George Soros, Vali Newsom ve ABD Vakıfları Çin-gate Komplosuna Karışmış mı?
Hayatım boyunca edindiğim deneyim, kendi çıkarınız için yapabileceğiniz en kötü şeyin gerçeği söylemek olduğudur. Bize, salak Amerikalılara sunulan anlatılara bakılırsa, Demokratlar, Cumhuriyetçiler, CIA, FBI ve geri kalan tüm iktidar yapısı ile onların medya fahişeleri tarafından tamamen aptal olarak görülüyoruz.
Amerikalılar, her düzeydeki hükümetlerin – hatta mülk sahipleri derneklerinin bile – yerel tekeller, yerel çevre kirleticiler, mali dolandırıcılar ya da Büyük İlaç endüstrisi (Big Pharma) tarafından şartlandırılmış doktorlar kadar güvenilmez olduğunu öğrenmekte geciktiler. Amerikalılar kendilerine yutturulan her yalana kandılar: “İç Savaş”, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Kore Savaşı, Vietnam Savaşı, Kaddafi ve Libya hakkındaki yalanlar, “Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları”, “Esad’ın kimyasal silah kullanımı”, “İran’ın nükleer silahları”, “Rusya’nın Gürcistan’ı işgali”, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgali”, “Rusya’nın Avrupa’yı işgal planı”, 11 Eylül, “Müslüman teröristler”, Filistinli teröristler, “Covid aşısı güvenli ve etkilidir”, JFK, RFK ve MLK suikastları, Donald Trump’a yönelik suikast girişimleri, çalınan başkanlık seçimine karşı yalnızca protesto yapan 6 Ocak “isyancıları”. Amerikan halkının yutup benimsediği yalanlar, ciltlerce kitap dolduracak kadar çoktur. Amerikalılar vatanseverlik duygularına o kadar kapılmışlar ki bu, onları aptallaştırıyor. Vatanseverlik, her yalanı desteklemek için kullanılabilir.
Başkan Trump’ın niyetine rağmen, yalan anlatılar durmadı ve yayılmaya devam ediyor. Hangisini seçmeliyim? ICE’ye (Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Kurumu) karşı yapılan ayaklanmaların Çin tarafından organize edildiği anlatısını mı almalıyım? Bu sahte anlatı o kadar güçlü ki, mevcut Çin karşıtı söylemlere o kadar uyuyor ki FBI Başkanı Kash Patel bile bu anlatıyı benimsedi. Ayaklanmaları kışkırtmada Çin etkisinin olası etkilerine dair endişelere yanıt olarak Direktör Patel, “FBI, bu ayaklanmalardan sorumlu tüm parasal bağlantıları soruşturuyor” dedi.
Bir dakika düşünün. Yasadışı ikamet edenlerin sınır dışı edilmesine karşı yapılan ayaklanmaların, muhtemelen George Soros ve onun STK (sivil toplum kuruluşu) ağı ile Ford, Pew ve Rockefeller gibi Amerikan vakıfları ve Demokrat yargı USAID’in fonlanmasını ve faaliyetini sürdürmeyi başardıysa, USAID tarafından finanse edildiği anlaşılıyor. Eğer Çin parası, bu ayaklanmaları finanse eden Demokrat STK’ların ve liberal vakıfların kasasına giriyorsa, elimizde gerçek bir Çin-gate skandalı var demektir – CIA/FBI’ın Başkan Trump’ı devirmek için Amerikan halkına dayattığı hayali Russiagate aldatmacasından farklı olarak. Gerçek bir Çin-gate, George Soros’un, Vali Newsom’un, bu sürece katılan liberal vakıfların ve çok sayıda Demokrat hükümet yetkilisinin Amerika’yı zayıflatmak amacıyla Çin Komünist Partisi ile komplo kurdukları gerekçesiyle tutuklanmasını meşru kılar.
Her şeyin temelinde AMERİKA’YA YÖNELİK LİBERAL/SOL DEMOKRAT SALDIRI vardır. Amerika çökerse, Batı medeniyetinin geri kalanı da çöker. Amerika, Batı medeniyetinin zayıf bir temsilcisidir. Amerikan üniversiteleri, birkaç nesildir Batı medeniyetine karşı amansız saldırılar yürütmüş ve Batı medeniyetinin temelini oluşturan inanç sistemini yok etmeyi başarmıştır. Bir halk inanç sistemini kaybettiğinde, artık var olamaz; onun medeniyeti de yok olur.
Hayatım boyunca, Amerika birçok Avrupa dışı etnik grubu bünyesine katmıştır; bu gruplar kendi kültürlerini kurmuşlardır – İspanyolca artık ABD’nin resmi dillerinden biridir – kendi etnik temsilcilerini seçmişlerdir ve Blackstone’un İngilizlerin Hakları mirasında yer alan anlayışlardan farklı görüşlere sahip yargıçlar atamışlardır. Yasalarımız yavaş yavaş elimizden alınmaktadır. Yerine, ten rengine ve kişinin kendi beyanına dayanan cinsiyete göre şekillenen aristokratik ırk ve cinsiyet ayrıcalıklarından oluşan bir yasal ayrıcalıklar hiyerarşisi yerleşmektedir.
Amerika’da üniversiteye kabul, istihdam ve işe alımlarda beyaz heteroseksüel erkeklere karşı altmış yıldır süren ayrımcı uygulamalar, DEI’yi (çeşitlilik, eşitlik, kapsayıcılık) Anayasa’nın 14. Değişikliği’nin yasalar önünde eşit koruma şartından daha güçlü hale getirmiştir. On yıllardır Amerikan hukuk fakültelerinde ABD Anayasası’nın ırkçı bir belge olduğu öğretilerek, Amerikan hukuk mesleğinin bu anayasanın geçerliliğine olan inancı yok edilmiştir.
Anayasa’ya olan inanç o kadar yok edilmiştir ki, Başkan George W. Bush yirmi yıl önce yalnızca şüphe üzerine, adil yargılama olmaksızın Amerikan vatandaşlarını hapiste tutabileceğini ve Anayasa’yı görmezden gelebileceğini ilan etti. “Amerika’nın ilk siyahi başkanı” Obama, yalnızca şüphe üzerine ve yargılama süreci olmaksızın Amerikan vatandaşlarını infaz edebileceğini açıkladı – ve bunu yaptı.
1960’larda ve 1970’lerde “Batı Medeniyeti yok olmalı” diye haykıran o salak öğrencilerin, Batı medeniyetinin zaten çoktan yok olduğunu anlayamayacak kadar aptal olmalarına hep şaşırmışımdır. Bu aptallar, zaten ölüm döşeğinde olan bir şeye karşı protesto ediyorlardı.
Ben, stagflasyonu tedavi eden arz yönlü politikanın (supply-side policy) mucidi ve Başkan Reagan’ın Soğuk Savaş’ı sona erdirmesine (her ne kadar geçici olduğu ortaya çıksa da) yardımcı olan biri olarak mı hatırlanacağım, yoksa Wikipedia’nın yalan makinesi anlatıyı kontrol altına alıp beni “Rus ajanı/kuklası” ve “komplo teorisyeni” olarak mı şeytanlaştıracak? Gerçeklerin hiçbir önemi olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Gerçeklerin kendisiyle birlikte matematik, bilim, İngiliz edebiyatı ve İngilizce dilinin bile ırkçı olarak kabul edildiği bir ortamda, birinin katkılarının tanınması ancak bu katkılar “çeşitlilik, eşitlik, kapsayıcılık” (DEI) alanında yapıldıysa mümkündür – liyakat ve yasalar önünde eşitlik pahasına.
Geçen gün düşündüm de, Harry Elmer Barnes’ın Birinci Dünya Savaşı tarihi ve David Irving’in İkinci Dünya Savaşı tarihi dışında doğru yazılmış herhangi bir tarih var mı? Bu tarih yazımları, anlatının bir parçası değildir. ABD hükümetinde ya da herhangi bir Batı hükümetinde hiçbir politika yapıcının bu iki yazarı okudumadığına neredeyse hayatımı ortaya koyarak bahse girerim.
Ve bugün, Washington dış politika kararlarını Rusya, İran ve Çin’e dayatıyor. Bu, umut verici bir sonuç doğurması muhtemel bir dış politika yaklaşımı değildir.