Gazze’de İki Yıllık Soykırım, Yetmiş Yedi Yıllık İnkâr
7 Ekim 2023’te kuşatma altındaki halkın gardiyanlarına karşı başlattığı isyanın ardından, Siyonist hasbara (İbranice “propaganda”) makinesi dünya çapında seferber oldu ve sahte bir anlatı dayatmaya koyuldu. Hedefi açıktı: Tarihi silmek, gerçeği çarpıtmak ve İsrail’i ebedi kurban olarak sunmak. Bu çerçevede İsrail, hiçbir neden yokken, bir anda ortaya çıkan sebepsiz bir saldırıya uğramış barışçıl bir varlık gibi sunuluyordu.
Oysa 7 Ekim gökten düşmedi. Bu tarih, on yıllarca süren mülksüzleştirme, kuşatma ve sistematik insanlık dışı muamelenin doruk noktasıydı. 2023 Ekim’inden çok önce, Gazze uluslararası gözlemciler tarafından dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olarak tanımlanıyordu. 16 yılı aşkın süre, yani 5.800 gün boyunca açlık diyeti niteliğinde bir abluka altındaydı. Ondan da önce, 2,3 milyonluk nüfusunun 1,3 milyonu mülteci ya da onların torunuydu ve 1948 yılında, Nakba sırasında evlerinden ve köylerinden sürülmüşlerdi. Nakba, Avrupa’daki Yahudi karşıtlığından kaçan Yahudiler için bir devlet kurmak üzere, yerli Filistinlileri etnik temizlikten geçiren Siyonist terör milislerinin yarattığı bir felaketti.
7 Ekim’i anlayabilmek için, onu Filistin halkının süregelen acılar zinciri içinde konumlandırmak gerekir. O tekil gün bir sapma değildi. 1948’den bu yana geçen yaklaşık 28.000 günün yalnızca biriydi; Siyonist nefrete ve İsrail baskısına maruz kalınan binlerce günden biri. Bu günlerin her biri, sürgünün, kuşatmanın, aşağılanmanın, yoksulluğun ve umutsuzluğun ağırlığını taşıyordu. Ancak hasbara, bu on yılları kayıtlı hafızalardan silmek, Filistinlilerin 28.000 günlük vatansızlığını yok saymak ve tarihi bağlamından koparılmış tek bir güne indirgemek istiyor.
“İlk 7 Ekim” 2023’te değil, 1948’deydi. O yıl, bugünkü İsrail ordusuna dönüşen Siyonist terörist milisler, katliamlar gerçekleştirdi, köyleri yerle bir etti ve Filistinlileri kitlesel olarak sürgün etti. Bu temel etnik temizlik eylemi, bugün hâlâ sürmektedir. Gazze halkına yönelik günlük bombardıman, aç bırakma ve temel insan onurunun inkârı, o özgün Siyonist günahın devamı niteliğindedir.
Hasbara’nın en büyük silahı, medyayı kontrol etmek, anlatıyı yeniden kurgulamak ve seçici hafıza kullanmaktır. Amacı, hafızayı bağlamından koparmak ve 7 Ekim’i kaçınılmaz kılan yapısal şiddeti gizlemektir. Öncesindeki 28.000 günü hatırlamak, bu sözde savaşın merkezindeki süregiden adaletsizliği açığa çıkarmak demektir: sömürgeleştirilmiş ve kuşatma altındaki bir halk, kendisini kalıcı biçimde boyunduruk altına almak isteyen işgalci güce karşı hayatta kalma mücadelesi vermektedir.
İsrail’in soykırım planını devreye sokmasının üzerinden iki yıl geçti. Evlerin, hastanelerin, okulların, altyapının ve yaşamın bizzat kendisinin sistematik biçimde yok edilmesine dayanan bir strateji. Gazze bugün bir savaş alanı değil; insanlığını yitirmiş bir dünyanın gözleri önünde boğulan bir halkın mezarlığıdır.
İki yıl, yirmi dört ay, yedi yüz otuz gün — o tek 7 Ekim gününden çok daha fazlası. Nasıl ölçülürse ölçülsün, 2023 Ekim’inden bu yana geçen hayat, Gazze halkı için sonsuz bir ıstırap olmuştur. Televizyonda canlı yayınlanan bir soykırımın kronolojisi. Bu felaketin en temel ölçütü, yıkımın boyutu ve hayret verici can kaybıdır. Gazze bugün, tarihin en acımasızca bombalanan yeri konumundadır: metrekare başına düşen patlayıcı miktarıyla ölçüldüğünde, İsrail Gazze’ye, Müttefik Devletlerin İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’ya attığından neredeyse yetmiş kat, ABD’nin Rolling Thunder Operasyonu sırasında Kuzey Vietnam’a attığından ise yüz kat daha fazla bomba atmıştır.
Eylül 2025 itibarıyla, 66.000’den fazla insan öldürüldü; bunların en az 19.424’ü çocuktur. Binlercesi hâlâ “kayıp”, kendi evlerinin enkazı altında isimsiz bir şekilde gömülü. Genç hayatlar silindi; binlerce hikâye başlamadan sona erdi. Yaralıların toplam sayısı 167.500’ü aşarak, çok sayıda hayatta kalanın hayatını değiştiren yaralarla yaşamasına neden oldu. Sadece İsrail’in 2025 Mart’ında ateşkesi bozmasından bu yana 12.956 can kaybı yaşandı. Ölü ve yaralıların toplamı, Gazze nüfusunun %10’undan fazlasına denk geliyor. Bunlar rastlantısal kayıplar değil; Filistin varlığını ortadan kaldırmaya yönelik kasıtlı bir yok etme kampanyasının hedeflenen kurbanlarıdır.
Bombalardan ve kurşunlardan öte, bir başka sinsi silah daha can almaktadır: açlık. Birleşmiş Milletler destekli Entegre Gıda Güvenliği Aşama Sınıflandırması (IPC) tarafından ilan edilen, Siyonistlerce kurgulanmış bir kıtlık. 500.000’den fazla insan, en yüksek seviye olan Aşama 5 koşullarında yaşamaktadır — bu seviye “açlık, sefalet ve ölüm” ile tanımlanır. En az 440 kişi açlıktan hayatını kaybetti; bunların 147’si çocuktu. Yüz binlercesi ise yiyecek ve temiz sudan yoksun. Uluslararası Kurtarma Komitesi, her üç küçük çocuktan birinin en az 24 saat boyunca hiçbir şey yemediğini bildirmektedir.
Gazze’deki 625.000 öğrencinin tamamı iki yıldır okula gidemiyor. 18.000’den fazla öğrenci ve 972 öğretmen öldürüldü. Okulların yaklaşık %92’si ya hasar gördü ya da tamamen yıkıldı; tüm üniversiteler harabeye döndü. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 2.300’den fazla sağlık ve yardım görevlisinin öldürüldüğünü ve Gazze’deki 36 hastaneden yalnızca 14’ünün kısmen işlev gördüğünü rapor etmektedir.
İsrail, işlediği suçları örtbas etmek için Gazze’yi uluslararası medyaya kapattı ve içeride çalışan yerel gazetecileri hedef aldı. Brown Üniversitesi’ne göre, İsrail Ekim 2023’ten bu yana, Gazze’de ABD İç Savaşı, I. ve II. Dünya Savaşları, Kore Savaşı, Vietnam Savaşı, eski Yugoslavya’daki savaşlar ve 11 Eylül sonrası Afganistan savaşında öldürülen gazetecilerin toplamından daha fazla gazeteciyi öldürdü. İsrail 278 kişiyi katletti; “özgür dünya”dan ya da “özgür basın”dan ise neredeyse hiçbir protesto yükselmedi. İsrail’in Gazze’den gelen haberleri sansürlemesine karşı çıkmayı reddederek, savunduklarını iddia ettikleri hakikat ve özgürlük ilkelerine bizzat ihanet etmiş oldular.
Bu bir savaş değil; yasal tanımıyla önceden planlanmış bir soykırımdır. 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, soykırımı “ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen ya da kısmen yok etme niyetiyle” işlenen eylemler olarak tanımlar. Sözleşme’nin II. Maddesi beş eylemi sıralar:
- Grubun üyelerinin öldürülmesi: 66.000 ve artmaya devam ediyor.
- Ciddi bedensel veya zihinsel zarar verilmesi: binlerce çocuk ampütasyonu.
- Fiziksel yıkıma yol açacak şekilde kasıtlı olarak yaşam koşullarının bozulması: gıda yardımının engellenmesi, tarım arazilerinin yok edilmesi, evlerin %92’sinin yıkılması.
- Doğumları önlemeye yönelik tedbirler alınması: doğurganlık kliniklerinin hedef alınması.
- Çocukların zorla nakledilmesi.
İsrail, bu eylemlerden en az ilk dördünü — tartışmasız, sistematik ve aleni bir biçimde — gerçekleştirmiştir. Kitlesel katliamlar, on binlerce kişinin sakat bırakılması ve sivillerin açlığa mahkûm edilmesi, Sözleşme’nin eşiğini tam anlamıyla karşılamaktadır.
Uluslararası Soykırım Araştırmacıları Derneği (IAGS), 31 Ağustos 2025’te yaptığı açıklamada, İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin BM Sözleşmesi kapsamındaki soykırım tanımına uyduğunu bildirmiştir. Sözleşme’nin III. Maddesi, sorumluluğu yalnızca faillere değil, aynı zamanda soykırımı mümkün kılanlara da yüklemektedir. Bu, Washington, Londra, Berlin ve Paris anlamına gelir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrailli liderleri suçlamasının ardından, suçlanan savaş suçlularını finanse eden ve silahlandıran her ülke, III. madde uyarınca sorumlu kabul edilmekte ve UCM önüne çıkarılabilmektedir.
Gazze Şehri’nde yaşanan soykırımın son aşamasında, 1 Ekim tarihinde Siyonist savaş bakanı Israel Katz, şehirde kalan 250.000 sivilin tamamını “terörist” olarak sınıflandırarak onları hedef almayı onayladı ya da meşrulaştırdı (koshered). Bu siviller, fiziksel ya da maddi imkânları olmayanlar ya da evlerini terk etmeyi reddeden ve İsrail’in yarattığı yeni bir Nakba’da mülteci istatistiğine dönüşmek istemeyen insanlardı.
Bu soykırım yalnızca İsrail’e ait değildir; bu, sözde Batı medeniyetinin kolektif ahlaki çöküşüdür. Suçlanan savaş suçlularını destekleyerek, onlara soykırım araçları ve diplomatik koruma sağlayarak, Batılı hükümetler sahiplendikleri seçici değer sistemini ifşa etmişlerdir. Bir savaş bakanı 250.000 sivili “terörist” ilan ederken gösterilen göze çarpan sessizlik, “Batı değerleri”nin aslında yalnızca ikiyüzlülüğü ve ırkçı hiyerarşiyi maskeleyen alaycı bir cephe olduğunu ortaya koymaktadır.
* Jamal Kanj, Children of Catastrophe: Journey from a Palestinian Refugee Camp to America (Felaketin Çocukları: Bir Filistin Mülteci Kampından Amerika’ya Yolculuk) ve başka kitapların yazarıdır. Arap dünyasına dair çeşitli ulusal ve uluslararası yorumlarda sık sık yazılar kaleme almaktadır.
Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/10/06/two-years-of-genocide-in-gaza-seventy-seven-years-of-denial/