Geri Dönüş Yolunda Türkiye’nin Göç Tecrübesi
Türkiye, tarihin doğru ve insani tarafında durarak, 2011 yılından itibaren Suriye’den topraklarına sığınan milyonlarca insana ev sahipliği yaptı. Üstelik bu ev sahipliğini birçok açıdan dünyada örnek gösterilen bir başarıyla gerçekleştirdi. Elbette bu uzun süreçte nahoş ve olumsuz bazı olaylar da yaşandı; ancak bu olaylar hiçbir zaman kitlesel ve toplumsal bir nitelik kazanmadı.
Şimdi, Suriyeliler beklenilenden yavaş da olsa dönüş yoluna girmişken, Türkiye’nin bu büyük göç tecrübesini değerlendirmek yerinde olacaktır. Zira bu tecrübe, yalnızca Türkiye için değil, dünyanın diğer ülkeleri için de tarihte eşine az rastlanan önemli bir tecrübedir.
Türkiye kitlesel göçü 2011 yılında Suriyelilerin gelmesiyle tecrübe etmeye başlamadı elbette. Osmanlı’nın son dönemleri ve Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan Balkan ve Kafkas göçleri, Nüfus Mübadelesi ile verilen ve alınan göçler, Cumhuriyet döneminde farklı zamanlarda yaşanan Bulgaristan göçleri, Türkiye’nin Suriyeli göçü öncesi tecrübesini göstermesi bakımından incelenmeye değer örneklerdir.
Türkiye, bu tarihi birikim ve deneyimin de yardımıyla, 2011 yılından itibaren başlayan ve 2014’ten sonra milyonları aşan Suriyeli göçüne insani bir perspektifle yaklaşmayı ve uzun sayılabilecek bir süre zarfında bu perspektifle yönetmeyi başarmıştır.
Önce açık kapı politikasıyla savaştan kaçan milyonlara kucak açan Türkiye, hızla barınma merkezleri inşa edip gıda gibi acil ihtiyaçları karşılamaya çalıştı. Ancak kısa süre içinde, sığınmacı sayısının geçici barınma merkezlerinin kapasitesini aşması üzerine, Suriyelilerin Türk vatandaşlarıyla birlikte şehirlere yerleşmesine izin verildi. Ardından sosyal yardım, eğitim, sağlık ve çalışma alanlarında çeşitli haklar tanındı. Türkiye, hem hızlı hareket etti hem de dünyada eşine az rastlanır bir performans sergiledi.
Acil insani yardım bağlamında AFAD, Kızılay ve STK’lar eliyle işler yürütülse de Türkiye’nin göç alanındaki kurumsal yapısı bu yeni durumla baş edebilecek düzeyde değildi. Bu nedenle 2013 yılında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu çıkarılarak hukuki zemin oluşturuldu. 2014’te ise Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (şimdi Göç İdaresi Başkanlığı) İçişleri Bakanlığı bünyesinde kuruldu. 2015 yılında Başbakanlık bünyesinde oluşturulan Genel Koordinasyon Birimi ile hem içeride daha düzenli bir müdahale yapısı oluşturlmaya çalışıldı hem de Avrupa Birliği başta olmak üzere uluslararası muhataplarla yapılacak müzakereler için daha güçlü bir hazırlık sürecinin yapılması sağlandı. 2016 yılında yapılan çalışma izni düzenlemesiyle Suriyelilerin sosyal hayat ve ekonomiye uyumu için adımlar atıldı. AB ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde sağlanan toplamda 6 milyar avroluk finansman desteği ile Suriyelilere yönelik insani yardım, sağlık, eğitim, sosyo-ekonomik destek ve altyapı gibi alanlarda projeler hayata geçirildi.
Türkiye’de bulunan Suriyelilere yönelik bahsi geçen çok boyutlu müdahaleler devam ederken Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde terör örgütlerinin kullandığı ve ülkenin güvenliğini tehdit eden bölgelere operasyonlar düzenledi. Böylece terörden arındırılan güvenli bölgelere, öncelikli olarak o bölgelerden Türkiye’ye gelenler olmak üzere Suriyeliler gönüllü olarak dönmeye ve yerleşmeye başladı. Türkiye 2017 yılından itibaren, bu bölgelerde ve çatışmaların durulduğu diğer alanlarda, Birleşmiş Milletler tarafından belirlenen gönüllü geri dönüş kuralları çerçevesinde Suriyelilerin dönüşünü teşvik edecek kolaylaştırıcı adımlar attı.
2025 yılı Şubat ayından geriye dönüp bakıldığında, Türkiye’nin büyük bir kitlesel göçü on yılı aşkın bir süre zarfında göz ardı edilemeyecek bir başarıyla yönettiğini söylemek gerekir. Bu yüzden de en başta Türkiye’nin hakkını, devlet ve millet olarak teslim edelim.
Bu sonuna kadar hak edilmiş hakkı teslim ettikten sonra bu büyük ve tarihi göç tecrübesini biraz analiz edip “Türkiye neyi daha iyi yapabilirdi?” diye sormak yerinde olacaktır. Böylece bir taraftan başarılanla gurur duyarken diğer taraftan gelecek için kıymetli dersler çıkarma imkanı olacaktır.
Türkiye Suriyeli sığınmacıların önce geçici barınma merkezlerinde sonrasında ise şehirlerde barınmalarına imkan tanıdı ancak bu yerleşim ve barınma sürecini gereği gibi planlı bir şekilde gerçekleştirmedi malesef. Bu plansızlık önce sınır şehirlerinde, hemen sonrasında ise İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde sığınmacı nüfusun yığılmasına yol açtı. Bu yığılma hem kamu ve belediye hizmetlerinin sunumu hem de sosyal uyum açısından sıkıntı ve hoşnutsuzluklara yol açtı. Suriye’deki krizin ne zaman sona ereceği öngörülemediği için planlı bir iskan ve yerleşim yapmaktan kaçınıldı denilebililir ancak plansız iskanın kısa ya da uzun süre farketmesizin ortaya çıkardığı risk ve yükler her halükarda planlı yapılacak olandan daha yüksek oldu Türkiye için. Sonraları yeniden iskan ara ara gündeme getirilse de bir şekilde yerleşmiş olan nüfusun kitleler halinde yeniden hareket ettirilmesinin yaratacağı risklerden kaçınıldı.
Türkiye göçle gelen nitelikli Suriyeli insan kaynağından gereği gibi istifade edemedi. Bu insan kaynağını Türkiye’deki iş gücü ve sektörlere hızlı bir şekilde dahil edip üretime katacak süreçleri ya çok geç geliştirebildi ya da hiç geliştiremedi. Türkiye’ye sığınmış doktor, mühendis, akademisyen ve iş insanları ya yıllarını kendi mesleklerini kanıtlayıp ilgili sektörlerde çalışabilmek için harcadı ya da bıkkınlık veren süreçler neticesinde Türkiye’de bir gelecek göremeyerek başta Avrupa ülkeleri olmak üzere üçüncü ülkelere geçti. Mesleki profilleme, denklik ve akreditasyon gibi süreçler ile ilgili mevzuatlardaki değişiklikler hızlıca yapılabilse binlerce yetişmiş nitelikli insanı hala Türkiye’de tutabilmek mümkün olacaktı. Eğitim ve sağlık alanında geç de olsa bazı adımlar atıldı ancak bu mekanizmalar hem geç kuruldu hem de yetersiz kaldı.
Türkiye göç yönetimini hem bütün yönleriyle takip edebileceği hem de politika ve müdahaleler için analiz imkanı sunan entegre bir bilgi/veri sistemi kuramadı. Suriyelilerin kayıt altına alınması, kayıtların güncellenmesi, eğitim, sağlık, sosyal yardım, istihdam ve daha bir çok alanda verilerin tutulması konusunda gerekenler yapıldı ama bütün bu alanları birbiryle entegre şekilde konuşturup göçün bütün tarafları için veri ve analiz üreterek kanıta dayalı politika üretimine imkan veren bütüncül bir yapı oluşturulamadı. Bu eksikliğe Türkiye bürokrasisinin koordinasyon, süreç yönetimi ve veri gibi klasik eksiklikleri de eşlik edince hem ulusal hem de uluslararası fonların kullanımında mukerrerlikler kaçınılmaz oldu. Bu da kaynak israfına, zaman kaybına ve uygulamalarda bıkkınlığa yol açtı. E-devlet gibi neredeyse bütün kamu hizmetlerini tek bir çatı platform üzerinden sunabilen Türkiye’nin göç alanında benzer bir sistem geliştirmemesi göç tecrübesi bakımından büyük bir eksiklik olarak görülmektedir.
Türkiye’nin göç iletişimi alanında da iyi bir sınav verdiğini söylemek zor malesef. Sayın Cumhurbaşkanın krizin en başından bugüne takındığı insani yaklaşımı koruması ve bu yaklaşımı en güçlü şekilde bütün platformlarda dile getirmesi hariç tutulursa göç iletişimi iyi yönetilemedi. En başından itibaren bürokraside oluşan güvenlik odaklı yönetim yaklaşımı olayın insani ve sosyolojik yanlarını yeterince göremedi. Bu eksiklik özellikle seçim dönemlerinde Suriyelilere yönelik dışlayıcı nefret söylemlerinin toplumda yer edinmesine yol açtı. Hatta seçim dönemlerinde daha yoğun olmak üzere bizzat bürokraside oluşan göçmen karşıtı yaklaşım düzensiz göçle mücade bağlamında nahoş uygulama ve muamelelere sebebiyet verdi.
Suriye krizinin kısa süreceği ve insanların yeniden evlerine döneceği beklentisi doğrultusunda oluşturulan geçici koruma statüsünün Suriye’lilerin kalma süreleri uzadıkça bir belirsizlik ve uyumsuzluk statüsüne dönüşümünden bahsetmek gerekir. Geçicilik ilk etapta stratejik bir çözüm olarak işlev gördü ancak kriz uzadıkça, insanlar sosyo-ekonomik hayata adapte olmaya çalışsalar bile bir belirsizlik içinde kaldılar. Geçici koruma statüsü kademeli bir şekilde yapılandırılıp belli sürelerden sonra normal ikamet ve çalışma izinleriyle Türkiye’de kalan yabancıların satüsüne yaklaştırılabilseydi bu sosyo-ekonomik uyumu çok daha güçlü bir şekilde desteklerdi. Zira bu sayede insanların sosyal güvenlik sisteminden faydalanma, ileride vatandaşlık için lazım olacak gerek şartları tamamlama ve başka bazı haklara erişimleri mümkün olabilirdi. Ancak özellikle 2017-18 yıllarından sonra oluşan sosyal yansiyonun da etkisiyle gönüllü geri dönüş politikası öne çıkarılınca geçici koruma statüsü olduğu gibi uygulamaya devam edildi.
Son olarak Türkiye’nin yaşadığı bu büyük tecrübeyi aynı sorunlarla karşılaşan başka ülkelerle paylaşabileceği bir patforma, projeye dönüştürememesinden bahsetmek gerekir. Elbette bu tecrübe parçalı şekillerde de olsa uluslararası platformlarda kimi zaman Türkiye’den birileri tarafından kimi zaman ise Türkiye’yi incelemiş yabancılar tarafından paylaşılmaktadır. Bizim kastımız daha çok bunun bir Türkiye projesi ve modeli olarak yapılandırılması, gerekirse uluslararası ortakları da olan bir mükemmeliyet merkezi kurularak bir müfredat haline getirilerek paylaşılmasıdır. Bunun için zaman hala geçmiş de değil.
Suriyelilerin bir kısmı ülkelerine, evlerine geri dönecekler. Ancak büyük bir bölümü burda bizlerle birlikte yaşamaya, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatla etkileşim kurarak etkileyip etkilenmeye devam edecekler. Bugünden geriye bakarak eksiklerimizi tespit edebilirsek, önümüzdeki yıllarda çok daha iyi işler yapmak için sağlam bir zemin oluşturmuş oluruz. Zira göç hep olduğu gibi devam edecek. Umarım bu kısa değerlendirme daha kapsamlı değerlendirmeler için bir başlangıç olur.