğu eklemlenememe ya da kendi özgün eklemlenme biçimini yıkıcı bir şekilde eleştirip mesafeli durmuştu. Özellikle büyük tartışmalara kapı aralayan “arabesk müzik” meselesi burada ana çatışma alanıdır aslında. Sağ ve sol düşünce geleneklerinden gelen hemen bütün entelektüel akıl arabesk müziği “geri” ve “yoz” bularak üzerinde, onu anlamaya çalışan zihinsel bir kazı da yapmamıştı. Oysa karşımızda, politik ve sosyolojik merkezin, toplumun diğer katmanlarına “tepeden inmeci” bir biçimde dayatmaya çalıştığı modernleştirme projesine ilişkin naif bir direniş buluruz. Bu direnişin en simgesel alanını ise müzik oluşturur. Çünkü paradigmanın müdahale ettiği ve geçmiş tarihsel birikim ile ilişkisini kopardığı ilk alanlardan birisi müzik’tir.
Arabeskin sufi düşünceyle ilgisi olduğunu söyledi
Stokes Türkiye’de yayınlanan ilk kitabında işte bu müzikal kopmayı ve periferinin cevabı olarak değerlendirebileceğimiz arabesk müziği teknik ve sosyolojik olarak ele alır. Metnin son bölümünde arabesk müzik ve sufilik geleneği arasında kurduğu irtibat ise bu zamana dek kimsenin üzerinde kafa yorduğu bir konu değildi. Arabeskin en önemli söz yazarlarından Ali Tekintüre’nin vaktiyle Roll dergisinde yayınlanan söyleşisi (Ocak 2009, Sayı 136, sayfa 12-13) ya da en azından Özer Şenay’ın “Çıktım arşa seyran eyledim geldim aşka/ Döndüm baktım aleme alem bir başka/ Herkesin bir derdi var hep başka başka/ Vesaire vesaire hep aşka dair” nakaratlı şarkısına bakarak aslında bu ilişkinin ne kadar derin olduğunu görmek mümkün.
Martin Stokes’un 2012 yılında yayınlanan ve bir devam metni biçiminde de değerlendirebileceğimiz çalışması “Aşk Cumhuriyeti-Türk Popüler Müziğinde Kültürel Mahrem-“ (Koç Üniversitesi Yayınları, 1.Baskı, Mayıs 2012, İstanbul) ise modern Türkiye müziğini şekillendiren üç önemli isim üzerinden yürüyerek 1950’lerden günümüze ülkemizin sosyolojik dönüşümünü çözümler adeta. Zeki Müren, Orhan Gencebay ve Sezen Aksu’nun müziklerinin temel omurgalarının oluştuğu yıllarda ortaya koydukları eserleri, bu eserlerin teknik analizlerini, süreç içerisinde sanatçıların ne tür gelişim, dönüşüm yaşadıklarını inceleyen Stokes’un, ülkenin o tarihlerde içerisinde bulunduğu politik, sosyolojik evrilmeyi anlamak için de bu üç isim etrafında şekillenen dokuyu kitabının ana fonuna oturttuğu söylenebilir.
Stokes’un “Arabesk Olayı”ndan sonra
Türkiye’de basılan diğer kitabı
Kitabın alt başlığında geçen “kültürel mahrem” kavramını da sanırım okur yeni yeni duymaya başladı. Ki Stokes, İngilizce’de bile akademik dünya açısından kavramın henüz yaygın olmadığını belirtiyor. Örneklendirmek gerekirse kavram “kitlelerin hislerine tercüman olarak toplumsal bir ikona dönüşen, şarkılarıyla ve yaptıklarıyla kişilerin kendilerini ifade edişini belirleyen, hatta kültürel akışa damgasını vuran bir şarkıcının ve şarkılarının, bu süreç içinde hayranlarının ya da genel olarak kamunun tepkilerine göre de değişip dönüşmesi(s.23)”ni karşılıyor. Stokes’in kitabı altı bölüme ayrılmış. Ama çalışmaya asıl şeklini veren Zekin Müren, Gencebay ve Sezen Aksu’yu ayrı ayrı incelediği 2.,3.,4. Bölümler.
Türkiye, “Kültürel Mahrem” ve müzik
1950’lerden itibaren önemli çıkış yapan Müren’i özellikle “ideal yurttaş”, 70’lerin sosyolojisini taşıyan Gencebay’ı “müşfik yurttaş”, 1980 ve sonrasının toplumsal ruhunu yansıtan Sezen Aksu’yu ise “diva yurttaş” biçiminde tanımlayıp iddiasının politik gerekçelerini temellendirmeye çalışan kitap bu açıdan da tartışmaya değer çözümlemeler koyuyor önümüze. Bahsi geçen üç önemli sanatçıyı “kültürel mahrem” kavramının içinde değerlendiren ve 1950 sonrası Türkiye’sini bu üç isim üzerinden sosyolojik, politik okumaya tabi tutan Stokes “Aşk Cumhuriyeti” isimli kitabı ile de entelektüel dünyamıza yeni kanalları işaret ediyor aslında. Her ne kadar Gencebay üzerine birkaç çalışma var ise de, Zeki Müren ve Sezen Aksu’nun şarkıları, müzikal yolculukları, modern Türk müziğine eklemlenme biçimlerinden hareket ederek, ülkemizin yakın dönem müzik-sosyoloji ilişkisini anlamaya dair metinlerin azlığı tartışma götürmez.
Martin Stokes’un Türkiye’nin müziğini çözümleme çabasının ne kadar içerinden bir ruh taşıdığının sanırım en büyük göstergesi TRT Arşiv’de karşımıza çıkan bir kayıt olsa gerek. 80’li yıllarda Müşfik Kenter’in bir programına konuk katılan Stokes orada söylediği türkü ile dikkat çekiyor. Türkiye’de müzik-toplum meselelerine dair yine çok sıra dışı bir olay da 1989 yılında Mustafa Keser’i görmeye gelen İzlandalı müzikoloğun öyküsüdür. O da bir başka yazının konusu olsun.
(Martin Stokes, TRT Arşiv, Müşfik Kenter programı linki)
https://www.youtube.com/watch?v=ypfvA98GqNw