Şinasi Gündüz’ün Sabiiler son Gnostikler adlı yapıtı, anlaşıldığı kadarıyla İngiltere’de yaptığı doktora çalışmasının kitaplaştırılmış halini oluşturuyor; yapıt, özelde Mandeenler ve genel olarak Gnostisizm konusunda, Türkçe kaynakların kıtlığı göz önünde bulundurulduğunda, bir katkı niteliği taşıyor.
Ben bu yazıda, kitabın genel bir değerlendirmesinden çok, Gündüz’ün, Türkiyeli tarihçilerin ve toplumbilimcilerin kimi “hassas” konularda (uzak bir geçmişi irdelerken) öznellikten sıyrılamadıklarını gösterdiğini düşündüğüm bir vurgusunu tartışmak niyetindeyim.
Sorun gerçekten de “hassas”; “hassas” olduğu kadar da önemli. Sâbiî kavramının Kur’an’da üç kez geçtiği biliniyor:
“Müminlerden, Yahudi, Hristiyan ve Sâbiîlerden, Allah’a ve Ahiret Gününe iman edip salih amel işleyenlerin ecir ve mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, mahzun da olmazlar.” (El-Bakara, 62)
“İman edenler, Yahudi olanlar, Sâbiîler ve Hristiyanlardan Allah’a ve Ahiret Gününe iman eden ve salih amel işleyenlere korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.” (El-Maide, 69)
“Müminler, Yahudiler, Sâbiîler, Hristiyanlar, Mecusiler ve müşrikler (var ya), Allah Kıyamet gününde onların aralarını ayıracaktır. Allah her şeye şahittir.” (El-Hac, 17)
Ayetlerden anlaşılacağı üzere, Kur’an, müminler (Müslümanlar), Yahudiler, Hristiyanlar, Mecusiler ve müşriklerden ayrı olarak, Sâbiîler adında bir inanç topluluğunun varlığını beyan etmekte ve bunları diğer kitap ehliyle birlikte sayarak (müşrik ve Mecusilerden farklı olarak) bir çeşit güvence altına almaktadır.
Böylelikle, İslam hukukunun uygulandığı bölgelerde, Sâbiîlere Müslüman olmayan diğer kitaplı dinler (Yahudilik ve Hristiyanlık) gibi zimmi statüsüyle belirli haraçları ödeme ve koşulları yerine getirme karşılığında can ve mal güvencesiyle inanç özgürlüğü kapısını açmaktadır.
Peki, kimdir Kur’an’ın varlığını kabul ettiği ve bir bakıma dokunulmazlık statüsüyle donatılmasına zemin hazırladığı Sâbiîler?
İşte “hassas” sorun tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Orta çağ başlarına tarihlenen İslam kaynakları, Urfa (eski adıyla Edessa) yakınlarındaki Harran kentinde yaşayan ve Harraniler ya da Harran Sâbiîleri olarak adlandırdıkları bir toplumdan sık sık söz etmekte ve yadırgayıcı buldukları anlaşılan inanç sistemlerini ve ibadet ayinlerini ayrıntılarıyla anlatmaktadır.
Eski ve modern kaynakların aktardığına göre, Harran Sâbiîleri, en azından Müslüman yazarların kendilerini tanıdığı dönemde Mezopotamya kökenli Ay (Sin) kültü, Greko-Romen paganizmi ve Helenistik neoplatoncu ve hermetik öğretilerin bir karışımını yaşayan, senkretistik, pagan bir topluluktu.
Harran’ın dinini betimleyen 4.-5. yüzyıl Hristiyan kaynakları, Ay ve Güneş üzerine odaklanmış bir gökcisimleri kültüne işaret etmektedir. Bunların yanı sıra, Batı Semitik ve Arap kültlerinin, örneğin çeşitli adlar altında ve biçimleriyle tasavvur edilen Ana Tanrıça’nın, çok sayıda yerel Baal’in adı geçmektedir.
Ayrıca, Harranilerin astroloji ve büyü sanatları dahil olmak üzere bazı batıni geleneklerin sürdürücüsü oldukları bildirilmektedir.
Öte yandan, kutsal pınarlar üzerinde odaklanan bir su kültünün varlığı da bilinmektedir.
Müslüman Arap yazarlar (Şehristani, Biruni, Mesudi, İbn Nedim ve diğerleri) Harran paganizminin, Gnostisizm ve Neoplatoncu öğretilerden derinlemesine etkilenmiş bir yapıda olduğunu aktarmaktadır.
13.yüzyıldaki Moğol istilalarına kadar varlığını sürdüren Harran Sâbiîleri, İslam’a Grek bilimi ve felsefesi ile hermetik öğretilerin aktarılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Öte yandan, Güney Mezopotamya’da, Vasıt ve Basra dolaylarındaki bataklık bölgelerde yaşayan Mandeenlerin de Sâbiî olarak anıldıkları bilinmektedir.
Mandeenler ile Müslümanların tanıdığı dönemdeki Harranilerin dinsel inançlarında önemli benzerlikler bulunmaktadır. Örneğin, modern Mandeenler göksel cisimlere tapmamakla birlikte, yıldızların canlı tinleri (spirits) olduğuna inanmaktadır.
Aynı zamanda karanlıktan çok ışığa yönelimleri vardır. Rahiplerinin, resmen yetkili olmamakla birlikte, tılsımlar imal eden astrologlar oldukları kaydedilmektedir. İyiliğin kişileştirilmesi, ruhun ölümsüzlüğü ve akar suyun kudreti teolojilerinde mevcuttur.
Harraniler gibi, Mandeenler de Hermes’e özel bir saygı gösterirler. Güneş, ay ve gezegenlerin ruhu olduklarını düşündükleri kesindir. Harran Sâbiîleri gibi kuzeyi ışık ve kudret kaynağı olarak görmektedirler.
İbadetlerinde Harraniler gibi kuzeye yönelmekte ve rükû, secde ve kıyamlardan oluşan bir çeşit namaz kılmaktadırlar.
Mandeenleri Harran Sâbiîlerinden ayıran temel özellik, Yahudi-Hristiyan inançlarından ağırlıklı olarak etkilenmiş olmalarıdır.
Abdest/vaftiz ayininin önemi ve Vaftizci Yahya’nın önemli bir dinsel figür kabul edilmesi, ayrıcı özelliklerinden sayılmaktadır.
Bu benzerlikler, Dodge (1967)’un da işaret ettiği üzere, Harraniler ile Mandeenler arasında tarihsel bir ilişkiye işaret eder görünmektedir.
Buna karşılık, Gündüz, Sâbiîler üzerine yapıtının tümünü, Mandeenlere odaklamıştır.
Buna gerekçe olarak da, Harran Sâbiîlerinin, sonradan, Bizans seferine çıkan Abbasi halifesi Me’mun’un zorlaması sonucu (833) Sâbiî adını benimsediklerini göstermektedir.
Gerçekten de böyle bir anlatı İbn Nedim’de mevcuttur. Nedim’e göre, Me’mun Bizans seferine giderken Harran’dan geçmiş ve burada, kısa eteklikli, uzun saçlı erkeklerle karşılaştığında şaşırarak sormuştur:
“Siz hangi kitaptansınız? Yahudi misiniz? Hristiyan mı? Yoksa Mecusi mi?”
Harraniler bunların tümüne “hayır” dediklerinde, yeniden sormuştur:
“Bir kitabınız ve peygamberiniz var mı?”
Bu soruya yanıt alamayınca da, “O zaman siz kâfirlerden, müşriklerdensiniz; kanınız dökülmek helaldir; çünkü siz zimmi sayılmazsınız.” demiştir.
Harraniler cizye ödemeyi önerince bunu reddederek onlara ihtar etmiştir:
“Kitap ehli olmadığınıza göre iki seçeneğiniz var: Ya İslam’ı ya da kitaplı dinlerden birini benimseyin, yoksa geri döndüğümde hepinizi kılıçtan geçireceğim.”
Bu baskı üzerine, Harranilerin bir kısmı Hristiyan, bazıları Müslüman olmuş, ancak inançlarını terk etmek istemeyenler, Harranlı bir Müslüman şeyhin tavsiyesiyle Kur’an’da geçen Sâbiîliği benimsemişlerdir.
Ancak Me’mun’un seferde öldüğü haberini alınca hemen tümü, yeniden eski inançlarına dönmüştür.
Bu anlatı, inandırıcılıktan uzak bir hikâye gibi görünmektedir.
Eren Kutsuz (Turan Dursun), haklı olarak, “Bir din hakkında önceden hiçbir bilgisi olmayan bir topluluk, nasıl olup da birden bunu benimseyip uygulayabilir?” diye sorgulamaktadır.
Öte yandan, bu anlatının doğru olduğunu kabul edersek, Harran’a ilişkin, miladi 830’dan öncesine tarihlenen kaynaklarda Sâbiî adına rastlanmaması gerekmez mi?
Oysa, Green (1992:13) müfessir Kisaî’nin (öl. 795), “Hz. İbrahim’in Harran’a gelip Sit (Seth) ve İdris’ten (Hermes Trismegistos) aktarılan kitaplara sahip olan Sâbiîleri ihtida ettirmeye çalıştığını” aktardığını belirtmektedir.
Taberi’nin, Usame b. Zeyd ve Abdullah b. Vehb’e dayanarak, Sâbiîleri Vasıt ve Basra’ya uzak, ancak Harran’a yakın olan Ceziret-ül Musul’a yerleştirdiği de kaydedilmektedir.
Bunlar, Harranilerin sahte Sâbiî olarak damgalanmasını kusurlu bir iddia haline getirmektedir.
Pekâlâ, Gündüz’ün Sâbiîleri ısrarla yalnızca Mandeenlerle özdeşleştirmesi ve tüm kitabı boyunca (giriş bölümünde İbn Nedim’in öyküsünü aktararak Harranlıları “yıldızlara tapan paganlar” olarak nitelemesi dışında) Harran Sâbiîlerine hiç değinmemesi neden?
Bu ısrar, başlangıçta da belirttiğim üzere, Sâbiîlerin Kur’an’da anılmasından ve diğer kitaplı dinlerle birlikte ayrıcalıklı bir konum tanınmasından kaynaklanıyor.
Gündüz, Kur’an’ın (onun deyimiyle) “Harran putperestleri”ne böylesi bir ayrıcalık tanımasını sorgulamaktan kaçınmakta gibi görünüyor.
“İslam inancının kökenleri ve biçimlenişine ilişkin ilginç ipuçları” barındıran bu konu, tartışmalı bir zemine işaret etmektedir.
Pek çok İslami yazar gibi Gündüz de, böyle bir tartışmaya hazır olmadığı izlenimini vermektedir.
Bu nedenle, Sâbiîliği Yahudi-Hristiyan teolojisiyle biçimlenmiş gnostik bir tarikat olarak nitelediği Mandeenlere odaklanmakta ve bir bakıma “durumu kurtarmaya” çalışmaktadır.
Ancak, Mandeenlerin Yahudilik ya da Hristiyanlıkla hiç ilişkisi olmayan, Harran inançlarına yakın düşen inanç ve ibadetlerini sorgulamamaktadır.
Bir hatırlatma yapmak gerekirse, Gündüz’ün kullandığı Batı kaynaklarının hemen tamamında Mandeenler, kendi adlarıyla (Mandeen) anılmaktadır.
Bizzat Gündüz, Romalı tarihçi Pliny’nin kendilerine mandani veya mardani denilen bir halktan söz ettiğini kaydetmektedir.
Üstelik, Mandeenler kendilerine “Sâbiî” değil, “hayat ilkesi”nin ışık elçisi olan Manda d’Hüa’ya atfen “Mandeen” demektedirler.
Dahası, Gündüz’ün doktora tezinin başlığı, “The Origins and Early History of Mandeens…” (Mandeenlerin Kökeni ve Erken Tarihi) şeklindedir.
Neden mi? Çünkü İngiltere’de bir üniversiteye sunulan bir tezde, “Mandeenler” sözcüğü “Sâbiîler”e ikame edilse, o tez kabul edilmez de ondan.
Bu durumda, tezinin genişletilmiş biçimi olduğu anlaşılan kitabın başlığının “Sâbiîler” olarak seçilmesi ve tüm kitap boyunca Mandeenler yerine Sâbiîler teriminin kullanılması, Türkiyeli okuyucuya bir “yanıltmaca” olmuyor mu?
Bir kez daha yinelemekte yarar var:
Gündüz’ün “Sâbiîler”inde konu ettiği Yahudi-Hristiyan esinli Mandeenler de Sâbiî olarak tanınmaktadır.
Ancak bu, Harran Sâbiîlerinin yok sayılmasını gerektirmez.
Mandeen Gnostisizmini Türkiyeli okuyucuya tanıtmak önemli.
Ama sanırım, Harran Sâbiîlerini “kâfirlerden” addedip yok saymak yerine, inanç ve ibadet benzerliklerinden hareketle her iki grubun tarihsel ilişkilerini araştırmak daha özgün ve kalıcı bir katkı olurdu.