Hangi Ülkeler Nükleer Silaha Sahip?

Atom bombası üreten ilk beş ülke “Nükleer Kulüp”e (Nuclear Club) dahil oldu; küresel anlaşmalara rağmen, daha sonra başka ülkeler de nükleer silah edindi.

6 Ekim 2006 tarihinde Kuzey Kore, bir nükleer bomba patlattığını duyurarak bunu itiraf eden dokuzuncu ülke oldu. Oysa işlerin bu şekilde gelişmemesi gerekiyordu. 2003 yılına kadar bu ülke, 1968 tarihli Birleşmiş Milletler Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’na (Non-Proliferation Treaty – NPT) taraf olan birkaç ülke dışındaki çoğu ülke gibi davranıyordu. Bu anlaşma, barışçıl nükleer teknolojilere izin verirken, nükleer silah sahipliğini yalnızca beş ülkeyle sınırlandırıyordu: Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği (şimdiki Rusya), Birleşik Krallık, Fransa ve Çin Halk Cumhuriyeti.

En katı tanımıyla, sözde “Nükleer Kulüp” yalnızca bu beş ülkeyi kapsamaktadır. 1971 yılından bu yana, bu ülkeler aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri olmuş ve veto hakkı sahibi tek ülkeler olarak kalmışlardır. NPT’ye hiç katılmamış dört ülkenin daha nükleer silaha sahip olduğu düşünülmektedir. Hindistan ve Pakistan, kendi nükleer silahlarını test ettiklerini açıkça beyan etmiş; İsrail’in ise kayda değer bir nükleer cephaneye sahip olduğu genel kabul görmüştür. Kuzey Kore ile birlikte bu ülkelerin programları, nükleer silahların yayılmasını engellemeye yönelik çabaların hem başarılarını hem de başarısızlıklarını ortaya koymaktadır.

Nükleer Çağın Şafağı

16 Temmuz 1945 sabahı saat 05:29’da, parlak bir ışık New Mexico çölünü aydınlattı—ve dünya bir daha asla eskisi gibi olmadı. İşlevsel ilk nükleer fisyon temelli silahın Trinity testi, II. Dünya Savaşı döneminde yürütülen Manhattan Projesi’nin bir ürünüydü. Bu testten yalnızca bir ay bile geçmeden, 6 ve 9 Ağustos tarihlerinde, ABD savaş uçakları Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombaları attı. Bu saldırılar II. Dünya Savaşı’nın sonunu hızlandırdı, ancak 200.000’den fazla insanın hayatına mal oldu.

Savaşın ardından ABD, bomba üretimine dair bilgileri kendine sakladı; fakat hem müttefikleri hem de rakipleri, kendi bilim insanlarıyla kendi silahlarını geliştirme yarışına girdi. 29 Ağustos 1949’da Sovyetler Birliği bir atom bombası patlatarak, yükselen Soğuk Savaş’ın nükleer savaş tehdidi altında gelişeceğini kesinleştirmiş oldu.

Üç yıl sonra İngiltere, kendi geliştirdiği atom bombasını test etti; sadece birkaç gün sonra ise ABD, Eniwetok Atolü’nde Hiroşima’yı yerle bir eden bombadan bin kat daha güçlü olan ilk hidrojen bombasını test etti.

Fransa (1960) ve komünist Çin (1964) de kendi test patlamalarını tamamladığında, bu güçlü yeni silahların yayılmasını sınırlamak için uluslararası çabalar başlatılmıştı. 1958 yılının Eylül ayında, İrlanda dışişleri bakanı Frank Aiken, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na nükleer silahların “daha fazla yayılmasını önlemeyi” amaçlayan bir karar tasarısı sundu.

Deneme Yasağı, Antlaşmalar ve Vekalet Savaşları

1962’de yaşanan Küba Füze Krizi sırasında dünya, ABD ile Sovyetler Birliği arasında yaşanacak bir nükleer savaşın eşiğinden döndü. Bu olayın ardından, iki süper güç ve Britanya, atmosferde, su altında ve uzayda yapılacak tüm nükleer denemeleri durdurmayı kabul eden Sınırlı Deneme Yasağı Antlaşması’nı (Limited Test Ban Treaty – LTBT) müzakere etmeye başladı. Zamanla 122 ülke daha bu antlaşmaya katıldı.

Bu anlaşma, nükleer güçlerin atom silahlarının gelişimini ve yayılmasını yavaşlatmaya yönelik ilk ciddi adımlarından biri olarak görülüyordu. Ancak 1967 yılında Meksiko’da imzalanan Tlatelolco Antlaşması, nükleer silaha sahip olmayan ülkeler tarafından oluşturulan ilk önemli anlaşma oldu—bu durumda, Küba hariç Latin Amerika ve Karayipler’deki tüm ülkeler, Nükleer Kulüp’e katılmamayı kabul etti.

Bundan yaklaşık bir yıl sonra, Birleşmiş Milletler’in Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT) imzaya açıldı. Bu anlaşma, askeri nükleer teknolojilerin sadece bombaya sahip beş ülkeyle sınırlandırılmasını öngörürken, tüm diğer ülkelere barışçıl nükleer teknolojileri yasal yollarla geliştirme ve paylaşma imkânı tanıyan denetim mekanizmaları sundu. Anlaşma iki yıl sonra yürürlüğe girdi.

NPT büyük ölçüde—ama tamamen değil—başarılı oldu. The Nuclear Club: How America and the World Policed the Atom from Hiroshima to Vietnam (Nükleer Kulüp: Amerika ve Dünya Hiroşima’dan Vietnam’a Atomun Denetimini Nasıl Sağladı) adlı kitabında tarihçi Jonathan R. Hunt, NPT ve diğer anlaşmaların yayılmayı sınırlama ve nükleer savaşları önleme konusunda büyük ölçüde başarılı olduğunu yazıyor. Ancak aynı zamanda bu anlaşmaların, “nükleer caydırıcılığın sağladığı istikrar (Nükleer Kulüp üyeleri arasında doğrudan savaş yaşanmaması) ile kulüp dışında kalan ülkelerdeki iç savaşlar, vekalet çatışmaları ve toprak anlaşmazlıklarının sıklığı” arasındaki korelasyonu da pekiştirdiğini belirtiyor. Soğuk Savaş boyunca Asya, Afrika, Orta Doğu ve Latin Amerika’da yaşanan kanlı çatışmalar, süper güçlerin nükleer tırmanma riskini sınırlarken kendi nüfuzlarını artırmak amacıyla başvurduğu yöntemlerdi—en azından kısmen.

Kulüp Dışındaki Nükleer Silahlar

Nükleer Kulüp dışından gerçekleşen ilk nükleer patlama, 18 Mayıs 1974’te Hindistan’ın Racastan çölünde “barışçıl nükleer cihaz” (peaceful nuclear device) olarak adlandırdığı bir bombayı patlatmasıyla meydana geldi. Bu test, Hindistan’ın ABD ve Sovyet etki alanları arasında kendi yolunu çizen bağımsız bir güç olarak statüsünü güçlendirdi ve 1960’larda iki sınır savaşı yaptığı nükleer silahlı Çin ile olan rekabetini pekiştirdi.

İsrail’in ise en az 1960’ların sonlarından beri kendi nükleer silahlarını geliştirmeye çalıştığı varsayılıyordu. 1970’lere gelindiğinde, istihbarat çevrelerinde genel kanaat, İsrail’in bir nükleer cephaneye sahip olduğu yönündeydi; ancak bu konuda doğrudan açıklamalardan kaçınılıyordu. 1979’da ABD tarafından işletilen Vela uydusu (Vela satellite) tarafından Güney Hint Okyanusu üzerinde gözlemlenen dikkat çekici bir çift ışık parlaması, İsrail’in gizli bir nükleer test gerçekleştirmiş olabileceğine dair bir işaret olarak değerlendirildi.

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, çalınmış ya da kontrolsüz nükleer silahların (“loose nukes”) yayılabileceği endişesi gündeme geldi. Yeni bağımsızlıklarını kazanan Kazakistan ve Ukrayna, nükleer stoklarını hızla Rusya’ya devretti; Rusya, eski Sovyetler Birliği’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki koltuğunu devralmıştı.

Soğuk Savaş döneminde Güney Afrika, muhtemelen İsrail’in desteğiyle altı nükleer silah üretmeyi başardı. Ancak ülkenin son Apartheid hükümeti, 1994’te yapılan ilk özgür seçimler öncesinde bu silahları önleyici olarak söküp imha etti.

Ancak nükleer güçlerin azalması uzun sürmedi. Mayıs 1998’de Hindistan, bu kez silahlandırılmış bir bomba ile ikinci nükleer denemesini gerçekleştirdi. İki hafta sonra, rakibi Pakistan kendi nükleer testini yaptı. 1985’te NPT’ye katılan Kuzey Kore ise 2003’te anlaşmadan çekildi ve üç yıl sonra ilk nükleer testini gerçekleştirdi.

Son yıllarda, İran kendi bombasını yapmaya en çok yaklaşan ülke olarak görülüyor. Başkan Dwight Eisenhower’ın teknoloji paylaşımına dayalı “Barış için Atomlar” (Atoms for Peace) programından bu yana süregelen İran’ın yerli nükleer araştırma girişimi, hem kamuya açık hem de gizli yönleriyle uzun süredir devam ediyor. 2002 yılında, İran’ın bomba yapmak amacıyla gizlice uranyum zenginleştirdiği ortaya çıktı. Uluslararası müzakerelerin ardından İran bu faaliyeti askıya aldı, ancak üç yıl sonra yeniden başlattı.

O tarihten bu yana Birleşmiş Milletler, Britanya, Fransa ve Almanya diplomatik bir çözüm arayışına girdi. Öte yandan, nükleer silahlı bir İran’ı varoluşsal tehdit olarak gören İsrail, İran’ın nükleer programını durdurmak ya da geriletmek amacıyla siber saldırılar, sabotaj, bilim insanlarına yönelik suikastlar ve askeri operasyonlar gerçekleştirdi.

Kaynak: https://www.history.com/articles/countries-nuclear-weapons-club